 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1979/4-231
K. 1981/744
T. 18.11.1981
DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ( İstanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesi )nce davanın reddine dair verilen 9.7.1975 gün ve 1973/904-458 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 22.4.1976 gün ve 1975/7949-4242 sayılı ilamıyla ( ...uyuşmazlık, davacı kiracı ile davalı kiraya veren arasında kira sözleşmesi nedeni ile doğan uyuşmazlığa aittir. İleri sürülüşe göre davalı kiraya veren davacıyı süresinden önce kiralanandan çıkartabilmek için rahatsız edici davranışlarda bulunmuş ve hakaret etmiştir. Olay en geç davacının savcılığa şikayet günü olan 21.8.1972 gününde öğrenilmiştir. Mahkeme de öğrenmenin bu günde olduğunu benimsemektedir. Kiracıyı iz'aç eden haksız davranışlar aynı zamanda davalının üzerine sözleşme ile düşen ödevlerin halele uğratılması niteliğindedir. Bu yüzden davalı hakkında ceza davası açılmıştır. Ceza davasının konusu belirtilen iz'aç ve yazı ile hakaret eylemlerinden ibarettir. Dava ceza davası devam ederken 1.11.1973 gününde yani aradan bir yıl geçtikten sonra açılmıştır. Ancak dava açıldığı günde ceza davası devam etmekte idi. Ceza hakimi çok daha sonra çıkan 1803 sayılı Af Yasası gereğince ceza davasını 20.5.1974 gününde düşürmüştür. Oysa BK.nun 60. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bu dava ceza zamanaşımına tabidir ve ceza zamanaşımı da 5 yıldır. Ceza zamanaşımının bu davadaki şikayet hakkına ilişkin TCK.nun 108. maddesi hükmü ile karıştırılmaması gerektir. Mahkemenin kararında dayandığı İçtihadı Birleştirme Kararı ile Hukuk Genel Kurul'nun kararlarının olayla bir ilişkisi, uzak veya yakın bir ilgisi yoktur. Dava zamanaşımı az yukarıda gösterilen esasa göre gerçekleşmeden ve süresinde açılmıştır. O halde, esas incelenecekken davanın reddi usul ve yasaya aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Özel yasalarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK.nun 60.maddasinde öngörülen zamanaşımı uygulanmak gerekir. Anılan maddenin I. fıkrası bir ve on yıllık zamanaşımından söz etmiş; II. fıkrası ise, tazminat isteminin ceza yasalarının daha uzun bir zamanaşımı süresine bağlı tuttuğu cezalandırılabilir bir eylemden ileri gelmesi halinde birinci fıkradaki kurala bir istisna getirmiş ve bu gibi durumlarda daha uzun olan ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağını vurgulamıştır. BK.nun anılan maddesinin II. fıkrası hükmünün konuluş nedeni şudur. Bilindiği gibi, haksız eylemlerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız eylemin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan bir ceza koğuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza yasası gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza yasası ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair yasalar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı, süresine tabi olur. Bu konu bir ana ilke olarak 7.12.1955 gün ve 17/26 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Zira, çoğunlukla ceza davasının zamanaşımı "suçun türüne göre değişmekle beraber" BK.m.60/I'deki hukuki zamanaşımından daha uzundur. O halde, fail hakkında açılmış bir ceza davası devam eder ve fakat o davaya şahsi davacı olarak zarar görenin katılma imkanı sağlanmaz ya da o uzun süreye denk olarak hukuk mahkemesinde ( hele ceza davası devam ederken ) tazminat davası açmasına izin verilmezse, denge bozulmuş olurdu. Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise bakılacaktır. Eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK.ndaki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK.m.60/I olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK.m.60/I'deki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Bu durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi, TCK.m.102'ye göre belirlenecektir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki; BK.m. 60/II'deki zamanaşımı, tamamen hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden TCK.nun 102.104-107. maddeleri değil, aksine BK.m.132-137 uygulama alanı budur. Öte yandan tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin ilenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğine ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır ( BK.m.53 ). Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersiliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.
Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin ( TCK.m.108 ) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir. ( HGK. 3.6.1953 gün ve 4/71 E., 77. ).
Böylece zamanaşımı ile ilgili hususlara kısaca değinildikten sonra temyize konu olay incelendikte:
Davalının 21 Ağustos 1972 gününde davacıya hakaret ve tehdit suçlarından ötürü hakkında 1972/484 E.sayılı bir dava açıldığı; yapılan yargılama sonunda 17.4.1973 günlü ilamla davalının TCK.nun 482/2 ve 541. maddeleri gereğince mahkumiyetine ve cezasının teciline karar verildiği; davalının ( sanığın ) vaki temyizi üzerine, hükmün Yargıtay 2. Ceza Dairesi'nin 2.11.1973 günlü ilamiyle "... duruşma tutanağının hakim tarafından imza edilmemesinin vusuku muhil bulunduğundan ..." bahsile bozulup mahalline iade edildiği; bozmaya uyularak yapılan duruşma sırasında da davanın ( ahiren yürürlüğe giren 1803 sayılı Af Yasasının 1/A ve TCK.nun 97. maddesi hükümlerince ) 20.5.1974 günlü kararla ortadan kaldırıldığı; maddi ve manevi tazminata ilişkin hukuk davasının ise 1.11.1973 gününde, yani ceza davası devam ederken açıldığı, dosyadaki kanıtlardan anlaşılmaktadır. Esasen bu maddi olgular ve özellikle tarihler bakımından bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Bu yön mahkemece de aynen benimsenmiştir. Ancak mahkeme, gerek bozulan kararında ve gerekse direnme kararında "... 7.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre suç niteliği olan haksız eylemler, Af Yasaları uyarınca bu niteliklerini kaybederler, bu durumda BK.nun 60/I. maddesinde öngörülen bir yıllık zamanaşımı uygulanır. Öte yandan ceza mahkemesine mahkumiyet ve ne de beraat kararı değil, davanın düşürülmesine karar vermiştir. O halde 1803 sayılı Af Yasası ile eylemin suç niteliği ortadan kalktığına ve haksız eyleme uzamış zamanaşımının uygulanması olanağı bulunmadığına ve olay günü olan 21.8.1972 günü ile maddi ve manevi tazminat davasının açıldığı 1.11.1973 günü arasında bir yıldan fazla zaman geçtiğine göre, dava zamanaşımına uğramıştır..." gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Oysa özel daire bozma ilamında da kısaca değinildiği veçhile olayda zamanaşımı söz konusu değildir. Çünkü 7.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre "... cezayı gerektiren haksız eylemler af nedeniyle cezai niteliklerini kaybedeceklerinden ceza zamanaşımı bunlara uygulanmaz. Hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir..." Bu gibi durumlarda bütün sorun BK.nun 60/1. maddesinde öngörülen ( 1 ) yıllık hukuk zamanaşımının hangi tarihten itibaren başlıyacağıdır. Yargıtay'ın bu güne kadar istikrarla vaki uygulamalarına göre; Af Yasası kamu davası açılmadan önce çıkmış ise, bir yıllık hukuk zamanaşımı süresi Af Yasasının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren: şayet Af Yasası kamu davasının açılmasından sonra çıkmış ise, bu takdirde de af nedeniyle ceza davasının düşmesine ilişkin kararın kesinleşmesi gününden itibaren işlemeye başlıyacaktır. Burada, suçtan zarar görenin kamu davasına katılmış olup olmamasının bir etkisi yoktur. Her iki halde de bir yıllık hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir ( Mustafa Reşit Karahasan - Sorumluluk ve Tazminat Hukuku - İstanbul 1981 /Sayfa 1731 ve onu izleyen sayfalardaki kararlar ); ( Mustafa Kayganacıoğlu / Nihat Renda/ Galip Onursan - Orman Kanunu, İlgili Mevzuat - Ankara 1976 - Sayfa 584, dipnot 174'le ilgili metin ve sayfa 633 ve müteakip sayfalardaki kararlar ). Temyize konu bu olayda Af Yasası kamu davası açıldıktan sonra çıkmış bulunduğuna göre, ceza mahkemesince verilen 20.5.1974 günlü düşme kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde tazminat davası açılması mümkündür. Oysa hukuk davası 1.11.1973, yani ilk mahkumiyet kararından önce, diğer bir ifade ile ceza davası henüz devam ederken açılmıştır ki olayımızda zamanaşımından asla söz edilemez. Zira ceza davası devam ederken tazminat davasının zamanaşımına uğrayabileceğini kabul etmek, herşeyden önce mahkemenin kararına gerekçe yaptığı içtihadı birleştirme kararında mevcut "... ceza davası devam ettiği müddetçe mutazarrırın müdahil sıfatını alarak ceza mahkemesinden tazminat talep edebileceği ( TCK.m.38 ) ve bu itibarla haksız fiilin Devlet tarafından takibi mümkün oldukça tazminat davasını kabul etmemenin manasız olacağı..." şeklindeki gerekçeye aykırı olacaktır. Bu gerekçenin aksi, yani mahkeme görüşü benimsendiği takdirde, çoğu zaman ceza davasının af ile ortadan kalkması ile beraber, zarar görenin tazminat davası açma olanağı daortadan kalkmış olur ki, bunun mantıken ve hukuken izahı mümkün olamaz. Kaldı ki, Af yasalarının, zarara uğrayan kimsenin genel hükümler dairesinde çıkarlarını kovuşturmalarına engel olacağı da düşünülemez. O halde, bugüne kadarki uygulamalarda olduğu gibi, bu olayda, ortadan kaldırma kararının kesinleştiği tarihin hukuk zamanaşımı için başlangıç tarihi olarak alınması gerekir. Olayımızda hukuk davası, değil ortadan kaldırma kararının kesin leştiği tarihten sonra aksine daha ceza davası derdest iken ,daha 1803 sayılı Af Yasası yürürlüğe girmemiş iken açıldığına göre zamanaşımı söz konusu değildir. Bu durumda özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken eski hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır ve hüküm yukarıda anılan nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekili Av. Suat'ın temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.