 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1978/226
K: 1980/46
T: 11.01.1980
DAVA : Taraflar arasındaki rücuan alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 8. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.1.1977 gün ve 3062 - 21 sayılı kararın incelenmesi davacı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 21.9.1977 gün ve 1222 - 5515 sayılı ilamı ile, "... Zararlandırıcı sigorta olayında işverenin % 25 ve bir başka sigortalı işçinin % 40 oranlarında kusurlu bulundukları yönü davada tartışmasızdır. Dava ise, bu toplam kusur oranına göre, işverenin rücu alacağı ile sorumlu tutulması isteği ile açılmıştır. Şu duruma göre teselsül kaydı açıkça yazılı olmamakla beraber davacının davasını teselsül esası çerçevesinde açtığı hukuksal gerçeği ortadadır. Öbür yandan % 25 kusurlu dava işveren ile % 40 oranında kusurlu sigortalı işçisi arasında teselsül durumu bulunduğu da kuşkusuzdur. Hal böyle olunca davacının teselsül esaslarına dayanarak % 40 oranında kusurlu diğer sigortalı işçi bakımından işveren aleyhine dava açmasına yasaca ve hukakça bir engel bulunmamaktadır. Mahkemece, teselsül durumuna ilişkin bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın işverenin sadece kendi kusuruna ilişkin zarardan sorumlu tutulması ve Sosyal Sigortalar Kanununun 26/ son maddesinin, teselsül esasını bertaraf etmediğinin gözönüne alınmaması usule ve yasaya aykırıdır" gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu kararı:
KARAR : Davalı Tekel Genel Müdürlüğüne ait işyerinde çalışan sigortalı işçinin uğradığı iş kazası nedeni ile işveren aleyhine açmış olduğu tazminat davası sonunda, olayda işverenin % 25, kazaya uğrayan işçinin % 35 ve işverenin dava dışı diğer işçisinin de % 40 oranında kusurlu bulundukları saptanmıştır.
Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu sigortalı işçiye yapmış olduğu ödemeler nedeni ile doğan kurum zararının % 65'i olan (7.9688) liranın işveren Tekel Genel Müdürlüğüne ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davacı Kurumun davada dayandığı 506 sayılı Kanunun 26. maddesinin 2. fıkrasında "İş kazası veya meslek hastalığı üçüncü bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir." denilmektedir.
Bu hüküm basit bir rücu hakkını değil, rücu haklarını içeren bir halefiyeti öngörmektedir. Uygulama da bu yoldadır. 4772 sayılı Kanunun yürürlüğü zamanında kabul edilmiş 31.3.1954 tarih ve 17/18, 10/11 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça Sosyal Sigortalar Kurumunun ödediği sigorta bedeli oranında sigortalının yerine geçeceği ve onun kanuni halefi olacağı ifade edilmiştir.
Diğer taraftan Kanun kurumun rücuu konusunda Borçlar Kanununa yollama yapmıştır. Borçlar Kanununa atıf yapıldığına göre rücuun zincirleme sorumluluk kurallarına göre çözümlenmesi gerekecektir.
Gerek kusurlu işveren ve gerekse işverenin dava dışı kusurlu işçisi, iş kazasına uğrayan kişiye karşı Borçlar Kanununun 51. maddesine göre nasıl sorumlu iseler rücuu kapsayan halefiyete göre S.S. Kurumuna karşı da aynı şekilde sorumludurlar.
Bir görüşe göre işverenin diğer işçisinin kusurundan sorumlu olabilmesi için istihdam kusurunun bulunması gerekmektedir.
506 sayılı Kanunun 26/2. maddesinden bu anlamı çıkarmak olanağı yoktur. Çünkü Kanun ikinci fıkrası ile istihdam edenin kusursuz sorumluluğunu öngörmemiş, ancak kusurunun bulunmasını şart kılmıştır. Ayrıca bir istihdam kusuru da düşünülse idi bunun açıkça belirtilmesi gerekirdi.
O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı avukatının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 11.1.1980 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1 - Davanın konusu, bozma ve direnme kararlarına göre hukuki sorunun tesbiti.
Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu, davalı ise sadece Tekel İdaresidir.
Davanın konusu Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından davalı Tekel Genel Müdürlüğü aleyhine açılmış rücuan alacak isteğinden ibarettir. Olayın oluş biçimine göre iş kazasında kazalı işçinin % 35, işverenin istihdam ettiği diğer bir işçi % 40, işverenin ise % 25 oranında kusurlu bulundukları kazalı işçinin işveren aleyhine açtığı tazminat davası sonucu alınan ilamla gerçekleşmiştir. Bu davada Sosyal Sigortalar Kurumu işçiye ödemek zorunda kaldığı paranın, işverenin kusuru % 25, ve istihdam ettiği diğer işçinin kusuru % 40 toplam ve % 65 kusur oranına tekabül eden kusurdan şimdilik kaydıyla bir miktarın alınmasını istemektedir.
Mahalli mahkeme, önceki davada kusur oranlarının kesinleşmesi sebebiyle onunla bağlı kalmış ancak davalı idarenin % 25 kusur nisbetiyle sorumlu olduğu, olayın özelliği nedeniyle BK.nun 50-51. maddelerindeki teselsülün uygulama yeri bulunmadığı gerekçesiyle diğer işçinin % 40 oranına tekabül eden isteği reddetmiştir. Yüksek Özel Daire 21.9.1977 gün, Esas 977/1222, Karar 977/5515 sayılı kararla mahkeme kararını şu gerekçe ile bozmuştur : %25 kusurlu davalı işveren ile % 40 oranında kusurlu olan sigortalı işçi arasında teselsül durumu bulunduğu da kuşkusuzdur. Hal böyle olunca, davacının teselsül esaslarına dayanarak % 40 oranında kusurlu diğer sigortalı işçi bakımından işveren aleyhine dava açmasına yasaca ve hukukça bir engel bulunmamaktadır. Mahkemece, teselsül durumuna ilişkin bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın işverenin sadece kendi kusuruna ilişkin zarardan sorumlu tutulması ve Sosyal Sigortalar Kanununun 26/sonuncu maddesi teselsül esasını bertaraf etmediğinin gözönüne alınmaması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Mahkeme Esas 977/743, Karar 978/32 sayı ve 9.2.1978 günlü kararla aynen "davalı idarenin diğer işçinin kusurundan sorumlu olabilmesi için, o işçiyi çalıştıran sıfatıyla kusurlu bulunması gerekirdi. Diğer bir deyimle işçiyi yeteri kadar eğitmemek, işçiye yeterli çalışma araçlarını sağlamamak ayrıca işin gereği olan ortamı sağlamamak gibi istihdam kusurları olsaydı 26. maddenin 2. fıkrası gereğince, davalı işvereni sorumlu tutmak düşünülebilirdi. Davacı idare böyle bir sorumluluk mevcut olduğunu ileri sürmediği gibi, duruşma sırasında da böyle bir iddiada bulunmamış ve bu konuda herhangi bir delil de göstermemiştir. Artık davalı işverenin bu koşullar altında üçüncü şahıs durumunda bulunan diğer işçinin kusurundan dolayı sorumlu tutulmaya imkan yoktur.
501 sayılı Yasanın 26/2. fıkrasına dayanarak, üçüncü şahıs durumunda olan diğer işçinin % 40 kusurundan davalı işveren Tekel İdaresini sorumlu tutmağa imkan bulunmadığından, böylece aralarında teselsül olduğunu kabul etmeye imkan bulunmadığından.." gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir. Şu suretle olayda davalı işverenin istihdam kusuru başka bir anlatımla 506 sayılı Yasanın 26/2. fıkrasında öngörülen kusurunun olmadığı, ancak 26/1. açısından kusurlu bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde de iddia ve isbat olunmayan bir hususun re'sen dikkate alınamayacağı kuralından hareket olunarak işverenin 2. fıkra uyarınca sorumlu diğer işçisi açısından istihdam kusurunun bulunmadığı kabul edilmiştir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesi işverenin sorumluluğu başlığı altında aynen şu düzenlemeyi getirmiştir:
"Madde 26 - İş kazası veya meslek hastalığı, işverenin kasdı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılır bir eylemi sonucunda olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı, 3. bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3. kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir."
Özel Daire ile mahalli mahkeme arasındaki görüş ayrılığı ve bunun sonucu olarak hukuksal sorun maddenin 1. fıkrasına göre 3. kişinin kusurunun gerçekleşmesi ve fakat 3. kişiyi çalıştıranın 2. fıkra uyarınca istihdam kusurunun bulunmaması halinde Sosyal Sigortalar Kurumunun açacağı rücu davasından 1 ve 2. fıkralar uyarınca tesbit olunacak zararlardan sorumlu bulunan 1. fıkradaki işveren ile 2. fıkradaki çalıştıran arasında teselsül hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı yönüne ilişkin bulunmaktadır.
II - Hukuksal sorunun tartışılması: 1 - 3. kişi ile onun çalıştıranın müteselsil sorumluluğu sorunu : Önemle belirtilmesi gerekirki 506 sayılı Yasanın 26. maddesi tümü ile özel bir sorumluluk kuralı koymuş ve bu itibarla da genel hukuktan ve bu arada Borçlar Hukukundan ayrı bir düzen getirmiştir.
O halde kurumun işverene, üçüncü kişiye ve bu üçüncü kişiyi çalıştırana, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu yaptığı yardımları ödettirmek istemesi halinde uygulanacak kurallar Borçlar Hukuku kuralları değil, 506 sayılı Yasanın 26. maddesinde öngörülen kurallardır. Ancak elbette maddenin atıfta bulunması halinde yapılan atıf ölçüsünde diğer yasalardaki kurallar da dikkate alınacaktır.
26. maddenin 1. fıkrası tamamen işverenin sorumluluğunu düzenlemiştir. 2. fıkra 3. kişinin sorumluluğuna ilişkindir. Bu üçüncü kişi aynı işyerinde çalışan diğer bir kişi de olabilir. Yasa koyucu burada 3. kişiyi çalıştıranın sorumluluğunu sınırlamış ve çalıştıranın kusurunun olması halinde ona da rücu edebileceğini benimsemiş ve bu durumda rücuun Borçlar Kanunu hükümlerine göre 3. kişiyi çalıştıranın istihdam kusuru ile çalıştırdığı kişinin kusuru birleşirse Sosyal Sigortalar Kurumuna karşı müteselsilen sorumlu olacaklardır.
Olayda yukarıda 1 sayılı bentte açıklandığı üzere Tekel İdaresinin istihdam kusuru gerçekleşmediğine göre onun Sosyal Sigortalar Kurumuna karşı 26. maddenin 2. fıkrası açısından çalıştıran sıfatıyla sorumluluğundan dahi söz edilemez. Hal böyle olunca Tekel İdaresinin iş kazasına sebebiyet veren işçisinin % 40 kusuru sebebiyle doğan zararda teselsül hükümlerinin uygulanmasına yasal olanak bulunmadığı sonucuna varılması zorunludur. Zira teselsül hükümlerinin uygulanması ancak öncelikle 2. fıkradaki istihdam kusurunun gerçekleşmesi koşuluna bağlıdır.
Burada şu hususu da belirtelimki kazalı işçi kazaya veya meslek hastalığına sebebiyet veren 3. kişi ve onu çalıştıran aleyhine tazminat davası açsaydı hiç kuşkusuz 3. kişiyi çalıştıranın kusuru aranmaksızın BK. nun 55. maddesi uyarınca 3. kişi ile onu çalıştıran müteselsilen sorumlu tutulacaklardır. Ancak Sosyal Sigortalar Kurumunun 26. maddeye dayanarak açacağı rücu davasında durum aynı şekilde mütalaa olunamaz.
Her ne kadar Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde 31.3.1954 gün ve esas 17, karar 10 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına dayanılarak halefiyet esasına dayanan rücu davasının başka bir türlü mütalaa olunamıyacağı görüşü çoğunluk tarafından benimsenmiş ise de, bu gerekçelerle bu görüşe katılamıyoruz. Gerçekten sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararında aynen şöyle denilmiştir: "Sigortacı, ödediği sigorta bedeli nispetinde sigortalının yerine geçmiş ve onun kanuni halefi olmuştur. Bu itibarla sigortacı, sigortalısının haiz olduğu hak ve salahiyetler haricinde bir iddia dermeyan edemez. Haksız fiilden zarar gören sigortalının, faili veya istihdam eden aleyhine açtığı bu tazminat davasında hakim nasılki BK.nun 44. maddesi hükmünü tatbike yetkili ise bir iş kazasından dolayı ödediği tazminat münasebetiyle sigortalıya halef olan işçi sigortaları kurumunun rücu hakkını kullanarak ikame eylediği bu kabil tazminat davalarında da hakim, sigortalının müterafik kusuru mevcut ise zikrolunan 44. madde hükmünce müddeabih tazminat miktarını tenkis edebilir." Buradaki halefiyet esasından hareket olunarak 4772 sayılı Yasanın 37. maddesinin yürürlüğü zamanında şimdiki dava konusu olaylarda teselsül hükümlerinin uygulanması Yargıtay'ca benimsenmekte ve bu uygulama İçtihadı Birleştirme Kararına ilişkin bulunduğu ve halen yürürlükten kalkmış olan 4772 sayılı Yasanın 37. maddesinin 506 sayılı Yasanın 26/2. maddesine tekabül eden hükmüne uygun düşmekte idi; Zira sözü geçen maddede işverenin çalıştırdığı adamın kusurundan dolayı sorumluluğu için istihdam kusuru öngörülmemiştir. 506 sayılı Yasanın 26. maddesinin 2. fıkrası ise işverenin istihdam eden sıfatı ile sorumluluğunu farklı bir biçimde hükme bağlamıştır. O da 3. kişinin kusuruna onu çalıştıranın istihdam kusurunun inzimam etmesidir. Az önce belirtilen fıkranın ".. ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara BK. hükümlerine göre rücu edilir." sözleri bu hususu açıkça göstermektedir. Demekki, kazalının üçüncü kişi ve onu çalıştıran aleyhine açacağı davada ikisi arasında işverenin kusuru bakımından bir kayıt aranmaksızın istihdam eden sıfatiyle müteselsilen sorumluluk hükümleri uygulanacak, fakat Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından halefiyet esasına dayanılarak rücu davası açıldığı takdirde 506 sayılı Yasanın 26/2. maddesi rücuu özel bir kayda tabi tuttuğundan üçüncü kişiyi çalıştıranın üçüncü kişi ile birlikte müteselsil sorumluluğu ancak çalıştıranın (istihdam kusurunun) gerçekleşmesi ile mümkündür. Olayda Tekel İdaresinin istihdam kusuru iddia ve ispat olunmadığına göre Tekel İdaresinin kazaya sebebiyet veren 3. kişi durumundaki çalıştırdığı kişi ile birlikte Sosyal Sigortalar Kurumuna karşı müteselsil sorumluluğundan söz edilemez. Bütün bu açıklamalardan çıkardığımız sonuç olayda davalı Tekel İdaresinin istihdam kusuru bulunmadığından çalıştırdığı üçüncü kişi durumundaki işçisinin kusuru sebebiyle müteselsil sorumluluğundan söz edilemez. Çoğunluk görüşüne hakim bulunan İçtihadı Birleştirme Kararındaki halefiyet esasına dayanan görüşün bugün için geçerliliğini benimsemek mümkün ise de bu halefiyete dayanılarak Sosyal Sigortalar Kurumunca açılacak rücu davası 506 sayılı Yasanın 26/2. maddesi ile, yeniden İçtihadı Birleştirme Kararının çıkarıldığı sırada yürürlükte bulunan 4772 sayılı Yasanın 37. maddesinde tekabül eden hükümden farklı bir biçimde düzenlendiğinden, az önce sözü edilen maddeye ilişkin Yargıtay'ın önceki uygulamalarının benimsenmesine ve sürdürülmesine olanak kalmamıştır.
2 - 506 sayılı Yasanın 26/2. maddesinde öngörülen 3. kişi ile 26/1. fıkra açısından kusurlu olan işveren arasında müteselsil sorumluluk sorunu.
Dava konusu olayda zarar 26/1. madde uyarınca işverenin ve 26/2. fıkra uyarınca da 3. kişinin kusuru sonucu meydana gelmiştir. Uyuşmazlık BK.nun teselsül hükümleri açısından çözümlenirse hiç tartışmasız işverenle 3. kişinin Sosyal Sigortalara karşı müteselsilen sorumlu olduklarının kabulü gerekir. Ancak yukarıda da açıkladığımız üzere 506 sayılı Yasanın 26. maddesi sorumluluğu özel olarak düzenlemiş.
BK.na ancak 2. fıkrada 3. kişi ile onu çalıştıranın sorumlulukları hakkında atıfta bulunmuştur. 3. kişiyi çalıştıranın istihdam kusuru bir an için gerçekleşse dahi çalıştıranın sorumluluğu ile 26. maddenin 1. fıkrasına göre kusurlu olan işverenin sorumluluğu arasında teselsül hükümleri uygulanamaz. 3. kişiyi çalıştıranla 1. fıkradaki işverenin aynı tüzel kişi olması da sonuca etkili değildir. Esasen olayda istihdam kusurunun gerçekleşmemiş olması itibariyle 26/1. fıkradaki işverenin sorumluluğu ile 26/2. fıkradaki 3. kişiyi çalıştıranın sorumlulukları yönünden teselsül hükümlerinin uygulanıp uygulanamıyacağının tartışılmasına gerek de yoktur.
Bu nedenlerle mahalli mahkemenin direnme kararı usul ve yasaya uygun olduğundan onanmalıdır.