 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1977/11751
K: 1978/10809
T: 02.10.1978
- ADAM ÇALIŞTIRANIN SORUMLULUĞU
ÖZET: Adam çalıştıranın sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Sorumluluğunun kaynağı, adam çalıştıranın göstermekle yükümlü olduğu özenle iş görme ödevinin ihlalidir. Özen ödevi a) Çalıştırılanın veya işçinin seçiminde dikkat ve özen gösterme, b) Talimatta özen gösterme, c) Denetim ve gözetimde özen gösterme d) İşin organizasyonunu esaslı ve doğru bir şekilde kurma unsurlarından oluşur.
(818 s. BK m. 55)
Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu.
Bandırma Gübre Fabrikaları Anonim Şirketi (BAGFAŞ), fabrika tesislerine ait ilk 5 ünite inşaatın yapım işini 19 Temmuz 1971 tarihinde Bandırma Noterliği'nde düzenlenen 6166 sayılı sözleşme ile Emrullah adındaki müteahhide tevdi etmiştir. Emrullah'ın 16.5. 1972 günü ölmesi üzerine bu kerre aynı işin yapımı Emrullah Firması varisleri davalı Handan, Suna, Aksu ile aynı firma ortakları Yılmaz ve Özer adlı davalılara Beyoğlu 5. Noterliği'nde düzenlenen 10956 sayılı ve 31 Mayıs 1972 günlü protokol ile devredilmiştir. Davalılara ait yapımcı firma (müteahhit) inşaat işlerini eylemli olarak yapıma başlanmıştır. 15.8. 1972 olay günü 8. 10 sularında BAGFAŞ Firması'na ait ham madde ambarlarının inşaatı sırasında müteahhit davalıların istihdam ettiği vinç operatörü Yusuf'un ambarın 17 ve 18. askları arasına monte edilmek üzere vinç ile kaldırdığı prefabrik demir aşıklardan birisinin taşıma halkası yani bağlantı askı demiri kopmuş ve yere düşerek o sırada olay yerinden geçmekte olan BAGFAŞ Firması'na ait inşa halindeki fabrikanın elektrik işlerini kontrol ile görevli bulunan Yüksek Mühendis davacı Ahmet'in yaralanmasına neden olmuştur. Davacının yararlanması ile sonuçlanan olayın bu yolda cereyan ettiği ceza kovuşturması sırasında iş Güvenliği Müfettişlerinin düzenlediği rapor İle tazminat davasında seçilen müteaddit bilirkişilerin birbirini ikmal ve itmam eden raporları münderecatından anlaşılmaktadır. O halde, 7.2. 1977 günlü bilirkişi raporunda belirtildiği gibi, davalılara ait müteahhit firmanın çalıştırdığı vinç operatörü Yusuf'un sevk ve idaresinde bulunan vinçte bir arıza meydana gelmediği, halatının kopmadığı ve fakat vinç tarafından kaldırılan altı metre boyunda ve 500-535 kilogram ağırlığındaki (aşık denen beton direğin 6 milimetrelik taşma halkası yani bağlantı ask demirinin kopması sonucu yere düştüğü ve oradan geçmekte olan davacıyı ağır bir şekilde yaraladığı) gerçekleşmektedir. Esasen bu konuda ne bilirkişiler ve ne de taraflar arasında bir uyuşmazlık yoktur.
İşte davacı, Yukarıda anılan bu maddi olguyu esas alarak ve özellikle davasına dayanak tuttuğu 19 Temmuz 1971 günlü istisna sözleşmesinin II. ve 31 Mayıs 1972 günlü protokolun 10. maddeleri hükümlerinden söz ederek davalı müteahhit firmayı dava etmiş ve uğradığı maddi ve manevi zararının ödetilmesini istemiştir.
Adam çalıştıran durumundaki davalılar ise savunmalarında; olayda BK.nun 58. maddesinin unsurlarının mevcut bulunmadığını, kendileri ile BAGFAŞ Şirketi arasında mevcut sözleşmenin II. maddesindeki sorumluluk hükmünün bu davada uygulama yeri bulunmadığını, davacıyı istihdam edenlerin kendileri olmayıp BAGFAŞ Şirketi olduğunu, esasen olayın meydana gelmesinde bütün kusurun davacıda olduğunu, bu nedenlerle açılan tazminat davasının reddi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Yerel mahkeme, yaptırılan müteaddit bilirkişi raporlarından söz ederek, olayda davalı müteahhit firmanın adam kullanan sıfatiyle kendisinden beklenen bütün tedbirleri aldığını olayda yüzde yüz kusursuz olduğunu, bu bakımdan davalılara ative izafesi mümkün bir kusur bulunmadığını ileri sürerek davanın reddine karar vermiş, red kararında başkaca bir gerekçe göstermemiş ve durumu tartışmamıştır;
O halde bu davada öncelikle, davacının tazminat davasının yasal dayanağının ne olduğu üzerinde durulmasında ve bunun kesin olarak saptanmasında yarar vardır.
Davacı yukarıda da değinildiği veçhile dava dilekçesinde sadece maddi olguları ve delillerini açıklamakla yetinmiş, davasının kaynaklandığı hukuki sebebi belirtmemiştir. Bilindiği gibi hukuki sebepler, davacının netice-i talebini haklı göstermek için dava dilekçesinde bildirdiği olayların hukuki niteliği veya hukuki tavsifidir. Davacı, dava dilekçesinde hukuki sebeblerin özetini bildirmelidir. Fakat, bunun yapılmamış olmasının bir müeyyidesi yoktur. Çünkü, hakim Türk kanunlarını resen uygulamakla yükümlüdür (HUMK. 76). Davacının dava dilekçesinde bildirdiği olaylara uygulanacak hukuk normunu yani hukuk kuralını (kanun hükmünü) bulmak ve uygulamak, başka bir deyimle bu olayların hukuki niteliğini yani hukuki sebebini tayin etmek, Türk Kanunları'nı uygulamak demektir. 0 halde bu husus, Türk Kanunları'nı resen uygulamakla yükümlü olan hakimin işidir. İşte bu nedenle hakim, tarafların kendisine bildirdikleri hukuki sebeble bağlı olmayıp, tarafların dilekçe ve layihalarında bildirdikleri olayların hukuki sebebini, kendisi doğru olarak tayin ve tespit eder. Gerek bilimsel görüşler ve gerekse ötedenberi uygulama bu doğrultudadır. Ne varki yerel mahkeme bu yön üzerinde durmamış ve davacının ileri sürdüğü olaylara uygulanması gereken kanun hükmünü tespit etmemiş ve dolayısiyle davayı red gerekçesini etraflıca tartışmamış sadece davalıların kusursuz olduğundan söz ederek isteğin reddine karar vermekle yetinmiştir.
Dava dilekçesinde ileri sürülen madde olgulara göre davacının, davalıların istihdam eden sıfatiyle sorumlu olmaları gerektiği hukuki nedenine dayandığı kuşkusuz anlaşılmaktadır. Nitekim olayın meydana gelmesi sırasında vinç operatörlüğünü yapan Yusuf hakkında dikkatsizlik ve tedbirsizlikle yaralamaya sebebiyet suçundan dolayı ceza davası açılmış olması ve bu davanın 1803 sayılı Af Yasası hükümlerince ortadan kaldırılması olgusu bu kabulü kanıtlamaktadır. Vinç operatörü Yusuf'un davalıları n çalıştırdığı kişi olduğu ihtilafsızdır. Hal böyle olunca soruna "İstihdam edenlerin sorumluluğu" açışından bakılıp tartışılması gerekir. Çünkü bu konuda varılacak sonuç, soruna çözüm getirecektir.
Bilindiği gibi Borçlar Kanununun 55. maddesinde deyimini bulan, istihdam edenlerin müstahdemlerinin eyleminden sorumlu tutulmaları ilkesi kendi yararı için başkasını çalıştıran kimsenin, bu işin ifasından meydana gelecek zarar tehlikesini bazı şartlar altında üzerine alması esasına dayanır. istihdam edenlerin sorumluluğu hakkında gerek doktrinde gerek içtihadlardaki (27.3.1957 gün ve 1/3; 22.6.1966 gün ve 7/7 sayılı içtihadı Birleştirme kararları) baskın görüş bunların kusursuz bir sorumluluğa tabi tutulmaları doğrultusundadır. İş gördürenin sorumluluğunun kaynağı, göstermekle yükümlü olduğu özenle iş görme (ihtimam) ödevinin (vecibesinin) ıhlalıdır sorumluluğun kökü, bizzat sorumlu şahsın ya da şahısların durumundadır. İstihdam eden, müstahdem veya işçilerini seçerken, onları çalıştırırken, başkalarına zarar vermemelerini sağlamakla ve buna dikkat ve özen göstermekle yükümlüdür. Esasen istihdam edenin sorumluluğunun dayanağını, onun müstahdeme nezaret ve özen hususundaki objektif vazifesinin ihlali teşkil eder.
İstihdam edenin bu özen ödevi (vecibesi) doktrin ve uygulamada genellikle dört esasta mütalaa edilmektedir.
a) Adam kullanan, müstahdem veya işçisini seçmede dikkat ve özen göstermelidir,
b) Talimatta özen göstermelidir,
c) Denetim ve gözetimde özen göstermelidir,
d) En önemli olarak da seçim, talimat ve nezaretten maada, istihdam eden kişi, işin organizasyonunu esaslı ve doğru bir şekilde kurmakla da ödevli ve yükümlüdür. Çünkü bu yükümlülük doğması muhtemel zararı önleyecek olan en önemli faktörlerdendir. İstihdam eden, işin kuvvetine ve önemine nazaran kifayetsiz personel kullanırsa, veya işin yapılmasını ve yürütülmesini tehlikeli bir şekilde düzenlerse organizasyon bakımından kusurlu hareket etmiş olur. Keza istihdam edenin, işin yürütülmesini sağlayan çalışma aletlerinin ve kullandığı malzemenin işe yarar olması lazımdır. Eğer, çalıştırdığı adamlara tevdi ve teslim ettiği araç ve gereçler ve işte kullandığı malzemeler bozuk ve hatalı ise, yine organizasyon bakımından kusurlu davranmış olur.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, istihdam edenlerin göstermekle mükellef oldukları bütün bu dikkat ve özen önlemleri (tedbirleri) yukarıda tarih ve numaraları belirtilen içtihadı birleştirme kararları göz önüne alınırsa, bunlara uyulmamasının objektif olarak tavsif edilebilecek olan ihmal veya kusur olduğu görülür. Çünkü, burada-söz konusu olan, yapılması gereken dikkat ve özenin yapılmamış olmasıdır. Bu özen ödevi ve buna riayet edilmemesi olgusu, objektif olarak takdir olunur. Subjektif bakımdan mazur görülebilecek bir neden iş gördüreni sorumluluktan kurtaramaz (Haluk Tandoğan-Türk Mesuliyet Hukuku - Ankara 1961 - Sayfa 108 vd.) Çünkü, gerek doktrinde ve gerekse uygulamada benimsenen görüşe göre, Borçlar Kanunu madde 55'te düzenlenen "iş gördürenlerin sorumluluğu, bir kusur karinesine dayanmamaktadır. İsviçre Hukuku gibi Türk hukukunda da kabul edilen hal tarzına göre, burada ne istihdam edenin ve ne de müstahdemin kusuru aranmamaktadır. Sorumluluk her ikisinin kusurundan bağımsız olarak teessüs etmektedir. Bunun için istihdam edenin sorumluluğu, bir SEBEB SORUMLULUĞU olarak kabul edilmektedir" (Bakınız. Yukarıda anılan İçtihadı Birleştirme Kararlarına) Nitekim, 27.3.1957 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının 4. paragrafında da belirtildiği gibi, Kanunun 55. maddesinin istihdam edene verdiği kurtuluş beyyinesi imkanı, kusursuzluğun ispatı değildir. Nitekim, tedbir alınmasının örneğin, adam kullananın ani bir akıl hastalığına veya ani bir kazaya uğrama durumları mücbir sebeb niteliğinde olduklarından, tedbir alınmamasının sonuçlarından dolayı onun hiç bir şekilde sorumlu tutulmaması gerekirdi. Oysa, durum böyle değildir. Çünkü, sorumluluktan kurtulma nedenlerinin yasaya konuluşu ile güdülen tek amaç, iş sahiplerini sorumluluktan kurtulacakları düşüncesiyle zararları önleyici tedbirleri teşvik ederek sosyal tehlikeyi azaltma düşüncesidir; yoksa yasa metnine kusur unsurunu sokma düşüncesi değil, 0 halde özetlenecek olursa, kusur ögesi hariç haksız eylemin diğer üç unsuru bir zararlandırıcı olayda tekevvün ve teşekkül edince adam kullanan sorumlu tutulacaktır.
Olayımızda, vinçi kullanan operatör İle davalılar arasında bir tabiyet ilişkisi bulunduğu ve zararın da vinç operatörü tarafından işin ifası sırasında meydana gelmesi itibariyle, işin yapılmasıyla zarar arasında illiyed rabıtası bulunduğu ihtilafsızdır.
O halde, davacının cismani zarara uğraması ile sonuçlanan olayda adam kullanan durumundaki davalıların gerekli dikkat ve özeni gösterip göstermediği konusu üzerinde etraflıca durulmasında yarar vardır.
a) Öncelikle davalıların vinç operatörü oln müstahdemlerini seçmede dikkatli davrandıkları ileri sürülemez.
Çünkü, kural olarak iş sahibi müstahdemini seçerken, onun meziyet ve fizik kabiliyetleri, karakteri hakkında bilgi edinmelidir. Özellikle çalıştırdığı adama yeni ve önemli görevler verirken de aynı dikkati göstermelidir. Oysa, İş güvenliği müfettişleri tarafından düzenlenen 12.9. 1972 günlü raporun 9/2-d bendindeki açıklamaya göre vinç operatörünün bu konuda ehliyetli bir kişi olduğu hususunda belge ve bonservisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davalılar bu beyanın ve olgunun aksini iddia ve ispat etmemişlerdir. Bundan başka davalıların adamı olan vinç operatörünün, 6 metre boyunda ve 500 ile 535 kilogram ağırlığında bulunan prefabrik aşıkları kaldırırken vinci idare ettiği kabinden etrafını görmediği bizzat kendisinin ifadesinden anlaşılmaktadır (14.9.1972 günlü beyanı). Güç ve önemli bir işi yapan bir vinç operatörünün oturduğu yerden etrafını görmemesine rağmen kendisine bir yardımcı şahıs verilmesini talep etmemesi bu görevin ehli olmadığının en belirgin bir kanıtıdır. Nitekim, az yukarıda anılan raporun 9/2-c bendindeki açıklamalardan da operatörün dikkatsiz davrandığı anlaşılmaktadır ki bu yön vinç operatörünün seçilmesinde kusurlu davranıldığının belirtisidir. Müdebbir ve işinin ehli bir müstahdem ya da mütehassıs bir işçi, prefabrik demir aşıkları kaldırırken taşıma halkalarıın sağlamlığını özellikle kontrol ettirmesi ve halkaların kopması ihtimaline karşı işverenini uyarması gerekirdi. Müstahdem bu basit tedbirin alınmasını da istememekle kusurlu davranmıştır.
b) Davalı adam çalıştıranların, talimat görevlerini özenle yerine getirdiklerinden de söz edilmesi mümkün değildir. Çünkü, adam kullanan kişiler özel bir tehlike arzeden işlerde, çalıştırdıkları adamlarının dikkatini çekmekle yükümlüdürler. Davalıların yaptıkları işin büyük tehlike arzeden iş olmasına karşın bunlar talimat konusunda o oranda özen ve dikkat göstermemişlerdir. Örneğin, vincin çalışma alanına (geçilmez) levhası koydurmuş olmalarına rağmen, bu alandan geçişi engellemek için adamlarına kesin talimat vermemişlerdir; eğer vermiş olsalardı bu talimatın yerine getirilmesi sağlanırdı. Çünkü, davacı davalı firma ile alakalı olmıyan ve iş yaptıran BAGFAŞ Firmasının elektrik işlerini kontrol eden yabancı bir kişiydi.
c) Davalılar, istihdam eden sıfatiyle çalıştırdıkları adamlarını daimi bir nezaretle yükümlüdürler. Çünkü, kural olarak adam çalıştıran tarafından verilmiş talimata, müstahdemin uymamasından ötürü iş sahibi sorumludur. Özel tehlike arzettiği anlaşılan montaj işinde davalıların nezaret ödevlerini ihmal ettikleri dosyadaki belge ve kanıtlardan açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gerek tanıkların ve gerekse tüm bilirkişilerin ortaklaşa belirttiklerigibi, vincin tehlikelerle dolu çalışma alanına girmeyi yasaklayan levha konulmuş olmasına rağmen, eylemli olarak buradan geçiş önlenememiştir. Bu yön gerektiğinde oraya bir veya birkaç görevli dikmek suretiyle fiilen ve hatta zorla gerçekleştirilebilirdi. Oysa, özellikle 28.7. 1975 günlü bilirkişi raporunda açıkça belirtildiği ve işaret edildiği gibi davalılar bu tehlikeli mıntıkada sorumlu bir. kimse bulundurmamışlardır. Bütün bu maddi olgular, nezaret görevinin yeterince özenle ve dikkatle yürütülmediğini göstermektedir.
d) Davalı istihdam edenlerin işin organizasyonunu da esaslı, doğru ve sağlıklı bir şekilde kurmadıkları anlaşılmaktadır. Bu yöne bir bakıma yukarıda b ve c paragraflarında etraflıca temas edilmiştir. Gerçi bilirkişi raporlarına nazaran davalı müteahhit firmanın çalıştırdığı vinçte bir arıza ve aksaklık tespit edilememiştir. Ne var ki, istihdam eden işçisinin kullandığı araç ve gereçlerden başka ayrıca inşaatta kullandığı malzemenin de hatasız olmasını sağlamak, hiç olmazsa bozuk ve ayıplı malzemeyi kullanmamak zorundadır. Davalı istihdam eden, BAGFAŞ Şirketinin ham madde ambarlarını prefabrik malzeme ile montaj işini yükümlenmiştir. Montajı yapılacak demir aşıklar 6 metre boyunda ve 500 ile 535 kilogram ağırlığındadır. Bu malzeme taşıma halkaları yani bağlantı askı demirlerinden bağlanmak üzere vinçle kaldırılıp yerine monte edilmektedir. Kaldırma işlemi çok tehlikeli olan bu malzemenin vinçle kaldırılması sırasında taşıma halkasının kopması ve diğerinin de bu ağırlığı çekememesi üzerine olayın meydana geldiği bilirkişi raporlarıyla anlaşılmaktadır. Bilirkişiler genellikle, düşen malzemenin taşıma halkalarında bir imalat hatası bulunduğunda birleşmişlerdir. Ancak, iş güvenliği müfettişlerince düzenlenen 19.9. 1972 günlü raporda vinç operatörünün kusurlu davranışı ile olayın meydana geldiği, buna karşı 28.7. 1975 günlü bilirkişi raporunda ise davalıların yukarıda b paragraflarında belirtilen şekilde talimat görevini özenle yerine getirmedikleri ve tehlikeli bölgeye kimsenin girmemesini sağlamak amaciyle sorumlu kimse bulundurmadıkları ve böylece olayın meydana gelmesinde % 40 kusurlu davrandıkları ve kusurun % 60'ının da davacıda olduğu kabul edilmesine karşın; 12.4. 1976 günlü bilirkişi raporunda davalıların yük kaldıran vincin etrafını tehlikeli ve yasak bölge ilan etmekle bu konuda alınabilecek her türlü önlemi almış bulunduklarından olayın meydana gelmesinde kusurlu bulunmadıkları ve nihayet 7.2.1977 günlü son raporda da, bir önceki raporda belirtilen önlemlerin alındığı ve esasen olayı bir imalat hatasının meydana getirdiği mücbir sebebten doğmuş bulunduğu benimsenerek davalıların sorumluluklarının gerektiren bir durumun mevcut olmadığı sonuç ve kanaatına varılmış ve yerel mahkeme de son iki rapordaki düşünceleri benimseyip davanın reddi cihetine gitmiştir.
Öncelikle hemen belirtilmek gerekir ki son iki bilirkişi raporundaki düşüncelere ne maddi olgu bakımından ve ne de sorumluluğun kaynağını teşkil eden MK.nun 55. maddesindeki açık hüküm bakımından katılmak mümkün değildir. Şöyleki; vinçle kaldırılan 6 metre uzunluğundaki malzemenin taşıma halkasının imalat hatası nedeniyle kopmuş olduğu kabul edilse dahi, bu durum davalı adam kullananın sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Zira, zarara uğrayan davacıya karşı imalatçı firma BK.nun 41. maddesi hükmünce ve davalı müteahhit de adam kullanan sıfatıyla MK.nun 55. maddesi hükmünce sorumludur. 0 bakımdan davalı müteahhidin beton direğin taşıma halkasının koptuğundan bahisle sorumluluktan kurtulması düşünülemez. Çünkü, davalı müteahhit, iş yerinde kullandığı malzemelerin bozuk ve hatalı olmasından ve bu yüzden doğan zararlardan sorumludur. Bu malzemelerin başka bir imalatçı firmadan satın alınmış olup olmamasının olayda hiç bir önemi yoktur. Adam kullanan, adamının kullandığı bir aracın. ya da gerecin imalinde bir hata bulunduğunu ve olayın bu imal hatasından doğduğunu nasıl ileri sürüp sorumluluktan kurtulamazsa, işinde kullandığı malzemelerde de imalat hatası bulunduğunu ileri sürüp sorumluluktan sıyrılamaz. Zira SEBEB SORUMLULUĞU ilkesi böyle bir savunmaya engeldir. Kaldı ki davalı adam kullanan, işçilerin kullandığı malzemenin sağlam olup olmadığını araştırıp kontrol etmekle de görevlidir. Bundan daha önemli olarak, olayın meydana gelmesinin tek amili ve nedeninin imalat hatasında olduğunu kabul de mümkün değildir. Çünkü, eğer davalı adam kullanan 28.7. 1975 günlü raporda çok açık olarak belirtildiği veçhile, şayet vincin çalıştığı tehlikeli alanı, girilmesi yasak mıntıka olarak sadece ilan etmekle kalmayıp, o alana başkalarının girmesini önleyecek sorumlu bir kimse koyup görevlendirseydi ve o görevli de görevini ihtimam ile yerine getirip hiç kimseyi sokmasaydı, İmalat hatası yüzünden taşıma halkası kopan askın başkalarına zarar vermesini kolaylıkla önleyebilirdi. O halde, olayın vukuunu sadece imalat hatasına bağlamak da mümkün değildir. Esasen davalılar sözleşmenin II. maddesine göre de sorumluluğu kabul etmişlerdir.
Bütün bu nedenlerden ötürü davalı adam kullananın müstahdem ve işçisini seçmede, talimatta, denetim ve gözetimde dikkat ve özen göstermediği ve en önemli olarak da işin organizasyonunu yeterli bir şekilde kurmadığı, hatalı malzeme kullandığı ya da malzemenin hatalı olup olmadığını gereği ve yeteri kadar denetlemediği ve böylece davacının cismen zarara uğramasına neden olduğu anlaşılmaktadır. Olayın meydana gelmesinde davacının birlikte kusurunun da olması maddi ve manevi tazminat takdirini engelleyen yasal bir neden olmayıp, bu yön ancak tazminatın kapsamına etkilidir. 0 halde mahkemenin, sadece davacının birlikte kusur oranını belirlemesi için yeniden bir bilirkişi incelemesi yaptırıp, hasıl olacak sonuç uyarınca hem maddi ve hemde manevi tazminata karar vermesi gerekirken, son iki bilirkişi raporundaki maddi ve hukuki olgulara ters düşen düşünceleri esas alarak, BK.nun 55. maddesiyle yukarıda anılan İçtihadı Birleştirme kararlarına aykırı gerekçelerle davanın reddine karar vermiş olması bozmayı gerektirir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve davacı yararına takdir edilen 1400 lira duruşma avukatlık parasının davalı. (ara yükletilmesine ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 2.10.1978 gününde oybirliğiyle karar verildi.