 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1975/1926
K: 1975/4355
T: 26.06.1975
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı İstanbul As. 2. Ticaret Mahkemesince verilen 14.2.1975 tarih ve 584/52 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı ve davalı Ray Sigorta A.Ş. avukatları tarafından istenmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü :
KARAR : Davacı vekili; Aldo Kaslovaski'nin İsviçre'den ithal ettiği 48 fıçı, (10.932,05 FRS değerindeki emtea 21.12.1970 tarihinde davalıya ait Zeytinburnu'ndaki (2) sayılı ambara alınmış ve 3.1.1971 tarihinde uvku bulan yangın sonucu olarak malın tamamen yanması üzerine (24.970) lirayı mal sahibine ödemek zorunda kalan müvekkili şirketin, poliçe genel şartlarının 26. ve T.T.K. nun 1301. ve müteakip maddeleri uyarınca sigortalısının 3. şahıslara karşı olan haklarına halef olduğundan (24.970) liranın % 10 faizle birlikte davalı idare ve sigortacısından tahsilini istemiştir.
Davalı taraf vekilleri, davanın ancak mal sahibi tarafından açılabileceğini, zira davacının hamule senedinde veya teslim ordinosunda taraf ve alıcı bulunmadığını, T.T.K.nun 764. maddesine göre idareye ait özel hükümler saklı tutulduğundan, 1301. maddeye göre, temlik sebebile dava açmıyacağını, idareye husumet düşmeyeceğini, olayda zaman aşımı tahakkuk ettiğini, idarenin mahdut sorumlu bulunduğunu, kusurun davacıya ait olduğunu savunmuşlardır.
Mahkemece, 13.7.1970 günlü sigorta mukavelesinin A. Kaskovoski'nin dain ve murtekini T. İş Bankası şubesi yapmış olduğu, sigorta poliçesinde sigortanın 3. bir şahıs nam ve hesabına yapıldığını gösterebilir işaretin bulunmadığı, sigorta tazminatı ise 3. şahıs A. Kaskovoski'ye ödenmiş olup bundan alınan tazmin makbuzuna ve halefiyet esasına dayanılarak dava açılamıyacağı, zira tazmin makbuzunun malı ardiyeye devdi edenin dava hakkını temlik mahiyetinde olmayıp sigorta tazminatının ödendiğini belirten bir ibranameden ibaret bulunduğu ve davacının dayandığı sigorta akdi dolayısı ile dava açmaya hakkı olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı, davalılardan Ray Sigorta temyiz etmiştir.
Davacı sigorta şirketi, ithalatçı adına akreditif açan ve bu bakımdan dain ve ithal edilen malın mürtehini olan bankanın talebi üzerin sigorta akdini yapmıştır. Sigorta poliçesinde alıcının (daim ve mürtehini) sıfatı açıkca yazılmıştır. Bankanın ithal edilen malı bu suretle sigorta ettirmesi ithalatçı ile aralarında yapılan mukavelenin 15. maddesinin bir gereğidir. Rizikonun gerçekleşmesi sebebi ile sigortacı bedeli ithalatçıya ödemiş ve TTK.nun 1301. maddesi gereğince onun halefi olmuş bulunduğu gibi ödemeye ilişkin makbuzla da ayrıca dava hakkını temellük etmiştir.
İthalatçı ile banka arasındaki iç ilişki bu davaya etkili değildir. Yukarıda da açıklandığı gibi sigorta poliçesinde ithalatçının adı yazılı ve onun daim ve mürtehini sıfatı ile banka sigorta aktini yapmış bulunmakta ve bu bakımdan bankanında sigortacının sorumluluğu ile ilgilidir. Zira davalı DDY. nın tanzim ettiği ordinoda malın sahibi olarak ithalatçı da bankanın verdiği belgelere müsteniden tazminatın sigortacıdan almış ve sigortacı onun halefi ve dava hakkını temellük eden sıfatı ile bu rücuda davasını açmıştır. O halde davanın tarafların iddia ve savunmaları dahilinde görülmesi gerekirken davacının poliçede mücerret bankanın akit gösterilmesine gerekirken davacının poliçede ehliyetini haiz olmadığından bahisle davanın red edilmesi doğru değildir.
Kaldı ki, TTK.nun 1275. maddesi gereğince yapılan sigortada bankanın kendi alacağından fazlası ithalatçı mal sabihi namına sigorta edilmiş sayılacağı gibi ithalatçı ile banka arasında hesap tasfiyesi sebebiyle aradaki açık veya zımni anlaşmaya müsteniden sigortacının sigorta bedelini ithalatçıya ödemiş olması itibariyle tamamına ait rücu hakkının sigortacıya geçtiği de ispat olunabilir. Nitekim bankadaki akreditif hesabının kapatılmasından bu yöne anlaşılmaktadır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 26.6.1975 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.