 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E:1979/2664
K:1979/4666
T:10.04.1979
ÖZET : Taşınmazdaki 216.198 lira değerli payın 60.500- liraya satılmasıyla ortaya çıkan değerler arasındaki açık fark, danışığın açık kanıtı olup satış işleminin ardında bağış arzusu gerçekleştirilmiş demektir.
(818 s. BK. m. 18)
Davacı, aslında hibe olduğu halde muvazaalı ve bedelsiz olarak satış gösterilmek suretiyle davalı adına tesis olunan 841 ada, 21 parsele ait kaydın İptalini, payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalı, zamanaşımı bulunduğunu, gerçek bir satış Olduğunu söylemiştir.
841 ada, 21 parselin 32 pay itibar edilerek 24 payın davalı uhdesinde ibka edilerek 8 paya ait kaydın iptali ile 2 payın Fatma, 3 payın Haluk, 3 payın Erkan adına tesciline dair verilen kararın duruşmalı olarak Yargıtay'ca incelenmesi davacılar ile davalı vekilleri tarafından istenilmekle dosya tetkik olunarak gereği düşünüldü
Türk toplumu zengin bir kültür hazinesine sahiptir. Atasözlerini bu hazinenin eşi bulunmaz nadide pırlantalarıdır. Çoğu üç beş kelimeden oluşan Atasözleri halkımızın çeşitli alanlardaki değer yargılarını kesin çizgilerle dile getirir. Atasözleri bazı konularda bilinçsiz tekrarlar için bir tekerleme olarak değil sağlıklı ve doğru düşünmeyi sağlayan bir taban ve araç olarak kullanıldıkları takdirde gerçeğe ulaşmakta büyük ölçüde yararlı olurlar.
Hukukçu toplum ve hayat dışından uzak ve yalnız kitaba bağlı olan kuru, katı ve biçimsel bir yasa uygulayıcısı değildir. Hukukçu özellikle hakim, içinde yaşadığı toplumun insanları arasında çıkan uyuşmazlıkları çözerken kaynağını o toplumun geçmiş yüzyıllarından alan bazı değer yargılarına ters düşmemek, yasa maddelerine toplumun bu konu ile ilgili anlayışına uygun düşecek ve kabulüne mazhar olacak bir anlam ve kapsam kazandırmak zorunluluğundadır. Hakimler de yeri geldiğinde Atasözlerinden istime ve istifade edebilir, yorumlama ve uygulamalarda uyuşmazlığın kilidini açmakta atasözlerini bir anahtar gibi kullanabilirler.
Halkımızın miras konusundaki görüşü "ölüm hak, miras helal " sözleriyle açıklanmıştır. Halkın mirasla ilgili yargısı Medeni Kanunun bu konudaki hükümlerine aykırı olmayıp tersine onu destekleyen ve güçlendiren bir doğrultudadır. Yasa ve Atasözü mirastan, yasal ölçüler ve çerçeve içinde -ayrıcalığa yer vermeksizin- bütün mirasçıların yararlanmalarını öngörmektedir.
Yasa hükmüne ve toplumun bu konuda bilinen değer yargısına rağmen son yıllarda bazı yurttaşlarımızın sakin bir yola düşmekten -kendilerini alıkoyamadıkları yönü dikkati çekmektedir. Özellikle birden çok evliliklerde, ilk eşin öldüğü veya boşandığı durumlarda murisin ikinci veya son eşi ve ondan olan çocukları üstün tutmak istediği, normal evliliklerde bazen çocuklardan birinin veya birkaçının ötekilere tercih edildiği, böylece mirasçılar arasında eşitliği bozan ve yasal çizgiyi aşan temliki tasarruflara başvurulduğu çoklukla görülmektedir. Miras bırakanın bu tür tasarrufları ölümden sonra mirasçıları birbirine düşürmekte ve "muris muvazaası" denilen tatsız davaların açılmasına neden olmaktadır. Çoğu kabulle sonuçlanan muvazaa davaları murisin arzularının gerçekleşmesine engel olmakta, mirasçılar arasında kırgınlıklar doğurmakta ve müteveffa ya karşı beslenmesi gereken saygı duygularını azaltmaktadır. Bu gibi hallerde bağış arzusu daima satışla gizlenmekte, satış muvazaadan ötürü geçersiz olduğu için temlik tümüyle iptal edilmekte ve müteveffanın bu yöndeki isteği geçersiz sayılmaktadır. İşin doğrusu muvazaayı bir kenara itmek, işlemi gerçek amacı uygun düşecek yasal biçimde yapmaktan ibarettir. Yasal biçime uyulduğu takdirde tasarruf ancak tenkise konu olabilir, saklı pay aşılmamışsa müteveffanın arzusu tümüyle, aşıldığı durumlarda bir bölümüyle geçerli olur.
Türk Ulusu'nun karakteri içi ve dışı bir olmayı öngören bir yapıdadır. Hal böyle olunca tarihi yapımıza ters düşen muvazaayı temeli samimiyete dayanan aile müessesesi ve ilişkileri içine sokmaktan kaçınmak gerekir. Aksi takdirde bu tür davalar sürer gider.
Konuyu bir "sür" gibi çeviren bu zorunlu açıklamalardan sonra uyuşmazlığa şimdi daha yakından değinmek mümkün olacaktır.
Davada; davacı miras bırakanın oğlu, davalı kızıdır. Ortak miras bırakan iki parça iken birleştirme sonucu tek parça haline gelen dava konusu taşınmazın önceki 1/2 payını 3.9. 1968 tarihinde davalıya bağışlamıştır. Müteveffa bu bağışla iç aleminin kapısını aralamış, düşünce ve duygularını bir ölçüde açığa vurmuş, kızını oğluna tercih ettiğini göstermiştir.
Bundan sonra müteveffa aynı taşınmazın dava konusu olan bakiye 1/2 payını 8. 1. 1972 gününde davalıya satmıştır. Müteveffa davalıya temlikte bulunmadan önce nizalı payı davacı oğluna satmayı önermiş, davacı parası olmadığını ileri sürerek teklifi olumsuz karşılamıştır. Bu durumda babanın yapacağı iş; oğlum "mademki satın almak güç ve isteğin yok, bu payı kardeşine yaptığım gibi sana bağışlıyorum" demek olmalı idi. Esasen davacı parası olmadığından söz etmek suretiyle. babasına taşınmazı kendisine bağışlamasını ve tasarruflarında denge kurmasını duyurmak ve anlatmak istediği açıktır. Tarafların sosyal durumları böyle bir isteğin daha açık sözlerle ifade edilmesine engeldir. Arzu arifane bir tutumla ve kibarca anlatılmak istenilmiştir. Müteveffa buna rağmen temlik tarihinde (216198) lira değerinde olan 1/2 payı davalıya (60500) liraya satmış gibi işlem yapmakta sakınca görmemiş ve eksik kalan ihsanını tamamlamıştır.
Miras bırakanın ekonomik durumu yerindedir. O kadar ki bir vakıf kurmayı bile düşünmektedir. Müteveffanın dava konusu payı satması ve hele bu satışı sembolik bir bedel karşılığında kızına yapması için geçerli ve tutarlı bir neden mevcut değildir; maksat açıktır.
Müteveffa kendisini kızına götüren yolda son bir adım daha atmış, isteğini eksiksiz olarak gerçekleştirmiş ve amacını gizlemek için satış işlemini maske olarak kullanmıştır Değerler arasındaki açık fark muvazaanın kesin kanıtıdır. Bağış arzusu satış işleminin arkasında realize edilmiştir. Uyuşmazlık benzerlerinden farksızdır, dairenin sürekli ve şaşmayan uygulaması bu doğrultudadır. Ayrıca çoğu tarafların aynı derecede yakın akrabası olan tanıklar muvazaa iddiasını doğrulayacak şekilde açıklamada bulunmuşlardır. Mahkemenin delilleri takdirinde ve sonuca varmasında hiçbir yanlışlık yoktur. Davayı tereke mümessili takip ettiğine, dava yalnız satışa konu olan pay için açıldığına göre tarafların temyiz itirazları yerinde değildir.
Davacı ve davalının geçerli olmayan temyiz itirazlarının reddiyle hükmün yukarıda yazılı nedenlere dayanarak (ONANMASINA) ve onama harcının davalıdan tahsiline 10.4.1979 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.