 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1978/6514
K: 1979/3456
T: 15.03.1979
DAVA : Taraflar arasındaki satış vaadi senedinin iptali davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda; ilamda yazılı nedenlerden dolayı 23.8.1963 gün ve 20621 sayılı satış vaadi senedinin iptaline ilişkin hükmün davalı avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacılar, miras bırakanları olan kardeşleri Osman'ın 31.10.1975 gününde çocuksuz olarak öldüğünü; ancak, ölümünden önce kendisinin mirastan pay almasını önlemek amacıyla sahibi bulunduğu 36 pafta, 1159 ada ve 1 parselde kayıtlı daireyi 23.8.1973/23.8.1963 olacak) tarihinde davalı karısı Emine'ye sattığını ileri sürerek, kendilerini mirastan yoksun bırakmak amacıyla (muvazaalı olarak) yapılan satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, iptali istenen satış vaadinin mirastan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ve dolayısıyla bir muvazaadan söz edilemeyeceğini benimsemiş, ve fakat davayı 180 sayılı Yasa hükümlerince kabul ederek satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar vermiştir.
Davacı bu hükmün gerekçesini temyiz etmemiştir. Hal böyle olunca, mirastan mal kaçırma ve muvazaa iddialarının tartışılmasına yasal imkan görülmemiş ve bu yön tartışmasız bırakılmıştır.
Dava konusu satış vaadi sözleşmesinin iptaline gerekçe ve dayanak gösterilen 180 sayılı (42 sayılı Kanun gereğince Emekli Olan Subaylara Mesken Yaptırılması Hakkındaki) Kanun'un 3. maddesi incelendikte; aynen "bu kanun hükümlerinden istifade edilerek edinilen meskenler 15 sene müddetle satılamaz veya herhangi bir şekilde devir ve ferağ edilemez." denildiği görülmektedir. Anılan yasanın bir kamu yasası niteliğinde olduğu ve üçüncü madde hükmünün de emredici bir kural olarak düzenlendiği kuşkusuzdur. Kural olarak hakim, BK'nun 19 ve 20. maddeleri hükümlerince, emredici hukuk kurallarını re'sen gözetmekle yükümlüdür. Bu bakımdan incelenen bu davada anılan yasa hükmünün niteliğinin belirlenmesinde yarar vardır. Az yukarıda da belirtildiği gibi, yasanın üçüncü maddesinin metninden yasa koyucunun borç doğuran bir muameleyi yasaklayıp, sadece kesin bir satışı, devir ve ferağı yani temliki tasarrufu yasakladığı anlaşılmaktadır. Esasen taraflar dahi Ankara 5. Noterliği'nde düzenledikleri 23.8.1963 günlü satış vaadi sözleşmesinde bu yasal engeli peşinen düşünmüşler ve sözleşmeye, belgenin düzenlenme tarihinden ancak 15 yıl sonra temliki bir tasarrufta bulunmayı öngören bur koşul koymuşlardır. Gerek dairemizin uzun yıllardan beri uygulaması ve gerekse 7. Hukuk Dairesi'nin 16.11.1964 gün ve 3130/7150 sayılı kararı da bu doğrultuda olup, yasanın öngördüğü 15 yıllık engel kalktıktan sonra, ferağ vaadinin yerine getirilmesini imkansız kılacak yasal bir nedenden söz edilemez. O halde, usulü dairesinde yapılan taşınmaz ferağ vaadi sözleşmesinin geleceğe muzaf ve engelin ortadan kalkması halinde doğuracağı sonucun şimdiden hükümsüz addedilmesine imkan yoktur. Nitekim aynı nitelikte önleyici hükümler bulunan 2510 sayılı Yasa'nın 30. ve 4753 sayılı Yasa'nın 54. maddeleri hükümlerinin sözkonusu olduğu durumlarda da aynı düşünce ile satış vadi sözleşmeleri geçerli sayılmaktadır. Bu durumda ve yasada öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde (ferağ vaadini öngören dava konusu) belgenin geçerli olduğu düşünülerek davanın reddine karar verilmek gerekirken, 180 sayılı Yasa hükmünün ve sözleşmenin yorumunda hataya düşülerek, davanın kabulüne karar verilmiş olması bozmayı gerektirir.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen nedenle davalı yararına (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 15.3.1979 gününde oybirliğiyle karar verildi.