 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E: 1973/6155
K: 1974/17127
T: 20.12.1974
DAVA : Davacı avukatı; davalının kusurlu davranışı nedeniyle müvekkiline ait fırın ve evin yandığını ileri sürerek 21.954 lira 80 kuruş tazminatın alınmasını istemiştir.
KARAR : Yapılan yargılama sonunda : Olay keşifte sabit olduğundan bilirkişi raporu ile tesbit edilen 17.443 liranın faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine ve fazla isteğin reddine karar verildiğine ilişkindir.
Temyiz eden : Taraflar avukatları,
Temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:
1- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 178 ve onu izleyen maddeleri bir davanın nasıl ve ne şekilde açılacağını hükme bağlamıştır. Bir kimse; aleyhine dava açıldığını kendisine tebliğ edilen dava dilekçesiyle öğrenir, eğer davalı; aleyhine açılmış olan davanın haksız olduğu kanısında ise, Usulün 195 ve 202. maddeleri hükümleri uyarınca düzenleyeceği bir cevap layihası ile mahkemeden hukuki himaye talep edebilecektir. Davalı bu arada çeşitli savunma nedenlerinden yararlanmak hakkını haizdir. Gerek uygulamada ve gerekse öğretide savunma vasıtaları iki ana bölümde mütalaa edilmektedir. Bunlar usul hukukuna ve maddi hukuka dayanan savunma vasıtalarıdır. Olayımıza açıklık getirmesi yönünden bu kavramlara kısaca deyinmekte yarar vardır.
1- Usul hukukuna dayanan savunma vasıtaları :
Usul kanunu bu savunmaları (itiraz) sözcüğü ile deyimlendirmiş olmasına rağmen, burada anılan itirazlar maddi hukuktaki itiraz kavramına giren itirazlar niteliğinde değildir. Doktrinde bunlara (usuli itirazlar) denilmektedir. Bunlar başlıca 3 grupta toplanır :
a) İlk itirazlar : Usulün 187 ve onu izleyen maddelerinde düzenlenmiştir. Bunlar dava manileri olup, davanın başında yani on günlük cevap süresi içinde topluca ileri sürülmek gerekir. Anılan süre içinde ileri sürülmeyen bu nitelikteki itirazların, karşı tarafın kabulü ile dahi incelenmesi olanağı yoktur.
b) Diğer usuli itirazlar : Bunlar dava şartlarının bulunmadığına ilişkin itirazlar olup, davalı tarafından yargılamanın her kesiminde (safhasında) ileri sürülebilecek ve mahkemece de resen gözönünde bulundurulabilecek itirazlardandır.
c) Birde, bu iki grup dışındaki itirazlar vardır ki (HUMK. 55, 107, 218, 373, 402) bunlar bir savunma vasıtası olmayıp, daha çok bazı ara kararlarına karşı tanınmış olan itirazlar niteliğindedir.
2) Maddi hukuka dayanan savunma vasıtaları :
Bunlar (itiraz) ve (def'i) olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
a) İtiraz : Davacının ileri sürdüğü hakkın doğumuna engel olan ya da doğmuş olan hakkı sona erdiren olaylardır. Örneğin; bir sözleşmenin kanunun geçerliği için öngördüğü şekil şartına uyulamamış olması, sözleşmenin taraflarından birinin ehliyetsiz oluşu, sözleşmenin kanuna ya da ahlaka aykırı oluşu, bir hakkın doğumuna engel olan nedenlere ilişkin itirazlardandır. Buna karşılık doğmuş olan hakkı ortadan kaldıran itirazlara örnek olarak ödeme (tediye), ibra ifanın sonradan imkansız hale gelmesi (BK. 117) gösterilebilir. İyiniyet, ya da kötü niyet gibi durumlar (14.02.1951 gün ve 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) ile sarih veya zımmi feragat (30.11.1995 gün ve 14/20 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) gibi hususlar da maddi hukuk anlamında birer itirazdır. Bütün bu itirazlar hakim tarafından resen gözönünde bulundurulması gereken itirazlardandır. (Baki Kuru - Hukuk Muhakemeleri Usulü - 3. Baskı - Ankara 1974 - Sahife 316, 317) (Dr. Saim Üstündağ - Medeni Yargılama Hukuku'nun Esasları - İstanbul, 1973 - Sahife : 196).
b) Def'i : Borçlanılmış olan bir edimin devamlı veya geçici olarak (belirli zaman için) yerine getirilmesinden kaçınmaya olanak sağlayan bir haktır. Burada, davalı aslında borçludur, ancak özel bir nedene dayanarak borcu yerine getirmekten kaçınmaya hakkı vardır. Örneğin, henüz vadesi gelmemiş bir borcun dava edilmesi halinde davalı bu yönü ileri sürerek borcunu ödemekten geçici olarak kaçınabilir. Dava bu yönden reddedilirse, borcun vadesi gelince yeniden dava açılabilir. Bu tür hükümler kesin hüküm niteliğinde değildir. Borçlanılmış olan edimin devamlı olarak yerine getirilmesine engel olan def'ilerin en tipik örneği zamanaşımı savunmasıdır. Bir dava zamanaşımı nedeniyle reddedilince bu kesin bir hüküm olduğundan davanın tekrar açılması olanağı yoktur. Kural olarak def'i mahkemelerce resen nazara alınamaz. Bunların cevap süresi içinde davalı tarafça ileri sürülmesi gereklidir. Savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşılmadığı sürece, def'in geç ileri sürülmesi incelenmesine engel değildir.
Anılan kavramlara kısaca deyinildikten sonra üzerinde durulması gereken yön, cevap layihasının geç verilmesi halinde karşı tarafın savunmasının genişletilmesine muvafakat etmemesi halinde (HUMK. 200/11) ya da hiç cevap verilmemesi durumunda doğacak hukuki sonuçtur.
Gerek uygulamada ve gerekse öğretide bu iki hal arasında bir ayırım yapılmamıştır. Her iki tutum bizi aynı sonuca götürmektedir. Yani davalı, her iki halde de (davayı inkar) etmiş duruma düşmüştür. Doktrinde, inkarın neyi ifade ettiği yönü kesinlikle aydınlığa kavuşmamış olmasına rağmen uygulamada bu hususu kesinliğe yakın bir şekilde saptayan birçok kararların varlığı müşahade edilmektedir. Dairemizin, 17.12.1965 gün ve 10175/7469 sayılı kararında belirtildiği gibi; davalının süresinde cevap layihası vermemesi ile davayı inkar etmiş olması "uyuşmazlık konusu olayların ileri sürüldüğü üzere değil, başka şekilde gerçekleştiğini veya doğru olmadığını bildirme" anlamındadır. İnkarın bu anlamı içinde, pek doğal olarak davacıya hiç bir borcu bulunmadığı iddiası evleviyetle mevcuttur. Nitekim bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun 20.09.1967 gün ve 1966 - T/1034 E. 361 K. sayılı ilamında da açıkca dile getirilmiştir. Hiç kuşku yoktur ki davayı inkar eden kişi sadece def'i ileri süremeyecek ve fakat davacının davasının, daha açıkca bir deyimle davacının iddia ettiği vakıaların gerçek olmadığını ispata medar ve dolayısıyla davayı redde götürecek karşı delillerini ibraz ve ikame hakkını usulün 244. maddesi hükmünce kullanabilecektir. Nitekim Hukuk Genel Kurulu'nun, az yukarıda anılan ve Postacıoğlu tarafından da tasvip gören (İ. Postacıoğlu - Medeni Usul Hukuku Dersleri - Baskı - İstanbul, 1970 - Sayfa : 367 vd.) kararında açıkca, "cevap layihası vermemek suretiyle davayı inkarın, davacıya borçlu olmadığı anlamında bulunduğu ve borcun ne sebeple bulunmadığı yönünü izah ve iddia hilafına delil ikame hakkını bertaraf etmeyeceği" belirtilmiştir.
Keza Yargıtay Ticaret Dairesi'nin 03.12.1971 gün ve 1971/5454 E. 7194 K. sayılı ilamında da "davalının cevap layihası vermemek suretiyle davayı inkar etmesi halinde, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin mahiyetini ve mevcudiyetini, alacağın miktar ve kapsamına isbat etmek külfeti davacıya aittir. İşaret edilen hususa ilişkin delillerini davacının ibrazından sonra, davalının iddia edilen hukuki bağlılığının mevcut olmadığına veya herhangi bir sebeple itfa ve iskat edildiğine mütedair göstereceği delillerin toplanması iktiza der" demek suretiyle aynı görüşü paylaşmıştır. Yine Dairemiz 09.06.1966 gün ve 10947/6647 sayılı kararında, "davayı inkarın içinde, haksız eylemin kendisi tarafından yapılmadığı iddiası olduğu gibi çarpışan aracın kendisine ait olmadığı iddiasının da bulunduğunu ve bu itibarla gösterilecek delillerin toplanması gerektiğini" belirtmek suretiyle aynı ilkeyi tekrarlamıştır.
Şu hale göre, yukarıda anılan anlamda davayı inkar etmiş olan taraf, ibraz ve ikame edeceği delillerle davayı redde götürmek hakkını haizdir.
Olayımızda, davalı süresinde cevap vermemiş ve davayı inkar etmiştir. Bu inkarın içinde borcun söndüğü iddiası da var farzedilir. Nitekim davalı, bu savunmasını isbat için Usulün 244. maddesi hükmünce delil ikame etmiştir. İbraz olunan ibra belgesinin yukarıda anılan esaslara aykırı düşüncelerle mahkeme tarafından gözönünde bulundurulmaması usule aykırıdır. Ancak, dairemizce incelenen ibra belgesinin davalı ile davacının kocası İbrahim arasında düzenlendiği anlaşılmaktadır. Yanan binanın davacı Naciye'ye ait olduğunda uyuşmazlık yoktur. Davacı, kocası ile davalının yaptığı ibra belgesinin kendisini bağlayamayacağını ve kocasına kendisi adına irade beyanında bulunmak üzere yetki vermediğini, kocasının bu konuda kendisini temsil edemeyeceğini açıkca savunmuştur. Davalı bu savunmanın aksini iddia ve isbat edememiştir. Bu itibarla, borcun ibra yoluyla düştüğü yönünü kabul olanağı yoktur. Şu durumda, ibra belgesinin mahkemece gözönünde bulundurulmamış olması ancak sonucu bakımından doğrudur.
II - Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir yolsuzluk görülmemesine göre davalının ve davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın I ve II. bentte gösterilen nedenlerle ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcından 1.500 kuruşun davacıya geri kalanın da davalıya yükletilmesine ve davacı tarafından peşin ödenen harçtan arta kalan 10.900 kuruşun istek halinde davacıya geri verilmesine 20.12.1974 gününde oybirliğiyle karar verildi.