 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1977/3517
K:1978/4786
T:10.04.1978
- AVUKATLIK ÜCRET SÖZLEŞMESİ
- ÜCRET SÖZLEŞMESİ YAPMA
- ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI(GENEL VE ÖZEL SINIRLAMALAR)
- YORUM VE YORUMDA AMAÇ
ÖZET : 1 - Yürürlükten kaldırılmış olan 3499 sayılı Yasaya oranla daha geniş bir özgürlük getirmiş olan yeni Avukatlık Yasası, yine de ücret sözleşmesi yapma özgürlüğünü sınırsız bırakmamış, hem kendi yapısında öngördüğü bazı kurallarla, hem de özel yasalarda mevcut hükümlerle sınırlamıştır.
2 - Kamu yararı düşüncesiyle ve yolsuzlukları önlemek amacıyla 6830 sayılı Yasa avukatlık ücretlerini düzenleyici ve sınırlayıcı bazı hükümler getirmiştir.
3 - Bir hukuksal işlem sırasında iradesini bildiren kişinin, beyandan önceki ve sonraki durumu, gerçek amacını belirtme tarzı, hal icapları bazı kez, kullanılan sözlerin anlamından ayrılan ve uzaklaşan bir durumun kabulünü gerekli kılabilir.
(1136 s. Av. K m. 47, 163, 164)
(6830 s. İstimlak K m. 32)
(818 s. BK m. 19, 20)
Taraflar arasındaki alacak davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacılar avukatları tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu
Davacılar, davalı Avukat (E. G.) ile Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesi'nde mevcut 1973/359 esas sayılı (kamulaştırma bedelinin arttırılması) davalarını takip için anlaştıklarını; bu arada 16.3.1973 gününde biri diğerine ek iki adet ücret sözleşmesi yaptıklarını; davalı tarafından takip edilen davanın lehlerine sonuçlandığını ve davalının tahsil ettiği kamulaştırma bedellerinden 89.973 lirayı avukatlık ücretine karşılık olmak üzere alıkoyduğunu; oysa yapılan avukatlık ücret sözleşmesinin 6830 sayılı Yasanın 32. maddesi hükmünce geçerli bulunmadığını; kendilerinin davalı avukat tarafından aldatıldığını ve hülas ve saffetlerinden yararlanarak bu ücret sözleşmesinin imzalattırıldığını; esasen ücretin çok fahiş olduğunu ve bu nedenlerle de davalıyı azletmek zorunda kaldıklarını ileri sürerek davalı avukat tarafından haksız olarak alınan paranın geri alınmasına karar verilmesini istemişlerdir.
Taraflar arasında yukarıda esas numarası ve niteliği anılan davanın takibi için vekalet sözleşmesi yapıldığında ve işin sonuçlandırıldığında bir uyuşmazlık yoktur. Esasen mahkeme de bu maddi olguları aynen benimsemiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık imza ve içeriği dava dilekçesinde davacılar tarafından da açıkça kabul edilen 16.3.1973 günlü iki adet avukatlık ücret sözleşmesinin yorumundan ve nitelendirilmesinden doğmuş bulunmaktadır. Bu itibarla aynı tarihli her iki sözleşmenin üzerinde durulmasında davanın çözümü bakımından büyük yarar vardır.
Her iki ücret sözleşmesi aynı tarihi taşımaktadır. Ancak el yazısı ile düzenlenmiş olan ve (kamulaştırma bedelinin artışı üzerinden % 15 oranında ücret ödenmesine) ilişkin bulunan sözleşmede ilk matbu sözleşmeye atıf yapılmış olduğu anlaşıldığına göre, yukarıda anılan ek sözleşmenin, 75.000 liraya ilişkin matbu sözleşmeden sonra yapıldığı kabul edilmek gerekir ki, bu kabul tarafların iddia ye savunmalarına, mahkemenin kabulüne ve sözleşmelerde mevcut sözlere göre yerindedir. O halde, bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken en önemli sorun, her iki sözleşmenin niteliklerinin tesbiti ile ikinci sözleşmenin ilk sözleşmeyi ortadan kaldırmış olup olmadığının ve ilk sözleşmenin eki bulunup bulunmadığının saptanması olmalıdır.
16.3.1973 günlü ilk matbu sözleşmede tarafların, kamulaştırma bedelinin arttırılması davasının takibi için 75000 lira ücret üzerinde anlaştıkları açıkça görülmektedir. Bu sözleşme yapıldıktan sonra aynı gün taraflar bir ikinci sözleşme yapmışlardır. 2. sözleşmede aynen (bir tarafta Avukat (E. G.) ve diğer tarafta (N. B.) ve (M. U.) olduğu halde, 6 Mart 973 günlü ücret mukavelesine ek olarak bu sözleşmeyi tanzim ve imza edenler) sözleri yazıldıktan sonra devamla aynen (Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesi'nde ikame olunan istimlak bedelinin tezyidi davasında, (N. B.) ve (M. U.) istimlak bedelinin üzerindeki artıştan dolayı Avukat (E. G.) ye % 15 nisbetinde ücreti vekalet vereceklerdir) denildiği anlaşılmaktadır.
Yerel mahkeme, davanın reddine ilişkin kararında, ilk sözleşmeye ek olarak yapılan sözleşmenin geçerli olup olmadığının tartışılmasına gerek olmadığından ve davalının geçerli olarak yapılan ilk sözleşmeye dayanarak müvekkillerinden istemeye hak kazandığı ücretin, tahsil ettiği ücret kadar bulunduğundan bahisle, davacıların geri alma davasının reddine karar vermiştir. Böylece mahkeme bir taraftan ikinci sözleşmenin ek bir sözleşme olduğunu benimsemiş ve diğer taraftan da yine kendi ile (... ikinci sözleşme yapıldı diye ilk geçerli sözleşmenin yok olduğunun kabulü usul ve kanuna uygun düşmez) demek suretiyle, her iki sözleşmeyi bağımsız birer sözleşme gibi kabul etmiş ve böylece, sözleşmenin nitelendirilmesinde ve yorumunda açık hataya düşmüştür.
Davacılar tarafından benimsenmemekle beraber, bir an için ikinci sözleşmede mevcut sözlere göre, ikinci sözleşmenin ilk sözleşmenin eki olduğu kabul edildikte, mahkemenin görüşünün yasal dayanaktan yoksun olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Bilindiği gibi (ek) sözcüğünün sözlük anlamı (bir şeyin eksikliğini tamamlamak için ona katılan parça)(fazla olarak verilen şey)(eklenmiş, katılmış şey)dir. (Türkçe Sözlük-Türk Dil Kurumu Yayını-6. Bası- 1974-Sayfa 259). 0 halde, ikinci sözleşme ilk sözleşme ile bir bütün teşkil etmektedir.
Diğer bir deyimle, hem 75.000 liralık ücretin ve hem de arttırılacak kamulaştırma parasının % 15'nin ödenmesinin tek bir sözleşmede taraflarca kararlaştırıldığını kabul ve bu nitelikteki bir sözleşmenin Borçlar Kanununun 19,20 ve 6830 sayılı Kanununun 32. maddeleri hükümlerince geçerli olup olmadığının tartışılması zorunludur. Bunun aksi düşünülemez ve tartışılamaz. Hal böyle olunca, aynı sözleşmede öngörülen bu iki ücreti kapsayan sözleşmenin geçerli olup olmadığını konusu üzerinde durulması gerekir.
Bilindiği gibi; 3499 sayılı Eski Avukatlık Yasasına göre, avukatlık ücretinin kararlaştırılması konusunda daha büyük bir özgürlük getirmiş olan 1136 sayılı Avukatlık Yasası yine de bu özgürlüğü sınırsız bırakmamış ve hem kendi bünyesinde öngördüğü bazı kurallarla (47, 163, 164) ve hem de özel kanunlarda mevcut hükümlerle sınırlamıştır. Bu özel kanunlardan bir tanesi de 6830 sayılı Kamulaştırma Kanunu ve özellikle onun 32. maddesidir.
Yasa koyucu 6830 sayılı Kanunun 32. maddesinin (d) bendinde, 1136 sayılı Yasanın 164. maddesinin 3. Fıkrasıyla koyduğu yasağı daha genişleterek "hüküm altına alınacak şeyin değerinin belli yüzdesi koşuluyla ücret sözleşmesi yapılmasını" yasaklamış ve 33. maddesiyle de, bu esas uyarınca arttırılan bedele göre artıp eksilen vekalet ücreti kararlaştırılmasını suç sayıp tecrim etmiştir.
Bundan başka, 32. maddenin (e) ve (f) bentlerindeki davranışları da suç sayıp yasaklamakla kalmamış; (g) bendinde, arttırılan kamulaştırma bedelinin tamamının veya bir kısmının avukat veya dava vekili veya onlar namına hareket edenlere ait olacağının kararlaştırılmasını da yasaklamak suretiyle 1 136 sayılı Kanunun 164. maddesinin 3. fıkrası doğrultusunda fakat ondan daha güçlü bir kısıtlama getirmiş ve bu tür davranışları cezalandırılmış bulunmaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin 7.3. 1963 gün ve 286/53 sayılı kararının gerekçesinde de belirtildiği gibi, kamu yararı düşüncesiyle ve yolsuzlukları önlemek amaciyle 6830 sayılı Yasanın 32. maddesiyle vekalet ücretlerini düzenleyici ve sınırlayıcı özel hükümler getirildiğinde kuşku etmemek gerekir. Bunun içindir ki hasılı davaya iştirak tazammun eder şekilde kararlaştırılan avukatlık ücreti 32/g maddesi uyarınca geçersizdir. O halde aynı sözleşmede öngörülen % l5 oranındaki ücret koşulu geçersiz olduğuna göre, sözleşmedeki 75.000 liralık ücretle ilişkin koşulun da geçersiz sayılıp sayılamıyacağı yönü, bu davanın esasını ve dolayısiyle çözümünü ve sonucunu etkileyecektir. Bu durumda sorunu şöyle bir soru ile ortaya koyup yanıtlamak gerekmektedir. Acaba, bu tür karma ücreti kapsayan sözleşmeler bütünüyle mi? Yoksa % 15 ücret bölümüne ilişkin kısmı mı geçersiz olacaktır? Bu sorunun yanıtı aynı zamanda mahkeme kararında öngörülen gerekçenin de yanıtı olacaktır.
Konunun çözümü BK.nun 20. maddesinin 2. fıkrasının 2. cümlesinde yer almaktadır. Bu maddede öngörülen genel kurala göre, sözleşmenin münferit kısımlarındaki ayıp yani geçersizlik sadece bu kısımları mutlak butlana diğer bir deyimle geçersizliğe uğratır. Bu kuralı doğuran ilke, hukukun kamu yararı bakımından amaçlar ile bağdaştığı sürece, sözleşmeleri ayakta tutmaya çalışacağıdır. Bu ilke, ancak tarafların iradeleri karşısında yürümez. Taraflar geçersiz kısmı olmaksızın onu yapamıyacak idiyseler, bu takdirde bütün sözleşme geçersiz olur. Taraflar arasındaki (bir bütün teşkil eden) avukatlık ücret sözleşmesinde, biri maktu olmak üzere ve 75000 ve diğeri arttırılacak kamulaştırma ücretinin % 15'i olmak üzere nisbi olarak kararlaştırılan iki bölümden ibaret ücret öngörüldüğü anlaşılmaktadır. O halde, bu davada saptanacak husus maktu ve nisbi ücretten hangisinin esas olduğudur.
Taraflar, 1136 ve 6830 sayılı Kanunların öngördüğü sınır içinde ilk sözleşmede 75000 lira ücret kararlaştırmışlardır. Nisbi ücret ise mahkemece tezyid edilecek bedelin % 15'idir. Bu davada, davacıların vekili sıfatiyle davalı avukat, kamulaştırma bedelinin 933.941 lira arttırılmasını istemiş, mahkeme ise bedeli 418.418 lira arttırmıştır. Görülüyor ki, ek sözleşme ile ikinci kez kabul edilen nisbi ücret hiç de tali ve fer'i bir koşul değildir. Aşağı yukarı aynı değerde ve miktardadır. Bu takdirde taraflardan birinin iradesinin nisbi ücret koşulu bulunmasa dahi bu sözleşmeyi yine de yapacağını kabule elverişli sayılamaz. Her iki ücret de asli koşul niteliğindedir. Böyle olunca da sözleşmenin tümünün geçersiz sayılması yasa buyruğudur. Mahkemenin bu konu ve yasa kuralı üzerinde durup konuyu tartışmadan ve hiçbir gerekçe göstermeden 75000 liralık sözleşmeye ilişkin ücret koşulunu geçerli sayması yasa hükümlerine aykırıdır. Kaldı ki davacı, dava sırasındaki bütün savunmalarında her iki ücret koşulunun geçerli olduğunu savunmuş ve tahsil ettiği ücretin sadece 75000 liralık maktu ücrete karşılık olduğunu da ne ileri sürmüş ve ne de kabul etmiştir. 0 halde hüküm anılan nedenlerle bozulmalıdır.
Kaldı ki, ikinci sözleşmenin ilk sözleşmenin eki niteliğinde bulunduğunun kabulüne de imkan yoktur. Çünkü sözleşmeler bir yoruma tabi tutulduğu takdirde bu sonuca ulaşmak mümkündür. Kural olarak, yapılacak yorumlarda temel hüküm BK.nun 18. maddesidir. Kanunumuz, yorumun amacını, yani tarafların gerçek iradelerini tesbit keyfiyetini belirtmekle yetinmiş ve tarafların saklı amacına nasıl ulaşılacağını gösterir özel bir usul tayininden kaçınmıştır. Yorumda genel kural, tarafların gerçek ve ortak amaçlarını tesbit olunca, bu takdirde lafzı yoruma itibar edilemeyeceği kendiliğinden ortaya çıkar (Becker- İsviçre Medeni Kanunu Şerhi - IV. Borçlar Kanunu - Biilent Olcay Çevirisi- 1967-Sayfa 75). Bundan başka sözleşmenin her kısmı, sözleşmenin tümü gözönüne alınarak yorumlanmalıdır. Esasen kural olarak, sözleşmenin çelişik hükümleri ihtiva etmediği ve lüzumsuz bir hususu muhteva bulunmadığı asıldır. Hukuki işlem sırasında iradesini beyan eden kişinin, beyandan evvelki ve sonraki durumu, gerçek amacını ifade tarzı, hal icapları bazı kez, kullanılan sözlerin anlamından ayrılan ve uzaklaşan bir durumun kabulünü gerekli kılabilir. Bir federal mahkeme kararında da belirtildiği gibi, "bir sözleşmenin şekil ve muhteva yönünden değerlendirilmesinde; tarafların hatalı olarak, ya da sözleşmenin gerçek niteliğini gizlemek için kullandıkları yanlış adlandırmalar, ya da terimler değil, birbirine uygun gerçek iradeler göz önünde tutulur." Bu kural tarafların birbirine uygun gerçek iradelerinin, açıklamalarından çıkan anlamdan farklı olmasını şart koşmaktadır, (S.Kaneti - Federal Mahkeme Kararları - Cilt 1 - Sayı 17). Bundan başka yorum sırasında, beyanda bulunan kimsenin seviyesi,diğer tarafça farkedilebileceği oranda yorum sırasında nazara alınmalıdır. Çünkü, iş hayatındaki emniyet noktasından, yöneltilen bütün beyanların, muhatabın görüş açısından mütalaa ve hükme bağlanması zorunludur. Sonuç olarak, beyanın muhtevasının tesbitinde nazara alınması gereken amillerin çerçevesi, beyanın karşı tarafça anlaşılabilmesi oranına göre sınırlandırılmalıdır (Becker-age-75).
Yukarıda anılan bu kurallar karşısında, aynı gün yapılan ilk sözleşmenin eki olmadığı ve ikinci sözleşmede "Ek" sözcüğü yazılı olduğu halde tarafların gerçek amaçlarının ilk sözleşmeyi hükümden düşürmek oldukları sonucuna varmak mümkündür.
Çünkü, ilk sözleşmede maktu olarak 75000 lira ücreti öngörülmüş ve taraflar bu sözleşmeyi imzalamışlardır. Şayet ek olarak nitelenen sözleşmede, gerçekten ilk sözleşmeye nazaran pek önemli olmayan basit bir tali ve fer'i şart öngörülmüş olsaydı o takdirde ikinci sözleşmenin ilk sözleşmenin eki olduğu kabul edilebilirdi. Oysa, ek sözleşme olarak nitelenen aynı tarihli sözleşme ilk sözleşmeye nazaran daha ağır bir ücret koşulu getirmiştir. Bu nisbi koşulun, ilk sözleşmede unutulduğunu kabul hayatın olağan akışına, mantık kurallarına aykırı düşer. Çünkü, ek sözleşmede arttırılacak kamulaştırma bedelinin % 15'i oranında ücret öngörülmüştür. Açılan davada, yukarıda belirtildiği gibi 933.941 lira arttırma istenmiştir. Mahkeme isteğe aynen hükmetseydi bu nisbi ücret 141.000 liraya baliğ olacaktı. O halde, taraflar ikinci sözleşmeyi gayet bilinçli olarak yapmışlar ve böylece, muhtemelen davalı avukatın daha fazla ücret almasını sağlamayı öngörmüşlerdir. 2. defa kabul edilen nisbi ücretin ilk ücrete ilave olduğunu ve ilk sözleşmede unutulduğunu kabul bu bakımdan izahsız ve dayanaksız kalacaktır. Nitekim mahkeme, 418.418 liralık bir tezyide karar vermiştir ki bunun da ücreti 63000 liraya ulaşmaktadır. O halde, lafzen ek olarak nitelenen ikinci' sözleşmenin ilk sözleşmeyi hükümden düşürmeyi amaçlayan bir sözleşme niteliğinde kabul edilmesi yorum kurallarına da uygun düşecektir. Bu durumda 6830 sayılı Yasanın 32/g bendi hükmünce ikinci sözleşme batıl olunca, ortadan kaldırılan ilk sözleşmenin varlığını devam ettirdiğinden söz etmek mümkün olamıyacaktır. Hal böyle olunca tarafları bağlayacak bir sözleşme yok demektir ve davalı avukatın sözleşme hükümlerine dayanarak aldığı ücretin dayanağı kalmamaktadır.
Bütün bu yazılı nedenlerle davacıların temyiz itirazları yerinde olduğundan hüküm bozulmalıdır.
Sonuç : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve davacılar yararına takdir edilen 1400 lira duruşma avukatlık parasının davalıya yükletilmesine ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 10.4.1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.