 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1977/1845
K: 1978/4946
T: 13.04.1978
DAVA : Taraflar arasındaki manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 10000 liranın faiziyle birlikte davalılardan alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hükmün davacı tarafından duruşmasız, davalılar avukatı tarafından da duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : 1 - Davacı, 28.1.1976 günlü dava dilekçesinde, etraflıca belirttiği gibi; davalıların hak arama özgürlüğünü kötüye kullanmak suretiyle kendisini Adalet Bakanlığı ile Ankara C. Savcılığı'na ihbar ve şikayet edip, yönetici sıfatıyla yedinde bulundurduğu paraları zimmete geçirmekle itham ettiklerini, bu konuda hakkında hazırlık tahkikatı yapıldığı ve fakat takipsizlik kararı verildiğini, buna rağmen davalıların bu karara da ağır ceza mahkemesi nezdinde itirazda bulunmak suretiyle kötü niyetlerini açığa vurduklarını ileri sürerek, davalıların bu davranışı ile halele uğrattıkları kişisel haklarına karşılık 50.000 lira manevi tazminatın tahsiline karar verilmesi istenmiştir.
Yerel mahkeme, davalıların eylemini sabit görerek 10.000 lira manevi tazminatın müteselsilen ödetilmesine karar vermiştir. Hazırlık tahkikatına ilişkin, belgelerle, tazminat davasına ilişkin dosyanın incelenmesinden; davacının vilayetine ilişkin olan ve kişisel hakları ihlal ettiği iddia edilen ihbar ve şikayet dilekçesinin davalılar tarafından değil, davalıların vekili avukat Mehmet tarafından verildiği; hazırlık tahkikkatı sırasında davalıların ifadelerine başvurulmadığı ve ayrıca takipsizlik kararına itirazın da yine avukat tarafından yapıldığı kesinlikte anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda taraflar arasında bir uyuşmazlık da yoktur. Her ne kadar, yerel mahkeme kararında, ihbar ve şikayetin davalılar tarafından yapıldığı kabul edilmekte ise de; bu kabulün dosyada mevcut kanıtlara göre maddi olgulara uygun düşmediği ve olayın yukarıda belirtildiği şekilde cereyan ettiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken yön; vekilin, daha geniş bir deyimle temsilcinin gerçekleşecek bir haksız eyleminden ötürü, temsil edilen kişilerin yani müvekkillerin hukuksal yönden tazminatla yükümlü tuttulup tutulamıyacağı sorunu olmalıdır. O halde konuya doğrudan doğruya girmeden önce (ve özellikle gereği olmadığı için temsil ilişkisi ile vekalet sözleşmesi arasındaki ayrıcalıklara değinmeden) temsil ve vekalet kavramları üzerinde kısaca durulmasında yarar görülmüştür.
Bilindiği gibi, Türk/İsviçre Borçlar Kanununun 32. maddesi ile doktirinde kabul edilen temsil nazariyesine göre; mümessil tarafından yapılan işlem gözönüne alınmakta ve bu işlemlerin hükümleri temsil olunanın üzerine düşmektedir. Temsilcinin kendi iradesi yaptığı hukuki işlemlerin hükmü ve sonuçlarının temsil olunana ait olması; yasal temsilde yasa ve sözleşmeye dayanan temsilde ise temsil olunan tarafından mümessile verilmiş bulunan temsil yetkisine dayanır. Diğer bir söyleyişle, yasa hükmü ile veya sözleşme ile verilmiş olan temsil yetkisi, mümessilin yaptığı hukuki işlemin doğurduğu hüküm ve sonuçların temsil edilenin hukuksal alanında meydana gelmemesi için aranılan yasal bir koşuldur. O halde temsilin amacı, bir kimsenin hukuki işlem yapabilmesi için, hukusal ve maddesel engel bulunan hallerde, o kimsenin işlemlerin kolaylaştırmaktır. Görüldüğü gibi temsil, herşeyden evvel temsil edilenin yararlarını korumaya amaçlar. Temsil olunan kimse ile mümessil arasındaki iç ilişkiye, temel ilişki denir. Bu temel ilişki, temsil olunan kimse ile mümessil arasında geniş anlamda bir iş görmeye dayanır ve iş görme yetkisini varlığını gerektirir. İş görme, bir hukuki işlemin yapılmasına ilişkin olabileceği gibi, ekonomik bir nitelik de taşıyabilir. Ne var ki, iş görme akla uygun (makul) ve (beşeri) bir eylem olmalıdır. Şu halde, her mümessil aynı zamanda, geniş anlamda bir iş görendir. İş görenin, iş sahibinin nam ve hesabına hukuksal işlem yapmak hususunda haiz olduğu iş görme yetkisi, temsil selahiyeti olarak tanımlanabilir. bu durumda, temsil selahiyeti iş gören selahiyetine nazaran daha dar bir kavramdır ve ancak iş görenin, temsil olunan kimse namına bir hukuki işlem yapmak selahiyetini haiz olduğu hellerde söz konusu olur. Buraya kadar yapılan şu kısa açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Temsil selahiyeti, mümessile temsil olunanın hukuksal alanında hükmü ve sonuç meydana getirmek üzere verilen bir selahiyet olduğuna göre, ilke olarak mümessil temsil ettiği kimse adına her türlü hukuki işlemleri yapabilir. Bu ilkenin bazı istisnaları mevcuttur. Bu istisnalardan en önemlisi de, haksız, hukuka veya ahlaka ve adaba aykırı eylemler hususunda temsilen caiz olamıyacağı ilkesidir. Yani haksız eylemlerde temsil olmaz. Çünkü ana ilke olarak, bir haksız eylem işleyen kimse, bunun hukuki sonuçlarına bizzat katlanmak zorundadır. Bunun nedeni ile haksız eylemlerin kusur unsurunun şahsi karakteri faiz olması kuralıdır. O halde, mümessil, işlemiş olduğu haksız eylemlen doğan sorumluluğunu, haiz bulunduğu temsil yetkisine dayanarak temsil edilene (dominus negotii'ye) devretmek suretiyle sorumluluktan kurtulamaz. Bunu gibi, mevcut hukuka aykırı olan bir sözleşmenin yapılması hussunda geçerli bu surette bir temsil yetkisi de verilemez. verilirse bu yetki mutlak surette batıl sayılır (Turhan Esener - Selahiyete Müstenit Temsil - 1961 - Saykfa 72) (V. Tuhr - Borçar Hukukunun Umumi Kısmı - Cevat Edeğe çevirisi - 1952 - Sayfa 339) (Esat Arsebük - Borçlar Kanunu - Genel Hükümleri - 1937 - Sayfa 228) (H. Becker - Borçlar Kanunu, Genel Hükümleri I. Fasikül - Bülent Olcay Çevirisi - Mah. 33, N. 7 - Sayfa 192). Bu bakımdan, davalı temsil edilen kişilerin mümessilin haksız ihbar ve şikayetinden ötürür sorumlu tutulmaları düşünülemez.
Yukarıda kısaca değinilen ve temsil konusunda oybirliği ile kabul edilen kural, vekalet sözleşmesinde de aynen uygulanır. Çünkü vekalet, temsil olunan kimse tarafından yapılan hukuki bir işlemin verdiği bir temsil yetkisidir. Davalılar tarafından vekilleri avukat Mehmet'e verilen vekaletnamede, davaya konu edilen hususta bir şikayet yetkisi verilmediği anlaşılmaktadır. O halde, yukarıda yazılı nedenlerle davalıların vekili tarafından yetki sınırı aşılarak vaki ihbar ve şikayet nedeniyle davalı müvekkillerin tazminatla sorumlu tutulmaları düşünülemez.
Yerel mahkeme, davalıların şikayet konusunda vekillerine davalı müvekkiller tarafından tahrik ve teşvik edilip edilmediği yönü üzerinde de durmamış ve yukarıda anılan ilkeler hilafına ve bu konuyu kararında tartışmadan davalıların sorumluluğu cihetine gitmiştir ki, bu kabul yasa hükümlerine aykırıdır. O halde, mahkemenin belirtilen konu üzerinde durup, gerekli inceleme yapıp, hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar vermesi için hükmü bozulmalıdır.
2 - Davacı dava dilekçesinde talep ettiği manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istememiştir. Herne kadar BK.nnu 50. maddesi hükmünce, müteselsil borçlulardan her biri borcun tamamından müteselsilen sorumlu iseler de ve aynı Yasanın 142. maddesi uyarınca alacaklı müteselsil borçlulardan veya bunlardan birisinden borcun tamamını istemek hakkına sahip ise de, davacı bu yolda bir istek ileri sürmemiştir. Oysa, HUMK.nun 74. maddesi hükmünce hakim, tarafların iddia ve savunmaları ile bağlıdır ve iddia dışına çıkarak karar veremez. O halde, müteselsilen tahsil isteği yok iken ve her davacının isteyebileceği hakkın daha azını dava etmesi mümkün iken, bu kural hilafına da müteselsilen tahsile karar verilmiş olması kabul şekli bakımından bozmayı gerektirir.
3 - Bozma nedenlerine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer yoktur.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın birinci ve ikinci bentlerde gösterilen nedenlerle davalılar yararına BOZULMASINA, üçüncü bentte gösterilen nedenle tarafların diğer temyiz itiraazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve davalılar yararına takdir edilen 1.400 lira duruşma avukatlık parasının davacıya yükletilmesine ve peşin harçların istek halinde geri verilmesine 13.4.1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.