 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1973/523
K: 1974/102
T: 13.2.1974
818/m.
743/m.2,3
DAVA VE KARAR : ( Dava, dava dışı Müflis Muvaffak Ergun'un iflasından önce davacıdan almış olduğu vekaletnameye dayanarak tevkil ettiği şafak Ergun'un Muvaffak Ergun un iflasından sonra davalı lehine ve davacı aleyhine yaptığı toplam 2.300.000 lira değerindeki 4.2.1971 tarihli temliklerin iptali isteminden ibaret olup, davalı avukatı ise temlik tarihinde şafak Ergun'un davacıya temsil yetkisinin mevcut olduğunu savunmuş ve mahkeme de bu gerekçe ile davayı reddetmiştir.
Dava dosyası muhteviyatına göre; davacı Sinan Kocasinan davalı Güher Ergun ile akteylediği 2.1.1964 tarihli adi şirket mukavelenamesine binaen ortaktırlar. Muvaffak Ergun 24.7.1968 tarihinde, vekaletnamede yazılı işleri yapmak üzere, davacı tarafından vekil tayin edilmiş olup aharı tevkil yetkisine dayanarak 8.4.1970 tarihinde de şafak Ergun'u tevkil eylemiştir.
Davacının dava dilekçesindeki, davalı tarafından reddedilmeyen iddiasına nazaran Muvaffak Ergun, şafak Ergun'un kardeşi ve davalı Güher Ergun'un kocasıdır.
Adı geçen Muvaffak Ergunşun 29.1.1971 tarihinde iflasına karar verilmesini müteakip ondan aldığı yetkiye dayanarak şafak Ergun, 4.2.1971 tarihli 1.300.000 ve aynı tarihli 1.000.000 liralık temliknameleri davalı Müflis Muvaffak'ın karısı olan yengesi Güher Ergun lehine yapmıştır. Muvaffak Ergun'un, şafak Ergun'un kardeşi, davalı Güher Ergun'un kocası bulunması sebebiyle ve aralarındaki bu ilişki dolayısıyla kanunen himaye olunması gereken iyi niyetlerinden bahsolunmayacağı gibi davada şafak Ergun'un Sinan Kocasinan'ı temsil edemiyeceği ileri sürülmüş olmasına göre şafak Ergun'a yetki veren vekaletnamenin de etraflı olarak incelenmesi gerekmiştir.
Muvaffak Ergun'un şafak Ergun'a verdiği 8.4.1970 tarihli vekaletnamenin metninde davacı Sinan'ın Muvaffak'a vermiş olduğu vekaletnameden ve onun adına hareket eylediğinden, ondan alınan yetkiden bahsolunmadığı gibi vekaletname onun işlerinin yürütülmesine dair herhangi bir kayıt ve ibareyi de ihtiva etmemektedir. Bahsi geçen vekaletname Muvaffak tarafından imzalanmış olup namına gelir vergisi beyannamelerini imzaya diye başlamakta, vergilerimi ödemeye... ihalelere namına iştirak etmeye... namına tescil ettirmeye... namına temlike... diye devam etmekte ve şafak Ergun'u vekil tayin eyledim cümlesi ile son bulmaktadır. Bu vekaletname ( Sinan Kocasinan vekili Muvaffak Ergun ) diye imzalanmıştır.
Vekaletnamenin metnine itibar edilmek gerektiğinden, davacı Sinan Kocasinan ı işlerini tedvir için değil, Muvaffak Ergun'un kendi şahsi işlerini yürütmek üzere şafak Ergun'u vekil tayin eylediği sonucuna varılmaktadır. Vekaletnamenin sonundaki Sinan Kocasinan vekili Muvaffak Ergun kelimelerinin Muvaffak'ın niteliğini belirtmek bakımından kullanıldığı anlaşılmakta olup, vekaletnamenin davacı Sinan adına düzenlenen anlamı çıkarılamaz; bu sebeple gerek vekaletname ve gerekse temliknameler davacı Sinan Kocasinan'ı ilzam eder nitelikte bulunmamaktadırlar.
Diğer taraftan davacı dava dilekçesinde davalının kocasının vekalet hükümlerin suistimal ettiğini çok yakını olan karısına menfaat sağlamak maksadiyle bu temliki yaptığını bildirmiştir. Gerçekten yukarıdaki hususlar dışında konu iyiniyet kaidelerine göre, tetkik edilirse burada bir hakkın kötüye kullanıldığı açıkça görülmektedir. Kendisine vekaletname verilen şafak Ergun kendisini tevkil eden vekil Muvaffak Ergun'un kardeşidir. Güher Ergun un iflas eden vekil Muvaffak Ergun'un karısı olması sebebiyle kendine temlik yapan kocasının ve kayınbiraderinin durumlarını bilmemesine imkan yoktur. Muvaffak 29.1.1961 tarihinde iflas etmiştir. İflası müteakip aradan çok kısa bir zaman geçer geçmez 4.2.1971 tarihinde bu temlikler Muvaffak'ın karısına yapılmıştır ki bu şekilde iyiniyet istinat etmeyen hak Medeni Kanunun ikinci maddesi gereğince himaye edilemez. Bu sebeplerle hükmün bozulması gerekirken onanması yanlış olduğundan davacı avukatının yerinde olan düzeltme isteminin kabulüne ve dairemizin 1.2.1972 tarih ve 3854/5130 sayılı kararının kaldırılmasına ve bu sebeplere binaen temyiz olunan kararın davacı yararına bozulmasına 272/285 sayı ile ve 2.2.1973 gününde karar verilip dava dosyası geri çevrilmekle yeniden yapılan duruşma sonunda, yerel mahkeme bozmaya uymayarak eski kararında direnmiş bulunmaktadır.
Yargıtay özel dairesi ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlığın şu yönlere ilişkin bulunduğu anlaşılmıştır.
1 - Yerel Mahkemece, davacının Muvaffak Ergun'a verdiği 24.7.1968 günlü vekaletnamedeki yetkiye dayanılarak birinci vekilin 8.4.1970 günlü vekaletname ile şafak Ergun'u vekil olarak atadığı ve ikinci vekilin de yetkisine dayanarak vekilliğin kapsamına uygun yolda davalı yararına temliklerde bulunduğu ve geçerli oldukları sonuç ve kanısına varılmıştır.
Özel Daire ise, Muvaffak Ergun'un şafak Erguna'a 8.4.1970 günlü vekaletnamede, davacının birinci vekile verdiği vekaletnameden ve onun adına hareket eylediğinden, ondan alınan yetkiden söz edilmediğini, davacının işlerinin yürütülmesine ilişkin olarak kayıt ve ibare taşımadığını davacının işleri için değil Muvaffak Ergun'un kendi işlerini yürütmek üzere şafak Ergun'u vekil diye atadığını ve bu nedenlerle gerek vekaletnamenin ve gerekse temliklerin davacıyı bağlamıyacağını ileri sürmüş ve böylece bunu, bozma nedeni yapmıştır.
Oysa ki, Genel Kurulda okunup incelenen ve davacının Muvaffak Ergun'a verdiği 24.7.1968 ve Muvaffak Ergun'un da şafak Ergun'a vermiş olduğu 8.4.1970 günlü vekaletnamelere göre, birinci vekili davacıdan aldığı ( başkasını tevkil ) yetkisine dayanarak şafak Ergun'u ikinci vekil diye atadığı anlaşılmaktadır. Böylece davacı ile ikinci vekil arasında vekillik ilişkisi gerçekleşmiş bulunmaktadır. Üstelik, dava dilekçesinde de birinci vekil Muvaffak Ergun'un ( başkalarını da tevkil ) yetkisine sahip olduğu ve bu yetkiye dayanarak birinci vekilin şafak Ergun'u ikinci vekil diye atadığı yolunda kesin açıklık vardır. Demek ki özel dairenin yukarıda anılan bozma nedeni, gerek vekaletnamelerin içeriğine ve gerekse dava dilekçesindeki olayların açıklanış biçimine uygun düşmektedir.
Davacı ile ikinci vekil şafak Ergun arasında vekillik ilişkisi olduğu saptanmış bulunduğuna göre 8.4.1970 günlü vekaletnamede ( alacak ve istihkakların dilediği miktarda dilediği şartlarla ) temliki yetkisine dayanılarak ikinci vekil tarafından davalıya yapılan temliklerin, vekaletnameye ve herhangi bir yetkiye dayanmadığı, ileri sürülemez. Açıktır ki temsil yetkisi vekalet sözleşmesinden doğabileceği gibi temsil olunan kimse, temsil yetkisi ile birlikte temsilciye bir başkasını tevkil yetkisi de vermiş olabilir. Bu durumda ikinci temsilci, birinci temsilcinin temsilcisi olmayıp temsil olunan kimsenin temsilcisidir ve bu nitelikte yaptığı işlemlerin hüküm ve sonuçları temsil olunanı bağlar. 2. temsilcinin temsil yetkisi, temsil olunanın birinci temsilciye verdiği tevkil yetkisine dayanır ( Prof.Dr.Turhan Esener, Borçlar Hukuku 1, yıl: 1969, sahife: 258 Hukuk Genel Kurulunun 1.10.1969 gün, 4/1057 Esas, 175 Karar sayılı ilamı, Mustafa Reşit Karahasan, Tazminat Davaları, yıl: 1973 sahife: 1306, 1308 ). Bunun gibi vekilin, kendisi yerine geçirildiği kişi ile vekillik veren ( müvekkil ) arasında doğrudan doğruya bir sözleşme ilişkisi meydana getirebilmesi olanaksız değildir. Ne var ki, bunun için vekilin sözleşme uyarınca böyle bir yetkiyi taşıması gerekir. ( Prof. Dr. Necip Bilge, Borçlar Hukuku - Özel Borç Münasebetleri, yıl: 1971, sahife 294 - 295 ). Durum böyle olunca, davacının, Muvaffak Ergun'u 24.7.1968 günlü vekaletname ile başkasını da tevkile yetkili olarak vekil atanmasına ve birinci vekil de bu yetkiye dayanarak şafak Ergun'a 8.4.1970 günlü vekaletname vermesine göre ikinci vekilin davacının vekili niteliğini taşıdığını ve birinci vekilin iflasının ikinci vekilin vekaletinin devamı üzerinde bir etki meydana getiremiyeceğinin ve de ikinci vekilin vekaletnamesi kapsamındaki yetkilere dayanarak yaptığı temliklerin, kural olarak, geçerli bulunduğunun ve davacıyı bağlayacağının kabulü gerekir. şu varki saptanan bu sonuçların aşağıdaki benedin kapsamı ile birlikte değerlendirilmesi de zorunludur.
2 - Yargıtay özel dairesi, Medeni Yasa, madde 2 uyarınca hakkın korunmayacağını belirtip yerel mahkeme kararını bozarken bunu da bir neden olarak ileri sürmüş ve kesin olarak bozma yoluna gitmiştir. Yerel mahkeme ise, direnme kararında, davanın hasrediliş biçimine göre sonuçlandırıldığını, temliklerin kötü niyetle yapıldığı yolundaki hukuksal nedeni incelemeye gerek olmadığını, Medeni Yasa madde 2'nin re'sen gözönünde tutulacağı kabul edilse bile bu durumda kötü niyetin varlığının tesbiti ve kanıtların toplanıp bir sonuca varılabileceğini, bozma nedenini buna olanak bırakılmadığını da belirtmiştir. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki bu yöne ilişkin uyuşmazlığın çözümünde, Medeni Yasanın ikinci maddesi ile temsil yetkisinin kötüye kullanılması sonuçları üzerinde durulmak gerekmiştir. şöyle ki;
a - Medeni Yasamız, 2. maddesiyle, hakların kullanılmasını ve borçların yerine getirilmesini bir yandan dürüstlük kuralı ile öbür yandan da hakların kötü kullanılmasını yasaklıyarak sınırlamıştır. Dava konusu olay yönünden önemli nokta, bu madde hükmünün ( re'sen ) gözönünde tutulup tutulmayacağına ilişkindir. Belirtelim ki, yasa hükmünün buyurucu nitelikte olması, başka bir söyleyişle de kamu düzeni düşüncesi ile konulmuş bulunması, 1. maddenin hakim tarafından görevinden ötürü ( re'sen ) gözönünde tutulmasını ve uygulanmasını gerektirir. Öyle ki, gerek öğretide ( Egger, İsviçre Medeni Kanunu şerhi Giriş ve Kişinin Hukuku, çeviren : V.Çernis, sahife 86; Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Türk Medeni Hukuku - Umumi Esaslar, yıl : 1968, sahife 345: Prof. Dr. Bülent Köprülü, Medeni hukuk, yıl: 1971, sahife 102; Prof. Dr. Jale G. Akipek, Türk Medeni Hukuku - Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, yıl: 1973 sahife 189/190 ve gerekse yargısal inançlarda ( Hukuk Genel Kurulunun 6.10.1973 Gün, 972/2 - 1967 Esas, 768 Karar ve 4.11.1964 gün, 1963 ( D - 7 Esas, 640 Karar sayılı ilamları ve İsviçre Federal Mahkeme Kararı 4.6.1960, Doç. Dr. Selim Kaneti İsviçre Federal Mahkemesinin Borçlar Hukuku Kararları 11, sahife 76 ) bu yönden görüş birliğine ulaşılmış bulunmaktadır. Durum böyle olunca, dava dilekçesinde kötü niyete de dayanıldıktan sonra duruşmada iddianın hasredildiği ileri sürülerek bu yön üzerinde durulmayacağı yollu yerel mahkeme kararındaki görüş benimsenemez. üstelik, davayı hasretme vazgeçme niteliğinde de değildir. Kaldı ki, taraflar ileri sürmemiş olsalar bile, olayda Medeni Yasanın 2. maddesinin uygulanıp uygulanamıyacağını hakim, görevinden ötürü ( re'sen ) gözönünde tutar. Yukarıda anılan yasa hükmünün buyurucu nitelikte olması, kamu düzeni düşüncesiyle konulması karşısında karar düzeltme sırasında ileri sürülmemiş olsa bile Genel Kurulda da, hakimin olayda bu maddeyi uygulaması gerekip gerekmediği üzerinde kendiliğinden durulabilir. Öte yandan sonradan bu konuda dava açılması Medeni yasa madde 2'nin eldeki bu davaya etkilerini araştırmaya da engel olamaz.
b - Bu açıklamalardan sonra vekalet sözleşmesine dayanılarak kullanılmış temsil yetkisi üzerinde Medeni Yasa madde 2'nin ne gibi etkiler yapacağı konusunun aydınlığa kavuşturulması gerekir. belirtelim ki, vekalet sözleşmesine dayanan temsil yetkisini, dış ilişki de gösterir ve örneği, temsil edilenle üçüncü kişi arasında bir hukuksal ilişki kurulmasını sağlar. ( Prof. Dr. Selahattin Sulhi Tekinay Borçlar Hukuku yıl: 1971 sahife 141 ) Bu konuda şöyle de denebilir. Vekaletin yerine getirilmesi üçüncü kişilerle hukuksal işlem ve özellikle sözleşme yapılmasını gerektirdiği takdirde, bu işlemlerin yapılması sonucunda vekillik verenin üçüncü kişilerle olan ilişkileri de temsil hakkındaki hükümlere göre belli edilmek ve saptanmak gerekir. Vekil, vekillik, verenin nam ve hesabına hareket etmiş ise, doğrudan doğruya temsil kurallarına göre o işlemin hak ve borçları vekillik verene ait olur. ( Bilge age., sahife, 300 ) Böyle olunca da, eldeki dava konusu için temsil yetkisinin kötüye kullanılması sorunu üzerinde durulmakta büyük yarar vardır. Gerçekten şu durumda temsil yetkisinin kötüye kullanılmış olduğu kabul edilir; temsil yetkisinin kötüye kullanılmasından söz edebilmek için birinci koşul, temsilcinin temsil yetkisinin bulunmasına ilişkindir. 2. koşul ise, dış temsil yetkisinin temsilci tarafından temsil olunanın irade beyanına ve çıkarına ( menfaatine ) aykırı biçimde kullanılmasıdır. Temsil yetkisnin kötüye kullanılmasının üçüncü koşulu ise, temsilcinin temsilin yapıldığı üçüncü kişinin Medeni Yasa madde 3 anlamında iyi inançlı olmamasıdır. 3. kişi duruma göre, temsilcinin görevlerine aykırı biçimde davrandığı bildiği ya da bilmesi gerektiği hallerde iyi inanç ileri süremiyeceğinden korumadan yararlanamıyacaktır ( Prof. Dr. Turhan Esener, Temsil, yıl: 1961 sahife 85 vd; Borçlar Hukuku 1, yıl: 1969, sahife 255 vs. ) İşte eğer temsilci, temsil yetkisini kötüye kullanmış olup da üçüncü kişi, temsil yetkisinin kötüye kullanıldığını bilir ya da bilmesi gerekir, ise Medeni Yasa madde 2. fıkra 2 anlamında hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur. ( Egger Missbrauch der Vertretungsmachtfestfolbefür Wieland, 1934 sahife 63 - Anan Esener, age., sahife 87, dip notu 257 ; ayrıca bakınız. Dr. H. Becker, İsviçre Medeni Kanunu şerhi II cilt, Borçlar Kanunu - Genel Hükümler, Çeviren: Bülent Olcay, yıl: 1967, sahife 183 ) Federal Mahkemede, açıkça üçüncü kişinin, temsilcinin temsil yetkisini kötüye kullandığı bildiği ya da bilmesi gerektiği durumlarda sözleşmenin Medeni Yasa madde 2 uyarınca temsil olunanı bağlamayacağı görüşündedir. ( Esener, age., sahife 256 ). Bunun gibi temsil edilen yönünden zararlı sonuçlar doğuran bir sözleşmeyi yapmak için temsilci ile üçüncü kişi hileli bir anlaşma yapmış olurlarsa durum böyledir. Gerek Federal Mahkeme ( BGE. 73 11 138, Anan Tekinay, age., sahife 148, dip notu 28 ) ve gerek Yargıtayımız da ( 4. Hukuk Dairesinin 27.11.1957 Gün, 7296/7009 sayılı kararı, Anan Tekinay, age., sahife 148, dip note 23 ) çözümü, Medeni Yasanın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu saymıştır. ( Tekinay, age., sahife 147/148 ).
İşte bütün bu açıklamalar gözönünde tutularak yerel mahkemece yapılması gereken iş, ikinci vekilin temsil yetkisini kötüye kullanmış olup olmadığının, ikinci vekil şafak Ergun'un davacının çıkarlarına menfaatlerine aykırı bir yolda davranıp davranmadığının ve davalının bunu bilip bilmediğinin ya da bilmesi gerekip gerekmediğinin; davalı ile ikinci şafak Ergun'un, davacı için zararlı sonuç doğrumak amacıyla hileli bir anlaşma yapmış olup olmadıklarının tespiti yönünden gereken soruşturmaya sunduğu belgeler de gözönünde tutulup birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç çevresinde bir karar vermekten ibarettir.
SONUÇ : Bu nedenle, özel dairenin, Medeni Yasa madde 2 açısından kesin olarak bozma yapması doğru bulunmamış, yukarıda belirtildiği üzere eksik inceleme yapması yönünden direnme kararının bozulması, Hukuk Genel Kurulunun çoğunluk oyları ile kabul edilmiştir.