 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 1977/7538
K: 1977/7970
T: 11.07.1977
DAVA : Davacı dilekçesinde, davalı olan damadının ölünceye kadar bakma aktine istinaden vermek istediğini fakat kendisini kandırarak hile ile 6 parça taşınmazı tapuda satış gibi göstermiştir, iptalini istemiştir.
Davalı davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Bu karar süresinde davacı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Esas ve usul hükümlerini kapsayan kanunlarda "zaman" ile ilgili çeşitli hükümleri yer aldığı, "müddet" veya "süre"nin hukukta büyük bir önem taşıdığı kuşkusuzdu. Davalardan çoğunun kısa veya uzun "belirli" bir süre içinde açılması, yargısal işlemlerin hakim veya kanunun tanıdığı süreler sona ermeden yapılması zorunludur.
Dava, belirli süre içinde açılmadığı takdirde zamanaşımına uğradığı veya hak düşüren süre geçtiği için reddedilir. Savunma süresinde yapılmazsa geçersiz sayılır. Uyuşmazlıklarda süreleri "korumak," veya "kaçırmak" tarafların durumları ve davanın sonucu üzerinde kesin şekilde etkilidir. Bir gün önce açılan dava kazanılır, bir gün sonraya kalan ise reddedilir. Savunma için dahi durum başka türlü değildir. Hukukta süre taraflar için "var olmak veya olmamak" sonucunu doğuracak derecede önemlidir.
Yargılama sürelerine ilişkin bulunan hükümler Hukuk Ususül Mahakemeleri Kanunu'nun 11. bölümünde 159. ve sonraki maddelerde düzenlenmiştir. Yargılamada uyulması gereken sürülerin çoğunu kanun göstermiştir. Kanunun belirttiği süreler "kesin" olup istisnalar dışında eksiltilemez ve artırılamaz. Hakimin tayin ettiği sürüler ise taraflar dinlendikten sonra haklı nedenlere dayanılarak azaltılıp çoğaltılabilir. Kesin olduğu açıklanmayan ilk süreden sonra verilen ikinci süre ise kesindir.
Huku Usülü Muhakemeleri Kanunu'nun 163. maddesinde hakime tanınan süre yetkisi son yıllarda sık olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ülkemizde davaların daima olağandan daha çok uzadığından şikayet edilir. Bu sızlanmanın haklı yanları olduğu inkar edilemez. Yukarıda sözü edilen madde, davaların çabuklaştırılmasını sağlayan yararlı bir yasal olanak olarak kullanılabilir, kullanılması da gereklidir. Ancak uzun süre çalıştırılmayan ve adeta "dumura" uğrayan bu maddenin katı şekilde uygulanmasından doğacak sonuçları kabule henüz vatandaş hazır değildir.
Zira davanın tarafları uyuşmazlığın uzun süreceği hususunda yıllarca süren uygulamanın yarattığı vazgeçilmez bir alışkanlık ve kayıtsızlık havası içindedir. Bu gün, taraflar, 163. maddeye rağmen süreye riayetsizliğin doğuracağı sonucu idrak etmekten çok uzaktadırlar. Bu sakin tutumun ciddi, sürekli, tutarlı ve insancıl bir uygulama sonunda ortadan kaldırılması mümkün olabilecektir. Günümüzde, bu konuda yeteri kadar bilinçli ve bilgili olmayan taraflara karşı 163. maddenin çok dikkatle ve toleransla kullanılması zorunluluğu vardır. Taraflar uyarılmadan, 163. maddenin doğuracağı sonuçlar kendisine hatırlatılmadan sert bir uygulamaya gidildiği takdirde her davanın hakim tarafından verilen sürelere riayet edilmediğinden bahisle hiç bir incelemeye tabi tutulmadan kısa zamanda sona erdirilmesi ve reddedilmesi mümkündür.
163. madde iddia ve savunmaların tetkik edilmeden reddine değil, çabuk incelenmesini sağlayan bir yasal araç ve olanak olarak değerlendirilmeli ve öylece kullanılmalıdır. Bu madde hakimin davayı kısa zamanda başından atmak ve ondan kurtulmak için değil, tarafların ağır olmalarına engel olmak, uyuşmazlıkların normal sayılacak süreler içinde incelenmesini ve sonuçlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. 163. madde tarafları "köşeye sıkıştrmadan" ve "iki ayağını" bir pabuca sokmadan, hakimi "davayı başında attı" suçlamasına maruz bırakmadan, herkese güven ve rahatlık veren bir biçimde ve anlamda kullanılması gereklidir. Bu maddenin davaları katleden bir bıçak olarak değil, onları ağırlıktan ve yavaşlıktan kurtaran bir "çabukluk" ve "kıvraklık" mekanizması olarak duyarlılıkla ve dikkalte kullanması zorunluğu vardır.
Hakimin duruşmayı düzenli ve çabuk olarak yürütebilmesi, bu amaca ulaştıracak ara kararlarına saygınlık ve üstünlük sağlayabilmesi için kendisine taraflara süre tayin etmek yetkisi verilmiştir. Hakim süre ve kesin süre ile ilgili bir ara kararı verirken bazı yönleri gözden uzak tutmamak zorunluluğundadır. Süreye ilişkin ara kararları da öteki kazai kararlar gibi kolaylıkla anlaşılabilecek derecede açık olmalıdır. Hakim, Ulus adına emir vermek yetkisi olan bir kişidir. Hakimin neyi emrettiğini, hangi şeyin yapılmasını istediğini, herkes, özellikle taraflar ve infaza memur edilen kimseler tereddüde düşmeden ve rahatlıkla anlaşabilmelidir. Mahkeme kararlarının ipham ve tereddüde yer vermeyen, karanlık yönü bulunmayan, çelişkili yanları olmayan açıklık ve kesinlik taşıyan yargısal yapıtlar olması gereklidir. Hakim gerekirse tarafları dinleyerek, işin özelliğini ve tarafların durumlarını ve çevre koşullarını gözönünde tutarak ilgililerin neleri yapmaları lazım geldiğini, kendilerini dar ve zor duruma düşürmeden tesbit etmek suretiyle mehil vermesi mehle - süreye - riayet edilmemesi takdirinde ilgilinin uğrayacağı sonucun ne olacağını açıklayarak uyarması lazımdır. Ancak bu kadar duyarlık, titizlik ve açıklıkla verilen, davayı "baştan atma" şaibesi taşımayan bir ara kararı bağlayıcı ve geçerli olabilir. Yargıtay bu konuda çok hassastır. Özellikle hakim tarafından verilen süreye riayetsizlikten ötürü davanın reddi halinde, daireler uyuşmazlığın üzerine dikkatle eğilmekte, amaç dışı yapılan uygulamaları önlemeye çalışmaktadır.
Konu ile ilgili yasal hükümler ve yargısal uygulamalara dayanak olan ilkelerin açıklanmasından sonra uyuşmazlığa daha yakından elatmak zamanı gelmiş bulunmaktadır.
Davada, davalı taraf üstündeki tapu kayıtlarının iptali istenilmiştir. Dava dilekçesi iptalin hukuki sebebini kesinlikle ortaya koyacak açıklıkta değildir. Davacıdan hangi hukuki sebebe dayandığı sorulmamış, davacının ne istediği, neyi ve nasıl isbat etmesi lazım geldiği saptanmamıştır. Hal böyle olmasına rağmen mahkemece ikinci oturumda "davacı tarafın ... hata mı yoksa hileye mi dayandıklarını bildirmesine, delillerini bildirmesine bunun için davacı tarafa bir ay kesin süre verilmesine" şeklinde bir ara kararı verilmiş, sonunda kesin olan bu ara kararı yerine getirilmediği gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Davanın reddine dayanak olan süreye ilişkin ara kararında davacının davada hangi sebebe dayandığı bilinemediği için bir yandan bunun açıklanması gerekli görülmüş öte yandan dava sebebinin belli olmamasına rağmen davacının delillerini getirmesinden söz edilmiştir. Davada hukuki sebep belirlenmeden davacının neyi isbat etmesi ve ne gibi deliller getirmesi lazım geldiği tesbit edilmeden bir aylık kesin mehil verilmiştir. Dava tanıkla isbat edilecekse bunların nasıl çağırılacakları ve kendilerine ne miktar ücret ödeneceği saptanmadan, davacıdan delillerini ibraz edebilmek için ne kadar zamana ihtiyacı olduğu sorulmadan bir aylık kesin süre tayin edilmiştir. Mahkeme gereksiz bir acele ve telaş içindedir. Daha duruşmanın ikinci oturumunda hiç bir uyarıya lüzum görülmeden ve yeterli olup olmadığı sorulmadan bir ay gibi kısa sayılacak mehil verilmesi 163. maddenin amacıyla bağdaştırılabilecek bir takdir tarzı olamaz. SONUÇ : Yasanın öngördüğü amaca uymayan, yeteri kadar ağırlık ve açıklık taşımayan, insancıl duygular ile yurt gerçekleri ve insaf ölçüsüyle telif edilemeyen böyle bir ara kararını isabetli saymak ve davanın reddine dayanak yapmak imkanı yoktur. Hükmün bu nedenlerle HUMK'nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin harcın iadesine 11.07.1977 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.