 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1976/12714
K: 1977/11212
T: 29.11.1977
DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu:
KARAR : Davacı, dava dilekçesinde karısı Suna'nın zinada bulunduğunu bizzat kayınbiraderi olan davalı Metin ile akrabası davalı Kadriye'den duyması ve bunların olaya tanık olduklarını bizzat davalıların imzaları ile yazıp, kendisine verdikleri yazılı belgeden öğrenmesi üzerine karısı Suna hakkında zina davası açtığını; ancak, her iki davalının dava sırasında ifadelerinden rücu ettiklerini ve üstelik kendisinin bu yazılı beyanları tehdit ile aldığını bildirmeleri üzerine zina davasında beraate karar verilip, üstelik her iki davalının vaki ihbar ve şikayetleri üzerina hakkında Ankara C. Savcılığı'nca tehdit ve zorla alıkoymak suçlarıdan ötürü hazırlık tahkikatına başlandığını ve sonuçta 20.2.1975 gün ve 1975/2081 hazırlık sayılı kararı ile kovuşturma yapılmasına yer olmadığından takipsizlik kararı verildiğini, bunun üzerine davalılar aleyhine iftira suçundan ötürü kalmu davası açılıp sonuçta her iki davalının da TCK.nun 285/1. maddesi hükmünce mahkumeyitlerine karar verilip, bu kararın kesinleştiğini ileri sürerek, şikayet haklarını kötüye kullanmak iftira etmek suretiyle kişisel hakların halele uğratan her iki davalıdan 50.000 lira manevi tazminat alınmasını istemiştir.
Yerel mahkeme, davacıya isnat olunan tehdit ve alakoyma eylemlerini davacının kişisel haklarını ihlal etmiyeceğini, çünkü bu tür iftiranın davacının şeref ve haysiyetini zedelemiyeceğini ve kendisini küçük düşürmiyeceğini ileri sürerek davayı reddetmiş bulunmaktadır.
Olayın, davacının dava dilekçesinde belirttiği gibi cereyan ettiğinde taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı gibi, yerel mahkemenin de kabulü bu yoldadır. Gerçekten iddianın doğru olduğu, dosya içinde bulunan Ankara 2. Asile Ceza Mahkemesi'nin 1975/61 esas sayılı zina davası dosyası ile yan mahkemenin 1975/156 sayılı iftira davasına ilişkin dosyaların ve davacı hakkında açılan hazırlık soruşturmasına dair evrakın incelenmesinden anlaşılmaktadır. O halde, bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, Anayasa'nın 31. maddesinde düzenlenmiş olan ve (hak arama hürriyeti) şeklinde tanımlanan (ihbar ve şikayet) hakkının kötüye kullanılması suretiyle başkasına iftirada bulunan bir şahsın eyleminin hukuka aykırı olup olmadığı ve bu tür davranışların iftiraya uğrayan kişinin kişisel haklarını ihlal edip etmeyeceği hususları olmalıdır.
Olayın, davacının dava dilekçesinde belirttiği gibi cereyan ettiğinde taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı gibi, yerel mahkemenin de kabulü bu yoldadır. Gerçekten iddianın doğru olduğu, dosya içinde bulunan Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 1975/61 esas sayılı zina davası dosyası ile aynı mahkemenin 1975/156 sayılı iftira davasına ilişkin dosyaların ve davacı hakkında açıklanan hazırlık soruşturmasına dair evrakın inclenmesinden anlaşılmaktadır. O halde, bu davada öncelikle çözümlenmesi gereken sorun, Anayasa'nın 31. maddesinde düzenlenmiş olan ve (hak arama hürriyeti) şeklinde tanımlanan (ihbar ve şikayet) hakkının kötüyle kullanılması suretiyle başkasına iftirada bulunan bir şahsın eyleminin hukuka aykırı olup olmadığı ve bu tür davranışların iftiraya uğrayan kişinin kişisel haklarını ihlal edip etmeyeceği hususları olmalıdır.
Bilindiği gibi, iftira, genel olarak ve geniş anlamıyla, suçsuz olduğu bilinen kimseye suç atmak, diğer bir deyimle suçsuz olduğu bilinen kimseyi ceza kovuşturmasına uğratmak için bir suç işlediğini yetkili makama ihbar etmektir. (CMUK. 151. TCK. 285/1) (Şekli iftira). Nitekim davalılar ceza davasında da bu suçlarını ikraretmişler ve Ceza Mahkemesince, kesinleşen ilamla hükümlülüklerine karar verilmiştir. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar uydurma olan ceza şikayetleri ve ihbarların hukuka aykırı sayılacağından kuşku yoktur. (Selim Kaneti - Haksız Fiillerde Hukuka Ayırılık Sorunu - 1964 - Sayfa 199 vd.) (Mustafa Reşit Karahasan - Tazminat Davaları - İstanbul 1976 - Sayfa 787). Eylemin davacıyı sırf zararlandırmak amacıyla yapıldığında da uyuşmazlık bulunmadığına ve kasten işlendiğine göre kusurun ağır olduğu da açık ve seçiktir.
Gerek doktrin ve gerekse uygulamada oybirliği ile kabul edilen görüşe göre, kişilik hakları, hak sahibinin hayatının, sıhhatinin, vücut tamlığının ve ruh bütünlüğünün, manevi ve fikri varlığının üzerindeki hakkıdır. Bir kişinin şeref saygınlığı da kişilik haklarının başlıcalarından birisidir. Onur, şeref ve saygınlık bir kimsenin toplum içindeki değeridir. Nitekim Federal Mahkeme bir kararında kişilik hakkını, kişinin saygı ve hürmet görmek hususundaki hakkı olarak tanımlanmıştır. (Doç Dr. Mustafa Dural - Türk Medeni Hukukunda Gerçek kişiler - İstanbul 1977 - Sayfa 97, dip not 4). O halde bir kişinin onur, şeref ve saygınlığına yapılan tecavüzler hiç kuşkusuz onun toplum içindeki durumunu sarsacak ve hakkında yersiz birçok düşüncelerin doğmasına ve söylentilere sebep olacaktır. şeref ve haysiyete tecavüz genellikle, kişiyi küçük dürürmek, yanlış tanıtmak, gülünç ya da zor duruma sokmak, kişiye karşı düşmanca bir ortam hazırlamak, iftira ve hakaretlerde bulunmak şeklinde tezahür edebilir. Bu davranışların her biri kişilik haklarını halele uğratan eylemlerdir. (M. Dural, age-130) (Ergün Özsunay - Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu - İstanbul 1977 - Sayfa 127) (Aytekin Ataay - Şahıslar Hukuku 1. Yarim - Giriş Hakiki Şahıslar - 2. Basım - İstanbul 1969 - Sayfa 109) (M. R. Karahasan - age - 787) Çünkü, suçsuz olduğunu bile bile davalıların davacıyı tehdit ve alıkoyma suçuyla itham etmeleri ve bu ihbar ve şikayet üzerine de davacı hakkında Savcılıkça kovuşturmaya başlanması, davacının ahlaki durumu hakkında kamu oyunda ve hiç değilse onu tanıyanlar üzerinde kötü bir izlenim yaratacak ve davacının onur, şeref ve saygınlığı üzerinde bir kuşuk doğmasına neden olacaktır ki, bu davranış davacının kişilik haklarını zedeleyecektir. Kaldı ki, bir kimsenin bir cezai takibata maruz kalmasınında o kişi üzerinde ne büyük bir üzüntü yaratacağında da kuşku yoktur. O halde, mahkemenin hiçbir yasal dayanağı olmıyan ve olayın oluş şekline uymayan gerekçesine katılmak mümkün olmadığından hükmün bozulması gerekir.
SONUÇ : Temiyiz olunan kararın gösterilen nedenlerler BOZULMASINA ve davacı yararına takdir edilen 1400 lira duruşma avukatlık parasının davalılara yükletilmesine ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 29.11.1977 gününde oybirliğiyle karar verildi.