Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:1979/8-589
K:1982/482
T:12.09.1982
  • ZİLYEDLİĞİN KORUNMASI
ÖZET : Zilyedlik davalarının en belirgin özelliği, davada hakkın tartışma konusu olmaması,
öte yandan davayı kazanma veya kaybetmenin mevcut ya da mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Bu nedenle bu tür davalarda hakim, davacıdan zilyedliğinin
nasıl bir hakka dayandığını soramaz.
Zilyedlik davaları sonunda verilen mahkeme kararları tamamen geçici bir etkiye sahip zararlardandır; özellikle de bu davalarda, mülkiyet sorunu (zilyedliğin arkasında bulunan hak
yönünden mülkiyet uyuşmazlığı) çözümlenmediğinden verilen kararlar (mülkiyet yönünden) kesin hüküm oluşturmazlar.
Orman idaresinin bir iddiası bulunmayan ve idarenin taraf olmadığı davalarda dava konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olması, taraflar arasındaki zilyedliğin korunması davasının incelenmesine engel değildir ve dava, salt orman yeri olması nedeniyle reddedilemez
(743 s. MK m. 894 -897)
Taraflar arasındaki "müdahale ve muazaranın meni" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Devrek Sulh Hukuk Mahkemesi) nce davanın reddine dair verilen 30.11.1978 gün ve 1974/550 1978/826 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 19.1.1979 gün ve 1978/10546 - 1979/527 sayılı ilamiyle (... Davacı Kazım, ormandan açıp 15 yıldır zilyed olduğu yere, davalı Bölücek köyü tüzel kişiliği ile diğer davalı gerçek kişilerin mer'a olduğundan bahisle. el attıklarından, el atmalarının önlenmesine karar verilmesini istemiştir. Davacı hakka dayanmadığından dava bu niteliği itibariyle zilyedliğin korunmasına ilişkin bulunmaktadır. Davada Orman İdaresi taraf olmadığından, Orman İdaresinin 17.8.1978 gün ve 124/575 sayılı kesinleşmiş sulh hukuk mahkemesi kararı ile aldığı karar, davacı aleyhine delil teşkil etmez. Bu itibarla tarafların zilyedlik durumu araştırılarak sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken, yazılı şekilde kesin hükümden bahisle davanın reddi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davacı.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı (... Devlet Ormanından açıp 15 yıldır zilyedliğinde bulunduğu taşınmaza davalı Bölücek Köyü tüzel kişiliği ile diğer davalıların mera olduğundan bahisle el attıklarını ileri sürerek bu haksız tecavüzün önlenmesini...) istemiş; yerel mahkeme, (... dava konusu yerin orman Olduğu hususunun daha önce Orman İdaresi tarafından davacı aleyhine açılmış bulunan 1978/124 E. sayılı (El Atmanın Önlenmesi Davası) sonunda Devrek Sulh Mahkemesi tarafından verilmiş bulunan 17.8.1978 gün ve 124/575 sayılı kesinleşmiş ilamla tesbit edilmiş bulunduğu, hal böyle olunca davacının korunmaya değer bir hakkı olmadığı...) gerekçesi ile davanın reddine karar vermiş; bu karar özel dairenin yukarıya metni aynen alınan ilamıyla bozulmuş; ancak mahkeme (... dava konusu yerin orman sayılan yerlerden olduğundan, ormanlarda ise zilyedlik yoluyla tasarruf caiz bulunmadığından ve bu durumda davacının gerek üçüncü kişiler ve gerekse Orman İdaresine karşı korunacak tercihe şayan bir hakkı söz konusu olmadığından...) bahisle eski kararında direnmiştir.
Tarafların iddia ve savunmalarına, yerel mahkeme ve özel daire ilamlarındaki açıklamalara göre, dava konusu yerin mer'a olmayıp, ormandan açılmış bir yer olduğu konusunda bir uyşmazlık yoktur. Ancak, Orman İdaresi tarafından davacı aleyhine açılmış bulunan el atmanın önlenmesi davası sonunda davacının, dava konusu yere el atmasının önlenmesine karar verilip bu kararın da kesinleştiği; öte yandan, davacının Devrek Sulh Ceza Mahkemesi'nin 1.10.1963 gün ve 1963/3-918 sayılı ilamıyla "devlet ormanına tecavüz suçundan mahkumiyetine karar verildiği" keza ihtilafsızdır. Fakat, davacının el atmasının önlenmesine ilişkin 17.8.1978 gönlü ilamının infaz olunup olunmadığı ve dolayısıyla davacının zilyedliğinin son bulup bulmadığı dosya içeriğinden anlaşılamamaktadır.
Görülüyor ki davacı, ilgili kamu kuruluşlarının (Devlet ve Orman İdaresinin) taraf olmadığı bu davada, savunulduğu gibi mer'a olmayıp Orman olduğu gerçekleşen dava konusu yere uzun yıllardan beri zilyed olduğundan söz ederek, davalıların vaki haksız tecavüzlerinin önlenmesini istemektedir. Diğer bir anlatımla davacı herhangi bir hakka değil, sadece ve sadece mukaddem zilyedliğe dayanmaktadır. 0 halde, bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, davacının somut olayda dava hakkı bulunup bulunmadığı, daha açık bir ifade ile davalılara karşı mukaddem zilyedliğinin korunup korunmayacağı hususu olmalıdır. Çözümlenmesi gereken sorun bu olunca da zilyetlik kavramı, niteliği, hukuki fonksiyonları (veya etkileri) üzerinde kısaca durulmasında yarar vardır. Bilindiği gibi, Medeni Kanunun 887. maddesinde zilyetlik "... bir şey üzerinde fiilen tasarruf sahibi olmak.. " biçiminde tanımlanmıştır. Burada sözü edilen (fiilen tasarruf) sözü (fiili kudret, iktidar)(fiili Hakimiyet) diye anlaşılmalıdır. Zilyedlik, eşya ile şahıs arasında eylemli (fiili) bir bağ, yani ilişkidir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki zilyedliğin bu şekilde tam olarak tanımlandığı iddia edilemez. Çünkü zilyedlik öyle değişik görünüşleri olan bir kavramdır ki, onu bütünüyle düz ve basit bir tarifin çatısı altına almak hemen hemen imkansızdır. Zilyedlik, manzarası ve niteliği bakıştan bakışa değişen çok yönlü ve kaypak bir kavramdır. Bu bakımdan inceleme konusu olan bu davada bu tartışmalara girilmeden özellikle zilyedliğin ana hatları ile niteliği ve hukuki fonksiyonları (etkileri) üzerinde durulması yeğlenmiştir. Çünkü zilyedlik, ister bir kısım hukukçuların ve 9.10.1946 gün ve 12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının kabul ettiği veçhile "... bir hak karakterine sahip bulunsun.. ." (Bu yazarların fikirleri için bakınız: Zahit İnire - Ayni Haklar Üzerinde Düşünceler - Samim Gönensay'a Armağan - İstanbul 1955 - Sayfa 339 vd.), ya da ". . .zilyetlik aynı zamanda eşyayı fiili kudret, fiili hakimiyet altında bulundurmaktan doğan hukuki yetki ve vecibeleri de gösteren ve düzenleyen hukuki bir müessese... " olarak kabul edilsin (Bu görüşte olanlar için bakmız. Selahattin. Sulhi Tekinay - Eşya Hukuku - 3. Bası - Cilt 1 - Sayfa 38, Dipnot 9 ve orada anılan yazarlar), bu davada sonucu etkilemiyecektir.
Yasamız yukarıda da kısaca değinildiği veçhile zilyedliği "bir şey üzerinde fiilen tasarruf (hakimiyet - egemenlik) sahibi olma" şeklinde tanımladığına göre, bu unsur, zilyedliğin yegane, hiç değilse en esaslı unsuru olarak gözükmektedir. Bu unsur, Yasamıza göre, malik olma niyetiyle (animus rem sibi habendi) elde bulundurma unsurundan önemli surette ayrılmış, bir şey - niteliğine göre - hakim olabilme, onu emir ve kumandası altında bulundurma, zilyedliğin varlığı için, gerekli ve fakat yeterli görülmüştür. Hakimiyet (tasarruf - egemenlik) den amaç, şeyin maliki veya üzerinde sınırlı ayni bir hak sahibi gibi, onu kudreti altında bulundurma, onu arzu ettiği yerde bulundurma, onu dilediği gibi kullanabilme yeteneğidir (Kemal T. Gürsoy - Fikret Eren - Erol Cansel - Türk Eşya Hukuku - Ankara 1978 - Sayfa 81). 0 halde fiili bir Hakimiyetin meydana geliş şekli önemli değildir; bunun bir gasp sonucu elde edilmiş olması da mümkündür. Bu bakımdan hakka dayanmayan zilyedlik - hırsızın zilyetliği - hukuk nizamınca korunmaktadır. Nevar ki bu korunmanın, hırsızın yararını [menfaatini] korumak için değil, sosyal huzur ve sükünun korunması ve sağlanması için kabul edilmiş olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Zira Kohler'in deyimi ile " . . .hukuk düzeninin yanında bir de barış düzeni vardır. Hukuk, hareketi; barış ise sükünu ifade eder. İşte zilyedlik, bu barış düzeninin vücut verdiği bir müessesedir. . . " (Tekinay - age. Sayfa 39 Dipnot 11)(Kemal Oğuzman - Özer Seliçi - Eşya Hukuku - İstanbul 1978 - Sayfa 50 vd. 88.)(Gürsoy, Eren, Cansel - age - 104). Zilyedlik hukuken korunmuş eylemli bir durum olduğuna göre, bu durumun bir hakka dayanıp dayanmaması önemli değildir. Bu bakımdan hukuk düzeni, zilyedlik adı verilen hukuki duruma, hakka dayanıp dayanmadığını nazara almaksızın bazı himaye olanakları sağlamış, zilyedliğe bazı hukuki sonuçlar bağlamıştır. Zilyedliğin hukuki fonksiyonlarından (etkilerinden) birisi de, fiili durumun başkaları tarafından keyfi olarak bozulmasını önlemektir. Çünkü (yukarıdan beri defaatle vurgulandığı veçhile) zilyedlik bir hakka dayanmasa da hiç kimse kendisinin hak sahibi Olduğu iddiasıyla bu fiili duruma son veremez. Hukuk düzeni, böylece toplumun dirliğini ve esenliğini korumak istemiştir. Kendilerini haklı görenler bile (aylık durumlar hariç) başkasının fiili Hakimiyetine belli bir çerçeve içinde saygı göstermeye mecburdurlar. Kişilerin kendi haklarını kanun yolları dışında bizzat almaya kalkışmalarından doğacak sakıncalar bu suretle önlenmek istenmiştir. İşte Medeni Kanun bu düşüncelerle 894 Ikt 897, maddelerinde yer alan hükümleri ile zilyedlik olayını gasp ve teca yüz fiillerine karşı korumuş bulunmaktadır. (MK. 895). Zilyetlik davalarının en belirgin özelliği, davada hakkın tartışma konusu olmaması, öte yandan davayı kazanma veya kaybetmenin mevcut ya da mevcut olabilecek hak üzerinde herhangi bir etkisinin olmayışıdır. Onun içindir ki bu tür davalarda Hakim, davacıdan, zilyedliğin nasıl bir hakka dayandığını soramaz. Öte yandan, zilyedlik davasının hak sahibi olmayan zilyedin [gasbın] dahi korunmasına yol açmasından fazla kaygı duymaya gerek yoktur. Zira mahkemenin bu husustaki kararı, sadece eski zilyedlik durumunun yenidep kurulmasını sağlayacaktır; yoksa Hakim, gaspedilen malın davacıya iadesine veya tecavüze son verilmesine karar verirken, davalının bu mal üzerinde bir hakkı bulunmadığını (ve hele davaya dahil olmayan üçüncü kişilerin o şey üzerinde hakları olmadığını) kabul etmiş olmamaktadır (Tekinay - age 104). 0 halde gasp ve tecavüzüne son verilen davalı, varlığını iddia ettiği hakka dayanarak zilyedi her zaman dava edebilir ve hakkının bu yoldan sağlanmasını mümkün kılabilir. Çünkü, zilyedlik davaları sonunda verilen mahkeme kararları, tamamen geçici bir etkiye sahip kararlardandır; özellikle de bu davalarda mülkiyet sorunu (zilyedliğin arkasında bulunan hak yönünden mülkiyet uyuşmazlığı) çözümlenmediğinden verilen kararlar (mülkiyet yönünden) kesin hüküm teşkil etmezler; yani kesin bir hukuki gerçeği ifade etmezler (9.10.1946 gün ve 12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi).
Yeri gelmişken burada önemli bir konuya kısaca değinmekte özellikle yarar görülmüştür. Genel kurulda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, (...özel mülkiyete tabi olabilen eşya üzerinde ancak zilyedliğin söz konusu olabileceğini, özellikle kamu mallarında özel hukuk zilyedliğinin kabul edilmediğini, bu itibarla kamu mülkü niteliğinde' olan ormanlarda zilyedlik söz konusu olamayacağına göre böyle bir zilyedliğin korunmasına da imkan bulunmadığını; kaldı ki halen yürürlükte bulunan 334 sayılı Anayasa'nın 131. maddesi hükmünce "ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemiyeceğini", hal böyle olunca ormana tecavüz ile tarla açmak suretiyle kamu malım gasbetmiş olduğu mahkeme kararları ile gerçekleşen ve bu suçtan ötürü mahkumiyetine karar verilen ve ayrıca tecavüzü önlenen davacının davalılara karşı zilyedliğinin korunması davası açma hakkı bulunmadığını, bu bakımdan açılmış olan bu davanın, himayeye muhtaç bir hakka dayanmaması nedeniyle reddi gerektiğini...) ileri sürmüşlerdir.
Gerçekten, zilyedlik, ancak özel hukuk hükümlerine tabi olan mallar için söz konusudur. Kamu emlakine dahil olan eşya üzerinde MK m. 887 anlamında zilyedlik yoktur. Bu tür eşya üzerindeki fiili Hakimiyet kamu hukuku kuralları içinde mütalaa edilir. Öte 'yandan devlet ormanlarının kamu malı olduğu, üzerinde kamu mülkiyeti bulunduğu ve bu hukuki düzene doğal nitelikleri gereği girdiği kuşkusuzdur. Bu yön Anayasa'nın 131. maddesinden de açıkça anlaşılmaktadır. O halde azınlıkta kalan bir kısım üyelerin bu görüşlerine katılmamak mümkün değildir. Bu bakımdan kamu malı (sahipsiz mal) niteliğinde bulunan ormanların zilyedlikle iktisabı mümkün olmadığı gibi, davacının zilyedliğe dayanarak orman idaresi aleyhine bir "zilyedliğin korunması" davası açması da aşla düşünülemez. Diğer bir anlatımla, ormana ait bir yer hakkında Orman İdaresi aleyhine açılan ve zilyedliğe vaki tecavüze son verilmesine ilişkin olan bir davada MK m. 895 deki "burada tercihe şayan hak iddiası dinlenmez" kuralı uygulanamaz.
Ancak, azınlık görüşünde yer alan ve çoğunluk tarafından da aynen benimsenen bu ilkelerin Orman İdaresi dışında diğer gasp ve mütecavizlere karşı açılacak zilyedliğin korunması davalarında uygulanmasına imkan yoktur. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun yıllardan beri istikrarla vaki uygulamalarında (HGK. 6.1.1965 gün ve 1/17 E., 4 K., HGK. 18.10.1967 gün ve 8/363 E., 461 K. ve yine HGK. 1.11.1972 gün ve 8/697 E., 895 K.) ve özellikle Yargıtay özel dairelerinin içtihatlarında, bu yön hiçbir kuşku ve duraksamayı gerektirmeyecek şekilde açıkça vurgulanmış ve " . . .Orman İdaresinin bir iddiası bulunmayan ve idarenin taraf olmadığı davalarda, dav. konusu taşınmazın orman sayılan yerlerden olmasının, taraflar arasındaki zilyedliğin korunması davasının incelenmesine engel teşkil etmiyeceği ve davanın, salt orman yeri olması nedeniyle reddedilemiyeceği. . . " yolundaki ilke doğrultusundaki uyulama bu güne değin bir sapma göstermemiştir. Esasen bu gibi durumlarda başka bir çözüme gitmek ve özellikle de davacının "korunmaya değer bir hakkı bulunmadığından bahisle davasının reddine karar vermek", yukarıdan beri özetle anlatılmaya çalışılan zilyedlik müessesesinin niteliği ile bağdaşamaz. Akşi görüşü kabul halinde daha sonraki [muahhar] gasıbın, önceki [mukaddem] zilyede [gasıbal karşı himayesi yolu benimsenmiş olur ki, böyle bir uygulama ve kabul, bu müessese ile sağlanmak istenen huzur ve güven ortamını tahammül edilmez derecede bozar ve özellikle azınlık görüşü hilafına, ormanların değil yararına (yani korunmasına), aksine büsbütün yok edilmelerine yol açar ve adeta suç niteliğindeki gasp ve tecavüz eylemini teşvik etmiş olur. Bu bakımdan, yukarıda da belirtilen nedenlerle uzun yıllardan beri devam edegelen ve yasal ve sosyal bir sakıncası da tesbit olunmayan uygulamadan dönülmesine gerek görülmemiştir.
O halde, davanın zilyedliğin korunması amacıyla açıldığı gözetilerek, uyuşmazlığın zilyedlik hükümleri dairesinde çözümlenmesi için özel daire bozma ilamına uyularak gerekli araştırma ve inceleme yapılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eski hükümde direnilmesi bozmayı gerektirir.
Sonuç : Temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 12.5.1982. gününde oyçokluğuyla karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06
  • Kısmi Kabul ve Kısmi Red Kararından Sonra 3/4 oranından indirimli icra vekalet ücreti 
  • 26.04.2025 09:11


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini