 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1978/97
K:1978/13985
T:11.12.1978
- YASAMA DOKUNULMAZLIĞI [YASAMA SORUMSUZLUĞU] (AMACI - FONKSİYONU)
- MUTLAK [DAİMİ] VE NİSBİ[GEÇİCİ] DOKUNULMAZLIK İLKESİNİN UYGULANMA KOŞULLARI (MECLİS ÇALIŞMALARI KAVRAMI - KAPSAMI)
- SİYASİ HOŞGÖRÜ [TESAMÜH]
ÖZET : 1 - Yasama dokunulmazlığı [yasama sorumsuzluğu]; yasama organı üyelerinin korkusuzca görev yapabilmelerini sağlamak, fonksiyonları nedeniyle suçlanmalarını engellemek, basit suç atmalarla görevden kalmalarını önlemek amacıyla belirli bir siyasal süreç içinde oluşmuş bulunan bir Anayasa Hukuku kuralıdır.
2 - Anayasanın 79/1. maddesinde düzenlenmiş bulunan mutlak [daimi] dokunulmazlık [yasama sorumsuzluğu]; TBMM. üyelerinin Meclisteki çalışmaları sırasında oy ve sözlerinden ve bunları meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarıdır.
3 - Meclis toplanma salonunda, encümenlerde verilen oy, söylenen söz ve düşünceler mutlak dokunulmazlık kapsamına girer. Buna karşılık çalışma sırasında da olsa TBMM. üyesinin oylama ve sözleri dışındaki eylemleri mutlak dokunulmazlıkla korunmaz.
4 - Bununla beraber meclis çalışmaları ile ilgili fonksiyonların yerine getirilmesi sırasında sarf edilen söz ve düşüncelerde dahi hukuksal yönden sınırsız bir sorumsuzluk söz konusu olamaz; özellikle ulusal bir görevin yerine getirilmesini vesile ittihaz ederek kamu yararında söz konusu olmadan yersiz, icapsız ve gereksiz, özellikle siyasal ve kişisel kin ve gayzın etkisiyle yapılan ve mesiic çalışmalarıyla uzaktan, yakından bir ilişkisi olmıyan ağır hakaretlere maruz kalanın manevi tazminat istemesine yasal engel yoktur.
5 - Siyasal hoşgörü [tesamüh], yani farklı siyasal amaçlara ve faaliyetlere yadırgamadan ve düşman olmadan bakabilme alışkanlığı; yasalardan çok toplumdan, toplumdaki değer yargılarından ve inançlarından doğan bir duygudur.
(334 s. Anayasa K m. 79/ 1)
(818 s. BK m. 49)
(743 s. MK m. 23, 24)
Taraflar arasındaki manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacı (S. D.) avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı asil (M. G.) gelmiş, temyiz eden davacı tarafından kimse gelmemiş olduğundan onun yokluğunda duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra dosya incelendi gereği konuşuldu
Davacı, davalı Gaziantep Milletvekili (M. G.) nin TBMM.den çektiği 17.9.1976 günlü telgraf ile kişilik haklarını ağır bir şekilde halele uğrattığından bahisle manevi tazminat istemiştir.
Davalı ise savunmasında; davacının başbakan sıfatıyla Millet Meclisi Başkanına, Meclis Pastahanesi'nden çektiği telgrafındaki "haksız teessüfün" kendisini de kapsadığını, bu nedenle davacının tutumundan ve kusurundan etkilenerek kendisine Meclis Pastahanesi'nden 17.9.1976 günlü telgrafı çektiğini, bu telgrafla davacının "kardeşlerinin ve yeğenlerini n hırsızlıklarından" söz edildiğini, bu ithamların aslında gerçek olduğunu, ancak bu konuda dava hakkının davacıya ait olamıyacağını, bu isnatlarını Meclis çalışmaları ile ispatlayacağını, bu konudaki iddialarının belgelerini ibraz ettiğini, esasen Anayasa' nın 79. maddesi hükmünün "yasama sorumsuzluğu" ilkesini kabul ettiğini ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiş; yerel mahkeme de hem Anayasa'nın 79. maddesi hükmüne ve hem de davacının birlikte kusuruna dayanarak her iki gerekçe ile davanın reddine karar vermiş bulunmaktadır.
Davaya konu edilen 17.9.1976 günlü telgrafın davalı tarafından davacıya çekildiğinde ve telgrafta kullanılan kelimeler ve iddiaların nitelikçe davacının şeref ve haysiyetini ihlal ettiğinde bir uyuşmazlık yoktur. Esasen bu yön, yerel mahkeme kararının 2. sahifesinin 13 ile 17. Satırlarında açıkça belirtilmiş ya kabul olunmuştur. O halde, temyiz incelemesine konu edilen bu davada bu yönün tartışmasız bırakılması gerekmektedir. Kaldı ki davalının red kararının gerekçesini temyiz etmemiş olması, esasen böyle bir tartışmayı mümkün kılmaktadır
Hal böyle olunca bu davada öncelikle Anayasa'nın 79. maddesi üzerinde durulup, bu hükmün değerlendirilmesinde yarar vardır.
Bilindiği gibi, yasama dokunulmazlığı; tarihsel gelişimi itibariyle yasamı organı üyelerinin korkusuzca görev yapabilmelerini sağlamak, fonksiyonları sebebiyle suçlanmalarını engellemek, basit suç atmalarla onların görevden kalmalarını önlemek armacıyla belirli bir siyasal süreç içinde oluşmuştur. Yasama- dokunulmazlığı, yasama organı üyelerini adli kovuşturmadan koruyan bir Anayasa Hukuku kuralıdır. Bu kural, klasik şekli ile Anayasamızın 79. maddesinde yer almaktadır. Genellikle doktrinde ikili bir ayırıma gidilmekte ve yasama dokunulmazlığı "mutlak (daimi) dokunulmazlık" ve "nisbi (geçici) dokunulmazlık" şeklinde ele alınmaktadır.
Anayasa'nın 79/1. maddesinde düzenlenmiş olan ve mutlak (daimi) dokunulmazlık ya da "yasama sorumsuzluğu", TBMM. üyelerinin Meclisteki çalışmaları sırasında oy ve sözlerinden ve bunları meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu, tutulmamalarıdır. Mutlak dokunulmazlık daimidir. TBMM. sıfatı sona erse bile, mutlak dokunulmazlığın şartları içine giren bir fiilden dolayı eski TBMM. üyesi hakkında adli kovuşturma açılamaz. Ancak hiç kuşku yoktur ki Anayasa'nın bu hükmünün uygulanabilmesi için iki koşulun gerçekleşmesi gerekir. Bu koşullardan birincisi TBMM. üyesi bulunmak ve ikincisi de meclis çalışmaları sırasında oy vermiş ve söz söylemiş olmaktır. O halde, Anayasa'nın 79/1. maddesinin sınırsız bir sorumsuzluk getirdiğini benimsemek, maddenin açık hükmü karşısında mümkün değildir. Çünkü, ikinci şart mutlak dokunulmazlığa bir sınır getirmiştir. Mutlak dokunulmazlık ilkesi ile korunmak istenen TBMM. üyesinin oyu, sözleri yani düşünceleridir. O halde, TBMM. üyesi meclis çalışmaları sırasında verdiği oy, söylediği sözler ve ileri sürdüğü düşüncelerden ötürü asla sorumlu tutulamayacaktır. Anayasa'nın 79/1. maddesinin öngördüğü ilke bu olunca, bu takdirde "meclis çalışmaları" deyiminden ne amaçlandığının ve bu çalışmaların kapsamının ne olduğunun tesbiti, sorumsuzluğun sınırını çizebilmek için zorunludur. Bilimsel görüşlerde bu yön açıklığa kavuşturulmuştur. Prof. Orhan Aldıkaçtı' ya göre, "meclis toplanma salonunda, encümenlerde verilen oy, söylenen söz ve düşünceler mutlak dokunulmazlık kapsamına girmektedir. Buna karşılık, çalışma sırasında da olsa, TBMM. üyesinin oylama ve sözleri dışındaki eylemleri mutlak dokunulmazlıkla korunmaz" (Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası - 3. Baskı - İstanbul 1978 Sayfa 274). TBMM. üyesi temsilcinin, meclis çalışmaları sırasındaki tutumu, yani verdiği oy ve sözlerin meclis dışında tekrarlanması, temsilcilik fonksiyonunun doğal bir sonucu olduğu ve meclis içi faaliyetini seçmenlerine duyurması gerektiği için sorumsuz tutulmaktadır. O halde, ana ilke, söylenen sözlerin meclis çalışması sırasında olması durumunda sorumsuzluktan söz edilebileceğidir. Aksi halde, esasen bir sorumluluk bahis konusu değildir. Bununla beraber, dairemizin birçok kararlarında da dile getirildiği gibi, meclis çalışmaları ile ilgili fonksiyonların yerine getirilmesi sırasında sarf edilen söz ve düşüncelerde dahi hukuksal yönden sınırsız bir sorumluluk söz konusu olamaz. Zira, ulusal bir görevin yerine getirilmesi ve kamu yararı dışında, yersiz ve gereksiz, özellikle kişisel kin ve gayzının etkisiyle yapılmış ve yasama ve meclis çalışmalarıyla uzaktan, yakından bir ilişkisi olmayan ağır hakaretlerde, zarar görenin manevi tazminat isteğinde bulunmasına engel yoktur (8.7. 1966 gün, 3490 E. 747Ö K.; 29/1/1973 gün ve 8670 E., 687 K., 24.4. 1978 gün ve 2144 E, 5497 K.).
Çünkü, Anayasa'nın 79/1. maddesi hükmünün, yine Anayasa'nın teminatı altında bulunan ve mutlak olan kişilik haklarına ilişkin temel hukuk normunu bertaraf ettiğini benimsemek, Anayasa'nın bütünlüğü içinde asla mümkün değildir. Hiçbir zaman, hiçbir toplumda sınırsız hürriyet diye birşey olamıyacağı, sınırsız hürriyetin anarşi ve neticede hürriyetsizlik doğuracağı, uzun boylu açıklamayı gerektirmeyen bir gerçektir. Kişiye toplum içinde layık olduğu yeri veren, kişi hürriyetlerine saygılı bir düzende bu yönün daima göz önünde bulundurulması gerekir. O halde, bu günkü sosyal devlet anlayışı içinde Devlet'in, yasama organının dahi bertaraf edemiyeceği, daima saygılı davranması gereken temel hak ve özgürlükleri ve bu arada ferdin kişilik haklarını ihlale, Anayasa'nın 79/1. maddesinin cevaz verdiğini kabul etmek, bizzat Anayasayı reddetmek olur. Kaldı ki, birbirlerine karşı davranışlarında hukuka saygılı olmak ve mücadelelerini meşruiyet sınırları içinde tutabilmek durumunda olan kişilerin, Anayasa'nın 79/1. maddesi hükmüne sığınarak asla terviç edilmeyecek olan yöntem ve araçlarla hukukça da benimsenmeyecek girişim, çaba ve eylemlere başvurmasının ve bu tür davranışların devlet hayatında ve toplum bünyesinde ne denli büyük yaralar açacağı ve hatta açtığı ve hiç kimseye de bir yarar sağlamadığı izahtan müstağnidir. Oysa Daver'in de belirttiği gibi siyasal hak ve hürriyetler konusunda üzerinde durulması gereken bir nokta da, bu hakların siyasal hoşgörü (tesamüh) kavramı ile birlikte kavranması zorunluluğudur. Anayasa ve kanunlar bir topluma çok ayrıntılı, mükemmel bir haklar kataloğu sunabilirler. Fakat bu hakların kullanılmasında karşılıklı anlayış ve hoşgörü yoksa, Devlet makinasının ve siyasal sistemin işleyişinde büyük aksaklıklar görülür. Hoşgörü, yani farklı siyasal amaçlara ve faaliyetlere yadırgamadan ve düşman olmadan bakabilme alışkanlığı; kanunlardan çok toplumdan, toplumdaki değer yargılarından ve inançlardan doğan bir duygudur. Çok kere önyargılar, saplantılar ve sabit fikirler nedeniyle, toplumlarda, bazı dönemlerde müsamaha bilmez bir eğilim belirir (Bülent Daver - Türkiye'de İnsan Hakları Semineri - Türkiye'de Siyasal Haklar - Tebliğ - Ankara 1970- Say. 45). Bu eğilimlerin etkisiyle meydana gelen siyasal ve yönetsel bunalımların toplumu ne denli rahatsız ettiği yersiz ve kısır çekişmelerin Devlet hayatında ne büyük tahribata yol açtığı müşahade edilmektedir. - #0 halde, TBMM. üyelerinin meclis çalışması ile ilgili olmayan ya da dairemizin yukarıda tarih ve numaraları belirtilen kararlarında açıklanan nedenlerle, meclis fonksiyon ve faaliyetiyle uzaktan ve yakından bir ilgisi bulunmayan yersiz ve icapsız eylemlerden ve sözlerden dolayı hukuksal yönden bir sorumluluğun benimsenmesi, Anayasa'nın 79/1. maddesinin açık hükmüne asla aykırılık teşkil etmeyecektir.
Temyiz incelemesine konu olan ve davacının manevi tazminat davasının dayanağını teşkil eden olayın şu şekilde cereyan ettiği görülmektedir.
Zamanın başbakanı olan davacı, 16.9. 1976 gününde Millet Meclisi Başkanına bir tel çekmiş ve "Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş Kanununun çıkmasını önlemek amaciyle CHP. nin engelleme gayretlerine Meclis Başkan vekilinin de katıldığını, Başkan vekilinin bu davranışıyla Anayasayı ve İçtüzük hükümlerini ihlal ettiğini, Meclisi çalıştırmadan toplantıyı kapattığını", belirttikten sonra bazı olaylar zikretmek suretiyle tutumunu tenkit etmiş ve sonuçta kişiliğine teessüflerini bildirmiştir.
Bu telgraftan haberdar olan davalı ise, 17.9. 1976 günü (yerel mahkemenin de kararında belirttiği gibi) davacıya şeref ve haysiyetini ihlal eden bir tel çekmiştir. Bu telgrafta dile getirilen sözlerin Meclis çalışmaları ile ilgili olmadığı açıktır. Telgrafın Meclis Pastahanesi'nden çekilmiş olması sonuca etkili değildir. Kaldı ki, bu davranış ve sözler Meclis içi bir faaliyetin meclis dışında da tekrarı niteliğinde sayılamaz. Çünkü, yukarıda da belirtildiği gibi olayın cereyan şekli itibariyle bir temsilcilik fonksiyonunun gereği de olmadığı anlaşılmaktadır. Esasen davalı, davacıya çektiği telgrafta bahsettiği konular doğrultusunda bir meclis içi faaliyette bulunduğunu da kanıtlıyamamıştır. Bütün faaliyetlere ilişkin olarak ibraz ettiği belgeler, tümüyle telgrafın çekilmesinden sonraki tarihlere ilişkindir. Bu itibarla olayda Anayasa'nın 79/1. maddesinde öngörülen sorumsuzluk ilkesinin bu olayda uygulanması düşünülemez. Bu bakımdan mahkemenin, dairemizin gerekçesini aynen kararına aktardığı 8.7.1966 gün ve 3490 E. 7470 K. sayılı içtihadında açıklanan ilkeyi tamamen benimsemesine rağmen aksi sonuca varmış olması doğru değildir.
Mahkemece ileri sürülen ikinci red nedeni, davacının birlikte kusuru bulunduğu görüşüne dayanmaktadır. Mahkemenin, bu konuda ileri sürdüğü ilke gerçekten doğrudur. Zararı doğuran eylemin işlenmesine gerçekten mağdur ortak kusuru ile sebebiyet vermiş ise, o takdirde işin niteliğine göre tazminat isteme hakkı düşmüş sayılabilir.
Yerel mahkeme, aynen (Davacı, hakkındaki iddialar üzerine Anayasa ve ilgili kanunların belirttiği şekilde adli merciler huzuruna çıkıp aklanmak bakımından gerekli talep ve teşebbüslerde bulunduğunu, bütün imkanlarını kullandığını iddia ve ispat etmemiş olduğuna göre, adli merciler huzuruna çıkıp aklanmak hususunda gerekli girişimlerde bulunmaması ağır bir ortak kusur niteliğinde bulunmuş) olduğu gerekçesiyle de yine davacının manevi tazminat isteyemeyeceği sonucuna varmış bulunmaktadır. Mahkemenin bu gerekçesine de katılmak mümkün değildir. Zira, birlikte kusurun ne olduğu gerek bilimsel eserlerde ve gerekse uygulamada açıkça belirlenmiştir. Olayımızda zarar gören davacının, zararlandırıcı olayın meydana gelmesine kendi davranışı ile sebebiyet verdiğinden söz edilemez. Yerel mahkeme açık olmamakla beraber, davacının bir şaibe altında bulunduğunu, bu konuyu tahkik ile mükellef tahkikat komisyonunun çalışmasının engellendiğini ve böylece davacının adli merciler önüne çıkmaktan kaçındığını ve bu davranışının ise ağır kusur teşkil ettiğini söylemek istemektedir. Oysa, Millet Meclisi'nin bilinen çalışma sistemi içinde böyle bir gerekçeye katılmak olanağı yoktur. O halde, bu gibi durumlarda davacı değil, ancak davalı bu konuyu ispatla yükümlüdür. Kaldı ki, davalı dahi böyle bir savunma ileri sürmemiş bulunmaktadır.
Bütün bu yazılı nedenlerle davacının gerçekleşen. manevi tazminat isteğinin kabulü ve hak ve adalete uygun bir tazminata karar verilmesi gerekirken davanın reddi yönüne gidilmesi bozmayı gerektirir.
Sonuç : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 11.12.1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.