 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1977/3137
K: 1978/3803
T: 20.03.1978
- HUKUKA AYKIRILIK (KİŞİSEL HAKTAN VAZGEÇME - HAKSIZ EYLEMDEN ÖNCE RIZANIN VARLIĞI)
ÖZET: Hukuk düzeninin koruduğu kişisel haklarının, özgür iradesi ile istiyerek çiğnenmesini sağlıyan ve böylece suç niteliğinde bir davranışta bulunan kişinin, bu davranışı şu ya da bu şekilde sona erdikten sonra donup kendisinin istiyerek çiğnettiği hakların karşılığı olan tazminat isteğini ileri sürmesi objektif haksızlık durumunu ortadan kaldırır. Böylece hak sahibinin haksız eylemden önce oluşan rızası nedeniyle failin eylemi hukuka aykırılık taşımaz.
(818 s. BK m. 41, 49)
Taraflar arasındaki tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı 50.000 liranın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hükmün davalı avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra dosya incelendi gereği konuşuldu
Davacı, davalı ile 1972 yılının Eylül ayında tanıştıklarını, kendisinin o tarihlerde Kadıköy'de Ağabey Pasajı'nda bir mağazada tezgahtar olarak çalıştığını, davalının da o binanın hissedarı olduğunu ve binada yazıhanesinin bulunduğunu, zamanla arkadaşlıklarının ilerlediğini, bu arada kendisinin, davalının evli olduğunu öğrendiğini, bunun üzerine davalıya "sen evlisin, bu ilişkinin sonu olmaz" demesine rağmen davalının "ben karımdan fiilen ayrı yaşamaktayım, boşanma davası açtım, oğlum askere gidince seninle evleneceğim" demesi üzerine arkadaşı ıklarının ilerlediğini, bu beyanda davalının kendisine muhtelif hediyeler aldığını, nişan yüzüğü verdiğini, nihayet davalının kendisini Ocak 1974 ayında Moda'daki evine götürüp orada bikrini izale ettiğini ileri sürerek, kişilik haklarını bu şekilde ihlal eden davalıdan maddi ve manevi tazminat istemiş; davalı eylemi inkar etmiş ve yerel mahkeme davalıyı tazminatla sorumlu tutmuştur.
Davaya konu edilen tazminatın hukuksal dayanağının, dava dilekçesinde de açıkça belirtildiği gibi (Sayfa 2, paragraf 7) evlenme vaadi ile kızlık bozma Olgusundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. O halde, öncelikle böyle bir iddianın yeterli delillerle kanıtlanmış olup olmadığı, diğer bir anlatımla davalının hukuka aykırı böyle bir davranışının bulunup bulunmadığı üzerinde durulması gerekir.
Davalı aleyhine (evlenme vaadi ile kızlık bozma) suçundan ötürü Kadıköy 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde açılmış bulunan ve 1803 sayılı Af Yasası ile ortadan kaldırılan 1974/261 esas sayılı dosya incelendikte;
Davacının ve kız kardeşi Semahat'ın davalının yazıhanesinin bulunduğu handa mevcut bir konfeksiyon mağazasında tezgahtar olarak çalıştıkları, bu arada davacı ile davalının tanıştıkları ve bir kaç kez davacı ile kardeşinin davalının yazıhanesinde getirdikleri yemekleri yedikleri, davacının davalının evli ve üç çocuk sahibi olduğunu ve kendisinden 33 yaş büyük bulunduğunu bildiği ve intihar olayının vuku bulduğu 6.5. 1974 günü davacının hastalandığı, patronundan izin aldıktan sonra davalının yazıhanesine çıktığı, yazı hanede davalının oğlunun da bulunduğu, davalının davacıyı oğlu ile evine göndermesini teklif ettiği ve fakat davacının bunu kabul etmeyerek çıkıp gittiği tanıkların ifadelerinden anlaşılmaktadır. Gerek ceza mahkemesinde ve gerekse tazminat davası sırasında dinlenen tanıkların hiç birisinin, iddiayı destekler nitelikte tanıklıkta bulunmadıkları ve hele evlenme amacıyla bikir izalesi olgusu çevresinde bir bilgileri olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim davacının ana, baba ve kızkardeşi dahi olayı davacıdan duyduklarını bildirmişlerdir. Kaldıki, davacı, davalının yazıhanesinde kızlığını bozduğunu hazırlık tahkikatı sırasında vaki 9.5. 1974 günlü ifadesinde bildirdiği halde, dava dilekçesinde Moda'daki evinde kızlığını bozduğunu belirtmek suretiyle, yanılgıya düşülmesi mümkün olmıyan bir konuda dahi çelişkili iddialarda bulunmuştur. Bundan başka davalının karısı ile aralarında herhangi bir boşanma davasının derdest olduğu yönü de sabitleşmemiştir. 0 halde davanın dayanağını teşkil eden evlenme vaadi, cinsi ilişki ve özellikle çocuk aldırma vakıaları hiç bir veçhile bu olayda gerçekleşmemiş, yani ispat olunamamıştır. Bu durumda davalının TCK.nun 423. maddesinin tecrim ettiği suçu işlediğinden söz etmek mümkün değildir. Zira, bizzat davacı bütün ifadelerinde ve dava dilekçesinde açıkça davalının evli olduğunu da bildiğini kabul etmektedir. Hal böyle olunca mahkemenin mevcut kanıtlar hilafına davalının evlenme vaadi ile davacının kızlığını bozduğundan bahisle tazminata hükmetmiş olması yasaya aykırıdır.
Bir an için davalının davacı ile cinsi ilişkide bulunmuş olduğu kabul edilse dahi hukuki durum yine de değişmeyecektir.
Çünkü; davacı, davalının evliliğini gizlediğini, kendisini kandırdığını, aralarındaki hukuki durum bakımından yanlışa düşürerek birlikte yaşama ve cinsi ilişkide bulunma durumunu sağladığını ileri sürmemiştir. Bütün beyanlarında ve dava dilekçesinde açıkça durumu bildiğini önce ve sonra açıklamış ve kabul etmiştir.
Herne kadar, evli bir erkeğin bir başka kadını yaşamına ortak etmesi yasa ve ahlak dışı bir davranış ise de, hukuk düzenince reddedilen bu durumu bile bile evlilik birliğine göre üçüncü kişi durumunda olan davacının da böyle bir öneriye olumlu bir karşılık verip, evli olduğunu bildiği bir erkekle yaşamını birleştirmesi, hukuk açısından aralarında ayrım (fark) olmayan eylemlerdir. O halde, hukuk düzeninin koruduğu kişisel haklarının giderek ve özgür iradesi ile isteyerek çiğnenmesini sağlayan, böylece suç niteliğinde bir davranışta bulunan kimsenin (davacının), bu davranışı ve şu veya bu biçimde sona erdikten sonra dönüp, kendisinin isteyerek çiğnettiği hakların karşılığı olan tazminat isteğini ileri sürmesi, her halde afaki iyiniyet kurallarına uygunluğu tartışılamıyacak bir durumdan önce, tazminat hukuku yönünden korunmaya değer bir davranış da sayılamaz; açıkça objektif haksızlık durumunu kaldırır.
Gerçekten BK.nun 49. maddesi, manevi tazminat isteminin kabul edilebilmesini, ağır zarar ve ağır kusur koşullarının varlığına bağlamıştır Bir olayda mücerret zararın ağırlığı herhalde yalnız başına tazminatı gerektirmez. Ayrıca işlenen eylemin hukuka aykırı olması ve özellikle ağır kusur koşulunun da olayda bulunması gerekir. Bu bakımdan zarar gördüğünü ileri süren kimsenin haksız eyleme rıza göstermesi, o eylem suç niteliğinde bulunmadıkça veya vazgeçilemez haklara ilişkin olmadıkça tazminat isteğini düşürür Çünkü 20 yaşında ve bakire olan bir kız yönünden rızaen cinsi ilişkiyi tecrim eden bir hüküm yasalarımızda yoktur. Sübjektif haklar ise, hukuk düzeni tarafından sahiplerinin iradesine bağlı olarak korunan menfaatler olduğundan, hak sahibinin rızası ile onun hukuki alanına müdahale caizdir. Nitekim olayda rızanın haksız eylemden önce vaki olduğu da davanın ileri sürülmüş şekilinden anlaşılmaktadır. 0 halde, davaya konu edilen olayda hukuka aykırılık unsurunun varlığından söz edilemeyeceğinden, tazminat isteğinin reddine karar verilmek gerekirken, yasa hükümlerinin yorumlanmasında ve olaya ilişkin delillerin takririnde hataya düşülerek verilen ödetme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve davalı yararına takdir edilen 1400 lira duruşma avukatlık parasının davacıya yükletilmesine, peşin harcın istek halinde geri verilmesine 20.3. 1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.