Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1977/13113
K: 1978/12134
T: 26.10.1978
  • SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ İLKESİ VE SINIRI
  • YORUM (AMACI - YORUMDA KURAL)
  • SÖZLEŞMELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
  • İSTEME BAĞLILIK
ÖZET: 1 - Genel olarak kişiler, özel hukuk alanında diğer kişilerle olan ilişkilerini, var olan hukuk düzeni içinde kalmak koşuluyla diledikleri gibi düzenlemek, diledikleri konuda diledikleri ile diledikleri tipte sözleşme yapmak hak ve özgürlüğüne sahiptirler. Bu temel kural, tek taraflı irade açıklamalarında da geçerlidir.
2 - Bir sözleşmenin ya da irade bildiriminin geçersiz olacak şekilde değil, hukuksal sonuçlar meydana getirecek şekilde ve söze göre değil, gerçek ve ortak amaca göre bütünü içinde değerlendirilip, yorumlanması gerektir.
3 - Sözleşmenin hukuksal değerlemesi [takdiri]; bir sözleşmeyi kapsamına göre yasanın saptadığı türlerden birisine benzetmekten ibaret olup, sözleşmeden meydana gelen fer'i sonuçları belirtmek amacını güder.
(334 s. Anayasa m. 40)
(818 s. BK m. 19, 20, 18/2, 520 vd., 238/1, 213)
(2644 s. Tapu K m. 26)
(1086 s. HUMK m. 74, 76)
Taraflar arasındaki muarazanın meni ve belge iptali davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davalıların vaki muarazalarının men'ine ve ortaklık mukavelesi vasfının iptaline ilişkin hükmün Suresi içinde davalılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu
Davacı Nejat dava dilekçesinde; davalıların, imzası kendisine ait olan bir belgeye dayanarak ve bu belgenin adi ortaklık sözleşmesi olduğu iddiasiyle İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne bir dava açıp 1972 ve müteakip Yıllar için kar payı istediklerini, oysa bu belgenin hiçbir yönü ile adi ortaklık Sözleşmesi niteliğinde bulunmadığını, böyle bir sözleşmenin hiçbir yasal Unsurunu ve koşulunu kapsamadığını, bu itibarlada belgenin hiç bir bağlayıcı yanı ve müeyyidesi olmadığını, nitekim davacıların miras bırakanının kendisine bir ibra belgesi verdiğini, fakat fabrikasının yanması sırasında bu ibra belgesinin de yandığını ileri sürerek, belgenin hükümsüzlüğüne karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, belgenin hukuken geçerli olduğunu ve bu itibarla davacıyı bağlıyacağını, davacının ibra konusundaki iddiasını ispat edemediğini ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini savunmuşlar; yerel mahkeme ise iptali istenen belgenin BK.nun 521 ve müteakip maddelerinin öngördüğü koşulları kapsamadığı cihetle, adi ortaklık sözleşmesi vasıf ve mahiyetini taşımadığından, esasen belgenin başkaca bir hukuki vasfı bulunup bulunmadığının incelenmesinin görevi dışında bulunduğundan bahisle sonuçta (ortaklık mukavelesi vasfının iptaline, davalıların vaki muarazalarının menine) karar vermiştir.
Davada hükümsüz olduğu iddia edilen belge tarihsizdir. Ancak davacı tarafından belge altındaki imza açıkça kabul edilmiştir. Bu belge incelendikte; tek taraflı bir irade beyanını ihtiva ettiği ve bu belge ile davacının bir ödeme yükümlülüğü altına girdiği anlaşılmaktadır. Belgede aynen
(Babamdan kalan, Orhan gazide bulunan bir ev ve bir zeytinlikten maada bütün menkul ve gayrimenkul ticari mallarıma, işletmelerime, mevcut parama ve ilerde olması muhtemel servetime, iş dolayısiyle kaybetmediğim takdirde (% 50 sine) Mahir, İnci ve Beyza ortaktır. Her sene hesaplarımı tetkik edip karımın % 50 sini talep edebilecekleri gibi, aldıkları meblağı istedikleri şekilde tasarruf edebilirler. Ancak, mal ve sermaye taksiminde aldıkları kar kadar miktar, benim çektiğim miktarla masraflarımın yekunu kıyaslanarak umumi meblağdan düşülür.
Bu şartlar altında devam edecek haklarını ahare devir ve satış yapamazlar. 3. şah ıslara olabilecek borçlarının. karşılığı olamaz. Ancak, alacaklılar hisselerine isabet eden yıllık karlarının vergilerinin tenzilinden bakiye miktarının % 50 sini talep etmeye hak sahibidirler. İş bu senet tarafımdan, görmüş olduğum iyiliklerin şükran borcu olarak tanzim edilmiştir) denilmektedir.
Davalılar bu belgeye dayanarak açtıkları bir davada 1972 ve sonraki yıllar için 10.000 lira kar payı istemişler (Ek. 1), isteklerinin az yukarıda anılan ortaklık sözleşmesinden doğduğunu ileri sürmüşlerdir. Davacı ise, davalıların davalarına dayanak tuttukları (yukarıda metni aynen yazılan) belgenin bir adi ortaklık sözleşmesi niteliğinde olmadığından sözederek açtığı bu davada belgenin hükümsüzlüğünün tespitini istemiştir.
O halde bu davada çözümlenmesi gereken sorun, belgenin hukuki niteliğinin tespitinde düğümlenmektedir.
Genel olarak kişiler, özel hukuk alanında diğer kişilerle olan ilişkilerini hukuk düzeni içinde kalmak şartiyle diledikleri gibi düzenler, diledikleri konuda diledikleri ile sözleşme yapabilirler. Bu olanak, Borçlar Kanununda öngörülen (sözleşme serbestliği) ilkesinin bir sonucudur ve bu hak ve irade erkliği, (sözleşme hürriyeti) kavramı ile Anayasa tarafından teminat altına almıştır (Anayasa m. 40). 0 halde sözleşme serbestliği prensibine göre kişi "kanun tarafından düzenlenmiş olan sözleşme tiplerinden ayrı karma : nev'i şahsına münhasır sözleşmeler yapmak ve bunların koşullarını diledikleri gibi tespit etmek hukuka (yani buyurucu ve yasak koyan hukuk kurallarına) ve ahlak ve adaba aykırı olmamak şartiyle kanun tarafından düzenlenmiş olan sözleşmelerin fizyonomisini (tipini)değiştirmek ve konusunu yasal sınırlar içinde serbestçe tayin etmek" hakkını haizdir. Bu serbestinin nedenini; devamlı olarak değişen ve gelişen toplumun, gerek sosyal ve gerekse ekonomik ihtiyaçlarının zorlamasında ve buna karşılık (kanunları yaparken kendisine gerekli malzemeyi genellikle geçmişteki tecrübe, ilmi ve kazai içtihadlardan alan) yasa koyucunun bu nitelikteki hayati ihtiyaçları önceden derpiş edip, uzun bir geleceğin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını düzenleyememesinde aramak (azımdır.
Hiç kuşku yoktur ki bu kural, tek taraflı irade beyanlarında da geçerli olan bir kuraldır. Diğer bir söyleyişle, tek taraflı bir irade beyanı ile borç altına giren kişinin, bu irade beyanının geçerli olup olmıyacağı yine bu kurallarla (BK. 19, 20) çözümlenecektir.
Yukarıda gayet geniş hatları ile açıklanan ilkelerin ışığı altında, dava konusu sözleşme koşulları incelendiği takdirde varılan sonuç şudur.
Davacı, imzasını inkar etmediği tek taraflı bir irade beyanı ile davalıları "babasından kalma olduğunu bildirdiği Orhan gazide bulunan bir ev ve bir zeytinlik "hariç, bütün menkul ve gayrimenkul ticari mallarına, işletmelerine, mevcut parasına ve ilerde iktisap edeceği servetine (iş dolayısiyle kayba uğramadığı takdirde) % 50 oranında ortak etmiştir. Ayrıca her yıl, yıllık kazancının % 50 sini (belli koşullarla) vermeyi de davalılara karşı taahhüt eylemiştir. Davacı, bu irade beyanının gerçek nedenini de açıklamış ve taahhüdün "görmüş olduğu iyiliklere şükran borcu karşılığı yapıldığını" belirtmiştir.
Hal böyle olunca bütün uyuşmazlık tek taraflı olarak yapılmış olan bu taahhüdün gerçek hukuki niteliğinin ne olduğunun, geçerli bulunup bulunmadığının tespitinde toplanmaktadır.
Davacı, bu taahhüdün iradesini fesada uğratan bir nedenle düzenlediğini asla ileri sürmüş değildir. Sadece, davalıların bu belgeyi bir adi ortaklık belgesi olarak kabul edip, yıllık kar payı istemelerine karşın, belgenin BK.nun 521. ve onu takip eden maddelerindeki koşullardan yoksun olduğunu İleri Sürüp, bu nedenlerle hükümsüz olduğunun tespitini istemiştir. O halde, soruna ve uyuşmazlığa bu iddia çerçevesinde yak(aşılmasında zorunluk vardır.
Bilindiği ve müşahade edildiği gibi, çoğu kez tarafların yapmış olduğu kullanılan sözler, gerçek ve ortak amaçları tereddütsüz belirtecek yeterlilikte ve açıklıkta değildir. Sözleşmelerde ve bütün hukuki işlemlerdeki kesinlik ifade etmeyen irade beyanlarının gerçek anlam ve amacı hakim tarafından BK. 18/le göre, yorum yoluyle tespit edilecektir. Gerek sözleşmelerin kurulmasında ve gerekse yorumunda bilimsel ve yargısal görüşler (irade teorisi) nden ayrılmış ve tarafların iradelerine değil, beyanlarına üstünlük tanıyıp, sözleşmelerin kurulmasında iradelerde değil, irade beyanları arasında bir uygunluğun şart ve yeter olduğu sonucuna varmıştır. Sözleşmelerin yorumunda da kabul edilen bu teori (güven prensibi) dir. Beyan muhatabının fiilen o beyanı nasıl anladığına ya da kendisince bilinebilen bütün hal ve şartları dürüstlük (objektif iyiniyet) kuralları gereğince değerlendirerek nasıl anlaması gerektiğine bakılması icabeder ki, bu (güven ilkesi) nin bir sonucudur Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında aynı ilkeyi açıkça benimsemiştir. (HGK. 3.4. 1963 gün 2/93 E., 29 K.)
Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi yorumda genel kural, tarafların gerçek ve ortak amaçlarını tespit olunca, bu takdirde lafzi yoruma itibar edilemeyeceğinden meydana çıkar. Bu bakımdan, sözleşmenin her bölümü, sözleşmenin tümü göz önüne alınarak yorumlanmalıdır. Esasen kural olarak sözleşmenin çelişik hükümleri ihtiva etmediği ve lüzumsuz bir hususu muhtevi bulunmadığı asıldır (Türk-Borçlar Hukuku - C. Edege çevirisi - Cilt 1, Sayfa 283, Dip not 9). Hukuki işlem sırasında iradesini beyan eden kişinin, beyandan önceki ve sonraki durumu, gerçek amacını ifade tarzı, hal icapları bazı kez kullanılan sözlerin anlamından ayrılan ve uzaklaşan bir durumu kabul ettirirler. Binaenaleyh bu sakınca, tarafların gerçek amaçlarını araştırılması suretiyle ortadan kalkacaktır. Federal mahkeme de kararlarından aynı ilkeyi benimsemektedir (Türk-age-283)(Selim Kaneti - İsviçre Federal Mahkemesi'nin Borçlar Hukuku Kararları - Cilt 1, Sayfa 16 vd. ndaki 21 nolu karar).
Kaldıki, sözleşmelerin hukuki takdiri, tarafların iradelerinin yorumuna da sıkı sıkıya bağlıdır. Hukuki takdir; sözleşmeyi kapsamına (muhtevasına) göre kanunun tespit ettiği nevilerden birisine ithal etmekten ibaret olup, sözleşmeden husule gelen fer'i sonuçları belirtmek amacını güder (Türk age-287). Çünkü, taraflar çok zaman hukuki bilgi ve hukuki teknik tabirlerden yoksundur. Esasen HUMK.nun 76. maddesi hükmü ile 4.6.1958 gün ve 15/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da bu amaçla sevkolunmuştur. Demek oluyor ki hakim, Usulün 74 ve 75. maddesi gereğince ancak tarafların ileri sürdükleri maddi olgular ve neticei talep ile bağlı olup, dayandıkları kanun hükümleriyle ve onların hukuki tavsineriyle bağlı değildir ve kanunları resen tatbik etmekle yükümlüdür.
Şu açıklamaların ışığı altında davaya konu edilen belge incelendikte bu belgenin tipik bir (bağışlama vaadi) olduğu görülmektedir. Nitekim davacı, tek taraflı irade beyanında; malvarlığına dahil belli mallar hariç, (bütün menkul ve gayrimenkul ticari mallarının, işletmelerinin, servetinin hem %50 siflt davalılara bağışladığı ve hemde ayrıca yıllık kazancının % 50 sini belli sınır ve koşullar içinde davalılara ödemeyi vaadettiği) anlaşılmaktadır. Davacı, belge son kısmında bunun nedenlerini de açıkça belirtmiştir. Bu belgenin bir erinde ve taşınır ve taşınmaz ticari mallarla ilgili bölümünde (ortak) kelime kullanılmış olması, bu belgenin nitelendirilmesine etkili değildir. Çünkü, davacının gerçek amacı, BK.nun 520 ve müteakip maddelerinde düzenlenen bir adi ortaklık kurmak değildir. Bu yön belgedeki sözlerden dahi anlaşılmaktadır. Şu halde ortada yorumu dahi gerektiren bir yön bulunmadığı açık ve seçik olarak anlaşılmaktadır. Bu bakımdan olayda, taraflar arasındaki uyuşmazlığın (tarafların yanlış nitelendirmeleri yüzünden) adi ortaklık sözleşmesine ilişkin kurallarla çözümlenmesine yasal olanak yoktur ve böyle bir çözüm yoluna gitmek, yukarıda da açıkça izah edildiği veçhile usulün 76. maddesinin açık hükmüne aykırılık teşkil eder. Hal böyle olunca, davaya konu edilen belgenin (bağışlama vaadi) yönünden incelenmesinde zorunluk vardır.
Bilindiği gibi, bağışlama vaadi, bir kimsenin diğerine ivazsız olarak malının tamamını veya bir kısmını temlik etme taahhüdünde bulunmasını öngören bir sözleşmedir. Bu tür sözleşmede, sözleşmenin yapılması ile yerine getirilmesi aynı zamana tesadüf etmemektedir. Bu sözleşme, bir sözleşme yapma vaadi (ön akit) olmayıp, bizatihi sözleşmenin kendisidir (Haluk Tandoğan Borçlar Hukuku Akdin Muhtelif Nev'ileri - 1962 - Sayfa 142). Borçlar Kanununun 238/1. fıkrası, bağışlama taahhüdünü şekle bağlamıştır. Bu şekil yazılı şekildir. Bu bakımdan, bir sözleşme niteliğinde olan bağışlama taahhüdünün, yazılı olarak yapılması geçerlik şeklidir. Ancak BK.nun 238. maddesinde öngörülen bu şeklin, bağışlayanı korumak için konulmuş olduğunda kuşku yoktur. Bu bakımdan, bağışlama vaadinde şekil tek taraflıdır ve lehine bağış yapılan kimsenin (davalıların) kabulü şekle bağlı değildir (Türk, age-246)(HGK. 17.12.1958 gün ve 7/ISI E., 147 K.). Fakat hemen belirtmek gerekirki yazılı şeklin yeterliği, ancak ve sadece tapusuz taşınmazların, taşınır mal veya hakların bağışlanması taahhütlerinde geçerli olup, tapulu taşınmaz malların veya tapulu taşınmaz mal üzerindeki ayni hakların bağışlanması vaadi için yeterli değildir. Çünkü tapulu olan mal ve ayni hakların bağışlama taahhütlerinin, BK. 213 ve 2644 sayılı Tapu Kanununun 26. maddeleri hükümlerince tapu sicil muhafızı veya memuru tarafından yapılması gerekir.
Ancak, dava nitelikçe sadece kar payına ilişkin bir talebe karşı geçersizliğin tespitine ilişkin bulunduğuna ve bağış taahhüdüne konu edilen taşınmazlarla ilgili ne bir talep ve nede bir inceleme söz konusu olmadığına göre, belgenin bu yönü üzerinde dairece de durulmasında gerek görülmemiştir.
O halde, bütün bu nedenlerle taraflar arasındaki kar payına ilişkin bağış taahhüdünün gerek muhteva ve gerekse şekil yönünden geçerli olduğunda kuşku yoktur. Kaldı ki davacı, böyle bir taahhüdün, kendisinin ekonomik varlığını tehlikeye düşürdüğünü, kişisel haklarını ağır bir şekilde halele uğrattığını, ve bu itibar ile de sözleşmenin genel ahlaka aykırı olduğunu ileriye sürmüşte değildir. O halde bu davada bu konu üzerinde de durulmasına gerek görülmemiştir.
Bütün bu anılan nedenlerle (ve davacı ibra konusundaki iddiasını da ispatlayamamış bulunduğundan) isteğin niteliği ile dayandığı maddi ve hukuki olgular karşısında davanın reddine karar verilmek gerekirken belgenin niteliğinde ve yorumunda hataya düşülerek muarazanın men'i konusunda bir istek de bulunmadığı ve dava (belgenin hükümsüzlüğünün tespiti isteğine ilişkin olduğu halde, Usulün 74 ve 76. maddeleri hilafına tetkik olunan belgenin başkaca bir hukuki vasfı olup olmadığının incelenmesi görevimiz dışında olup, ancak hukuki vasfı itibariyle tarafları ilzam edici nitelikte adi ortaklık mahiyetini taşımadığı neticesine varıldığından davalıların vaki muarazalarının men'ine ve ortaklık mukavelesi vasfının iptaline) şeklinde hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 26. 10. 1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06
  • Kısmi Kabul ve Kısmi Red Kararından Sonra 3/4 oranından indirimli icra vekalet ücreti 
  • 26.04.2025 09:11


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini