 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1973/524
K: 1974/103
T: 13.02.1974
DAVA : Taraflar arasındaki (temliklerin iptali, muarazanın men'i ve tevdi mahalline yatan paranın ödetilmesi) konusunu kapsayan davanın (İstanbul) Asliye 1. Ticaret Mahkemesi'nde yapılan duruşması sonunda, redde ilişkin olarak verilen 30.6.1972 gün, 62/440 sayılı hükmün, davacı vekili taraından karar düzeltme yoluna başvurulması sonunda, redde ilişkin olarak verilen 30.6.1972 gün, 62/440 sayılı hükmün, davacı vekili tarafından karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Yargıtay Ticaret Dairesi'nce : Dava, davadışı müflis M.E.'nin iflasından önce davacıdan almış olduğu vekaletnameye dayanarak tevkil ettiği Ş.E.'nin M.E.'nin iflasından sonra davalı lehine ve davacı aleyhine yaptığı.... temliklerin iptali isteminden ibaret olup davalı avukatı ise temlik tarihinde Ş.E.'nin davacıyı temsil yetkisinin mevcut olduğunu savunmuş ve mahkeme bu gerekçe ile davayı reddetmiştir.
Dava dosyası muhteviyatına göre; M.E.'nin 24.7.1968 tarihinde vekaletnamede yazılı işleri yapmak üzere, vekil tayin edilmiş olup davalı ile 15.2.1969 tarihli tastiksiz anlaşmayı yaparak davalının bir kısmı inşaat ve yol makinalarını davacı S. adına kiralamıştır. Ayrıca ahari tevkil yetkisine dayanarak 8.4.1970 tarihinde de Ş.E. tevkil eylemiştir.
Davacının dava dilekçesindeki, davalı tarafından reddedilmeyen iddiasına nazaran M.E. davalı S.C.'nin damadıdır. Ş.E. de M.E.'nin kardeşidir. Adı geçen M.E.'nin 29.1.1971 tarihinde iflasına karar verilmesini müteakip ondan aldığı yetkiye istinat ederek Ş.E. 4.2.1971 tarihli 800.000, aynı tarihli 1.200.000, 9.3.1971 tarihli 400.000 ve aynı tarihli 400.000 liralık temliknameleri müflis kardeşi M.'nin kayınvalidesi S.C.'nin lehine yapmıştır.
M.E.'nin davalının damadı, Ş.E.'nin kardeşi bulunması sebebiyle ve aralarındaki bu ilişki dolayısıyla kanunen himaye olunması gereken iyi niyetlerinden bahsolunamayacağı gibi davada Ş.E.'nin S.K.'ye temsil edemeyeceği ileri sürülmüş olmasına göre Ş.E.'nin yetki veren vekaletnamenin de etraflı olarak incelenmesi gerekmiştir.
M.E.'nin Ş.E.'ye verdiği 8.4.1970 tarihli vekaletnamenin metninde davacı S.'nin M.'ye vermiş olduğu vekaletnameden ve onun adına hareket eylediğinden, ondan alınan yetkiden bahsolunamadığı gibi vekaletname onun işlerinin yürütülmesine dair her hangi bir kayıt ve ibareyi de ihtiva etmemektedir. Bahsi geçen vekaletname M. tarafından imzalanmış olup, namına gelir vergisi beyannamelerini imzaya diye başlamakta, vergilerini ödemeye .... ihalelere namına iştirak etmeye..... namına tescil ettirmeye.... namına temlike, diye devam etmekte ve Ş.E.'nin vekil tayin eyledim cümlesi ile son bulmaktadır. Bu vekaletname S.K.'nin vekili M.E.'ye diye imzalanmıştır.
Vekaletnamenin metnine itibar edilmek gerektiğinden, davacı S.K.'nin işlerini tedvir için değil M.E.'nin kendi şahsi işlerini yürütmek üzere Ş.E.'ye vekil tayin eylediği anlamının çıkartılacağı sonucuna varılmaktadır. Vekaletnamenin sonundaki S.K.'nin vekili M.E. kelimelerinin M. niteliğni belirtmek bakımından kullanıldığı anlaşılmakta olup, vekaletnamenin davacı S.'nin adına düzenlendiği anlamı çıkarılamaz. Bu sebeple gerek vekaletname ve gerekse temliknameler davacı S.K.'nin ilzam eder nitelikte bulunmamaktadırlar. Diğer taraftan davacı dava dilekçesinde davalının kocasının vekalet hükümlerini suistimal ettiğini, çok yakını olan kayınvalidesine menfaat sağlamak maksadıyla bu temliki yaptığını bildirmiştir. Gerçekten yukarıdaki hususlar dışında konu iyiniyet kaidelerine göre tetkik edilirse burada bir hakkın kötüye kullanıldığı açıkça görülmektedir. Kendisine vekaletname verilen Ş.E. kendisini tevkil eden vekil M.E.'nin kardeşidir. S.C.'nin de iflas eden M.'nin kayınvaldesi olması sebebiyle kendisine temlik yapanların durumlarını bilmemesine imkan yoktur. M.'nin 29.1.1971 tarihinde iflas etmiştir. İflası müteakip 4.2.1971 ve 9.3.1971 tarihlerinde bu temlikler M.'kayınvaldesine yapılmıştır ki bu şekilde iyiniyete istinat etmeyen hak Medeni Kanun'un 2. maddesi gereğince himaye edilemez. Bu sebeplerle hükmün bozulması gerekirken onanması yanlış olduğundan davacı avukatın yerinde olan düzeltme isteminin kabulüne ve dairemizin 1.12.1972 tarih, 3853/5129 sayılı kararının kaldırılmasına ve bu sebeplere binaen temyiz olunan kararın davacı yararına bozulmasına) 273/287 sayı ile 2.2.1973 gününde karar verilip dava dosyası geri çevrilmekle yeniden yapılan duruşma sonunda, yerel mahkeme bozmaya uymayarak eski kararında direnmiş bulunmaktadır.
Bu kez de, direnme kararı, davacı vekilleri Av. I.B. ile Av. T.M. tarafından temyiz edilmiş ve incelemenin duruşmalı olarak yapılması istenilmiştir.
Duruşma yapılması için belli edilen 30.1.1974 gününde belirli zamanda davacı adına vekileri Av. L.B., Av. S.B., Av. T.M. ve Av. M.A. ile davalı adına vekili Av. A.B. geldiler.
Temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve taraf vekillerinin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra, vaktin yetersizliğinden ötürü, işin karara bağlanmasının başka bir güne bırakılması uygun görülmüş idi.
Bugün, Hukuk Genel Kurulu'nca tüm dava dosyası ile içindeki kağıtlar okunup incelendikten ve görüşüldükten sonra işin gereği düşünüldü.
Yargıtay özel dairesi ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlığın şu yönlere ilişkin bulunduğu anlaşılmıştır.
1- Yerel mahkemece, davacının M.E.'nin verdiğ 24.7.1968 günlü vekaletnamedeki yetkiye dayanarak birinci vekilin 8.4.1970 günlü vekaletname ile Ş.E.'nin vekil olarak atadığı ve ikinci vekilin de yetkisine dayanarak vekilliğin kapsamına uygun yolda davalı yararına temliklerde bulunduğu ve geçerli oldukları sonuç ve kanısına varılmıştır. Özel daire ise, M.E.'nin Ş.E.'ye verdiği 8.4.1970 günlü vekaletnamede, davacının birinci vekile verdiği vekaletnameden ve onun adına hareket eylediğinden, ondan alınan yetkiden söz edilmediğini, davacının işlerinin yürütülmesine ilişkin olarak kayıt ve ibare taşımadığını, davacının işleri için değil M.E.'nin kendi işlerini yürütmek üzere Ş.E.'yi vekil diye atadığını ve bu nedenlerle gerek vekaletnamenin ve gerekse temliklerin davacıyı bağlayamayacağını ileri sürmüş ve böylece bunu, bozma nedeni yapmıştır.
Oysaki, genel kurulda okunup incelenen ve davacının M.E.'ye verdiği 24.7.1968 ve M.E.'nin Ş.E.'ye vermiş olduğu 8.4.1970 günlü vekaletnamelere göre, birinci vekilin davacıdan aldığı (başkasını tevkil) yetkisine dayanarak Ş.E.'nin ikinci vekil diye atadığı anlaşılmaktadır. Böylece davacı ile ikinci vekil arasında vekillik ilişkisi vekil M.E.'nin (başkalarını da tevkil yetkisine sahip olduğu ve bu yetkiye dayanarak birinci vekilin Ş.E.'nin ikinci vekil diye atadığı yolunda kesin açıklık vardır. Demek ki, özel dairenin yukarıda anılan bozma nedeni, gerek vekaletnamelerin içeriğine ve gerekse dava dilekçesindeki olayların açıklanış biçimine uygun düşmemektedir.
Davacı ile ikinci vekil Ş.E. arasında vekillik ilişkisi olduğu saptanmış bulunduğuna göre, 8.4.1970 günlü vekaletnamede (alacak ve istihkakların dilediği miktarda dilediği şartlarla) temliki yetkisine dayanılarak ikinci vekil tarafından davalıya yapılan temliklerin, vekaletnameye ve her hangi bir yetkiye dayanmadığı ileri sürülemez. Açıktır ki temsil yetkisi vekalet sözleşmesinden doğabileceği gibi temsil olunan kimse, temsil, yetkisi ile birlikte temsilciye bir başkasını tevkil yetkisi de vermiş olabilir. Bu durumda ikinci temsilci, birinci temsilcinin temsilcisi olmayıp temsil olunan kimsenin temsilcisidir ve bu nitelikle yaptığı işlemlerin hüküm ve sonuçları temsil olunanı bağlar. 2. temsilcinin temsil yetkisi, temsil olunanın birinci temsilciye verdiği tevkil yetkisine dayanır (Prof.Dr. T.E. Borçlar Hukuku 1, yıl: 1969, sayfa 258, Hukuk Genel Kurulu'nun 1.10.1969 gün, 4/1057 Esas, 715 karar sayılı ilamı, M.R.K. Tazminat Davalı, yıl: 1973, sayfa:1306-1308). Bunun gibi vekilin, kendisi yerine geçirdiği kişi ile vekillik veren (müvekkil) arasında doğrudan doğruya bir sözleşme ilişkisi meydana getirilebilmesi olanaksız değildir. Ne var ki, bunun için vekilin sözleşme uyarınca böyle bir yetkiyi taşıması gerekir. (Prof.Dr. N.B. Borçlar Hukuku Özel Borç Münasebetleri, yıl: 1971, sayfa: 294-295). Durum böyle olunca, davacının, M.E.'nin 24.7.1968 günlü vekaletname ile başkasını da tevkile yetkili olarak vekil atanmasına ve birinci vekil de bu yetkiye dayanarak Ş.E.'ye 8.4.1970 günlü vekaletname vermesine göre ikinci vekilin davacının vekili niteliğini taşıdığının ve birinci vekilin iflasının ikinci vekilin vekaletinin devamı üzerinde bir etki meydana getiremeyeceğinin ve de ikinci vekilin vekaletnamesi kapsamındaki yetkilere dayanarak yaptığı temliklerin, kural olarak, geçerli bulunduğunun ve davacıyı bağlayacağının kabulü gerekir. Şu var ki, saptanan bu sonuçların aşağıdaki bendin kapsamı ile birlikte değerlendirilmesi de zorunludur.
2- Yargıtay özel dairesi, Medeni Yasa, madde 2 uyarınca hakkın korunmayacağını belirtip yerel mahkeme kararını bozarken bunu da bir neden olarak ileri sürmüş ve kesin olarak bozma yoluna gitmiştir. Yerel mahkeme ise, direnme kararında, davanın hasrediliş biçimine göre sonuçlandırıldığını, temliklerin kötüniyetle yapıldığı yolundaki hukuksal nedeni incelemeye gerek olmadığını, Medeni Yasa madde 2'nin re'sen gözönünde tutulacağı kabul edilse bile bu durumda kötüniyetin varlığının tesbiti ve kanıtların toplanıp bir sonuca varılabileceğini, bozma nedeninin buna olanak bırakılmadığını da belirtmiştir. Özel daire ile yerel mahkeme arasındaki bu yöne ilişkin uyuşmazlığın çözümünde, Medeni Yasa'nın ikinci maddesi ile temsil yetkisinin kötüye kullanılması sonuçları üzerinde durulmak gerekmiştir. Şöyle ki;
a) Medeni Yasa'mız, 2. maddesiyle, hakların kullanılmasını ve borçların yerine getirilmesini bir yandan dürüstlük kuralı ile öbür yandan da hakların kötü kullanılmasını yasaklayarak sınırlamıştır. Dava konusu olay yönünden önemli nokta, bu madde hükmünün (re'sen) gözönünde tutulup tutulmayacağına ilişkindir. Belirtelim ki, yasa hükmünün buyurucu nitelikte olması, başka bir söyleşiyle de kamu düzeni düşüncesi ile konulmuş bulunması, 2. maddenin hakim tarafından görevinden ötürü (re'sen) gözönünde tutulmasını ve uygulanmasını gerektirir. Öyle ki, gerek öğretide (Egger, İsviçre Medeni Kanunu Şerhi-Giriş ve Kişinin Hukuku, çevrine : V.Çernis sayfa 86; Ord. Prof. Dr. H.V.V., Türk Umumi Esaslar, yıl: 1968, sayfa: 345; Prof. Dr. B.K. Medeni Hukuk, Yıl: 1971, sayfa: 102; Prof.Dr. J.G.A. Türk Medeni Hukuku-Medeni Kanun'un Başlangıç Hükümleri. Yıl: 1973, sayfa: 189-190) ve gerekse yargısal inançlarda (Hukuk Genel Kurulu'nun 6.10.1973 gün, 972...2-1677 Esas, 768 Karar ve 4.11.1964 gün, 963/D-2 Esas, 649 Karar sayılı ilamları ve İsviçre Federal Mahkeme Kararı 4.6.1960, Doç.Dr. S.K. İsviçre Federal Mahkemesi'nin Borçlar Hukuku Kararları 11, sayfa: 76) bu yönden görüş birliğine ulaşılmış bulunulmaktadır. Durum böyle olunca, dava dilekçesinde, kötü niyete de dayanıldıktan sonra duruşmada iddianın hasredildiği ileri sürülerek bu yön üzerinde durulmayacağı yollu yerel mahkeme kararındaki görüş, benimsenemez. Üstelik, davayı hasretme vazgeçme niteliğinde de değildir. Kaldı ki, taraflar ileri sürmemiş olsalar bile, olayda Medeni Yasa'nın 2. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağını hakim, görevinden ötürü (re'sen) gözönünde tutar. Yukarıda anılan yasa hükmünün buyurucu nitelikte olması, kamu düzeni düşüncesiyle konulması karşısında karar düzeltme sırasında ileri sürülmemiş olsa bile genel kurulda da, hakimin olayda bu maddeyi uygulaması gerekip gerekmediği üzerine kendiliğinden durulabilir. Öte yandan sonradan bu konuda dava açılması Medeni Yasa madde 2'nin eldeki bu davaya etkilerini araştırmaya engel olamaz.
b) Bu açıklamalardan sonra, vekalet sözleşmesine dayanılarak kullanılmış temsil yetkisi üzerinde Medeni Yasa madde 2'nin ne gibi etkiler yapacağı konusunun aydınlığa kavuşturulması gerekir. Belirtelim ki, vekalet sözleşmesine dayanan temsil yetkisini, dış ilişkide gösterir ve örneğin, temsil edilenle üçüncü bir kişi arasında bir hukuksal ilişki kurulmasını sağlar Prof.Dr. S.S.T. Borçlar Hukuku, Yıl: 1971, sayfa: 141) Bu konuda şöyle de denebilir; Vekaletin yerine getirilmesi üçüncü kişilerle hukuksal işlem ve özellikle sözleşme yapılmasını gerektirdiği takdirde, bu işlemlerin yapılması sonucunda vekillik verenin üçüncü kişilerle olan ilişkileri temsil hakkındaki hükümlere göre belli edilmek ve saptanmak gerekir. Vekil, vekillik verenin nam ve hesabına hareket etmiş ise, doğrudan doğruya temsil kurallarına göre o işlemin hak ve borçları vekillik verene ait olur (Bilge, a.g.e., sayfa: 300) Böyle olunca da, eldeki dava konusu için temsil yetkisinin kötüye kullanılması sorunu üzerinde durulmakta büyük yarar vardır. Gerçekten şu durumda temsil yetkisinin kötüye kullanılmış olduğu kabul edilir; Temsil yetkisinin kötüye kullanılmasından söz edebilmek için birinci koşul, temsilcinin temsil yetkisinin bulunmasına ilişkindir. 2. koşul ise, dış temsil yetkisinin temsilci tarafından temsil olunanın irade beyanına ve çıkarına (menfaatına) aykırı biçimde, kullanılmasıdır. Temsil yetkisinin kötüye kullanılmasının üçüncü koşulu ise, temsilin yapıldığı üçüncü kişinin Medeni Yasa madde 3 anlamında iyi inançlı olmamasıdır. 3. kişi, duruma göre, temsilcinin görevlerine aykırı biçimde davrandığını bildiği ya da bilmesi gerektiği hallerde iyi inanç süremeyeceğinden korumadan yararlanmayacaktır (Prof.Dr. T.E. Temsil, Yıl:1961, sayfa 85. vd; Borçlar Hukuku 1, Yıl: 1969, sayfa 255, vd). İşte eğer temsilci, temsil yetkisini kötüye kullanmış olup da üçüncü kişi, temsil yetkisinin kötüye kullanıldığını bilir ya da bilmesi gerekir ise Medeni Yasa madde 2, fıkra 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur (Eeger, Missbrach der Vertretungsmacnt, Festgabe Fün İeland, 1934, sayfa 63- anan Esener, a.g.e., sayfa 87, dip notu 257; ayrıca bakınız. Dr. H.B. İsviçre Medeni Kanunu Şerhi 11. cilt, Borçlar Kanunu - Genel Hükümler, çeviren: B.O. yıl 1967 sayfa 183) Federal Mahkeme de, açıkca üçüncü kişinin, temsilcinin temsil yetkisini kötüye kullandığını bildiği ya da bilmesi gerektiği durumlarda sözleşmenin Medeni Yasa madde 2 uyarınca temsil olunanı bağlamayacağı görüşündedir. (Esener a.g.e., sayfa 256) Bunun gibi temsil edilen yönünden zararlı sonuçlar doğuran bir sözleşmeyi yapmak için temsilci ile üçüncü kişi hileli bir anlaşma yapmış olurlarsa durum böyledir. Gerek Federal Mahkeme (BGE 73 11 138, anan Tekinay, a.g.e., sayfa 148, dip 285 ve gerek yargıtayımızda da (4. Hukuk Dairesi'nin 27.11.1957 gün, 7296/7009 sayılı kararı, anan Tekinay, a.g.e., sayfa: 148, dip notu 28) bu çözümü, Medeni Yasa'nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kurallığının doğal bir sonucu saymıştır (Tekinay, a.g.e., sayfa: 147-148).
İşte bütün bu açıklamalar gözönünde tutularak yerel mahkemece yapılması gereken iş, ikinci vekilin, temsil yetkisini kötüye kullanması olup olmadığının, ikinci vekil Ş.E.'nin davacının çıkarlarına (Menfaatlerine) aykırı bir yolda davranıp davranmadığının ve davalının bunu bilip bilmediğinin ya da bilmesi gerekip gerekmediğinin; davalı ile ikinci vekil Ş.E.'nin davacı için zararlı sonuç doğurmak amacıyla hileli bir anlaşma yapmış olup olmadıklarının tesbiti yönünden gereken soruturmaya girmek ve bütün kanıtları toplamak ve davalı vekilinin dosyaya sunduğu belgeler de gözönünde tutulup birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç çevresinde bir karar vermekten ibarettir. Bu nedenler, özel dairenin, Medeni Yasa madde 2 açısından kesin olarak bozma yapması doğru bulunmamış, yukarıda belirtildiği üzere eksik inceleme yönünden direnme kararının bozulması Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluk oyları ile kabul edilmiştir.
SONUÇ : Bu duruma göre, davacı vekillerinin öbür temyiz itirazlarının reddiyle, direnme kararının yalnızca yukarıda belirtilen iki numaralı ben uyarınca BOZULMASINA, duruşma için 1.000 lira avukatlık parasının davalıdan alınıp davacıya ödenmesine, istek olursa temyiz peşin harcının davacıya geri çevrilmesine 13.2.1974 gününde oyçokluğuyla karar verildi.