 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1973/1560
K: 1975/837
T: 25.06.1975
DAVA : Taraflar arasındaki tapu iptali ve tesçil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Malatya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın
usulden reddine dair verilen 30/5/1972 gün ve 1971/-370-1972/352 sayılı kararının incelenmesi davacılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 14/9/1972 gün ve 7335/5770 sayılı ilamıyle, Medeni Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra ölen miras bırakanların mirasçıları davada taraf olduklarından süreye riayetsizlik sebebine dayanan red kararının usule aykırı olduğu gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk genel kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği gönüşüldü:
KARAR : Hakim tarafından belli edilen kesin süreye davacı tarafın riayet etmemiş bulunmasından ötürü reddedilmiştir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 163. maddesinde bir Yasal öteki hakimtarafından tanınan iki türlü sürenin varlığı kabul edilmiş ve bu sürelere
uyulmayan hallerde karşılaşılacak sonuç açıklanmıştır. Yukarıda sözü edilen
maddeye göre yasal süre veya hakim tarafından tanınan süre içinde yapılması
gereken işlem ilgili tarafça yapılmazsa hakkın düşeceği kabul edilmiştir.
Yasal süre içinde yapılması gereken şeyin ne olduğu yasalarda yazılmış ve
gösterilmiştir. Hakimin tanıdığı süre içinde yapılması istenilen işlemin ne olduğu ise hakimin bu yöne ilişkin bulunan ara kararında her halde açıklanmış olmalıdır. Hakimin süreye ilişkin ara kararının tereddüt uyandırmayacak, yorumu zorunlu kılmıyacak, yanlış anlamayı önleyecek, ilgili tarafından kolaylıkla anlaşılacak derecede açık, sade ve sınırlı olması gereklidir.
Bu husus ilgili ara kararı konusu, kapsamı ve sınırları bakımından orta halli bir kişinin rahatlıkla anlıyabileceği kadar açık olmalıdır. Pek az kişinin akıl erdirebileceği "muğlak ifadeli" bir ara kararının sade vatandaş tarafından anlaşılması olanağı yoktur. Özetle hakimin kesin süreye ilişkin ara kararında ilgili tarafın yapması gerekli görülen işler, sade bir dil kullanılarak "kolayca" anlaşılabilir biçimde "birer birer" ve "açıkça" gösterilmiş olmalıdır.
Davada, hakim 20.3.1972 günlü ara kararında "iştirak halinde mülkiyet hükümlerinin ikmalinden" bahisle davacıya ilk süreyi vermiş daha sonra 24.5.1972 günlü kararında ise "iştirak halinde mülkiyet hükümlerine ait vecibesini ifa ve ikmal etmesi" için davacıya kesin süre tanımak yoluna gitmiştir.
Kapsamı ve sınırı belli olmayan, dolayısiyle anlaşılması imkan bulunmayan
böyle bir ara kararını yerine getirmiyen tarafın bu durumun sonuçlarından
sorumlu tutulması düşünülemez.
Yukarıda öngörülen yönlerin kapsamayan bir karara dayanılarak Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununun 163. maddesi uyarınca davanın reddedilmesi doğru
değildir.
Ayrıca davacılardan L. 1338 yılında ölen kayıt sahibinin kızıdır. Kayıt sahibinin ölüm tarihine göre davacı L. bakımından iştirak durumunun varlığı söz konusu edilmesi mümkün bulunmadığı düşünülmeden adı geçenin davasının süreye riayetsizlik nedeniyle reddedilmesi isabetsizdir.
Bu düşüncelerle özel dairenin bozma ilamına uyulması gerekli iken eski
hükümde direnilmesi doğru olmadığından direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz itirazlarının kabulü, ile direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerle Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince bozulmasına 25.6.1975 gününde oybirliğiyle karar verildi.