 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 1977/506
K: 1978/12
T: 16.01.1978
DAVA : Hakaretten sanık (A)nın hükümlülüğüne dair (Adalar Ceza Mahkemesi)nden verilen 19/7/1977 günlü hüküm sanık vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Ceza Dairesi'nce incelenerek onanmasına karar verilmiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın CMUK.nun 322. maddesi uyarınca özel dairenin onama kararına itiraz etmesi ve onama kararının kaldırılmasını, hükmün bozulmasını isteyen 26/12/1977 gün ve 103 sayılı itiraz yazısı ile dosyanın 1. Başkanlığa gönderilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : 27/9/1975 günü işlenen hakaret suçundan dolayı davacı (E) 26/3/1976 tarihli dilekçe ile açtığı şahsi dava, mahkemece süresinde kabul edilmiş ve yapılan yargılama sonuda, sanık (A)nın bu suçtan hükümlülüğüne karar verilmiştir.
Sanık vekilinin temyiz isteği üzerine inceleme yapan özel daire: (CMUK.nun 40. maddesi açıklığına göre, davanın yasal süre içinde açılmış olduğu) gerekçesine dayanarak hak düşürücü sürenin geçmiş olduğuna ilişkin tebliğname düşüncesini reddedip hükmün onanmasına karar vermiştir.
Cumhuriyet Başsavcılığı sözü edilen onama kararına itiraz ederek özetle (CMUK.nun 40. maddesindeki kuralın, TCK.nun 108. maddesinde yazılı hak düşürücü sürenin hesaplanmasında uygulanamayacağını, 108. maddedeki sürenin ceza hukuku kavramı içinde bulunması yönünden buradaki süre hesabının TCK.nun 30. maddesine göre, yapılması gerekeceğini ve buna göre, suçun işlenmesinden itibaren 181 gün geçtikten sonra açılmış bulunan davanın süresi içinde açılmış sayılamayacağını) ileri sürerek onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bu nedenle bozulmasına karar verilmesini istemiştir.
İtiraz konusunun açıklığa kavuşması için ilgili görülen TCK.nun 30, 108, 116 ve CMUK.nun 40. maddelerinin birlikte incelenmesinde yarar vardır.
Bunlardan TCK.nun 108. maddesi aynen (takibi ancak şahsi dava ikamesine bağlı olan fiil hakkında selahiyettar kimse 6 ay zarfında dava etmediği takdirde takibat yapılamaz.
Müruru zaman haddini geçmemek şartı ile bu müddet davaya hakkı olan kimsenin fiilden ve failin kim olduğundan haberdar bulunduğu günden başlar..) hükmünü ihtiva etmektedir.
Maddenin yazılışında da açıkça anlaşılacağı üzere, yasa koyucu kovuşturulması şahsi şikayete bağlı suçlarla ilgililerin zamanaşımı gibi uzun bir süre dava tehdidi altında bulundurulmalarını sakıncalı görerek dava hakkının belirli bir süre içinde kullanılmasını öngörmüştür. Sözü edilen süre bu niteliği ile dava hakkını kullanılması için yasanın koyduğu bir zaman sınırlaması, diğer bir deyimle belli bir hakkı kullanmak üzere davacıya tanınan bir mehilden ibaret olup uygulayıcılar arasında "hak düşürücü süre" (Sükutu hak müddeti) olarak tanımlanmaktadır.
Yasalarımıza göre, hak düşürücü süre bir zamanaşımı değildir, Zira zamanaşımı suçun işlendiği tarihten itibaren işlemeye başlar ve koşulların gerçekleşmesi halinde kesilerek yeniden işlemeye başlar. Hak düşürücü sürenin ise işlemeye başladıktan sonra kesilmesi söz konusu olmadığı gibi başlama tarihi de dava hakkı olan kimsenin fiilden ve failin kim olduğundan haberdar olduğu gündür, aralarındaki bu ayrıcalıklar nedeniyle hak düşürcü sürenin yasa önünde zamanışımı sayılması mümkün değildir.
(Muvakkat cezalar gün, ay ve sene hesabıyla tatbik olunur. Bir gün 24 saat, bir ay 30 gündür. Sene resmi takvime göre hesap edilir.) hükmünü getiren 30. madde ise TCK.nun cezalar "başlığını taşıyan 1. kitap ikinci babında yer almıştır. Bu babtaki maddeler (m. 11-30) tümüyle cezaların cins, nev'i, süre ve niteliklerini ele alıp tanımlamakta ve infaz sırasında cezanın ne suretle hesap edileceğini göstermektedir. İnfaz sırasında cezaların hesaplanmasındaki esasları içeren bu madden sadece cezalar hakkında ugulanmasını öngören yasa koyucu, TCK.nun 116. maddesi ile bu temel ilkeye bir tek istisna kabul etmiş, gerek dava ve gerekse ceza zamanaşımının hesabında da anılan 30. maddedeki esasların uygulanmasını uygun bulmuştur. Hak düşürücü sürenin hesaplanmasında da 30. maddenin uygulanması öngörülse idi sözü edilen 116. maddeye benzer bir madde getirilebilirdi. Halbuki yasalarda bunu öngören herhangi bir hüküm mevcut değildir.
Görülüyorki, TCK.nunda yer almakla beraber niteliği ve ayrıcalıkları yönünden bir ceza olmayan ve bir zamanaşımı da sayılmayan hak düşürücü sürenin hesabında anılan 30. maddenin uygulanması olanağı yoktur. Hak düşürücü süre yukarıda da açıklandığı gibi bir hakkın kullanılması için yasa ile tayin edilen bir mehilden ibarettir ve bu niteliği ile CMUK.nunda yer alan ve tanımı yapılan mehiller hakkında 40. maddeye tabi olması ve böylece 108. maddedeki süre hesabının bu maddedeki esaslar dahilinde yapılması lazım gelir.
Buna göre, 27/9/1975 günü işlenen suçtan dolayı 26/3/1976 tarihinde açılan dava, TCK.nun 108. maddesinde tayin edilen 6 aylık süre içindedir.
Bu itibarla özel dairenin onama ilamında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından yerinde görülmeyen itirazın reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle itirazın reddine, gereği için dosyanın C. Başsavcılığına tevdiine 16/1/1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.