 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 1979/4-10
K. 1979/81
T. 19.02.1979
DAVA : Hilafı nizam memuriyet ifa etmekten sanık ( Ş. )'nin hükümlülüğüne dair ( Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi )nden verilen 10.2.1978 gün ve 262/46 sayılı hüküm sanık vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.
İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 28.9.1978 gün ve 276/404 sayılı son hükmün Yargıtay'ca incelenmesi sanık vekili tarafından süresinde verilen dilekçe ile istenilmiş, koşulu da yerine getirilmiş olduğundan dosya C.Başsavcılığı'nın hükmün bozulması istemini bildiren 9.1.1979 gün ve 4/7114 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu'nca okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Hilafı nizam memuriyet ifa etmek suçundan sanık ( Ş. ) nin mahkumiyetine ilişkin hüküm; Özel Dairece: ( 1- Sanık Ş. Danıştay Dava Daireleri Kurulu'nca önceden yürütülmesi 13.12.1976 tarihinde durdurulan ve sonradan 17.12.1976 tarihinde iptal olunan Bakanlar Kurulunun 18.12.1975 gün ve 7/11042 sayılı kararı ile TRT. Genel Müdürlüğü görevine atanmış ve 19.1.1976 tarihinde bu göreve başlamıştır. Atama kararnamesinin Danıştay'ca iptal edilmesinden sonra taraf bulunmadığından durdurma ve iptal kararları kendisine resmen tebliğ edilmemiş olan sanığın TRT. Genel Müdürlüğü sıfatını hukuken kaybedip etmediği ve bu göreve devam edip etmeyeceği hususu tartışma konusu olmuştur. Nitekim ( M ) adındaki şahsın hakareti sebebiyle Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen dava sonunda hakarete uğradığı iddia olunan ( Ş. ) nin Danıştay'ın kararları karşısında görevli sayılamıyacağına dair görüş, dairemizce oybirliği ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca oyçokluğu ile benimsenirken durum daha çok hakaret suçunun sanığı açısından değerlendirilmiştir.
Sanığın eyleminde iddia edilen suçun unsurlarının ve suç kastının bulunup bulunmadığının tartışılmasına geçmeden önce TCK.'nun 252. maddesindeki suçun teşekkül şekli üzerinde durmak gerekmektedir.
Maddenin 1. fıkrasında yazılı olduğu üzere aslında memur olmayan bir kimsenin kendisini memur olarak tanıtarak o memuriyete ait görevi nizama aykırı bir şekilde yapması veya buna kalkışmasıyla suç tamamlanmış olur. Bu durumda failin suç işleme kastı hiç kuşkusuz vardır.
Anılan maddenin 2. fıkrasına göre suçun oluşması için failin memur olması ve memuriyetini terk ve tatil emri kendisine resmen bildirildiği halde memuriyetini terk etmeyerek devam ettirmesi yeterlidir. Demek oluyor ki, bu fıkraya göre suçun oluşması veya oluşmaması resmi tebligatın yapılıp yapılmamasına bağlı kalmaktadır.
Sanık Ş. Bakanlar kurulu kararıyla TRT. Genel Müdürlüğü'ne atanmak suretiyle görevi ifa etmek yetkisini kazanmış bir kimsedir. Ancak Danıştay'ın iddarece hukuken yerine getirilmesi zorunlu olan yürütmenin durdurulması ve iptal kararlarından sonra bu görevi kendiliğinden mi, yoksa kendisini o göreve atayan idarenin resmi tebligatı üzerinemi terketmesi gerektiği hususu tartışmalı olunca bunun sanığın lehine yorumlanması "Şüphe sanığı müstefit kılar" kuralına uygun düşer. Oysa dosyadaki belgelerden icra organınca sanığa böyle bir tebligatın yapılmadığı, buna karşılık sanığın zamanın Başbakanı ( S. ) ile görevden ayrılıp ayrılmaması konusunda görüşmede bulunduğu ve nihayet Hükümet değişikliğinden sonra Başbakan ( B ) imzasiyle yazılan "TRT. Genel Müdürlüğü"ne atanmanıza ilişkin 18.12.1975 gün ve 7/1102 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının Danıştay Dava Daireleri Kurulu'nun 17.12.1976 gün ve 97/269 sayılı kesinleşen kararıyla iptal edilmiş olmakla sıfat ve yetkileriniz sona erdiğinden görevinizi terketmeniz lüzumu.." şeklindeki Başbakanlığın 22 Haziran 1977 tarihli yazısı üzerine aynı tarihte görevden ayrıldığı anlaşılmaktadır ki işbu resmi tebligat üzerine derhal TRT. Genel Müdürlüğü görevini terkeden sanığın eyleminin, özellikle manevi unsuru bulunmaması nedeniyle hilafı nizam memuriyet ifa etme suçunu teşkil etmediği kanısına varılmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalara göre sanık Ş.'nin eyleminde TCK.'nun 252. maddesinde öngörülen suçu işleme kastı bulunmadığı gözetilmeden yazılı düşüncelerle hükümlülüğüne karar verilmesi;
2- Kabule göre profesör bulunan ve üniversitede dekanlık ve öğretim üyeliği gibi görevleri yapan ve geçmiş bir hükümlülüğü de saptanamayan sanığın cezasının ertelenmesi ve para cezasına çevrilmesi hakkındaki isteğinin, yasal ve dosyaya uygun bulunmayan bir gerekçe ile reddolunması.. isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme ise, sanığın TRT Genel Müdürü olarak atayan Bakanlar Kurulu Kararının Danıştay Dava Daireleri Kurulu'nca iptal edilmesiyle kararnamenin yürürlükten kalktığını, hükümsüz kaldığını, bu durumda sanığın TRT. Genel Müdürlüğü görevinin sona erdiğini, bütün yetki ve görevlerinin hukuken ortadan kalktığını, iptal kararının çeşitli yayın organlarınca yayınlanıp tartışmasının yapıldığını, kendi beyanından da anlaşılacağı gibi sanığın iptal kararını öğrenmediğinden söz edilemiyeceği, muhattap tebliğ konusunu öğrenmişse, tebligat usulsüz yapılsa bile, hukuken geçerli olduğunu, sanığın iptal kararının doğuracağı hukuki sonuçları kestirebilecek durumda bulunduğunu, buna rağmen Genel Müdürlük sıfatını hukuken ve kesin olarak sona erdiren iptal kararını bile bile, hiçbir yetkisi kalmamasına, Genel Müdürlük ve buna bağlı memurluk niteliğini kaybetmesine karşın Genel Müdürlük görevini suç işlediğini bile bile bir yıldan fazla sürdürmekle TCK.'nun 252/1. maddesindeki suçu işlediğini, profesör olan, akademik görevlerde bulunan sanığın, işlediği eylemin suç olacağını, önemini ve doğuracağı hukuki sonuçları bilmesi veya en azından bilebilecek durumda olması suçluluğuna ilişkin kişiliğini ve suçun işlenmesindeki özellikleri belirlediği sanığın sabit görülen suçu işlemesi ve bu suçu bir yıldan fazla süre işlemekte direnmesi aynı koşullar yine gerçekleştiği ve aynı fırsatlar yine eline geçtiği taktirde bu nitelikte bir suç işlemekten çekinmeyeceği konusunda kanaata varıldığı, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. maddesindeki kuralların buyurucu nitelikte olmadığı, hakimin değerlendirmesine bırakıldığını ve koşulların sanık yararına gerçekleşmediği vesaire belirtilerek önceki hükümde direnmeye karar vermiştir.
Dosyaya oluşa ve delillere göre: Bakanlar Kurulunun 18.12.1975 gün ve 7/11042 sayılı kararı ile TRT. Genel Müdürlüğü'ne atanan sanığın 19.1.1976 günü bu görevine başladığı, Bakanlar Kurulu'nun bu atama kararı aleyhine ( İ. ) vekili tarafından 20.1.1976 tarihinde iptal ve yürütmenin durdurulması isteminde Danıştay'da dava açıldığı, dava daireleri kurulunca 13.2.1976 tarihinde dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının yürütülmesinin durdurulmasına ve 17.12.1976 gün w976/97-269 sayı ile de iptaline karar verildiği, Danıştay Genel Sekreterliği'nin müzekkeresine ve dosyadaki tebellüğ mazbatalarına göre, sözkonusu iptal kararlarının, davanın tarafları olan davacı ( İ. ) ile davalı Başbakanlığa 12.1.1977 tarihinde tebliğ edildiği, söz konusu iptal kararının davada taraf olmayan sanığa tebliğ edilmediği, iptal davası açıldığına ve yürütmenin durdurulması kararı verildiğine haricen muttali olan sanığın 20.4.1977 tarihinde zamanın Başbakanı ( S. ) ile konuşarak bu durum karşısında hükümetin ne düşündüğünü öğrenmek istediği ve TRT. Genel Müdürlüğünden alınıp eski görevi olan TRT. Yönetim Kurulu üyeliğine atanması için dilekçe ile başvurduğu, bu dilekçesinin 28.4.1977 tarihli bir yazı ile Başbakanlığa gönderildiği başbakanlığın 28.9.1977 gün ve 122-10/06714 sayılı yazısında da belirtildiği gibi, bu istek üzerine Bakanlar Kurulu sona erdirecek işlemin de Hükümet tarafından yapılması gerekmektedir. Zira, sözü edilen karar yönünden, sanık infaz mercii değildir. Bu işlem de sanığa görevi terketmesi yolunda yapılacak resmi bir tebligattan ibarettir. Oysa dosyadaki belgelerden sanığa böyle bir tebligat yapılmadığı anlaşılmaktadır. Danıştay yasasının 92. maddesi uyarınca iptal ilamı taraflara tebliğ edilecektir. Sanık bu davada taraf tutmadığına göre kendisine Danıştay'ca tebligat yapılmasına yasal zorunluluk ve gerek yoktur. İptal kararından haricen haberdar olması da resmi bir tebligat yerine geçemez. Savunmaya ve dosyadaki belgelere göre, iptal kararı ile hasıl olan durum karşısında görevinden ayrılıp ayrılmaması konusunda zamanın Başbakanı ( S. ) ile konuştuğu, bununla da yetinmeyerek ayrıca görevinden ayrılması konusunda Başbakanlığa resmen başvuruda bulunduğu görülmektedir. Bu konuda hazırlanan bir kararnamenin imza işleminin tamamlanması sırasında vaki hükümet değişikliği ile işlemin bu safhada kaldığı Başbakanlığın 28.9.1977 gün ve 7/11042 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının Danıştay Dava Daireleri Kurulu'nun 17.12.1976 gün ve 97/269 sayılı kesinleşen kararı ile iptal edilmiş olmakla sıfat ve yetkileriniz sona erdiğinden görevinizi terk etmeniz lüzumu.. ) şeklindeki 22.6.1977 gün ve 36/03142 sayılı yazı üzerine sanık aynı gün derhal görevinden ayrılmıştır.
Bu hususlar kül halinde ele alındığında sanığın eyleminde TCK.'nun 252. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yazılı suç unsurlarının oluşmadığı ve eylemde bu suçu işleme kasdının da bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Kabule göre de, sanığın cezasının para cezasına çevrilmesi ve ertelenmesi hakkındaki isteğinin yasal ve dosyaya uygun bulunmayan bir gerekçe ile reddedildiği görülmektedir. Gerçekten sanığın kişiliğinden ziyade suç unsurlarının ortaya atılıp sanığın kişiliği ile birleştirilerek yasaya aykırı gerekçe kurulduğu anlaşılmaktadır.
SONUÇ : Bu itibarla, özel daire bozma ilamı yerinde olup uyulmak gerekirken yazılı nedenlerle ilk hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden sanık vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme hükmünün bozulmasına ve olayın daha ziyade aydınlanmasına gerek kalmadığından sanığın müsten suçtan beraatine karar verilmelidir. ( oybirliği ile ). 19.2.1979