Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1976/5263
K: 1976/5405
T: 25.05.1976
DAVA : Davacılar avukatlık; müvekkillerinin miras bırakanları (H) nin davalılar tarafından kasten öldürüldüğünü ileri sürerek 50.000 lira maddi ve manevi tazminatın alınmasını istemiştir.
Yapılan yargılama sonunda; ölüm olayı ceza dosyasıyla sabit olduğundan tesbit ve takdir edilen 48.000 lira maddi ve manevi tazminatın davalılardan ortaklaşa ve müteselsilen alınarak davacılara kararda gösterilen miktarlarda ödenmesine karar verildiğine ilişkindir.
Temyiz eden: Davalılar.
Temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:
KARAR : 1 - Davacıların desteği, davalıların eylemi sonunda ölmüştür. Bunlardan (D), Ceza Mahkemesi kararına göre ölümle sonuçlanan eylemi işleyen miras bırakanı vuran kurşunu atan kişidir. Diğer davalı (H) de ölümü gerçekleştiren kurşunun isabet edip yaralamayı sağlamasından sonra, elindeki dirgenle, ölenin başına vuran onu yaralayan, fakat ölüme sebep olmadığı halde Cezam Mahkemesince Türk Ceza Yasasının 464/1. bendi ile hükümlendirilen kimsedir. O halde, mahkemenin takdir ettiği maddi ve manevi tazmintattan sorumlu tutulmaları doğrudur. Ancak miras bırakan ölümü ile, davacı (M) yi bırakmıştır. (M), ölenin nihaksız birlikte yaşadığı metresidir. Bu ilişkiden çocukları doğmuştur. Bu nedenle kendisine yeniden evleninceye kadar maddi tazminat değerlendirilmiş olması Borçlar Kanununun 46. maddesi hükmüne ve bu konuda Dairemizin ve hukuk Genel Kurulunun karalarına da uygundur. Ancak davacı (M), bazı yerlerde özellikle köylerde uygulanmakta olan gelenek gereği, ölümden sonra kalan erkek kardeşle karı koca gibi yaşamaya başlamıştır. Çünkü Anadolu'nu bir çok yerlerinde her halde mirasın dağılmaması davacı ile, bazıları ölen erkek kardeşlerinin karıları ile evlenme geleneğini uygulamakta ve sürdürmektedirler. Birlikte yaşadığı ikinci kişide, ölenin kardeşi olduğuna göre miras bırakanın ölümünden başlıyarak evlenme gününe kadar da tam maddi tazminat isteyebilir. Ondan sonraki dönem için maddi tazminatın veya destek zararının hüküm altına alınması olanağı yoktur. Bu nitelikteki ilişkiler dahi, nikahla gerçekleşenler gibi, her zaman ve daha kolaylıkla boşanmada olduğu gibi, ayrılığı sağlıyabilirsede, genellikle gelenek toplumun bazı kesimleri için hukuki bağlardan daha güçlü olanaklar doğurmaktadır. O halda bu konda evlenme gibi destekten yoksun kalma tazminatı için de hesap yapılmamış olması bozmayı gerektirir.
2 - Davacıların miras bırakanı araba ile geçtiği sırada, davalılardan (D) tarafından atılan ve sağ akciğere saplanan kurşunla yaralanmış, yaralı durumda (D) ni üzerine atlamış boğuşurlarken (D) un babası (H) elindeki dirgenle miras bırakanın başına vurarak onu yaralamış ve ölüm bundan sonra gerçekleşmiştir. Ceza Mahkemesinde alınan rapora göre sağ akciğeri parçalayan kurşun, pelevrayı da harabetmiş nefes alma güçleşmiş ve ölüm bu yüzden meydana gelmiştir. Ceza Mahkemesi kesinleşen kararında ölümün dirgenle başa vurulmasından değil, kurşunla sağ akiciğeri yaralanmasından meydana geldiğini kesinlikle açıklamaktadır. Ölüm meydana getiren olayın böylece meydana geldiğinin rapor ve olaylara dayanılarak Ceza mahkemesince kabul edilmesi olayların bu yolda oluştuğu yönünün Hukuk Mahkemesince de benimsenmesini zorunlu kılar. Ölüm kurşun yarasından ileri geldiğine göre, artık davalı (H) nin dirgenle başa vurmasının ölümü sağlamadığının benimsenmesi dahi zorunludur. Böylece (H) (birlikte zarar veren müşevik ve feran mathali olan) kişi olarak tanımlanamıyacığından onunhakkında Borçlar Yasası Hükümlerince ölümden doğan zarar için müteselsilen sorumluluk düşünülemez. Onu eylemini sorumluluğu olayların oluş biçimine göre ayrıca özel hükümlere göre değerlendirilmek gerekir. Gerçekten (H) miras bırakan sağ iken fakat kurşunla yaralandıktan kısa bir süre sonra davalı (H) nin vurmasına maruz kalmıştır. Nitekim Ceza Mahkemesi de (H) yi (öldürme fiilini birlikte işleyen yardım eden veya feran methali olan kişi) olarak değil Türk Ceza Yasasının 464/1. maddesi gereğince kavgada o kimse öldüğünden mahkum etmiş bulunmaktadır. burada özel bir hukuksal durum ortaya çıkmaktadır. Bu da yasaların benimsenmesi ilkesinden ileri gelmektedir. Borçlar Yasası İsvisçe Medeni Yasasından alınmış ve ilkeleri İsviçre eski Borçlar Yasası ile müşterek Roma Hukukuna dayanmaktadır. Oysa Ceza Yasası alındığı günde yürürlükte olan İtalyan Hukuku esaslarına dayanmakta oluup elbetteki onun koyduğu ilkelerin benimsendiği günde İtalya'da yürürlükte olan öteki özel hukuk kurallarına ve genellikle Borçlar Yasaları Hükümlerine uygun düzenlenmesi asıldır. Konuluş ve yazılışındaki ilkeler ayrılığı burada kendini göstermektedir. Her iki memleketde yasalar düzenlenirken bunların taşıdığı değişik ilkelerle yapılış düzenlerine etkili olamazdı ve 1926-27 yıllarında yasaların Türk hukuk Düzeni'ne ayrı ayrı girip etkili olacağı düşünülemezdi. Bu nedenle Türk Ceza Yasasının 467. maddesinin getirdiği sorumluluk ilkesi ile Borçlar Yasasının 50. maddesinin koyduğu ilkelerin tazminat konusunda çatışmaları halinde, Borçlar Yasasına oranla daha özel nitelikte olan Ceza Yasasının özel hükümlerinin öncelikle uygulanması gerektir. Bu nedenle zincirleme işlenen fakat sonuçları ayrı olan haksız eylemlerde eylemi işleyenlerden birinin ölü veya yaralıya el uzatması durumu Borçlar Yasasının 50. maddesi hükmünce değil daha özel nitelikteki Türk Ceza Kanununun 467. maddesi hükmünce incelenip uygulanması gerekir. Burada önemli olan bir başka nokta da kendisi manevi tazminat yönünden ortaya çıkarmaktadır. Az yukarıda açıklandığı gibi Borçlar Yasasının 50. maddesi hükmünce değil, daha özel nitelikteki Türk Ceza Kanununun 467. maddesi hükmünce incelenip uygulanması gerekir. burada önemli olan bir başka nokta da kendisi manevi tazminat yönünden ortaya çıkarmaktadır. Az yukarıda açıklandığı gibi Borçlar Yasasının 50. maddesi hükünce özellikle ölümle sonuçlanan bir haksız eylemde, eylemi işleyenin fiili ölümü sonuçlandırmadığı sürece öteki eylemi işleyenlerin ölümü sonuçlandırmasında manevi tazminatın istenmesi söz konusu olamaz. Medeni Yasanın 85. maddesinin son fıkrasında öngörülen ve yalnız nişanlanmaya ilişkin bulunan,ancak öteki manevi tazminatı gerektiren olaylarda da uygulama yeri bulan ilke; bu özel hükme, yani Türk Ceza Yasasının 467. maddesinde uygulanmamalıdır. Çünkü birinci hale manevi tazminata hükmedilebilmek için ölmeden önce dava açma veya zarar verenin davadan önce bu isteği kabul etmesi gerekirdi. 467. maddede böyle bir koşulu kapsamadan manevi tazminat ilkesini benimseyerek özel bir hüküm getirmektedir. Bu nedenle mahkemenin verdiği karar bu yüzden sonucu bakımından doğrudur.
SONUÇ : Temyiz olunan karanın 1. bentte gösterilen nedenle davalılar yararına BOZULMASINA, öteki itirazların 2. bentte gösterilen nedenle reddine ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 25.5.1976 gününde 1. bentte oybirliği, 2. bentte oyçukluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Haksız eylemin unsurlarından birisi ve en önemlisi de illiyed (nedensenlik) bağıdır. Zararla eylem arasında nedensellik bağının mevcut olamsı demek; zararın, eylemin bir sonucu olarak ortaya çıkması, yani eylem olmadan zararın meydana gelmiyeceğinin muhakkak olarak görülmesi demektir. Diğer bir deyimle, verilen zararın tazmin borcu doğurabilmesi için zararın, kendisine tazmin mükellefiyeti bağlanan olayın bir sonucu olarak görünmesi, bu ikisi arasında uygun bir neden - sonuç bağı bulunması gerekir. Eylemle zarar arasında böyle bir bağın var olup olmadığı herşeyden önce mantık kurallarına göre belirlenir. Bununla beraber mantıki illiyet bağı kesin ve belirli olduğu hallerde dahi, eylemi işleyeni eyleminin bütün sonuçlarından sorumlu tutmak adalet duygusuna aykırı olabilir. Bu konuda çeşitli nazariyeler ileri sürülmüştür. Bu nazariyeler biri de (uygun illiyet nazariyesi) dir. Uygun illiyet nazariyesi hem bilimsel görüşlerde baskın görüş olarak benimsenmiş ve hem de gerek İsviçre ve gerekse Türk uygulamasında kabul edilmiş bulunmaktadır. Uygun illiyet nazariyesi uyarınca eylem, niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış (mutad) akımına ve hayat denemelerine (tecrübelerine) ve objektif olasılığı (ihtimale) göre, meydana gelmiş olan zarar türünden bir zararı doğurmaya elverişli (salih) ise, o eylemle zarar arasında uygun illiyet rabıtası var demektir. Diğer bir deyimle zarar arasında uygun illiyet rabıtası var demektir. Diğer bir deyimle sonuç, niteliği itibariyle eyleme ve olaya uygun olmalı, onun uygun bir sonucu olarak görünmelidir. Eğer sonuç, olayların dağal akımına ve hayat denemelerine göre beklenilmeyecek bir nitelikte ise, mantıki anlamda bir illiyet bulunmasına rağmen eylemi işleyen bu türden anormal, atipik, illete uygun olmayan sonuçtan dolayı sorumlu tutulamaz. (Tuhr - Borçlar Hukukunun Ummumi Kısmı - Cevad Edege çevrisi - Sayfa - 86 vd). (K. Tunçomağı - Türk Borçlar Hukuku - Cilt I - Genel Hükümler - 1976 Sayfa 450 vd). (Tandoğan Türk Mes'uliyet Hukuku - 1961 - Sayfa 75 vd). (Selim Kaneti - İsviçre Federal Mahkemesinin Borçlar Hukuku Kararları - Cilt I - 1968 - Sayfa 113 vd.ndaki F. M. Kararları). O halde, zararın gerçekte başka şekilde meydana geldiği isbat edilirse, illiyet bağının kesilmesi söz konusu olur. Çünkü tazmin borcu, illiyet bağının dışına çıkamaz.
Bu yön üzerinde kısaca durulduktan sonra, davacının çözümüne etkisi olması bakımından (illetlerin içtimaı) kavramı üzerinde durulmasında kanımızca yarar vardır. Birden çok sebebin ortak etkisiyle sonucun meydana gelmesi çeşitli şekillerde olabilir.
A) ORTAK İLLİYET : (Müşterek İlliyet)
Birden çok sebeplerin birleşmesiyle zarar doğmuş ise, buna ortak illiyet denir. Bu halde sebeplerden yalnız biri zararlı sonucu doğurmaya yetmez; diğer olayların da buna katılması gereklidir. Örneğin iki hırsızdan her birinin tek başına taşıyamıyacakları bir kasayı ikisinin birden taşıyıp çalmaları halinde olduğu gibi. Burada ortak illiyet söz konusu olduğundan her iki hırsız da Borçlar Kanununun 50. maddesi hükmünce zarardan müteselsilen sorumlu tutulacaktır. Bu katılma bazen anılan 50. madde hükmünce fail, yardımcı (fer'an zımmethal) ve kışkırtıcı (müşevvik olarak yapılmış bir hareketten ibaret olabilir. Bu haller tam teselsül olarak nitelenir.
Ancak, birden çok sebepleri ihdas edenlerin birbirinden haberdar olmamaları, önceden aralarında anlaşma bulunmaması halinde tam değil eksik (nakıs) teselsül söz konusu olur. (BK. 51). Örneğin bir gölün kıyısında ayrı ayrı çalışan iki fabrikanın bu göle akıttığı pis sulardaki zararlı maddelerin karışımı göldeki balıkların ölümüne sebep olursa; ya da bir çok fabrikaların bulunduğu sanayi bölgelerinde her fabrika bacasından çıkan zararlı gazların civardaki tarlalara ve bahçelere verdiği zararlarda nakıs teselsül kuralınca her fabrika zararın tümünden sorumlu tutulabilir. (Tandoğan - age - 84) (Tuhr - age - 89). Ancak, her fabrikanın eylemi ile tek başına zarar doğuyor ise o takdirde ortak illiyet söz konusu değildir, birlikte illiyet mevcuttur.
B) BİRLİKTE (Müterafik = Kümülatif) İLLİYET :
Birbirinden bağımsız olan bir çok nedenler tek ve ayrı zararı meydana getirdiği ve bunlardan her biri yalnız başına bu zararı husule getirmeye yeterli olduğu takdirde birlikte illiyet söz konusu olur. Yukarıda verilen örneklerde her fabrikanın eylemi bağımsız olarak diğerinin iştiraki olmaksızın zararın doğmasına sebep oluyorsa, bunlardan her biri kendilerinin eylemi bulunmasa idi dahi aynı zararlı sonucun doğacağını savunarak sorumluluktan kurtulamıyacaktır. Bu durumlarda Borçlar Kanununun 50. maddesindeki tam teselsül hali söz konusudur.
C) SEÇİMLİK (Tevali eden = Alternatif) İLLİYET :
Zararın, bir çok nedenlerden yalnız biri tarafından doğmuş olması olanağı bulunmasına rağmen, bu nedenin hangisi olduğu saptanamaması halinde seçimlilik illiyet söz konusudur. Bu durumlarda kimin ne şekilde sorumlu tutulacağı hususunda bir ayırım yapılması gerekir.
Bir çok (müteaddit) sebepler bir birlik (vahdet) görüntüsü arzetmiyor ise; meydana gelen zarardan hiç kimse sorumlu değildir. Örneğin; Şehirlerarası bir yol üzerinde çiğnenmiş bir insan cesedi bulunur ve bu kişinin ölmesi olasılığı bulunan saatlerde oradan birbirini takiben üç aracın geçtiği saptanırsa, bunlardan hangisinin kazayı yaptığı isbat edilmedikçe her üç aracında sorumlu tutulmasına olanak yoktur. Buradaki sorumsuzluk isbat olnaksızlığından doğmaktadır. Tunçomağ bu illiyete soyut seçimlilik illiyet demektedir. (age - 455).
Buna karşılık birçok nedenler bir birlik görüntüsü arzediyor ise; durum başkadır. Örneğin; Türk Ceza Kanununun 463. maddesi hükmünün düzenlediği durum bu niteliktir. Bir kazada öldürücü ya da yaralayıcı darbenin kimin tarafından yapıldığı yani bu eylemin failinin kim olduğu saptanamadığı hallerde mevcut asli - maddi iştirak nedeniyle suçu birlikte işlemiş ve sonucu oluşturan icra eylemlerine ortak olmuş bulunan kişiler hem cezai hem de hukuki yönden sorumludurlar. (F. Erem - Türk Ceza Hukuku - Cilt II - Hususi Hükümler - I. Baskı - 1962 sayfa 831 vd). (Tandoğan - age - 86 vd). (Tuhr - Siegwart 13, Not 43) (Oser - Schönenberger - art 50, N. 7) Türk Ceza Kanununun 463. madde hükmü öldürme veya etkili eyleme tam kalkışma halinde de uygulanacaktır. Buradaki hukuki sorumluluk Borçlar Kanununun 50. maddesine dayanan müteselsil sorumluluktur. Ancak bu kuralın konumuzu teşkil eden olayda uygulanması olanağı yoktur. Çünkü, davacıların miras bırakanlarının yani desteklerinin ölümü ile sonuçlanan olay sonunda davalılar aleyhine açılan ceza davasında davalılardan (D) silahla öldürme suçundan ötürü Türk Ceza Kanununun 448. ve 51/1. ve diğer davalı (H) ise, ölümle sonuçlanan kavgaya eluzatıp elindeki dirgenle maktule vurmuş olmasından dolayı Türk Ceza Kanununun 464/I ve 51/1. madde ile cezalandırılmışlardır. Olayın, Dairemiz'in ekseriyet görüşünde kabul edilmiş ve ceza mahkemesince de saptanan cereyan tarzına nazaran, davacıların desteği önce silahla ölümü intaç edecek şekilde yaralanmış ve yaralama eyleminin vukuundan sonra da davalılardan (H) dirgenle vurmuştur. Ölümün kesinlikle kurşun yarasından meydana geldiği ve dirgenle vurma eyleminden dolayı ölümün meydana gelemiyeceği yönünden ekseriyet görüşü ile uyşmazlık yoktur. Ekseriyet görüşü ile aramızda uyuşmazlık olmayan bir yönde, kararda açıkça belirtildiği gibi, davalı (H), diğer davalı (D)nin müşevviki veya fer'an zimet hali de değildir. Bu durumda bütün sorun ölümle sonuçlanan kavgaya el uzatan kişinin de ölüm fiilini işleyen kişi ile beraber zararın tümünden mağdura karşı sorumlu tutulup tutlamıyacağı yönü üzerinde düğümlenmektedir.
Bilindiği gibi Türk Ceza Kanununun 464. maddesinde söz konusu olan, bir kimsenin ölümüne veya etkili eyleme uğramasına yol açan kavgaya katılmaktır. Kavgaya katılma ayrı bir suçtur. Öldürme veya yaralama suçuna ortaklık niteliğinde değildir, kavga eylemine ortak olma anlamındadır. 464. madde ile güdülen amaç, öldürme veya etkili eylem suçalrını cezalandırmak değil, kavgaya katılanları cezalandırmaktır. Kavganın o anda meydana gelmiş olması, ya da önceden hazırlanmış bulunması önemli değildir. Keza kavgaya başından ya da başlamış olmasından sonra katılmak arasında bir ayırım yapılmamıştır. Ancak ölüm ya da yaralama vuku bulmadan önce kavgadan çekilmiş olanlar hakkında 464. madde uygulanamaz. Keza kavga edenlerden bir başkasının ya da kavgayı ayırmak ve kavga edenleri yatıştırmak amacıyla araya giren kimsenin ölmesi ya da yaralanması hallerinde dahi yine 464. madde uygulanmaktadır. O halde bu açıklamalardan çıkan sonuç, kavgaya katılanların aslında ölüm ya da yaralama eylemlerinin ortak sorumluları olmadıklarıdır. Nitekim 464. maddenin ilk fıkrasındaki (ferden irtikap edilmiş cürümler münasebetiyle hümedilecek daha ağır cezalara halel gelmemek şartiyle, bir kavgada bir şahıs ölmüş olur yahut yaralanmış bulunursa o şahsa karşı kavga sırasında el uzatmış olanlardan her biri aşağıdaki tertip dairesinde cezalandırılır). Sözleri yukarıdaki kabul tarzının en belirgin kanıtıdır.
O halde, dairenin ekseriyet görüşünde de belirtildiği gibi, ölüm olayını meydana getiren davalı (D) ile kavgaya elatıp öleni, kurşunla yaraladıktan sonra dirgenle vuran davalı (H) arasında ne tam iştirak ne meşevvik ve ne de fer'an zimethal olma durumu mevcut değildir. Ve bu bakımdan davalı (H) nin Borçlar Kanununun 50. maddesinde düzenlenen tam teselsül kuralında zararın tamamından sorumlu tutulması olanaksızdır. Kaldı ki; Oser / Schönenberger'in de açıkça belirttiği, Borçlar Kanununun 50/1. fıkra hükmünün uygulanabilmesi için (birçok zarara sokanlar arasında bölünmesine, taksim edilmesine imkan olmayan hepsine ait bir zarar söz konusu olmalıdır. Ortada ortaklaşa bir eylem bulunmasına rağmen, zararın ölçülebilir bir kısmının zarara sokanlardan hangisinini eylemi sonucu olduğunu kestirmek mümkün olduğu taktirde herkes zarardan kendi meydana getirdiği kısmın tazmininden sorumlu tutulmalıdır. (Oser / Schönenberger - Borçlar Hukuku - 1947 - Recai Seçkin çevirisi Mad. 50, N. 9). Nitekim Türk Ceza Kanununun 519. maddesinde kabul edilen kural da budur ve hayvan sahipleri zarardan garametten sorumludurlar.
Bundan başka, Borçlar Kanununun 141. maddesindeki ana kurala göre teselsül yada kanundan yada sözleşmeden doğar. Bu iki hal dışında müteselsil sorumluluktan söz etme olanağı yoktur. Dairenin ekseriyet görüşünde Türk Ceza Kanununun 467. maddesi hükmünün ekseriyet görüşünde Türk Ceza Kanununun 467. maddesi hükmünün özel özel bir düzenleme getirdiği ve aynı kanunun 464. maddesi uyarınca ölüm olayını meydana getiren kişi ile kavgaya el uzatan kişinin müteselsilen sorumlu tutulduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşe katılmakta olanaksızdır. Zira 464. madde yukarıda defaatle üzerinde durulduğu gibi, kavgaya el uzatanları cezalandırmıştır. Yani, kavgaya katılma, ölüm eyleminden ayrı bir suçtur. Kavgaya katılan hiçbir şekilde öldürme olayına ortak sanık durumunda değildir. Çünkü öldürme eylemi Türk Ceza Kanununda ayrı bir ceza ile müeyyidelendirilmiştir. O halde kavgaya katılan kişi, öldürme fiilinden bağımsız bir suç işlemiştir. Kaldı ki, Türk Ceza Hukukunun genel kuralları, yorum ve kıyas yoluyla ceza hükümlerini genişletme yolunu tıkamış bulunmaktadır. Türk Ceza Kanununun 64. ve onu izleyen maddeleri gereğince öldürme eylemine ortak saymadığı ve sadece aynı kanunun 464. maddesi hükmünce cezalandırdığı bir eylemin failini, hukuk mahkemesinde öldürme suçuna ilişkin tazminat ile sorumlu tutmak herşeyden önce ceza ve tazminat hukuku kurallarına hak ve adalet ilkesine ters düşer. Nitekim, bir çok ceza bilgileri de (ağırlıkları çok farklı olan fiillerin (adam öldürme ve kavgaya katılma fiillerinin) aynı düzeyde (seviyede) kabul ve telakki edilmesi ve sorumlulukta eşitliğe gidilmesinin doğru olmayacağını savunmaktadırlar. (Faruk Erem - Age - 839 vd. ve orada anılan müellifler) Bu durumda, her iki davalının eylemleri kesinlikle belli olmasına ve meydana getrdiği zararın tespiti mümkün bulunmasına rağmen, ölümü meydana getiren silahla yaralama eyleminin faili davalı (D) nin ödemekle zorunlu bulunduğu destekten yoksun kalma tazminatından, yaralama eyleminden sonra yaralıya dirgenle vuran (H) nin müteselsilen sorumlu tutulması yasa hükümlerince mümkün değildir. Kaldı ki, Dairemiz'in 14.11.1972 gün ve 13552 E., 9730 K. sayılı ilamında da aynı ilke benimsenmiş ve daha ileri gidilerek, müessir eylemden ötürü ölenin daha önce hukuk mahkemesinde dava açmamış olduğu esasından hareketle davanın herşeyden önce bu yönden reddi gerektiği ileri sürülmüştür. O halde yukarıda belirttiğimiz gerekçelere kararın 2. bendindeki ekseriyet görüşüne katılmıyor ve muhalif kalıyoruz.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini