 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1980/3185
K: 1980/3644
T: 04.07.1980
DAVA : Davacı lehine açılan vesikalı gayrıkabili rücu akreditif dolayısiyle gerekli belgeleri davalı muhabir bankaya tevdi ettiği halde bedelden bir bölümünü ödeyip geri kalanı ödemediğinden bakiye 493.120 liranın ödetilmesini istemiş mahkemece muhabir banka durumunda olan davalı bankaya husumet düşmeyeceği gerekçesiyle dava reddedilmiş hüküm Dairemizin 80/327-348 sayı ve 28.1.1980 günlü kararıyle onanmıştır. Davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
1- Uyuşmazlık gayrikabili rücu olarak açılmış bir vesikalı akreditiften kaynaklanmaktadır.
Bilindiği üzere vesikalı akredifler genellikle dış alım-satımlarda kullanılan bir bankacılık işlemidir. Vesikalı akreditiflerde kural olarak üç kişi vardır. Alıcı, akreditif açan banka ve bu akreditiften yararlanan satıcı alıcı (amir), bankasına, satıcı lehine (lehdar) belli tutarda ve belli tarihe kadar geçerli bir kredi açmasını ve satıcının akreditif mektubunda gösterilen belgeleri ibraz etmesi karşılığı akreditif tutarını ona ödenmesini ister. Bu gayrıkabili rücu vesikalı akreditife, krediyi açan banka bağımsız bir taahhüt altına girer ve akreditifin geçerli olduğu süre zarfında ne kendiliğinden, ne de amirin emriyle bu akreditiften rücu edemez, konularını değiştiremez. Daha önceleri bu üçlü ilişkide başkası lehine şart veya bankanın kefaletinin söz konusu olduğu ileri sürülmüşse de sonradan öğretide, hemen hemen oybirliğiyle, burada bir havale ilişkisi bulunduğu kabul edilmiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurul 4.11.1964 gün ve E.942/D-T/K. 64/637 sayılı kararında bu üçlü ilişkiyi havale olarak nitelemiştir).
Ancak, dış alım-satımlarda alıcı ayrı ayrı memleketlerde ikamet ettiklerinden akreditifi açan banka, akreditifi açtığı keyfiyetini lehdara (satıcıya) o memlekette şubesi varsa onun, yoksa bir başka banka vasıtasıyla bildirir. Bu bankaya muhabir banka, denir. Bu muhabir banka, ayrıca kendisi de akreditifi teyid etmemişse (kendisi teyid ederse bu halde, teyidli akreditif-creidit con firme olur ve kendisi de bağımsız bir taahhüt altına girer) sadece akreditifi lehdara bildiren ve hiçbir sorumluluk almayan kişi durumundadadır. Akreditifi açan banka ile muhabir banka arasındaki ilişki genellikle vekalet olarak nitelendirilmektedir. Ancak bunun bir hizmet ilişkisi olduğunu ve muhabir bankanın akreditifi açan bankanın yardımcısı (BK. 100) olduğu da ileri sürülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da, yukarıda anılan kararında, muhabir bankayı yardımcı kişi olarak kabul etmiştir.
Muhabir bankanın ister vekil, isterse yardımcı kişi olsun, akreditifi teyid etmek suretiyle şahsen sorumluluk altına girmedikçe, bir başkası adına (akreditifi açan banka) hareket ettiği cihetle lehdara karşı bir sorumluluğu olmadığının ve lehdarın ona karşı değil, akreditifi açan bankaya muhatap olarak talepde bulunması gerektiği kabul edilmektedir. Davanın dayanağı olan akreditif mektubuna göre olaya milletlerarası ticarette uygulanması gereken 290 sayılı olup 1974 yalında düzenlenen "Vesikalı Krediler Hakkında Yeknesak Kaide ve Teamüller"in 7/b maddesi de yukarıdaki görüşü destekler nitelikte olmak üzere "gayrı-kabili rücu akreditif, lehdara, diğer bir banka vasıtasiyle (ihbar eden banka) ve mezkur banka için hiçbir taahhüdü tazammun etmemek üzere tebliğ edilebilir" hükmünü getirmiştir.
İşbu davadaki işin özelliği icabı, teyidsiz olmakla birlikte gayrikabili rücu akreditifi açan bankanın, belli vesikalar karşılığı parayı lehdara ödeyebileceğini bildiren bir akreditif mektubunu lehdara ihbar eden muhabir bankanın bu vesikalar karşılığı ödemenin kendi gişelerinde yapılacağı taahhüdü altına girip girmediği üzerinde durulmamıştır.
Zira muhabir banka durumundaki davalı banka dosya münderecatına ve bilirkişi raporuna göre 37.800 ve 36.900 Alman Marklık meblağları döviz alım bordrosu da düzenleyerek belgeler karşılığı olarak kısmen nakit, kısmen de davacı hesabına geçirmek suretiyle beraber davacıya ödemiştir. Ve yine bilirkişi raporuna geçirmek suretiyle beraber davacıya ödemiştir. Ve yine bilirkişi raporuna göre esas akreditifi açan D.Banka da bu paraları davalı muhabir bankaya ödemiştir. İşbu ödeme keyfiyeti, vekil de olsa, artık muhabir banka ile davacı arasında kişisel bir ilişki yaratmıştır. Bu ödemeleri geri alıp almayacağı hususunda davacı lehdar ile davalı muhabir banka arasındaki uyuşmazlıkta muhabir bankaya husumet düşeceğini kabulü gerekir. Çünkü vesikalı akreditiflerde muhabir banka tarafından birkere ödeme yapıldıktan sonra, belgelerin uygun olmaması nedeniyle asıl akreditifi açan banka ödemeyi yapan bankaya akreditif karşılığını ödemesse bile, muhabir banka lehdara dönüp yaptığı ödemeyi geri istiyemez (Charles Bontoux, age, sh. 74). Bu hal sadece vekil eden akreditifi açan banka ile vekil muhabir bankayı ilgilendiren bir durum yaratır. Esasen yukarıda sözü edilen Miletlerarası Ticaret Odasının Yeknesak Kurallarının 8/b,c,d,e,f. madde ve betleri de bu görüşü teyid etmektedir.
Bu açıklamalar karşısında muhabir banka durumundaki davalı O. Bankasının vesikalar karşılığı yaptığı ödemeler nedeniyle doğan uyuşmazlıkta kendisine husumet düşeceğinin kabulü gerekmektedir. Ancak, vesikaları almakla birlikte, karşılığın ödemediği ve akreditifi açan bankanın da bu vesikaları kabul etmediği bir dava bölümü varsa bu bölüm için davalının vekil veya yardımcı kişi sıfatı nazara alınarak ona husumet düşmiyeceği kabul edilmelidir. Davacı 36.900, 37.800 ve 33.600 DM. lik üç parti mal gönderdiğini iddia ederek bunların karşılığından bakiye kalan meblağı istemektedir. Bilirkişi raporuna göre, ise 37.800, 36.900 DM. lık partilerin karşılığının ödendiği bildirilmektedir. 3. parti mal hakkında bilirkişi raporunda bir açıklık yoktur. Bu 33.600 DM. tutarındaki mal karşılığı vesikalar davalı bankaya verilmekle birlikte davalı banka bu mal karşılığı bir tediyede bulunmamış ve vesikaları esas krediyi açan yabancı bankaya göndermekle yetinmiş ise bu kalem için davalı bankaya husumet düşmiyecektir. Yok eğer, bu kalem için de tediye vaki olmuş ise davalı bankanın davacı talebine muhatap olacağının benimsenmesi lazımdır.
2- Ancak davalı banka, davacı ile sonradan bir anlaşma yapıldığını, bu anlaşma gereğince davacının, kendisinin alacaklandırma işleminin iptaline rıza gösterdiğini savunmuştur. Bu savunma ve buna karşı davacının ileriye sürdüğü hususlar üzerinde durularak, gerçekten taraflar arasında işlemlerin iptali konusunda geçerli bir anlaşma olup olmadığı hususu üzerinde durulup sonucuna göre davalı bankanın yapmış ve geri almış olduğu tediyeler hakkında bir karar verilmesi gerekir.
Mahkemenin belirtilen bu sebepler üzerinde durmadan davayı husumet yönünden reddetmesi bozmayı gerektirmektedir. Fakat hükmün her nasılsa onandığı anlaşılmakla davacının karar düzeltme isteği HUMK. nun 440 ncı maddelerine uygun bulunmuş ve kabulü gerekmiştir.