 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1976/3435
K: 1978/23
T: 25.01.1978
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Adana İş Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 16.9.1975 gün ve 727-2129 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, (Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 21.5.1976 gün ve 9276-4034 sayılı ilamiyle,) (...hükme dayanak kılınan ve ibraname olarak adlandırılan belge işverence yapıldığı iddia olunan yardımları tesbit etmektedir. Bu bakımdan ibra olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmaktadır. Sözü edilen belge olsa olsa bir takım ödemelerin yapıldığını gösteren makbuz anlamındadır. Bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi..) sebebiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davacılar vekili,
Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Davacılar vekili müvekkillerinin miras bırakanlarının davalıya ait işyerinde geçirdiği iş kazası sonucu öldüğünü, kusurun tamamının davalı işverende olduğunu iddia ile fazlaya ait dava hakkı saklı kalmak kaydiyle şimdilik 5.700 lira maddi, 13.000 lira da manevi tazminatın alınmasına hükmedilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacıların müvekkilini ibra ettiklerini ileri sürmüş, mahkemece dava ibranameye dayanılarak reddedilmiş özel daire ibraname adı verilen belgenin gerçekte makbuz niteliğinde olduğu gerekçesiyle kararı bozmuş; mahkeme direnmiştir.
İş hukukuna egemen bulunan ilkelerden biride kuşkusuz işçiyi koruma ilkesi olup gerek yasa ile getirilen düzenleyici kuralların ve gerekse tarafların yani işçi veya hak sahipleri ile işveren arasındaki ilişkilere ait irade açıklamalarının yorumunda bu ilkenin ışığında hareket olunması zorunludur. Olayda davacılardan, iş kazası sonucu ölen işçinin eşinin kendi adına esaleten ve yedi çocuğuna velayeten noterde düzenlettiği belge, az önce açıklanan ilkenin ışığında ve tarafların sosyal durumları ile belgedeki sözlerin kapsamı dikkate alınarak yorumlandığında, hak sahiplerinin tek taraflı irade açıklaması ile beliren bir makbuz olarak kabul edilmelidir. Bu nedenlerle mahkemece Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 25.1.1978 gününde ikinci görüşmede yarıdan bir fazlayı geçen çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacıların miras bırakanı (A) işveren davalı (İ)'nin işyerinde sigortalı işçi iken 20.10.1973 tarihinde geçirdiği bir iş kazası sonucunda ölmüştür.
(A)nın, tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya nizamat ve evamir ve talimata riayetsizlikle ölümüne sebebiyetten (İ), (T), (S) aleyhlerine TCK.nun 455/1-son maddelerince Adana Asliye 3. Ceza Mahkemesi'ne açılan kamu davası suçun işleniş tarihi itibariyle 1803 sayılı Af Kanununun şumulüne girdiğinden 25.6.1974 günlü kararla ortadan kaldırılmıştır.
Davacılar vekili 14.3.1974 kayıt tarihli dava dilekçesiyle fazlaya dair talep ve dava hakkı saklı kalmak şartıyla, 5.700 lira maddi, 13.000 lira manevi olmak üzere toplam 18.700 lira tazminatın ödetilmesini istemiş davalı (İ) vekili de 4.6.1974 günlü cevap dilekçesinde yazılı sebeplerle, özellikle Adana 4. Noterliği'nde düzenlenen 12.11.1973 gün 25885 sayılı (Genel ibraneme ve feragat)a dayanılarak davanın reddini savunmuştur.
Gerçekte ise (Genel ibraname ve feragat) başlığını taşıyan 12.11.1973 günlü belge ile davacı (K) kendisine asaleten küçük çocuklarına velayeten ".. hadisenin oluş özellikleri ve bundan hiç bir kimsenin kasıt ve kusura dayanan hiç bir hareket ve sorumluluğu bulunmaması sebebiyle gerek yukarıda adı geçen (İ) ve gerekse ilgili sayılabilecek resmi ve özel kişi, kurum, ve kuruluşlardan münferiden veya müştereken hiç bir şekilde şikayetimiz olmadığı gibi maddi ve manevi takip ve başka bir müracaat yoluna başvurmayacağımızı adı geçenlerden hiç bir şekilde bütün zararlarımız karşılandığı için davacı olmayacağımızı ve kendilerini tamamiyle her suret ve şekilde zimmetlerini ibra ve ıskat ettiğimizi .. bundan böyle kendilerinden herhangi bir alacak talebinde bulunmayacağımızı, zimmetlerini tamamen ibra ettiğimizi açılmış veya açılacak hukuki, maddi, manevi ve cezai bütün davalardan feragat ettiğimizi .. beyan ikrar ve kabul" etmiştir.
İsviçre Borçlar Kanunun 115. maddesinde yazılı olan borç ibra (mutabakatla kaldırma) hükmü Türk Borçlar Kanununa alınmamıştır. Ancak HUMK.nun 63, 268 ve 100. maddelerinde (ibra) dan söz edildiği görülmektedir. Özellikle HUMK.nun 288/2 de ibranın borçluyu (borçtan kurtama) olarak tarifi yapılmıştır. Bu nedenle ibra borcun sukutu sebeplerindendir.
BK.nun 113. maddesindeki asıl borcun (.. sair bir surette sakıt olduğu takdirde) ibaresindeki sair sukut sebeplerinden birinin de bu itibarla ibra keyfiyeti olduğu için kuşkusuzdur.
İbra, bir kimsenin zimmetini haktan beri kılmaktır, ki hakkın ortadan kalkmasına sebebiyet veren bir vakıa olarak alacaklı tarafından borcun ifasını istemeyi imkansız hale getirir.
"Genel ibraname (ibrai An) kaffe-i hukuk ve da-aviden bir kimseyi ibra eylemektir." (Türk Hukuk Lügatı Sahife 13).
Yukarıda özeti alınan 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatın borçluyu borçtan kurtaran, açılmış ve açılacak bütün hukuk ve ceza davalarından borçluyu ibra eden bir belge niteliğinde bulunduğunda tereddüt edilemez.
1475 sayılı İş Kanununda özel ve genel mahiyetteki ibrayı kısıtlayıcı bir hüküm yoktur. Türk Hukuk mevzuatının belirlediği şeklin dışında ibraya bir mana verilmesinde imkan görülememiştir.
Davacı 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatta gerçek maksadının (... zimmetlerini tamamen ibra ettiğimi .. açılmış ve açılacak hukuki, mali, maddi manevi ve cezai bütün davalardan feragat ettiğimi" bildirmiştir. Mutlak şekilde vaki olan irade açıklamasını ibranameyi-sair bir şekilde yoruma tabi tutmak ve makbuz olarak nitelendirmek Borçlar Kanununun umumi hükümlerine de aykırı olur.
Davacı "... adı geçenlerden hiç bir şekilde bütün zararlarımız karşılandığı için davacı olmayacağımızı her suret ve şekilde zimmetlerini ibra ve ıskat ettiğimizi" bildirmekle davacıların işvereni karşılıksız olarak ibra ettiğinden de söz edilemez.
Ne var ki dava dilekçesinde sarahatan ve delaleten dayanılmakla beraber 17.6.1974 günlü cevaba cevap dilekçesinde "... okuma yazma bilmeyen müvekkili aldatmak suretiyle 5.000 lira ödemiş bulunmaktadır.. ibra bu ödenen parayla sınırlıdır" beyanında bulunmuş davalı vekili ise 18.7.1974 günlü cevap dilekçesinde (sahife 2) davanın "tevsi veya mahiyetini tepdil"e açıkça bir karşı koymada bulunmamış aksine ".. yöneltilen bu haksız ve kanunsuz davacı iddiasının ispatını dileriz" demek suretiyle rızadaki fesat sebepleriyle 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatın 5.000 lira ile sınırlı olduğu istikametindeki davacının değişen iddiasını kabul ile ona bu yolda ispat imkanını tanımıştır.
Genel ibraname ve feragatın "aldatılma" ile yapılıp yapılmadığı rızadaki fesat sebeplerinden biriyle malul olup olmadığı ve davacının bununla ilzam edilip edilemiyeceği üzerinde tarafların usulü dairesinde göstereceği deliller incelenip takdir edilmeden davanın reddi doğru değildir.
Yukarıda açıklanan sebeplerle ibranın mahiyeti konusundaki direnme kararı yerindedir. Rızadaki fesada dayanan davacı iddiası üzerindeki gerekli temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın dairesine tevdii oyundayız.