 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1976/2890
K: 1976/3333
T: 24.06.1976
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı (İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi)nce verilen 10.3.1976 tarih ve 373/73 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı avukatı tarafından istenmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği konuşulup düşünüldü :
KARAR : Davacı vekilleri, müvekkilerinin davalı ortaklığın, idare meclisi başkanı, genel müdürü, murahhas azası bulunduğunu, 28.4.1975 tarihinde yapılan fevkalade umumi heyet toplantısında, 1974 yılı bilançosunun kabul edildiğini, aynı toplantıda aynı heyetin idare meclisi, murakıp ve genel müdürün ibrazı talebinin ekseriyetle red ettiğini, rporlarda mesuliyeti gerektiren bir hususun olmamasına rağmen, ibra edilmemesinin kanunsuz olduğunu iddia ederek, adı geçen fevkalade umumi heyet kararının iptaline ibranın gerekli olduğunun tesbitine ve müvekkillerinin ibrasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı taraf savunmasında, ibraya mahkemenin karar veremiyeceğini, bu yetkinin genel kurula ait olduğunu, davacının adı geçen genel kurul kararında, muhalefet şerhi bulunmadığından, dava hakkının doğmadığını, ibranın ortaklık aleyhine açılan davalar nedeniyle müstakbel hakların mahfuz tutulması için yapılmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, kararların infazı idare meclisi üyeleri ile murakıpların şahsi mesuliyetlerini mucip olduğu takdirde iptal davası açabilecekleri, bilanço kar ve zarar hesapları tasdik ve tasvib edilmiş sayılacağı, 28.4.1975 tarihli fevkalade genel kurul kararında, 1974 yılı blançosu kar ve zarar hesaplarının tasvip edildiğinden, davacının ibra edilmemesine mütedair karanın iptaline, fazla iddianın reddine karar verilmiştir.
Hükmü davalı temyiz etmiştir.
TTK.nun 342 ve 381/3. maddeleri gereğince ibra kararı verilmemesi, sonucu itibarile meclis üyelerinin şahsi sorumluluklarını gerektireceğinden davacının dava hakkı mevcut olacağı cihetle, davalı vekilinin bu yöne ilişen temyiz itirazı yerinde değildir.
2 - Ancak, Türk-İsviçre Hukukunda anonim ortaklığın en yüksek organı tarafından verilen ibra kararı, yönetim kurulunun ve denetçilerin yıllık raporlarının, kar-zarar hesabını içeren (menfi borç ikrarı) niteliğine olup ortakığın o yıla ait işlemlerden dolayı hiç bir tazminat talebi kalmadığı, başka bir deyimle ilgili hesap dönemi sebebile anonim ortaklığın yönetim kurulu üyeleri haklarında artık tazminat davası açamayacağı sonucunu doğurur. ibranın bu anlamı taşıdığı gerek eski hukukumuzda, gerekse TTK.nun ibra ile ilgili öğretide aynen kabul edilmiş bulunmaktadır. (Arslanlı- Anonim Şirketler 1960. S. 195 Poray-Tekinalp, Çamoğlu-Ortaklıklar Hukuk 1975. S. 308-310 İmreğin S. 189) Ortaklık genel kurulu bir kısım yöneticinin ibrasına ve bir kısmının ibra edilmemesine karar verebileceği gibi, ister haklarından vazgeçmek yolu ile olsun, ister hakkını tahsil etmek suretile olsun, sorumluları borçtan beri-tutma iradesini açık veya örtülü biçimde ortaya koyabilir. İşte, TTK.nun 380. maddesinde düzenlenen ibra, bu iki sonuca yöneliktir. Gerçekten genel kurul yıllık bilançoyu hiç bir koşul ileri sürmeden yalın biçimde onaylaması ile ibrayı da arzu ettiği varsayım olarak kabul edilmelidir. Bu durumda ortaklık, o sene içinde yapılan ve blanço gösterilen işlemlerden dolayı ibra ettiği kişilere artık rucu hakkını kullanamayacağını ve nuhtemel zararlardan dahi vazgeçtiğini karara bağlamış olmaktadır. Bundan güdülen amaç, özellikle anonim ortaklıklarda, bulunması gereken idari insiyatifin akıcılığını sağlamak, yöneticileri uzun bir süre sorumluluk riski altında tutmamakdır.
Bununla beraber, genel kurul, ortakığın dış ilişkilerinde herhangi bir aksaklığın ortaya çıkmaması, daha açık bir deyimle ticari akıcılığın sağlanması görüşünden hareketle, blançoyu onayladığı halde, yöneticilerin ibra edilmemesi hakkında karar almasını engelliyen bir hüküm mevcut değildir. aksine, TTK.nun 380. maddesinde ancak bağlayıcı bir koşul kabul edilmediği takdirde ibranın kural olarak yukarıda belirtilen sonuçları doğuracağı öngörülmüştür. Maddedeki (aksine sarahat olmadığı takdirde) deyiminin, genel kurul kararında yer alan ayrık (istisna) bir hüküm anlamını taşıdığı kuşkusuzdur. (Arslanlı A.G.E. Sh. 196.)
Olayda, 27.3.1975 günü yapılan davalı ortaklık genel kurul toplantısında ortaklığın % 98 hissesine sahip hazine temsilcisinin isteği üzerine özel denetçiler seçilerek toplantı bir ay sonraya ertelenmiş ve 28.4.1975 günü yapılan ikinci toplantıda gerek müfettiş raporları gerekse özel denetçiler raporları müzakere edilmek suretile ortaklığın 1974 yılı kar ve zarar hesapları ve blanço ittifakla kabul edilmiştir. Gündemin 3. maddesinde yer alan idare meclisi denetçiler ve genel müdürün ibrası ise, çoğunluk oyu ile red edildiği anlaşılmaktadır. Görülüyor ki, burada blançonun yalın biçimde onaylanması söz konusu olmayıp aksine genel kurulun ibra yapılmaması hususunda açık iradesi tezahür etmiştir. O halde sözü geçen madde gereğince blançonun onaylanmasından davacının yararlanması, başka bir deyimle ibra edilmiş olması düşünülemez. Çünkü, kararda bu konu ile ilgili (aksine sarahat) mevcuttur.
İdare meclisinin acentelerle ilgili olarak 22.10.1974 tarihli kararında yaptığı komisyon indiriminin, davalı şirket lehine olmakla beraber, özel denetçiler raporunda da açıklandığı veçhile olmakla beraber, özel denetçiler raporunda da açıklandığı veçhile sözü geçen acenteler tarafından dava konusu yapıldığı ve iddiaya göre bu karar kapsamına giren 56 acenteden yedisinin şimdilik kaydile açıkları davalarla şirketten (11.239.457,58) lira talep ettikleri nazara alınırsa, bu davaların kazanılması halinde hasıl olacak zarardan dolayı yukarıda etraflıcı açıklandığı gibi şirketin davacıya rücu hakkını saklı tutmak endişesi ile ibra yapmaması müdedbir bir tecirden beklenen dikkat ve ihtimamın bir gereği olduğundan, oy hakkının kötü niyetle kullanıldığı ve kararın objektif iyi niyet kurallarına ters düştüğü yolundaki iddialar da yerinde görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün davalı şirket yararına BOZULMASINA, 1400 lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine ve ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edenlere iadesine 24.6.1976 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.