 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 1974/4328
K: 1974/6363
T: 01.11.1974
DAVA : Davalıya ait işyerinde çalışan işçiye yakalandığı meslek hastalığı nedeniyle bağlanan gelirin ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen ve ilamında belirtilen miktar davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyiz incelenmesi taraflar avukatlarınca istenilmesi ve davalı müessese avukatınca da incelemenin duruşmalı olarak yapılmasının talep edilmesi üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 22.10.1974 salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı adına Avukat S.S.T. ve M.B. ile karşı taraf adına Avukat A.A. geldiler. Duruşmaya başlanarak, hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, Türk Ulusu adına yargı yetkisini kullanan Yargıtay 10. Hukuk Dairesi Başkanı M.Ç. ve Üyeleri F.U., İ.G., H.D.M., C.K.'nın katıldığı ve incelemenin bırakıldığı 01.11.1974 tarihli oturumda Tetkik Hakimi G.E. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi :
KARAR : 1- Bu davanın yasal dayanağını teşkil eden 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26. maddesinin ilk fıkrası hükmüne göre, "İş kazası veya meslek hastalığı, işverenin kasdı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılır bir eylemi sonucunda olmuşsa, kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı iş verenden alınır."
Şu duruma göre, işveren, meslek hastalığının "İşçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliğiyle ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi" sonucunda meydana gelmesi halinde dahi zarardan sorumludur. Hiç şüphesiz, anılan "mevzuat hükümleri" çevresine İş Kanunun'nun "İşçi Sağlığı ve Güvenliği"
başlığını taşıyan (5. Bölümü)'nde yer almış hükümler de öncelikle girmektedir. Anılan bölümün ilk maddesi olan 73. maddesinde ise, "İşveren, işyerinde işçilerinin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları araçları noksansız bulundurmakla yükümlü" tutulmuştur.
Demek ki işveren, bir yön, sağlık ve güvenlik tedbiri olarak mevzuatta belirtilmemiş bulunulsa dahi, şayet bu yolda bir tedbirin alınması gerekiyorsa, bu tedbiri almak zorundadır. Bu konuda olanakların yetersizliği, özellikle tedbirin gereksindirdiği parasal fedakarlıkların ağırlığı, süregelen kötü alışkanlıklar ve iş gelenekleri tedbir alma yükümünü ortadan kaldırmaz. Kişilerin kutsal olan can ve sağılıklarının en önemli bir ödev olarak anayasa koyucu tarafından devlete verilmiş bulunması bu yönü yeterince açıklar, ve Sosyal Sigortalar Kanunu'nun sözü edilen 26. maddesinin bu amaca yönelik niteliğini belirgin olarak ortaya koyar.
Bununla birlikte, işverenin sadece anılan durumlardan birinin varlığı takdirinde sorumlu bulunduğu yönü de gözden uzak tutulmamalıdır. Yasadaki bu düzenleme aynı zamanda, sorumluluğun sınırlandırılması anlamını dahi taşır. Zira işveren, ancak belli ve sayılı durumların gerçekleşmesiyle sorumlu tutulabilirken, onu kendi dışında kalan nedenlerden ötürü sorumlu tutmak açık çelişki olurdu. Bu bakımdan, uygulamada çokca kullanılan söyleyişle, kaçınılmaz olaylardan işveren sorumlu tutulamaz.
Öbür yandan, kurumun kendisine yüklenen ve anayasal sosyal güvenliğe ilişkin bulunan ödevini yerine getirebilmesi için parasal yönden güçlü bulunması gereği ortadadır. Kurum alacağının "İrat"a bağlanması durumunda ise, kurumun parasal gücünün azalması ve bundan ötürü anayasal düzeydeki ödevini gereğince ve yeterince yerine getirememesi olasılığı vardır. Bu bakımdan, Borçlar Kanunu'nun m. 43/II'nin burada uygulanma olanağı yoktur. Kaldı ki Sosyal Sigortalar Kanunu'nun madde 26'ya göre, kurum ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa, bu gelirlerin Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 22. maddesinde sözü geçen tarife gereğince hesap edilecek sermaye değerleri toplamını da önceden işverenden almak yetkisine sahiptir, ve bu hüküm, BK m. 43/II'ye göre uygulama önceliğini haizdir. Aynı nedenlerle, bu konuda BK m. 44'ün uygulanmasına da cevaz verilemez. Özellikle olayda son kez anılan maddenin indirim için öngörmüş bulunduğu "Hakkaniyet"in davalı işveren yararına gerçekleşmiş olmasından söz edilemez.
Bundan başka, Sosyal Sigortalar Kanunu madde 26, F. 1'in Anayasa'ya aykırı bulunmadığı, Anayasa Mahkemesi'nce çözüme bağlanmıştır. Bilinmesi doğal olarak varsayılması gereken bu yönün mahkemece belirtilmemiş bulunması bir usulsüzlük sayılamaz.
Nihayet bu tür davalarda faizin, yapılmış giderler için ödeme tarihinden; bağlanmış gelirler için de "tahsis" tarihinden yürütülmesi; olurmuş ve yerleşmiş yargıtay içtihadının bir gereğidir. Mahkemece, tarafların salt "ihtimal"e dayanan iddialarıyla "müddeabih"in hesaplanmasına ilişkin belgelerine karşı açık ve belli bir durum ve esasa dayanmaksızın, yapmış bulundukları itirazların incelenme konusu yapmaması da doğaldır.
Ve bu karar yerinde gösterilen sair gerekçelere göre tarafların anılan yönleri hedef tutan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Sigorta olayına maruz kalmış işçi tarafından davalı işveren aleyhine bu olaydan ötürü açılmış tazminat davasında alınan bilirkişi raporunda, bu davanın yasal dayanağını teşkil eden 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26 (ve ayrıca 4772 Sayılı Kanun'un 37.) maddesinde öngörüldüğü biçimde işverenin zarardan % 93 oranında sorumlu bulunduğu saptanmıştır. O davaya ait hükmün kesinleşmesi nedeniyle anılan bilirkişi raporu, bu davada, kesin yargı çerçevesinde bağlayıcı bir nitelik ve güç taşır. Sözü edilen maddelerin hukuksal dayanağı bulunan "haleflik" esası da bu yönü belirgin olarak doğrular. Bunun tersi görüşün kabulü durumunda ise, mahkemelere toplum içinde beslenmesi gereken saygı ve inanç ile bağdaşamayacak bir halin meydana geleceği söz götürmez.
Mahkemece, bu yön gözönünde tutulmaksızın anılan bilirkişi raporu yerine yeniden alınmış bulunan ve sorumluluk oranı konusunda farklı bir sonuca ulaşan bilirkişi raporunun hükme dayanak yapılması usule ve yasaya aykırı olduğu gibi, hüküm fıkrasında taraflara yükletilen ödevlerin ve bahşedilen hakların Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 398'da öngörülen "gayet sarih ve açık yazılma" kuralına uygun olmayacak biçimde belirtilmiş bulunması da kezalik isabetli sayılamaz.
O halde, bu yönleri hedef tutan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz olunan hükmün yukarıda 2 sayılı bentte yazılı nedenlerden ötürü BOZULMASINA, ve davacı yararına takdir edilen 1.000 lira duruşma avukatlık parasının davalıya ve takdir edilen 1.000 lira duruşma avukatlık parasının da davacıya yükletilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye geri verilmesine 01.11.1974 gününde oybirliğiyle karar verildi.