 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1979/352
K: 1980/63
T: 18.02.1980
DAVA : Öldürmeğe teşebbüs ve yaralamaktan sanık Tuncay'ın hükümlülüğüne dair (İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 29.5.1978 gün ve 213-143 sayılı hüküm, C.Savcısının temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nce incelenerek bozulup yerine geri çevrilmiştir.
İlk hükümde direnmeye ilişkin aynı mahkemeden verilen 11.5.1979 gün ve 559/92 sayılı son hükmün Yargıtay'ca incelenmesi C.Savcısı tarafından süresinde verilen dilekçe ile istenilmiş olduğundan, dosya C.Başsavcılığı'nın hükmün bozulması istemini bildiren 6.7.1979 gün ve 1/3161 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlığına gönderilmekle Ceza Genel Kurulu'nca okundu gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Adam öldürmeye teşebbüsten sanık Tuncay'ın mahkumiyetine ilişkin hüküm; özel dairesince:
1 - Sanığın olay günü gayri resmi karı-koca hayatı yaşadığı inci ile onun annesi Hikmet'in sığındıkları şahit Makbule'nin evine gittiği ve orada mağdurelerin kendisine hakaret etmeleri nedeniyle adları geçenleri bıçakla yaraladığı hükme dayanak alınan delillerle anlaşılmış, mağdurelerden gelen haksız hareket ağır tahrik hükümlerinin uygulanmasını gerektirir vehamet derecesine ulaşmamış bulunduğu halde sanık hakkında 51/1 madde yerine 51/2. madde ile cezadan indirme yapılması suretiyle tahrikin derecesinin takdirinde yangılgıya düşülmesi,
2 - Oluşa ve mevcut delillere göre sanığın gayri resmi karı koca hayatı yaşadığı İnci'yi öldürmek kasdı ile karnından hayati tehlike meydana getirecek şekilde yaraladığı diğer mağdure Hikmet'i de keza bıçakla sol koltuk altından yaralamış olduğu, tanık Mehmet'in kendisine vazo fırlatmak suretiyle vaki müdahalesi ve kendisini vazo ile alnından yaralaması gibi esbabı mania dolayısiyle bırakıp kaçtığı anlaşılmış, sanığı suça iten saikteki vahdete olayın arzettiği bütünlüğe ve oluşa nazaran mağdurelerden birisine karşı kabul edilen öldürme kasdının, ayni zamanda diğer mağdureye karşı işlenen eylemde bölünmesine imkan görülmemiş, esasen mağdure Hikmet'in yaralanma bölgesi ve sanık tarafından bıçağın sol ön koltuk meme dışı kadranı gibi vücudun hayati önem taşıyan bölgesine tevcih edilmesi bu mağdureye karşı da sanıkta öldürme kastının mevcut bulunduğunu açıkca göstermiş olmasına rağmen, mani sebep de gözönünde tutularak sanığın mağdure Hikmet'e karşı eylemi keza öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu halde yaralama şeklinde tavsifi suretiyle suç vasfının tayininde hataya düşülmesi.. isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel mahkeme ise: Sanığın, başlangıçtan beri aldatıldığı şahıslar tarafından barışmak üzere girdiği evde hakarete uğraması, aldatılma olayının gözlerinin önünde cereyan etmesi, kafasına vazo vurulmasının kül halinde ağır tahrik kabul edildiğini; olayda tek kasıt olmadığını, sanığın kastının kendini aldatan mağdure İnci'ye karşı olduğunu, bu kasdın da işlenen bıçaklama eylemi ile sona erdiğini, ancak bundan sonra Hikmet'in hakaret ederek sanığın üzerine yürümesi nedeniyle ikinci olayın başladığını, sanığın uğradığı tecavüzü defetmek amacı ile gelişi güzel ve öldürme kasdı bulunmadan bıçağı salladığını ve eyleminin yaralama niteliğinde kaldığını, ayrıca bu konuda aleyhe temyiz de bulunmadığını, vesaire belirterek önceki hükümde direnmeye karar vermiştir.
1 - Yukarıda açıklandığı gibi özel dairece, hüküm ilk sebepten bozulmuş, yerel mahkeme ise her iki bozma sebebine karşı direnmiştir. Direnme hükmü de sadece C.Savcısı tarafından temyiz edilmiştir.
C.Savcısının temyizinin kapsamı ve niteliğinin tayini, diğer bir deyişle aleyhe temyiz bulunup bulunmadığının tesbitinin önsorun olarak incelenmesi gerektiğinin önerilmesi üzerine yapılan incelemede:
S.Savcısının 17.5.1979 günlü temyiz dilekçesinde, her iki mağdure yönünden sanık hakkında TCK.nun 51/2. maddesinin uygulanmış olmasının yasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Olayda tahrik bulunmadığına ilişkin temyiz itirazının aleyhe ve maddi hukuka muhalefet haline yönelik bulunduğunda kuşku yoktur. Bu nedenle C.Savcısının temyiz itirazı hükmün esasını kapsamaktadır. Zira, bir maddi hukuk müessesesi olarak tahrik unsurunu hükmün bütününden ayırmak olanaksızdır.
CMUK.nun 320. maddesinde: "Temyiz mahkemesi, temyiz istida ve layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noktalardan dolayı olmuş ise temyiz istidasında bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi, hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder" hükmü getirilmiştir. Bu maddenin gerekçesinde de; aynen: Temyiz mahkemesi Kanunun doğru tatbik edilip edilmediğini araştırmakla mükellef olduğundan, velevki layihai temyiziyede dermeyan edilmemiş olsa bile kanunun herhangibir suretle ihlal edildiğini gördüğü takdirde hükmü nakzedebilir... hukuk usulü muhakemelerinin tervic ettiği dairede mahkemei temyizin kendisine sevk olunan işlerde re'sen tetkikatını teşmil ederek layihada serdedilmemiş olan ve fakat muhalifi kanun görülen esbaptan dolayı da hükümlerin nakzolunabilmesi kabul edilmiştir." denilmektedir. Sözü edilen bu madde hükmü ve gerekçesinden de anlaşıldığı gibi; Yargıtay sadece gösterilen sebeple bağlı değildir, temyiz dilekçesinde olmayan ve esasa müessir bulunan bir sebeple temyizen ve re'sen inceleme konusu yapılır. Aksi takdirde Yargıtay'ın yetkisi kısıtlanmış olur.
Bu nedenle, C.Savcısının sanık hakkında tahrik hükümlerinin uygulanmasının yasaya aykırı olduğuna yönelik aleyhe temyizi üzerine hükmün bütününün incelenebileceğine oyçokluğu ile karar verilmiştir.
Çoğunluk kararına katılmayan üyeler: Maddi ve fiili tesbitlerde mahkeme ile C.Savcısı arasında bir uyuşmazlık bulunmadığını, C.Savcısının gerek esas hakkındaki mütelaasında gerekse temyiz dilekçesinde sanığın mağdure Hikmet'e karşı olan eylemini yaralama olarak nitelendirdiğini, temyiz dilekçesinde TCK.nun 51/2. maddesinin sanık lehine uygulanmasının yasaya aykırılığının ileri sürüldüğüne göre temyiz incelemesinin sadece bu konuya hasredilmesi gerektiğini, CMUK.nun 313, 320 ve 321. maddelerinin birlikte mütalaa edilmesinden bu sonucu varılacağını, bu durumda aleyhe bir temyiz sözkonusu olmadığına göre temyiz kapsamı dışında kalan hususların incelenmesine olanak bulunmadığını ileri sürerek bu yolda oy kullanmışlardır.
2 - Önsorun bu şekilde çözümlendikten sonra yapılan incelemede: dosya, oluşa ve delillere göre: Tahminen üç aydanberi gayri resmi karı-koca hayatı yaşayan sanıkla mağdure İnci'nin olaydan 15 gün kadar önce aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle ayrıldıkları, İnci ile diğer mağdure annesi Hikmet'in birlikte komşuları Makbule'nin evine sığındıkları, olay gecesi saat 21 sıralarında sanığın alkollü olarak mağdurelerin bulunduğu Makbule'nin evine girdiği, (nerede o İnci orospusu, kaltağı; burada ne arıyorsun) dediği, İnci'nin hakaretle karşılık vermesi üzerine de yanında taşıdığı bıçakla İnci'yi hatna nafiz, barsakları delecek, hayati tehlike tevlit edecek ve bir ay işinden kalacak derecede yaraladığı, İnci'nin yaralandığını gören ve feryadını işiten anne Hikmet'in de (ulan eşek oğlu eşek burada da mı bizi buldun) diyerek müdahale etmesi üzerine o'nu da sol önkoltuk hattında meme dış kadranından cilt, cilt altı adeleye nafiz surette ve bir hafta işine engel olur şekilde bıçakla yaraladığı, orada bulunan İnci'nin ağabeysi Mehmet'in sanığın kafasına vazo fırlattığı, dışından yaralanan sanığın evi terkedip kaçtığı anlaşılmaktadır.
a) Ceza Genel Kurulu'nun 19.2.1979 gün ve 521-77 sayılı kararında da belirtildiği gibi çok kısa bir tarifle haksız tahrik; (failin, haksız ve fiilin meydana getirdiği gazap veya şiddetli bir elemin etkisi altında bir suç işlemesidir. Haksız fiillerin neler olduğu yasada gösterilmediği gibi gazap ve elem gibi iki sebepten husule gelen bu mazeretin sanık üzerindeki etkisinin de bir ölçü aleti ile ölçülmesine olanak yoktur. "Tahrik hususunda hükme medar olacak kıstaslar.... mazeret sebebinin hukuki ve ahlaki mahiyetinde aranmalıdır." (Majno, Ceza Kanunu Şerhi, Cilt: 1, Sh. 230. Ankara 1977). Yasada tahrikin, hafif ve ağır olmak üzere iki şeklinden söz edilmiş; fakat birbirinden ayırdedilmesini sağlayacak kesin bir kıstas veya tahdit konulmamıştır. "Ağır ve şiddetli" olursa denilmekle yetinilmiştir. O halde tahrikin derecesinin takdiri hakime ait bulunmaktadır. Yargıtay'ın kararlılık gösteren içtihadına göre, eğer haksız fiil niteliği ve işleniş biçimi itibariyle önemli boyutlara ulaşmışca, tahrik ağırdır. Aksi halde yani bu boyutlara ulaşmayan tahrikin hafif kabul edilmesi zorunludur.
Bu genel açıklamadan sonra olayımıza dönülecek olursa, mağdurelerin olaya sebep olan eylemleri ile sanığın işlediği suç arasında ağır ve haksız tahrikin kabulünü gerektirecek nitelikte bir fiilin bukubulmadığı görülmektedir. Sanık, olaydan 15 gün kadar önce vaki anlaşmazlık nedeniyle İnci'yi ve annesi Hikmet'i evden kovmuştur. Sanık savunmasında, İnci'nin istemediği bir kadınla gezdiği için bu şekilde hareket ettiğini belirtmiştir. Bu olay ile yaralama olayı arasında bir ilişki kurmaya olanak yoktur. Hernekadar bir kısım tanıklar ilk tahkikattaki ifadelerinde İnci ile Makbule'nin oğlu Recep'in yatakta seviştiklerini ve sanığın da bunu görerek İnci'yi bıçakladığını beyan etmişler ve mahkemece de bu biçimde kabul edilmişsede annelerin, kardeşlerin, herkesin gözönünde böyle bir olayın vukubulabileceğini kabul mantıken mümkün değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi şahit Makbule'nin evine giden sanık orada mağdurelerin kendisine hakaret etmeleri nedeniyle adları geçenleri bıçakla yaralamıştır. Sanığın maruz kaldığı bu hakaret sonucu haksız bir tahrikin husule getirdiği gazap ve şedit bir elemin etkisi altında mağdureleri yaraladığı anlaşılmasına göre TCK.nun hafif tahrike ilişkin 51/1. maddesinin uygulanması gereklidir.
b) Sanığın mağdurelere karşı olan eyleminin hukuki niteliğine gelince: Olayın yukarıda açıklanan oluş biçiminden de anlaşılacağı gibi; metres hayatı yaşadığı İnci'nin kendisini aldattığı zehabına kapılan sanık adı geçeni hedef olarak Makbule'nin evine gitmiş, İnci'yi belirtilen şekilde yaralayarak öldürmeye teşebbüs etmiştir. Yaralanan İnci'nin feryadı ve annesinden yardım istemesi üzerine mağdure Hikmet, kızını kurtarmak amacı ile müdahale etmiş, bu sefer sanık onunda belirtilen şekilde yaralamıştır. Görüldüğü üzere İnci ile Hikmet ayni andaki saldırı ile yaralanmış değillerdir. Tanık beyanlarının da teyit ettiği gibi asıl hedef İnci'dir. Başlangıçta sanığın Hikmet'e yönelik bir kastı mevcut değildir. Vaki müdahalesi üzerine sanıkta Hikmet'e karşı yeni bir kasıt oluşmuş ve adı geçeni bu kasıt altında, yaralamıştır. şu halde olayın oluş biçimine göre burada bir kasıt birliğinin söz edilmesine olanak yoktur. Diğer bir deyişle ikinci olayın birincisi ile bir irtibatı bulunmamaktadır. Her iki olay birbirinden bağımsız olarak kendi koşulları içerisinde oluşmuştur.
Sanığın, Hikmet'e karşı kasdını oluştan ve mevcut arazdan çıkarmak gerekmektedir. Cerrahpaşa Hastahanesi Nöbetçi Tabibliği'nce, mağdure Hikmet'de sol ön koltuk altı hattından meme dış kadranında vetikal uzanan 2 cm. cilt, cilt altı adeleye nafiz kesici delici alet yarası tesbit edilmiş, toraks grafisinde patolojik bir bulgu saptamadığı belirtilmiştir. Adli Tabibliğ'in raporundan da bu yaralanmanın adı geçenin hayatını tehlikeye koymadığı ve bir hafta işine engel olduğu anlaşılmıştır. Bıçağın hayati önemi haiz vücut bölgesine yöneltilmesi tek başına öldürme kastını göstermez. Zira, o bölgede de yaralama olabilir. Öldürme kastının darbenin şiddet ve öldürücü derecede olması ve sonucun alınmasını önleyen bir engel'in bulunması gibi maddi vakıalarla açıklığa kavuşması gerekir. Olayımızda bu durumu gösteren kesin ve yasal kanıt elde edilmemiştir. Gerçekten, darbenin şiddetli ve öldürücü derecede bulunmadığı görülmektedir. Sanık bıçak darbesini tekrarlamak olanağına sahip iken bu yola başvurmamış, bir tek darbe ile yetinmiştir. Sanık Hikmet'e karşı İnci'ye davrandığı biçimde hareket etmiştir. Atılan vazo başına değmesine rağmen sanık isterse vurmaya devam edebilirdi. Olayın özelliğine göre vazo atılması mani sebep kabul edilemez. Direnme hükmünün vasfa yönelik bölümünün usul ve yasaya uygun bulunduğu sonucuna varılmıştır.
c) Bu nedenlerle, tahrikin derecesine ilişkin bozma sebebi yerinde olup uyulmak gerekirken öncki hükümde direnilmesi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden C.Savcısının temyiz itirazının kabulü ile direnme hükmünün bozulmasına; Direnme hükmünde suç vasfına ilişkin bir isabetsizlik bulunmadığına karar verilmelidir.
Çoğunluk kararına katılmayan üyeler: Özel daire kararında ki düşünceyi benimseyerek sanığın mağdure Hikmet'e karşı eyleminin de öldürmeye teşebbüs niteliğinde bulunduğunu, direnme hükmünün bu sebepten de bozulmasına karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek bu yolda oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, tebliğnamedeki isteme uygun olarak Tahrikin derecesine, ilişkin direnme hükmünün BOZULMASINA, 26.11.1979 gününde oybirliği ile;
Suç vasfına yönelik direnme hükmünün doğru bulunduğuna, 26.11.1979 gününde yapılan birinci 17.12.1979 gününde yapılan ikinci 21.1.1980 gününde yapılan 3. müzakerede gerekli yasal çoğunluk sağlanamadığından, 18.2.1980 gününde yapılan 4. müzakerede sal çoğunlukla karar verildi.