 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1978/10606
K: 1979/3810
T: 22.03.1979
DAVA : Taraflar arasındaki manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 5000 liranın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davalı PTT Genel Müdürlüğü avukatı A.C. tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı D.C. oğluna velayeten açtığı bu davasında; parasız yatılı ilk öğretmen okulu birinci sınavanı kazanan çocuğunun 2.7.1974 tarihinde yapılacak ikinci sınava da hazır bulunması için Pülümür İlköğretim Müdürlüğünce vaktinde ve taahütlü mektupla yapılmış olan bildiriyi zamanında kendilerine ulaştırmamak suretiyle oğlunun anılan okulda okumasına engel olan PTT idaresinden 20.000 lira manevi tazminat alınmasını istemiştir.
Danıştay 12. Dairesinin 23.12.1976 gün, 1974/1615 esas ve 3118 Karar sayılı ilamıyla uyuşmazlığın adli yargı yerlerince çözümleneceğine karar verilmiş ve anılan ilam 20.5.1977 tarihinde davacı tarafa tebliğ edilmiştir. İnceleme konusu edilen bu dava da 14.6.1977 tarihinde Pülümür Asliye Hukuk Mahkemesine açılmış ve mahkemece istek hüküm altına alınmıştır.
Davalı idarenin 15.12.1977 günlü cevap ve 306.1978 tarihli temyiz layihalarında söz konusu edilen yargıtay Hukuk Genel Kurulununun 8.12.1974 gün ve 4/10 esas, 103 karar sayılı ilamında da belirtildiği gibi, görevsiz mahkemede açılan bir dava zamanaşımını kesmez. Nevarki, Borçlar Kanununun 137. maddesine göre, dava veya defi; vaziyet eden hakimin selahiyetli olmaması veya tamiri kabil ve şekle müteallik bir noksan veya vaktinden evvel ikame edilmiş olması nedeniyle reddolunmuş olup da arada zamanaşımı müddeti son bulmuş ise alacaklı hakkını talep etmek için altmış günlük ek (munzam) bir süreden yararlanır. Danıştaydaki dava süresi içinde açılmış ve bu davanın sonuçlandığı anda zamanaşımı gerçekleşmiştir. Yukarıda işaret edildiği üzere davacı altmış günlük süreden yararlanacaktır. Burada çözümlenmesi gereken sorun; bu sürenin hangi tarihte başlayacağı konusudur. Davalı idarenin iddia ettiği gibi sürenin başlangıcı Danıştayın karar tarihi olan 23.12.1976 günü değil, sözü edilen kararın davacıya tebliğ tarihi olan 20.5.1977 günüdür. Çünkü davacı 20.5.1977 günü davasının görev yönünden reddedildiğini öğrenmiş bulunmaktadır. Bu nedenlerle mahalli mahkemenin davalı tarafın zamanaşımı definin reddine dair kararı yasaya uygun bulunmaktadır.
Bir kimsenin mal varlığında artmaya veya bir kamu hizmetinin işleyişini düzenleyen hukuk kuralının belli şekilde uygulanması sonunda faydalanmasına engel olmak yoluyla onu zarara uğratmak halinde uygulanacak hüküm, Borçlar Kanununun 41. ve sonraki maddeleri hükümleri olmakla beraber, daha özel nitelikteki yasaların olayı bir haksız eylem olarak tanımladığı hallerde, Borçlar Kanununun 41. ve sonraki maddeleri hükümleri olmakla beraber, daha özel nitelikteki yasaların olayı bir haksız eylem olarak tanımladığı hallerde, Borçlar Kanununun genel hükümlerinin uygulanması düşünülemez. 5584 Sayılı Posta Kanununun 46. ve sonraki maddeleriyle PTT idaresinin üzerine aldığı bu kanuni görevin yerine getirilmesi sırasında, ancak sınırlı bir sorumluluk esası benimsenmiştir. Bu kanunun 46-47. maddelerinin 1. bentlerinin birlikte incelenmesinden çıkan sonuca göre, bu sınırlı sorumluluk, ancak gönderen kişi yararına gerçekleşebilecek özel bir sorumluluk durumudur. Gerçekten anılan Kanunun 50. maddesinde kullandığı deyimlerle gönderene karşı sınırlı sorumluluğun ne olacağını açıklamıştır. Oysa kanun 2. maddesinde saydığı PTT hizmetlerinin yalnız bu kurum tarafından yapılabileceğini benimseyerek tekel kurmuştur. O halde, özel durumlar için Kanunun koyduğu sınırlı sorumluluk, yalnız gönderene karşı tanınmış ve kamu hizmetine dayanan gönderilen kimse için böyle bir sınır kabul edilmiş değildir. Bu nedenle, gönderilenlere karşı olan sorumluluk, sınırlı sorumluluk dışında, genel hükümlere dayanan ve haksız eylemden doğan bir sorumluluktur. Oysa ki kurum, kendisine tanınan tekel hakkı ile yalnız gönderenlere karşı sözleşme icabı sorumlu olmayıp tekel ödevini yerine getirirken üçüncü kişilere karşı yönetmelikler ve kanunlardan doğan borçların uygun biçimde yerine getirilmesiyle yükümlü olmak itibariyle sorumludur. Uyuşmazlık konusu bu davada, davacı, kendisine taahhütlü mektupla gönderilen belgenin zamanında ulaştırılmadığını, idarenin kanunla üzerine yükleneni gereği gibi yerine getirmediğini ileri sürmüş ve bunu kanıtlamıştır. Gerçekten davalı, ilköğretim müdürlüğünün vaktinde taahhütlü olarak verdiği mektubu davacıya ulaştırmamakla davacının öğrenimine devam olanaklarına engel olmuştur.
Medeni Kanunun 24 ve Borçlar kanununun 49. maddelerine göre kişisel hakları halele uğrayan kimse manevi tazminat isteyebilir. Kişinin korunmasını isteyebileceği hukuki, ahlaki ve medeni niteliklerine ilişkin menfaatlerine kişilik hakları denir. Bunlar mal varlığı haklarının dışında kalan, parayla ifadesi veya başkalarına devri veya intikali imkansız bulunan haklardandır. Davacının öğrenimine devam edememesi suretiyle kişilik haklarının halele uğradığı kuşkusuzdur. Zira bu yüzden çevresi ve ekonomik durumu da göz önünde tutulduğunda belkide yaşamı boyunca telafisi mümkün olamıyacak güçlüklerle karşılaşacaktır. O halde davacının istemi doğrultusunda manevi tazminata hükmedilmesi doğru olduğundan karar onanmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenle ONANMASINA, 22.3.1979 gününde oybirliğiyle karar verildi.