 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1979/9779
K: 1979/13899
T: 12.12.1979
DAVA : Taraflar arasındaki haksız eylemden doğan tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 491.979 lira 90 kuruşun faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davalı idare avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı Zehra, 15.06.1978 günlü dilekçe ile açmış olduğu 1978/596 esas sayılı davasında (25/28 payına malik bulunduğu ada 81, parsel 7 saylı ıtaşınmazından davaı idarenintoprak almak suretiyle 3300 metre karelik kısmının kullanılmaz hale geldiğini ve taşınmazın geri kalan bölümünün ise, bu haksız eylem nedeniyle değerinin düştüğünü ileri sürerek ve fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak) şimdilik kaydı ile 41.250 liranın tahsilini istemiş; bilahare 25.12.1978 gününde açtığı 1978/1048 esas sayılı dava ile de saklı tutmuş olduğu 465.638,25 liralık zararının aynı hukuki nedenle ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme heriki davayı birleştirmiş ve sonuçta davayı sabit görerek 491.979,90 liranın davalı idareden tahsiline karar vermiştir.
Davalı idare, hükmü usul ve esas yönünden olmak üzere bazı nedenlerle temyiz etmiştir.
Davalı idarenin, davaya idare yargı yerinde bakılması gerektiği yolundaki temyiz itirazı 11.02.1959 gün ve 17/11 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesine göre yerinde görülmemiştir. Çünkü, mülkiyet hakkına tecavüz niteliğindeki hukuka aykırı eylem sonucu doğan zararların tazmini davalarının bakım ve çözüm yeri genel mahkemelerdir. Bu itibarla, bu yönü amaç tutan temyiz itirazları reddedilmelidir.
Davalı idarenin diğer temyiz itirazları özellikle zararın kapsamı ile ilgilidir. Zira, davalı idarenin, davacının 25/28 pay sahibi bulunduğu 8800 metrekareden ibaret 7 parsel sayılı taşınmazın 3300 metrekarelik bölümünden 25 metre derinliğe varacak şekilde toprakaldığı taraflar arasında ihtilafsızdır. Esasen bu yön mahallinde yaptırılan tesbit sırasında bilirkişi olarak seçilmiş bulunan Fen Memuru Rıza'nın 28.03.1978 günlü krokisinin incelenmesinden de anlaşılmaktadır. O halde kamulaştırılmaksızın el konularak toprak alınmak suretiyle sebebiyet verilen zararın davalı idare tarafından ödetilmesine karar verilmesi doğrudur; ancak, bu davada çözümlenmesi gereken bütün sorun, zararın kapsamının belirlenmesinden düğümlenmektedir.
Dava dilekçesinden de anlaşılacağı veçhile, davacının davasını iki kalem zarar oluşturmaktadır. Davacı hem taşınmazının 3300 metrekarelik yerinden 25 metre derinliğinde toprak alındığını ve bu yüzden taşınmazın bu bölümünün artık kullanılmaz hale geldiğini ileri sürerek doğan bu zararını ve hem de davalı idarenin gerçekleşen bu haksız ve hukuka aykırı eylemi yüzünden taşınmazın geri kalan bölümünde meydana gelen değer eksilmesini istemektedir. Ancak, mahkeme sadece ilk kalemisteği hükmetmiş ve davacı ikinci kalemisteği hakkındaki hükmü temyiz etmemiş olduğuna göre, dairece sadece ilk kalemle ilgili zarara hasren temyiz incelemesi yapılması uygun görülmüştür. Bilindiği ve dairemizin29.12.1978 gün ve 3173/15053 sayılı ilamında daaçıklandığı veçhile; bir haksız eylem nedeniyle tazmin borcunun doğabilmesi için, bir zarar meydana gelmiş olması şarttır. BK.'nun 41. maddesinde deyimini bulan zarar, mal varlığında meydana gelen zarardır. Bu niteliği itibariyle zarar, mal varlığında meydana gelen bir azalmıyı, eksilmeyi ifade eder. Bu anlamda zarar, ya da mal varlığındaki eksilme (gerek Alman ve gerekse Türk/İsviçre hukuklarındaki baskın görüşe göre), "malvarlığının zarar verici olaydan sonraki durumu ile, bu olay meydana gelmese idi mevcut olacak durum arasındaki fark"tan ibarettir. Hukuk literatüründe (fark teorisi) adı ile anılan bu görüş, zararı matematiksel açıdan ele almakta ve soyut biçimde değerlendirmektedir. (Teoman Akünal-Haksız Fiilden Doğan Zararlarda denkleştirme Sorunu-İstanbul 1977-Sayfa 52) (Kenan Tunçoğmağ-Türk Borçlar Hukuk-İstanbul 1976 Sayfa 446 ve orada anılan yapıtlar).
"Somut Zarar Teorisi" taraflarının "Fark Teorisi"ne yönelttikleri eleştirileri dikkat nazara alan bazı hukukçular da, bu eliştirileri gözönünde tutarak fark teorisi açısından zararı "bir kimsenin malvarlığının zarar verici olayın uygun ve normal sonuçları gözönünde tutularak saptanacak halihazır durumu ile, zarar verici olay olmasa idi, aynı nitelikteki gelişimi sonucunda mevcut olacak durumu arasındaki fark olarak tanımlamışlardır. (Akünal-age-58, dip not 49). Kuşku yoktur ki bu tanım sadece maddi zararı kapsamaktadır. Fark teorisi, zararı bir bütün olarak ele almakta (fiili zarar) (yoksun kalınan kar) gibi alt ayrımlara gerek bırakmamakta ve bunların tümünü kapsamaktadır. Bu suretle zarar verici olayın, malvarlığı üzerindeki tüm olumsuz etkileri zarar kavramına dahil edildiği gibi, aynı zamanda bu olayın malvarlığı üzerindeki olumlu etkileri de, mal varlığının hesap işlemine esas alınan iki farklı andaki durumuna yansıdığı ölçüde, sonuca etkili olmaktadır. (Aktünal-age-52 vd.). Doktrin ve uygulamada genellikle "zararın" netleştirilmesi" "mahsup", "denkleştirme teorisi" vs. gibi terimlerle deyimlendirilen bu işleme göre, öncek "zararın hesaplanması" ve sonra da "tazminatın belirlenmesi" gereklidir. Zira, Türk/İsviçre Borçlar Kanunu'nda bu işlemler iki ayrı aşamayı oluşturmaktadır. Tazminata karar verilebilmesi için öncelikle zarar miktarının saptanması gereklidir. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, İsviçre/Türk Borçlar Kanunu'unda, tüm zararın mutlak olarak tazminini gerektiren, emreden bir hüküm mevcut değildir. İsviçre'de olduğu gibi Türk Hukukunda da tazminatın tutarı hiç bir zaman gerçek zararı aşamaz. Diğer bir ifade ile uğranılan zarar, hükmedilecek tazminatın en yüksek sınırını teşkil eder; BK.'nun 43/1 uyarınca, tazminatın azami miktarı zararı aşamaz; ona eşit ve hatta bazande ondan aşağı olabilir. Şu halde hakim, zararın gerçek miktarını gözönünde bulundurmak suretiyle tazminatı belirlemekle yükümlüdür. (Haluk Tandoğan-Türk Mesuliyet Hukuk-Ankara 1961 Sayfa 261) (Tunçomağ-age-457) (Akünal-age-16).
O halde şu kısa açıklamaların ve anılan kuralların ışığı altında, davacının uğradığını iddia ettiği zararın gerçek tutarının ne olduğu hususunun tesbiti, bu tazminat davasına çözüm getirecektir. Gerek davacının iddiasına, gerek tesbit raporuna ve gerekse 12.06.1979 günlü bilirkişi raporuna göre; 25/28 payı davacıya ait 7 çparsel sayılı taşınmazın tümüyle yok olmadığı anlaşılmaktadır. Bir an için davacının taşınmazının tümünün ekonomik değerini yitirdiği kabul edilse dahi isteyebileceği tazminat; o taşınmazın haksız eylem sorumlusuna terki suretiyle "o şeyin haksız eylemin işlendiği yerdeki ve andaki tam ve gerçek sürüm, yani alış-veriş değerinden ibarettir" ve sürüm değerini hiçbir veçhile geçemez. Taşınmazın, zarara uğramadan önceki duruma sokulması için katlanılması gerekli giderler, o şeyin tam ve gerçek sürüm değerini aşsa bile zarara uğrayan (yukarıda anılan ilke uyarınca) sürüm değeri aşan tüm giderleri isteyemez.
Kaldı ki, davacıya ait taşınmaz tümüyle telef olmamış (12.06.1979 günlü raporun (e) paragrafında açıklandığı gibi), belediye sınırları içinde bulunan taşınmaz sadece tarla vasfını yitirmiş ve sanayi kuruluşları arsası vasfına dönüşmüştür. O halde, gerçekleşen şu maddi olgulara göre davacının isteyebileceği zarar, haksız eylemin işlenmesinden önce taşınmazın tarla olarak (olay tarihindeki) değeri ile sanayi arsası olarak gerçek sürüm değeri arasındaki farktan ibarettir. Nitekim dairemizin 09.12.1975 gün ve 77/12375 ve 27.12.1978 gün ve 5527/14908 sayılı ilamları ile HGK.'nun 08.12.1965 gün ve 4/291 E. 448 K. sayılı İçtihadında aynı ilke dile getirilmiştir. Bu itibarla mahkemenin herşeyden önce, 3300 metrekarelik yerin eski hale dönüştürülmesi için gerekli giderleri tesbit ettikten sonra, birde yukarıda anılan fak yöntemi uyarınca 3300 metrekarelik tarım arazisi ile sanayi arsası arasındaki farkı saptaması ve bu iki rakkamdan hangisi az ise onun tahsiline karar vermesi gerekirdi. Bu itibarla mahkemenin anılan şekilde bir inceleme yaptırmadan, sadece eski hale getirme için gerekli giderlerin tahsiline karar vermiş olması yasaya aykırıdır ve böyle bir kabul tazminat hukukunun genel ilkeleri ile bağdaşmaz.
Kaldı ki, davalı idare belgeler de ibraz etmek suretiyle "davacının parselinin içinde bulunduğu 81 ada içindeki bazı taşınmazların davalı idarece kamulaştırıldığını, bu konuda açılan tezyidi bedel davalarında, aynı ada iç indeki parsellere en fazla 61 lira değer takdir edildiğini" ileri sürmüş ve bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. Mahkemenin bu yoldaki savunmayı da tartışmasız ve tahkiksiz bırakması sebebi anlaşılamamıştır.
O halde, mahkemenin anılan şekilde bir inceleme yapıp, davalı yararına hem zarar kalemleri ve hemde zararın kapsamı konusunda gerçekleşen usuli kazanılmış hakkı gözeterek sonucuna göre bir karar vermesi için hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın gösterilen davalı yararına (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 12.12.1979 gününde oybirliğiyle karar verildi.