 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1979/5647
K: 1980/545
T: 07.02.1980
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı (İzmir 1. Asliye Hukuk Hakimliği)nce verilen 22.2.1979 tarih ve 153/90 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı avukatı tarafından istenmiş olmakla; dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı şirkete ait otomobilin liman sahasında denize düşmesi sonucu müvekkili banka personelinden Salim ve Yusuf isimli kişilerin arabanın içinde boğularak öldüklerini bu nedenle banka (İç Sigorta Talimatnamesi) hükümleri gereğince ölenlerin mirascılarına ödenen toplam (100.000) lira tazminatın dalıdan rücuan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde, davanın ticaret mahkemesinde bakılması gerektiğini açıklayarak iş bölümü itirazında bulunduktan sonra dayanağı bulunmayan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanılan delillere göre Denizcilik Bankası Kuruluş Kanununun 12. maddesi ve Banka İç Sigorta Talimatnamesinin 15 ve 16. maddeleri gereğince ölenlerin mirascılarına ödenen toplam (100.000) liranın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi dava, davacı (Denizcilik Bankası T.A.O.) nın davalı şirketin otomobili ile iş yerine giden iki personelinin bu aracın denize düşmesi sonucu ölmeleri nedeniyle (Banka İç Sigorta Talimnamesi) hükümleri gereğince, ölen personelinin mirascılarına ödediği toplam (100.000) lira tazminatın kazaya neden olan otomobil şoförünün istihdam eden davalı şirketten rücuan tahsiline ilişkin bulunmaktadır.
Bir kimsenin, haksız fiil veya diğer bir hukuki sebep dolayısiyle zarara uğrayan diğer bir kimseye bu zararı gideren ödemede bulunduktan sonra, ödediği bu parayı haksız fiili yapan kişi veya onu istihdam eden (çalıştıran) kimseden istiyebilmesi ancak (halefiyet) e (ardıllık), veya yasa ile düzenlenmiş bir (rücu) hakkına dayanması koşuluna bağlı bulunmaktadır. Türk hukukunda başkasına ait bir borcu yerine getiren kimsenin alacaklının -bu nedenle sahip olduğu- haklarına halef (ardıl) olabilmesi için, halefiyetin yasada açık ve kesin olarak öngörülmüş bulunması gerekir. Aksi halde, halefiyet hakkının doğması mümkün değildir. Zira, halefiyetin yasada açık ve kesin olarak öngörülmüş bulunması gerekir. Aksi halde, halefiyet hakkının doğması mümkün değildir. Zira, halefiyet halleri sınırlı sayıda olma (numeruz clausus) ilkesine bağlı bulunmaktadır. BK.nda halefiyet hali genel olarak 109. maddede düzenlenmiş, bunun dışında aynı Yasanın 147/1, 496. maddelerinde de halefiyete değinilmiş ve öngörülmüş bulunmaktadır. Ayrıca MK.nun 799. maddesi, TTK.nun özellikle 1301 ve 1361. maddelerinde de halefiyete yer verilmiştir. Bunlar dışında 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26/2. maddesi ile 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunun 63. maddesinde rücu halleri Sosyal Sigortalar açısından da düzenlenmiştir. Halefiyet halleri yukarıda açıklandığı şekilde yasalarda sınırlı olarak öngörüldüğünden, bunların kıyas yolu ile geniş bir yoruma tabi tutularak yeni halefiyet hallerinin yaratılması mümkün değildir. Bu hususlar gerek kökleşmiş Yargıtay kararlarında, gerekse doktrinde bu şekilde yorumlanıp kabul edilmektedir. (Dr. H.Becker, İsviçre Medeni Kanunu, Şerhi VI Cilt, Borçlar Kanunu, Genel Hükümler, Ankara 1972 sh (38-42) Çev.Dr. S.Özkök, Dr. A.M. Kılıçoğlu, Kanuni Halefiyet, Ankara 1979 sh. (33,35) ve (84-897, Prof.Dr. İ.Sungurbey Şüf'ada Halefiyet, Mukayeseli Hukuk Araştırma Dergisi 1957, s. 1. No. 1. sh. 48-53).
Dava konusu olaya gelince, BK.nun 109. maddesinde belirtilen koşullar, dava konusu olayda bulunmadığı ve bu nedenle de söz konusu maddede düzenlenmiş halefiyet halinin bu davada uygulama olanağı bulunmadığı çekişmesizdir.
Davacı bankanın kuruluş ve işleyişini düzenleyen 5842 sayılı (Denizcilik Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununun) 12/1-a maddesinde (gerek bankanın ve gerekse diğer gerçek veya tüzel kişilerin maruz kalacakları her türlü rizikolara karşı her nevi sigorta muamelelerin doğrudan veya diğer sigorta şirketleriyle birlikte yapmaya yetkilidir) hükmü getirilmiş olup, görüldüğü gibi madde metninde davacı şirkete halefiyet veya rücu olanağı, veren bir hüküm bulunmamaktadır. Herne kadar (Likat - İş Toplu Sözleşmesi) hükümlerine göre düzenlenmiş bulunan ve davacı şirket vekilinin iddiasına dayanak yaptığı (Denizcilik Bankası İç Sigorta Talimatnamesi)nin 17. maddesinde (rücu) dan bahsedilmekte ise de, bu talimatname davacı şirket ile kendi işçileri arasındaki iç ilişkileri düzenleyen bir belge olup, üçüncü kişileri bağlayacak niteliği haiz bir yasa hükmü değildir.
Diğer taraftan,yukarıda sözü geçen davacı banka iç sigorta talimatnamesinin 3/F madde ve bendinde (Türk Kaza Poliçesi) hükümlerine atıf yapılmış bulunmaktadır. Bu madde gözönünde tutulduğunda, davacı bankanın personelini bu talimatname hükümlerine göre (Can-kaza sigortası) teminatı altına almış bulunduğu anlaşılmaktadır. Herne kadar yukarıda açıklandığı gibi, TTK.nun 1301. madddesi sigortacıya halefiyet hakkı tanımış bulunmakta ise de, gerek kökleşmiş Yargıtay içtihatlarına gerekse doktrinde benimsenen görüşe göre, TTK.nun 1338. maddesi hükmü karşısında, bu madedeki (halefiyet) halinin, ancak (mal sigortalarında) mümkün bulunduğu, bunun dışındaki bir (meblağ sigortası) olan (Can-Kaza) sigortalarında bu madde hükmünün uygulama olanağı bulunmadığı açık ve kesin olarak saptanmış bulunmaktadır. (Prof.Dr.R. Kender Türkiye'de hususi sigorta Hukuku C.I.İstanbul 1979, sh. 255-256, Prof. A.Bozer, Bankacılık Yönünden Sigorta Hukuku Kuralları, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları Sh. 12-13).
Şu duruma göre, davacı şirkete ölen personelinin mirasçılarına (İç Sigorta Talimatnamesi) hükümleri gereğince ödediği tazminat yönünden davalı şirkete (rücu) imkanı veren ne genel (halefiyet) kuralı ne bir (Sosyal Sigorta) Yasa hükmü ve ne de (Özel Sigorta) hükmü bulunmamaktadır. Bu itibarla yasal dayanağı bulunmayan davanın bu nedenlerle reddi gerekirken, gerekli inceleme yapılmaksızın ve davalı vekilinin bu yöne ilişen savunmasını çürütecet hiçbir gerekçe gösterilmeksizin davanın kabul edilmesi doğru görülmemiştir.
2- Öte yandan, davalı vekili süresinde verdiği cevap dilekçesinde davanın niteliği itibariyle ticaret mahkemesinde görülmesi gerektiğine ilişkin iş bölümü itirazını, ilk itiraz olarak ileri sürmüş bulunmaktadır. Gerçektende, tarafların tacir sıfatını taşımalarına ve uyuşmazlığın tarafların ticari işletmelerini ilgilendirmiş bulunmasına göre, TTK.nun 4/1. maddesi hükmü icabı dava (ticari dava) niteliğindedir. Bu itibarla aynı Kanunun 5/3. maddesi gereğince davanın bu niteliği nazara alınarak (İzmir Ticaret Mahkemesi)ne gönderilmesine karar verilmesi gerekirken, bu yöne ilişen haklı istemin reddi ile davanın incelenerek sonuçlandırılması da yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda bir ve iki numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle yerinde görülen mümeyyiz davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına (BOZULMASINA) ve (3.000) lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine ve ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine 7.2.1980 tarihinde oybirliği ile karar verildi.