 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1976/4390
K: 1976/5786
T: 31.12.1976
DAVA : Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 31.10.1975 tarihinden 31.10.1976 tarihine kadar sürecek yangın sigortası sözleşmesi bulunduğunu, 24.12.1975 tarihinde çıkan yangından dolayı (46.032) sayılı poliçede teminat altına alınan mallar ve hasar bedeli olarak (500.000) liranın, faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, bu dönem sözleşmedeki primin davacı tarafından ihtara rağmen müvekkili şirkete ödenmediği için, sorumluluğun başlamadığını, tazminat ödenmesi gerekmiyeceğini beyanla davanın reddini istemiştir.
Mahkemece özetle (yangının vuku bulduğu 24.12.1975 tarihini içine alan devrede sigorta pirimi veya ilk taksitin ödendiği isbat edilemediğinden Türk Ticaret kanunun 1297. maddesine göre ihtar da yapıldığı için, sabit görülmeyen davanın reddine) karar verilmiştir.
Hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
KARAR : Davacıya ait İstanbul aksaray Yer Altı Geçidi'nin 27 nolu mağazasında bulunan konfeksiyon, tuhafiye, tesisat ve demirbaşların davalı şirkete (500.000) lira bedelle yangına karşı sigorta ettirildiği, 31.10.1974 - 31.10.1975 devresi ile 31.10.1975 - 31.10.1976 devresi için iki sigorta poliçesi tanzim edildiği, akdin koşulları, primin ödeme şekli ile vade hususunda taraflar arasında yazılı bir sözleşme mevcut olmadığı, davacıdan ilk devrenin başlangıcında sadece (yangın sigorta teklifnamesi) adı altında yazılı bir icap alınarak poliçelerin buna müsteniden düzenlendikleri, davacının taksitler halinde yaptığı prim ödemelerinin davalı tarafından kabul edilerek defterlere yazıldığı, davacının hangi borca ait olduğunu belirtmeden son defa 7.11.1975 tarihli makbuzla (500) lira prim taksidi ödediği, kendisine 4.12.1975 tarihinde tebliğ edilen ihtarname ile prim borcunu 31.12.1975 tarihine kadar ödemesinin istendiği ve rizikonun 24.12.1975 tarihinde gerçekleştiği ihtilafsızdır.
Türk Ticaret kanununun 1282 ve 1295. maddeleri gereğince sigortacının sorumluluğunun, primin veya ilk taksidin ödendiği tarihten başlıyacağı kuşkusuzdur. Ancak burada çözümlenmesi gereken husus, ikinci sigorta poliçesinde öngörülen ve riziko tarihini de içeren sürenin yeni bir sigorta akdi niteliğinde mi yoksa, ilk poliçede gösterilen şartlarla kabul edilmiş bulunan sigorta akdinin devamı niteliğinde mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Her ne kadar davalı şirketce dosyada mevcut (yangın tecdit dosyası) başlığını taşıyan ve davalının imzasını ihtiya etmiyen bir belge ikinci poliçeye dayanak sayılmış ise de, bir akdina niteliğini ve koşullarını tayin ederken tarafların kullandıkları deyimlere ve isimlere bakılmayarak, onların gerçek ve ortak amaçlarının aranması ve irade uyumlarının bu yolda saptanması gerekir. (Borçlar kanunu 18. m. ve eski hukukumuz açısından Mecelle-i Ahkamı Adliye 3. m.).
Olayda 31.10.1975 tarihinde süresi biten ilk poliçe yerine sürenin sona ermesinden bir ay önce 1.10.1975 tarihli ikinci poliçe düzenlenmiş ve başlangıç tarihi 31.10.1975 olarak gösterilmiştir. Her iki poliçeye (46032) numara verilmiş ve tüm işlemler bu numara üzerinden yürütülmüştür. Her iki poliçeye eklenen klozlarda bir değişiklik yapılmamış, rizikonun mahiyeti, müfredatı, tarifi, beher madde üzerinde temin olunan meblağlar, fiatlar ve alınan prim miktarları aynen muhafaza edilmiştir. Sigorta akdi yapılırken Türk Ticaret Kanunun 1290. maddesine uygun olarak sigorta ettirenden alınması gereken bildirim, ilk poliçe için (yangın sigorta teklifnamesi) adı altında davacıdan alındığı halde, ikinci poliçe düzenlenirken yeni bir teklifname alınmamış ve ilk teklifname ile yetinilmiştir.
Görülüyor ki, her iki poliçenin arada fasıla kalmayacak şekilde ve tarafları, konusu, koşulları ve bütün unsurları aynı olmak üzere, akdin devamlılığı amacına yönelik biçimde düzenlendiği açıktır.
Halbuki akdin yenilenmesi (Tecidt-datio in solutum), asıl edime uygun olmayan bir ifanın gerçekleştirilmesi suretile asıl borcu sona erdirenh bir işlemdir. bir başka deyişle tecdit, mevcut bir borcu sukut ettirerek yerine başka bir borcu akdi olarak ikame etmektedir. Nitekim Borçlar Kanununun (borçların sukutu) babında yer alan 114 . maddesi gereğince de, bu durumun (akitten vazıh surette anlaşılması lazımdır). Buna ilaveten bir akdin yenilendiğini söyleyebilmek için herşeyden önce tarafların yenileme iradesi ile hareket etmiş olmaları gerekir. Nitekim federal Mahkemenin bazı kararlarında bu cihet açıkcva ileri sürülmekte ve özellikle alacaklının borçluya yeni bir süre vermesi,a yenileme niteliğinde olmadığı kabul edilmektedir. (T. Tekinay Borçlar Hukuku. Sh. 749-752). Kuşkusuz eski borçta değişiklik yapmak, eski borcun bir kısmını ibra etmek ve özellikle süreyi uzatmak, tecdit sayılamaz.
Borçlar Kanunun anılan maddesinin ikinci fıkrasında sözü edilen örnekler arasında yeni bir alacak senedi veya yeni bir kefaletname imza etmenin tecdidi tazmmunun etmiyeceği belirtilmiştir. Sigorta sözleşmesinin hukuken geçerli sayılması için yasada yazılı şekil koşulu mevcut olmadığı gibi, sigortacının vermekle yükümlü olduğu sigorta poliçesi de sadece bir ispat belgesinden ibarettir. O halde, senet gibi bir kanıt olan poliçenin yeniden düzenlenmiş olması, Borçlar Kanununun 114. maddesinin 2. fıkrası hükmü uyarınca yenileme (tecdit) sayılamaz. yukarıda da belirtildiği gibi, diğer şartlar aynı kaldığı için, sürenin uzatılmış olmasından başka bir anlam taşımaz.
Bütün bu açıklamalardan çıkan sonuç, belli süreleri kapsamış olsa bile, başlangıçta tarafların esaslı noktalarda iradelerinin birleşmesi ile tamamlanmış olan sigorta akdi herhangi bir nedenle feshedilmiş olmadıkça konusu, tarafları, koşulları ve bütün unsurların aynı tutularak birbirini izliyen poliçeler düzenlenmesinin, akdin yenilenmesi (tecdit) niteliğinde değil, aynı sözleşmenin devamı olarak kabulü tarafların gerçek iradesine yasaya ve olaya ve olayların doğal akışına uygun düşer. Nitekim uygulamada sigorta şirketleri durumu böyle kabul ettiklerinden bazı sigorta nevilerinde süre uzadıkça riziko gerçekleşmedği ve tazminat ödenmediği için, her yıl poliçe tanzimine rağmen tenzilat uygulanmaktadır.
Olayda, davacının 31.10.1976 tarihinde sona ermesi gereken ve 1.10.1975 tarihli poliçe ile kabul edilen süre, ilk akdin devamı niteliğinde olmasına ve ikinci poliçenin kanıtladığı bu sözleşmenin feshi fiilen gerçekleşmeden ve ihtarname ile verilen süre sona ermeden 7.11.1975 tarihli makbuzla prim taksit borcunu ödemiş ve akdin devamı sırasında riziko 24.12.1975 tarihinde gerçekleşmiş bulunmasına göre, işin esası incelenerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, ikinci poliçenin yeni bir akit olduğu kabul edilerek primin ödenmediğinden bahisle davanın reddi isabetsiz ve davacının temyiz itirazlarının bu yönden kabulü gerekmiştir.
SONUÇ :Yukarıda açıklanana nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA,
1400 lira duruşma vekillik ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine ve ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine 31.12.1976 tarihinde bir muhalif oya karşı çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Sigorta akitleri de diğer rızai akitler gibi tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun surette iradelerini beyan emeleri ile teşekkül eder (BK. 1/1). Ancak, akdin yapılmış olması ile sigorta himayesi -bazı istisnalar hariç- hemen sağlanmış olmaz. Kural olarak sigortacının sorumluluğunu primin veya ilk taksitin ödenmesile başlar.Prim borcu ise, aksine mukavele bulunmadığı takdirde akit yapılır yapılmaz ve poliçenin teslimi karşılığında muaccel olur (1295/1). Sigorta himayesi ister primin veya ilk taksidin ödendiği tarihte, ister anlaşma icabı akdin yapıldığı tarihte başlamış olsun en geç, mukavele müddetinin hitam bulması ile sona erer. Ancak (sigorta ettiren kimse sigorta teminatından yoksun kalmaktan, sigortacı ise müşterisini kayıp etmekten endişe duyduğu içindir ki, çoğu zaman taraflar, sürenin bitiminden itibaren mukaveleyi yapmak isterler. Yenileme, ya mukaveleye konulacak bir hükümle, örneğin, tarafların mukavelenin bitim tarihinden önce ihbarda bulunmamaları halinde akdin zımmen yenilenmiş sayılacağı belirtilmek suretile olur, yada olayımızda yapıldığı gibi tecditname düzenlemek suretile gerçekleştirilir. Akit zımnı şekilde yenilenmiş olsa bile bununla, mevcut akit belli bir süre için uzatılmış olmayıp, evvelce saptanan esaslar dairesinde yeni bir akdin meydana gelmesi sağlanmış olur. (Bkz. Reşat Atabek, Sigorta Hukuku İstanbul 950 sh. 153). Bu yeni akitte ekseriya sigortacı tecditname düzenleyip göndermek suretile icapta bulunmuş ve sigorta ettiren ise tecditname nüshasını imzalamak veya primi ödemekle icabı kabul etmiş olur. Aksi takdirde yeni akdin teşekkülü mümkün olmaz. Nitekim Yargıtay Ticaret Dairesi 18.3.1969 tarih E. 67/3827, K. 69/1221 sayılı bir kararında, "... aksi kararlaştırılmış olmadıkça primlerin mukavele yapılır yapılmaz ve poliçenin teslimi karşılığında ödenmesi lazımdır. Davalı, poliçelerin teslimine rağmen, prim borcunu ödememek suretile sigorta aktini yenilememek hususundaki iradesini açıklamış bulunmaktadır..." (Batıder Mart 970, sh. 629, 630) demek suretile yenilemenin dahi ancak icabın kabul edilmesile gerçekleşebileceği görüşünü teyit etmiştir. Tecditte, taraflar eski koşullarda bir değişiklik yapmadan aynı esaslar dairesinde yeni bir akit yapmayı amaçladıkları için, tekrar teklifname verilmesine ve poliçenin değişik numara altında düzenlemesine ihtiyaç kalmaz. Şayet yürürlükte olan poliçede, sadace müddet, prim, riziko vs. hususlar da bir değişiklik yapılması arzu edilmiş olsaydı tarafların bnunu bir zeyilname ile yapmaları mümkün olurdu. O zaman, zeyilname poliçenin eki olur ve mukavele, yapılan bu değişiklikle beraber yürülükte kaldırılır.
Olayımızda böyle bir işleme tevessül edilmemiş ve mukavele süresi de hitam bulmuş olduğuna göre, artık temditten bahsetmek olanağı da kalmamış demektir. Esasen, bir akdi yorumlarken örf ve adetin yanında teamülün ve beyanda bulunanın seviyesinin de nazara alınması gerekir. (Becker-Bülent Olcay tercümesi, Fasikül I, Sh. 75, 77).
Söz konusu tecdit işlemini yapanlardan birisi sigorta şirketi ve diğeri ise mağazasındaki emtiayı yangına karşı sigorta ettiren tacirdir. Yegane iştigal konusu sigortacılık olan davalı şirketin sigorta muamelelerinde ve özellikle tecdit gibi, sigortacılıkla teamül haline gelmiş bir konuda sehven başka tabirler kullanacağı düşünülemez. Tacir olması hasebile basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek zorunda olan davacının dahi böylesine bir muamelenin yapılması sırasında gerçek maksadını izhar edemediğini ve hemen hemen herkesin bildiği tecdit işleminden bihaber olduğu kabul edilemez. Kaldı ki tarafların yargılama sırasında verdikleri layihalardan da tecdidi kastettikleri açıkça anlaşılmaktadır. Davacının 7.11.1975 tarihinde ödenen (500) liranın ikinci prim borcuna mahsuben yapılmış bir ödeme olduğunu ve bu nedenle sigortacının sorumluluğunun başlamış olacağı bidayetten beri iddia etmesi, yeni bir akdin mevcudiyetini kabul ettiği anlamına gelir. Hal böyle olunca, sigortacının ilk akit döneminden başlayan sorumluluğunun ikinci akit için de devam ettiği söylenemez. Sigortacının bu dönem için sorumluluğunun başlaması yine genel kurul icabı ancak primin veya ilk taksitin ödenmesi ile mümkün olur. Her ne kadar 7.11.1975 tarihinde davacı (500) liralık bir ödemede bulunmuş ise de bunun, yeni prim borcuna mahsuben yapılmış bir ödeme olarak kabulü mümkün değlidir. Çünkü, o tarihte davacının ilk prim borcundan bakiye (1000) lira borcu mevcut olduğundan yapılan bu ödeme davalı tarafça bu borca mahsup edilmiş ve defter kayıtlarına da bu şekilde işlenmiştir. Davacı ödemede bulunurken hangi borç için ödediğini bildirmemiş ve ilk primden de henüz borcu bulunmuş olmasına göre, davalının Borçlar Kanununun 86. maddesi uyarınca böyle bir mahsup yapmaya hakkı vardır. Hasıl olan bu duruma göre sigortacının gerçekleşen riziko nedenile sorumlu olacağı kabul edilemeyeceğinden, davanın reddine ilişkin mahkeme hükmünün onanması oyundayım.