 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1980/194
K: 1980/4545
T: 07.04.1980
DAVA : Taraflar arasındaki alacak davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı 32.105 liranın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ve icra takibinin iptaline ilişkin hükmün davacı tarafından duruşmalı olarak ve davalı avukatınca da temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanın sözlü açıklamıs dinlenildikten sonra dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : 1- Karşılıklı taahhütleri ihtiva eden bir vekalet sözleşmesi vekile, yani avukata, üzerine aldığı işi yasaların çizdiği sınırlar içinde ve uygun biçimde yürütüp, sona erdirmek borcunu tahmil etmiştir. Bu bakımdan bu avukat üzerine aldığı bir işi "ifa ettiği hizmetin kutsallığına yakışır şekilde özenle ve ünvanın gerektirdiği güvene uygun bir biçimde yürütmekle" görevlidir. Avukatlık Yasası'nın 34, 134, BK.'nun 321 ve 389/1-2. maddelerinin birlikte incelenmesinde de anlaşılacağı veçhile avukat, meslek düzen ve geneklerine uymayan tutumlardan kaçınmakla, görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uymayan davranışlarda bulunmamakla ödevlendirilmiştir. Hatta Avukatlık Yasası'nın az önce anılan maddelerinde yer alan "doğruluk, görevin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde hareket" borcu, oldukça geniş anlamlı ve yorumu gerektiren bir borçtur. Hattı vekilin bu borca aykırı davranması halinde eğer müvekkil bir zarara uğramış ise vekil bunu ödemekle de yükümlüdür. Bundan dolayıdır ki, BK.'nun 321. maddesi hükmü, vekilin borcunu, "iyi bir biçimde yerine getirme" şeklinde açıklarken, onun sorumluluğunu işçinin sorumluluğuna benzetmiştir. Yargıtay uygulamaları da bu doğrultudadır. O halde vekil üzerine aldığı işi doğruluk kurallarına uygun biçimde özenle yapmalı, mesleğinin gerektirdiği uzmanlığın bütün gereklerini kullanmalıdır.
Taraflar arasında gerçekleşen vekalet sözleşmesi ile davacı avukat (Akhisar ve Saruhanlı'da bulunan taşınır ve taşınmaz mallarla ilgili taksim ve izalei şuyu davası ile ayrıca mümessil tayini) davasını açma görevini yükümlenmiştir. Bundansonra davacının, Akhisar'da bulunan 28 parça taşınmaz için ayrı ayrı 28 adet ve Saruhanlı'da bulunan üç parça taşınmaz için de yine ayrı ayrı üç adet izalei şüyu davası açtığı görülmektedir. Davacı avukatın bu davaları hangi hukuki gerekçeye dayanarak ayrı ayrı açtığı anlaşılamamıştır. Aksine, gerek dava ekonomist, gerek takip kolaylığı ve gerekse masraf yönünden bu tür davaların tek ir dava halinde açılmasında yarar bulunduğu kuşkusuzdur. O halde, üzerine aldığı işi özenle yürütmek, müvekkilinin hukukunu üstün tutmak ve korumak durumunda olan bir avukatın anılan şekilde ayrı ayrı dava acması ve sonra da her dava için ayrı ayrı ücret istemesi herşeyden önce doğruluk kuralları ile bağdaşır bir davranış değldir. Davacı bu konuda davalı müvekkilinden bir talimat aldığını da iddia ve ispat etmemiştir. Esasen vekil, BK. kurallarına göre, sözleşme ile üzerine aldığ borçların yerine getirilmesi konusunda iş sahibinin talimatına ve talimat alınamayacak durumda, normal olarak bu talimat ne yolda olacak idi ise ona göre davranma zorunluluğundadır. Şu halde, bu ilkelerin ışığı altında davacı avukatın normal olarak, Akhisar'da bulunan taşınır ve taşınmaz mallar için bir Saruhanlı'da bulunan taşınmazlar için bir ve müken, otuzüç adet dava açmış olması, görevin özenle yürütülmediğinin ve dürüstlük kurallarına aykırı davanıldığının en belirgin bir kanıtıdır. Bu durumda davacı ancak bu üç dava için 1136 sayılı Yasanın 164/son maddesi hükmüne dayanarak ücret isteyebilir. Mahkemenin bu yön üzerinde durmaksızın ve özellikle açılan davaların henüz bitmediği gözetilerek taraflar arasındaki sözleşmenin kurulduğu günde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 4. maddesi ikinci fıkrası hükmünün de uygulanmassı olanağı bulunup bulunmadığını tartışmaksızın, her bir dava için ayrı ayrı avukatlık ücreti takdiri cihetine gitmiş olması yasaya aykırıdır.
2- Hukuk Genel Kurulu'nun 15.12.1967 gün, 4/1344 esas, 615 karar sayılı ilamında belirtildiği gibi; İİK.'nun 67. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca icra itiraz tazminatına hükmedilmesi için; borçlunun ilamsız takip yolu ile vaki ödeme emrine karşı itiraz etmiş olması ve alacaklının da itirazın ref'i için icra tetkik hakimliğine müracaat etmeksizin bir yıl içinde mahkemede alacağın tahsilini ya da itirazın iptalini dava ederek bu davasında haklı çıkması kanuni şartlardan olup, alacağın kesin olmaı ya da aynı yasanın 68. maddesinde belirtildiği gibi yazılı bir belgeye dayanması şart değildir. Eğer takip konusu alacak belirli, sabit ya da orçlu tarafından bilinmesi veya tayin edilmesi mümkün ise, o takdirde itirazın iptali ya da tahsil kararı ile birlikte icra itiraz tazminatına da hükmedilmek gerekir. Davalı aleyhine yapılan icra takibi avukatlık ücretine ilişkin olup, anılan yasanın 164/son maddesi hükmünden kaynaklanmaktadır. O halde davalının ödemekle yükümlü tutulacağı ücret belirlenebilir bir borç niteliğindedir, yani likittir. Mahkemenin buna rağmen, borcun kesin olmadığından söz ederek, bu yoldaki isteğinin reddine karar vermiş olması yasaya aykırıdır.
3- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun grektirici nedenlere ve özellikle delillerin9 değerlendirilmesinde bir yolsuzluk görülmemesine göre tarafların yukarıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın birinci bendde gösterilen nedenle davalı, ikinci bendde gösterilen nedenle davacı yararına (BOZULMASINA), tarafların öteki temyiz itirazlarının üçüncü bendde gösterilen nedenle reddine ve peşin harcın istek halinde taraflara geri verilmesine 07.04.1980 gününde oybirliğiyle karar verildi.