 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1977/654
K: 1979/483
T: 18.05.1979
DAVA : Taraflar arasındaki senet iptali davasından dolayı yapılan yargılanmasından dolayı (Elmalı Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 24.3.1976 gün ve 974/55-121 sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 11. Dairesi'nin 29.6.1976 gün ve 976/3418-3445 sayılı ilamiyle, (.... açığa imza atılmak suretiyle tanzim olunan senet hukuken geçerlidir. TTK'nun 592. maddesi gereğince, aradaki anlaşmalara aykırı biçimde dondurulduğu usulen kanıtlanmadıkça yazılı delile karşı tanık ifadelerine dayanılmak suretiyle senedinin iptaline karar verilmesi doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle; yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davalı.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : TTK'nun 592. maddesi hükmünce; "tedavüle, çıkarılan tamamen dondurulmamış bulunan bir poliçe, aradaki anlaşmalara aykırı bir şekilde doldurulursa bu anlaşmalara riayet edilmemiş olması keyfiyeti hamile karşı ileri sürülemez; meğer ki, hamil poliçeyi kötü niyetle iktisap etmiş veya iktisap sırasında ağır bir kusur isnadı mümkün bulunmuş olsun." O halde, açığa imza suretiyle düzenlenen senet anlaşmaya aykırı olarak dondurulduğu ispat edilmedikçe geçerli sayılır. Diğer taraftan usulün 290. maddesi hükmünce senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı def'i olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler değeri ne olursa olsun tanıkla ispat olunamaz. Gene Usulün 289. maddesine göre senetle ispatı gereken hususlarda karşı tarafın açık muvafakatı halinde tanık dinlenebilir. Ancak bu muvafakatın hukuki sonuç doğurabilmesi belirli işlemlerin gerçekleşmesine bağlıdır. Şöyleki: Hakim re'sen karşı tarafa, kenisine ispat yükü düşenin iddiasını ancak yazılı delil ile ispat edilebileceğini fakat muvafakat edildiği takdirde tanık dinlenebileceğini hatırlatacak, bunun üzerine karşı taraf sahip bulunduğu hakkı yani isterse tanık dinletmeyebileceğini öğrendikten sonra buna rağmen muvafakat ederse tanık dinlenebilecektir. Olayda, herne kadar tanık dinlenmesine muvafakat edilmiş ise de, Usulün az önce açıklanan 289. maddesinde ön görülenişlemler gerçekleştirilmemiştir. Bu nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalının temyiz itirazlarını kabulü ile direnme kararının yukarda gösterilen nedenlerle HUMK'nun 429 maddesi gereğince (BOZULMASINA), 2.5.1979 gününde yeterli çoğunluk sağlanamadığından 18.5.1979 günü ikinci müzakerede salt çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı yalnız imza ederek davalıya verdiği açık bononun davalı tarafından doldurulup takibe konulduğunu, senette yazılı miktardan borçlu olmadığını ileri sürerek iptalini istemiş dava dilekçesinde de iddiasını tanık sözleri ile ispat edeceğini bildirerek iki sanığın ad ve soyadlarını yazmıştır. Duruşma sırasında davacının bu beyanı istek olarak tutanağa geçirildikten ve imzası alındıktan sonra, tutanağa davalıdan sorulduğu ve davalının tanık dinlenmesine muvafakat ettiği ve beyanının kendisine imza ettirildiği yazılıdır.
Mahkeme tanık sözlerine dayanarak senedin iptaline karar vermiş, yüksek özel daire HUMK'nun 288 ve 290. maddeleri hükümleri karşısında senede karşı tanık dinlenemiyeceği gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Gerçekten HUMK'nun 288. maddelerinde öngörülen senede karşı tanık dinletme yasağı kamu düzeni ile ilgili olmayıp, yanların yararlarını korumak amacını gütmektedir. Böyle olunca ister duruşma sırasında ister duruşmadan önce olmak üzere taraflar senedin tanık sözleri ile çürütülebileceği konusunda anlaşabilir. Hatta delil sözleşmesi yapabilirler (HUMK 287 m).
18.3.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında biri muvafakatın açık olması ve HUMK'nun 151. maddesinde belirtildiği biçimde "iki tarafın ikrar ve sulh ve feragatına taalluk eden kısımları bunların huzurunda okunarak kendilerine imza" ettirilmesi, diğer tanıkların muvafakattan önce "belli" bulunması olmak üzere, iki ilke benimsenmiştir. İçtihatta tanık dinlenmesine muvafakatın ikrar niteliğinde olduğu kabul edilmiş bulunmasına ve yukarıda anılan tutanağın içerikliğinden yerel mahkemece bu koşulun yerine getirildiği anlaşılmasına göre; ısrar kararının sonucu itibarıyla doğru olduğu kanısındayız. Olayda tanıklar dava dilekçesinde açıklanmış olmakla beraber esasen buna gerek olmadığını düşünüyoruz. Çünkü HUMK'nun 389. maddesinde tanıkların muvafakattan önce veya sonra belli edilmesi hususunda bir ayırım yapılmamıştır. Nitekim maddenin gerekçesinde İçtihadı Birleştirme Kararının bu doğrultudaki görüşü benimsenmemiş "bu muvafakat, diğer tarafın bu konuda dinletmek istediği tanıkların kimler olduğunu öğrenilmesinden evvel olabileceği gibi tanıklar belli olduktan sonra da beyan edilebilir" denilmek suretile uygulamaya yatkın bir yola gidilmiştir.
Maddede "yukarıda hükümler hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakatı halinde tanık dinlenebilir." Sözlerinin biçimsel ve uygunsal alandaki değerlendirmesi, oldukça geniş kapsamlı bir ilkeyi oluşturacağı için, üzerinde özenle durulmasında gereksinme vardır. Hemen belirtelim ki, maddenin gerekçesinde hakimin lehine senet karnesi bulunan tarafa senede karşı tanık dinlenemiyeceği, usül hükümlerinin bu doğrultuda olduğu hususunda bir açıklama, bir anımsatma yapması gerekeceğine, bunun zorunlu olduğuna ve nedenlerine ilişkin sözlere yer verilmemiş aksine "yazılı olarak sözleşilmiş ise yahut duruşma tutanağında yer almış ve imzalanmış bulunan açık bir muvafakatın mevcudiyeti halinde, hukuki işlemlerin tanıkla ispatı mümkün hale getirilmiş olmaktadır" denilmekle yetinilmiştir. Diğer yandan, mademki ilgililer duruşma dışında senede karşı tanık dinleneceği konusunda HUMK'nun 287. maddesine uygun olarak bir delil sözleşmesi yapabilirler ve bunun uygulanması sırasında usül hükümlerinin anımsatılmasına bir zorunluk görülmemiştir; o halde, duruşma esnasında yanların irade uyumu ile oluşan böyle bir sözleşmenin uygulanmasında da "hatırlatma" nın zorunlu olduğunu ileri sürmek açık bir çelişkidir.
Kaldı ki, hakimin sorması üzerine davalının tutanağa geçirilen imzalı yanıtından esasen bir anımsatmanın yapıldığı çıkarılabilir. Tersi bir uygulama davaların uzamasına ve katı bir şekilciliğe yol açacağından, sonucu bakımından ısrar kararının uygun olduğu ve tanık sözleri değerlendirilmek üzere dosyanın yüksek özel dairesine gönderilmesi gerektiği kanısı ile çoğunluk oyuna karşıyım.
Üye
(E.Ş)