 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
E:1975/7673
K:1975/9224
T:04.12.1975
- KAYYIM TAYİNİ
- VASİ SEÇİMİNDE İSTEKLER MAHDUT EHLİYETSİZLER (MÜMEYYİZ KÜÇÜKLER)
- EVLATLIK İLİŞKİSİNİN ÇÖZÜLMESİ
* ÖZET:1 - Vasi tayinindeki yöntem (usul) kayyım tayininde de uygulanır.
2- Önemli nedenler engel olmadıkça vasiliğe ana, baba veya vesayet altına alınması istenenin gösterdiği kişi tayin edilir. Aksine bir karar çıkarsa bu yön temyiz nedeni değil, Asliye Hakiminin inceliyeceği bir itiraz sebebi olur.
3 - Yasa koyucu mahdut ehliyetsizlerin şahsa bağlı haklarını doğrudan doğruya kullanacakları yolunda bir kural koymuş olmakla beraber, bunun doğuracağı sakıncaları önlemek için de bir takım sınırlamalar getirmiştir. Aleyhlerinde sonuç doğuran veya doğurma olasılığı bulunan hallerde bu kişiler şahsa bağlı haklarını kendi başlarına kullanamazlar.
Kurulmuş bir evlatlık ilişkisinin çözülmesi veya devamı hususunda mahdut ehliyetsiz yalnız başına söz hakkı sahibi değildir, arzusunun hiç bir rolü yoktur.
Evlatlık ilişkisinin çözülmesi davasında mahdut ehliyetsizleri mahkemede yasal mümessilleri temsil eder.
4- Uzak da olsa yarar çatışması olasılığının bulunması kayyım tayini için yeterlidir.
(743 s. MK. m. 16, 252, 268, 363 - 369, 372, 376/2, 381)
Mete ve Fatma Fezal ile Kadir ve Fatma Rezzan arasındaki kayyım tayini davasının yapılan muhakemesi sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davalılar tarafından istenilmekle gereği görüşülüp düşünüldü:
1 - Vasi tayinindeki usul kayyım tayininde de uygulanır.(M.K. 381) Usulden amaç, davanın açıldığı günden kararın kesinleştiği ana kadar geçecek zamandaki işlemlerdir.
Tayin edilen vasi, kanuni mazeret ileri sürebileceği, gibi, atamanın kanuna aykırı (M.K. 363 - 369) olduğundan söz ederek her ilgili de itirazda bulunabilir. Sulh Mahkemesi, itiraz ve itizarı (özrü) yerinde görürse, yeni bir vasi tayin eder. (M.K. 372, A. Egger, İsviçre Medeni Kanunu şerhi, vesayet, Volf Çernis çevirisi, 1952, Sh. 530-531,Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Aile Hukuku 1965, Sh. 511, Prof. Selahattin Sulhi Tekinay, Türk Aile Hukuku, 1971, Sh. 502 ve bu konudaki bilimsel eserler ile kazai içtihatlar).
Görülüyor ki Asliye Hakimine verilen görev, vasinin kimliği, niteliği, kişiliği gibi konulardadır. Vesayetin esasına ilişkin kararlar için ise temyize başvurma öngörülmüştür.
Usulün 438. maddesinde, hacir kararları bakımından Yargıtay' da duruşma yapılması imkanı verildiğine göre, Medeni Kanunun 381. maddesi delaletiyle kayyım tayininde de duruşma yapılması gerekir. Kaldıki, Yargıtay, aslı duruşmaya tabi olmayan bir konuda takdiren duruşma yapma yetkisine de sahiptir. (HUMK. 438) Öyle ise, davalı tarafın, kararın temyiz incelemesine tabi olmadığı yolundaki itirazı yerinde değildir.
2- Gerçekten mümkün oldukça ana baba veya vesayet altına alınması istenenin gösterdiği kişi vasi tayin edilir. (M.K. 365) Aksine bir karar çıkarsa bu yön temyiz sebebi değil, az önce davacı tarafın itirazına esas aldığı kanun hükmüne (M.K. 372) göre Asliye Hakiminin inceleyeceği bir itiraz sebebi olur. Ancak kararın esası temyiz edildiğinden bu itirazda esasla birlikte Yargıtay'da incelenir. Olayda kayyın tayin edilenin sıfat ve kişiliğine karşı bir itiraz ileri sürülmemiştir. Kaldıki, küçük Zekiye kayyım tayin edildikten sonra mümeyyiz olduğu için, mahkemenin uygulamasında kabul şekli bakımından da bir yanlışlıktan söz edilemez. 0 halde bu yöne ilişen temyiz itirazı yerinde değildir.
3 - Kural olarak kanun koyucu, mahdut ehliyetsizlerin (M.K. 16) şahsa bağlı haklarını doğrudan doğruya kullanacakları yolunda bir kural koymuş olmakla beraber, bunun doğuracağı sakıncaları önlemek için de bir takım sınırlamalar getirmiştir. (M.K. 12, 82, 90, 173/1, 254, B.K. 236) demek oluyorki mahdut ehliyetsizlerin aleyhlerinde sonuç doğuran veya doğurması muhtemel bulunan hallerde 619 bu kişiler şahsa bağlı haklarını kendi başlarına kullanamazlar. (Prof. Aytekin Ataay, Şahıslar Hukuku, 1969, Sh. 70- 71).
Yorum gerçeği veya hiç olmazsa ona en yakın olanı bulmaktır. Bu bakımdan. yorumlarda kelimelerden veya metinlerdeki eksikliklerden hareket edilirse görünüşdeki sun'i doğruluğa rağmen varılan sonuç daima yanıltıcı olur. Gerçek bir neticeye ulaşılamaz. Onun için yorum yapılırken kanunun sistemi, benzeri olaylarda izlenilen yol, o müessese ile güdülen amaç, kamu düzeni, kamu yararı ve kişinin öz yararı gibi ilkelerin gözönünde bulundurulması zorunludur. Örnek olarak:
a)Medeni Kanunun 65/1. maddesinde, dernek üyelerinin ihraca ilişkin kararlardan ötürü dava hakkı bulunmadığı açıkça ifade edilmiş iken 20/9/1950 günlü, 4/10 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile dava yolu açılmıştır.
b)6830 sayılı İstimlak Kanunun 15. maddesinin 6. bendinde, idarenin tesbit ettiği kamulaştırma bedeli ile bilirkişilerin takdir ettiği değer arasında açık nisbetsizlik bulunursa hakimin yeniden bilirkişi incelemesi yaptırabileceği açıklanmış, böylece Hakime takdir hakkı tanınmıştır. Amma buna rağmen 20/1/1969 günlü 1968/4 - 1 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile amaca göre bir yorum yapılmış, madde metnindeki (yaptırabilir) şeklindeki ihtiyari beyan (yaptırmalıdır) diye emredici şekle sokulmuş, uygulama bu yola sevkedilmiştir.
c)Medeni Kanunun 513 ve Borçlar Kanununun 207. maddelerinde (sakıt olur) şeklindeki deyimlere rağmen bu sürelerin hak düşürücü olmayıp zamanaşımı süresi olduğunda ilmi ve kazai içtihatlarda söz birliği içindedir.
d)Medeni Kanunun 552. maddesinde bir çeviri eksikliği yapılmış, kaynak kanundaki (... İclas mercii tarafından tasfiye olunur. Borçların ödenmesinden sonra geriye kalan kısım reddetmemiş gibi hak sahiplerine ait olur...) cümlesi kanunumuza alınmamıştır. Yargıtay'ın istikrar bulan içtihatlarına göre, metne çeviri sırasında girmeyen bölüm var sayılarak uygulama devam edegelmiştir. Mirasla ilgili bütün ilmi eserlerdeki görüşlerde bu noktada birleşmiştir.
Yukarıda açıklanan örnekleri çoğaltmak mümkündür. Demekki, yorumda amaca önem vermek gerekir. Bu bakımdan temyiz edenin Jacques Ladora atfen ileri sürdüğü düşünce ve yorum şekline katılmak mümkün değildir. Şöyleki:
Evlatlığa alınma şahsa bağlı hak olmakla beraber, az önce açıklanan sınırlamaya bağlı tutulmuştur. Mümeyyiz küçükler rızaları olsa bile ana ve babalarının, bunlar yoksa vesayet makamının müsaadesi olmadıkça başkası tarafından evlat edinilemezler. Kanun koyucu bununlada yetinmemiş, kamu düzeni düşüncesi ile küçüğün yararı esasından hareket ederek hakimin izninide zorunlu kılmıştır. Bu hükümlerin tabii ve kaçınılmaz sonucu olarak, mümeyyiz küçüğün kurulmuş bir evlatlık ilişkisinin çözülmesi veya devamı hususunda yalnız başına söz hakkı sahibi olamıyacağını kabul etmek gerekir. Çünkü: Evlatlığa alınmada mahdut ehliyetsizin (Mümeyyiz küçüğü)n arzusu ve kanuni temsilcisinin rızası mevcut olsa bile hakime, evlatlık ilişkisinin kurulmasına müsaade etmemek gibi geniş bir takdir yetkisi verilmiştir. Evlatlık bağının kuruluşunda kanun koyucu, böylesine hassasiyet göstermiş iken, ilişki kurulduktan sonra her şeyi henüz reşit olmayan bir küçüğün iradesine terk etmesi akla ve özellikle kanunun sistemine ve az önce açıklanan ilkelere ters düşer. Öte yandan evlatlık sözleşmesinin devamını veya bozulmasını istemek şahsa bağlı haklardan olmakla beraber, evlatlık yönünden miras hakkı ve karşılıklı olarak da nafaka yükümlülüğünü yani mal varlığını ilgilendiren yönü vardır. (Prof. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukukunun Esasları, 1973, Sh. 167, Prof. Selahattin Sulhi Tekinay, Medeni Hukuka Giriş Dersleri, 1973, Sh. 218, Prof. Selahattin Sulhi Tekinay, Türk Aile Hukuku 1971, Sh. 379) Şu halde anılan hususlar gözetildiği takdirde, bozulması için haklı sebepler varken mümeyyiz küçük evlatlık ilişkisini devam ettirmek hakkına sahip olmadığı gibi, muhik sebep yokken bozulmasınıda isteyemez. Yani, açılacak ref'i davasında küçüğün ,arzusunun hiç bir rolü yoktur. Öyle ise Medeni Kanunun 376/2. maddesi uyarınca kayyım tayini mümkün ve caizdir. Reşit oluncaya kadar çocuklar velayet altında olup velileri tarafından temsil edilirler. (M.K. 252, 268) Bunun tabii sonucu olarakda mali sonuçları olmayan şahsa bağlı hakların kullanılmasında bile mahdut ehliyetsiz kişiler dava takip yetkisine sahip değildirler. Mahkemede anılan kanuni mümessilleri temsil eder. Mali sonuçları da beraberinde sürükleyen evlatlığın ref'i davasında evleviyetle mahdut ehliyetsizleri kanuni mümesilleri mahkemede temsil eder. Uygulamada bu yoldadır.
4- Uzakta olsa yarar çatışması ihtimalinin bulunması kayyım tayini için yeterlidir. Zira: Müşahhas olay aramaya kalkmak Asliye Mahkemesinde açılacak davayı Sulh Mahkemesinde çözme sonucu doğurur. Mahkeme kararındaki, açık gerekçe yanlışlığına, gereksiz 621 delil tartışmasına rağmen, ileri sürülen olaylar Asliye Mahkemesinde incelenmeye değer nitelikte olup, kayyım tayininde isabetsizlik yoktur. Şu halde sonucu kanuna uygun düşen kararın ONANMASINA 4112/1975 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Dava, evlat edinen kişilerin küçüğün menfaatlerine aykırı davranışı nedeni ile haklarında açılacak evlatlık rabıtasının ref'ine ilişkin davaya hazırlık olmak üzere ve küçük adına böyle bir dava açılmasının sağlanması amaciyle evlatlık durumunda olan küçüğe kayyın tayinine ilişkindir. Davacılar, küçüğün ana ve babası, davalılar da küçüğü evlat edinmiş karı - kocadır. Ve küçük evlilik birliği içinde meydana gelmiş olmakla nesebi gerçek ana ve babasına nazaran sahih durumunda olup halen 15 yaşını bitirdiği anlaşılmaktadır. Küçüğün mümeyyiz olduğu ise ihtilafsızdır.
Buna göre, olayda, her ne sebeple olursa olsun, evlatlığın refi davasını kimin açacağı meselesi önemli bulunmaktadır.
Medeni Kanunun 258. maddesine göre evlatlık rabıtası evlatlık ile evlat edinenin rızaları ile her zaman ortadan kalkabileceği gibi, haklı sebeplerin var olması halinde evlatlığın isteğin üzerinde de evlatlık bağının ortadan kaldırılmasına mahkemece karar verilebilir. Sureti iddiaya göre davanın evlat tarafından açılacağı anlaşılmaktadır. Evlatlığın yararına da olsa bir başkası bu hakka haiz değildir. Genellikle, doktrinde bütün müelliflerce de kabul edildiği gibi evlat edinme şahsa bağlı haklardandır.
Medeni Kanunun 16. maddesinin 1. bendine göre mümeyyiz küçükler kanuni mümessillerinin rızası olmaksızın kendilerini bir borç altına sokamazlarsada aynı maddenin 2. bendi gereğince münhasıran şarta bağlı hakları kullanmakta bu rızaya ihtiyaçları yoktur. Evlatlık olmak kadar onun ref'ide şahsa bağlı hak niteliğinde olacağından mümeyyiz küçüğün kanuni mümessilinin rızası olmadan, kendi adına ve kendi başına dava açma yetkisinin bulunduğunu kabul etmek icap eder.
Bu durumda, halli gerekli diğer bir hukuki mesele ortaya çıkmaktadır. Acaba, küçük kendi adına dava dilekçesi tanzim ve imza ederek davayı açabilecek ve davayı yürütebilecek yani bizzat huzurda davayı takip edebilecekmidir.
HUMK.nun 38. maddesinde davaya ehliyetin Medeni Kanun ile tayin olunacağı yazılıdır. Medeni Kanunun yukarıda sözünü ettiğimiz 16. maddesi 2. bendi gereğince mümeyyiz küçük şahsa bağlı haklarını kullanmaya ehil olduğuna göre evlatlığın refine ilişkin davayı bizzat açma ehliyetine sahip bulunmaktadır. Ve bu nedenle de dava dilekçesini bizzat tanzimi ile davayı açabilecektir. (HUMK. 1974, Sh. 190-4 satır, Sh. 191. 1 - 6 satır Prof. Baki Kuru) Açıkça yasa hükümleri karşısında aksini savunmaya imkan yoktur. Daha açık bir deyimle mümeyyiz küçüğün, kanunun verdiği bu hakkı kanun hükmüne rağmen kanuni mümessili aracılığı ile ancak kovalıyabileceğine dair bir kanun hükmü bulunmamaktadır.
Şahsa bağlı haklardan ötürü hak sahibi mümeyyiz küçüklerin kendi başlarına dava açabileceği hususu Yargıtay kararları ilede teyit edilmiştir. Yaş tashihi davalarının şahsa bağlı haklardan olmaması nedeni ile veli veya vasisi olmadan küçük mümeyyizin böyle bir davayı yürütemiyeceği kabul edilmiştir. (H.G.K. 13.1.1954 - 3/1 H.G.K. 8.10.54 6/65 - 64) Demekki şahsa bağlı hak olduğunda aynı temsilciye lüzum görülmemekte veya görülmeyeceği anlaşılmaktadır.
Şahsa bağlı Medeni haklarını kullanmakta kanuni temsilcisinin izne muhtaç olmadığı bir davada ona temsilci tayin etmeye kalkmak o şahsın hakkını kısıtlamadan öteye bir anlam taşımaz. Davanın açılmasında ve kovuşturulmasında son sözün hak sahibinde bulunduğu bir dava için onun haberi dahi olmadan kendisine bir kanuni temsilci tayini suretiyle onun adına dava açmağa teşebbüs etmek tamamen yasa kurallarına aykırı bir hukuki işlemdir. Ve işte asıl bu davranış Medeni Kanunun 258. maddesinin 2. bendine ters düşecek niteliktedir. Zira, evlatlık rabıtasını koparmak hakkı sadece evlatlık ve evlat edinene bırakılmıştır. Olayda uygulanması mümkün olmayan yasa hükümlerinin kıyasen veya doğrudan açık bir hükümle ilgisi kurulmadan kayyım tayini yoluna gidilmesi doğru değildir.
Evlatlık müessesesinin getirdiği haklardan hatta en ziyade şahsa bağlı olarak yaz edilmiş hak 258. maddede ifade edilen evlatlık bağının refine ilişkin haktır. Belki evlat olma hakkının şahsa bağlılığı iddia olunamaz.
Medeni Kanunun 406. maddesi ile 254 - 256. maddesindeki kayıtlar ile kuruluş güçleştirilerek küçüğün menfaati korunmak istenmiştir. Medeni Kanunun 16. ve 258. maddeleri ile refi halinde tamamen şahsa bağlı nitelikte olmak üzere bir hak ortaya konmuş bulunmaktadır. Bu hak taraflardan başka kimsenin kullanamıyacağı biçimdedir. Ayrıca, Medeni Kanunun 406/1. maddesi, genel değim, evlatlık edinmekte uygulanmak üzere konmuş bir hükümdür ve vesayetin söz konusu olduğu hallere münhasırdır.
Mümeyyiz küçüğün davayı layıkı ile yürütme ehliyetinde olmadığı mahkemece anlaşılırsa her zaman mahkeme hakimi kendisine bir vekil tayin etmesi gerektiğini HUMK.nun 71. maddesine göre bildirecektir.
Bu itibarla gerekmediği halde küçüğe rızası bile olmadan kayyım tayini usul ve kanuna aykırı olmakla hükmün bozulması reyindeyim.