 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1972/5
K: 1972/9
T: 24.5.1972
23.6.1958 g. ve 7129 s. Bankalar Kanunu m. 60
Tasfiye halinde Türkiye Birleşik Tasarruf ve Kredi Bankası Anonim Şirketi vekili 14/10/1970 günlü dilekçe ile Yargıtay 1. Başkanlığına başvurarak; 7129 sayılı Bankalar Kanununun 60. maddesine bazı hükümler ekleyen 153 sayılı Yasa ile bankalar hukukuna ( tedrici tasfiye ) adı ile yeni bir müessese getirilerek bankaların tasfiyesi özel bir usule bağlandığını, bu yasada mevcut bazı boşlukların içtihatlarla doldurulmakta olduğu bu arada tedrici tasfiyeye tabi tutulan bankaların tasfiyeye girdikleri tarihten itibaren borçlarını tedrici tasfiyenin gerektirdiği usule göre ödeyinceye kadar temerrüt faizi vermekle yükümlü olup olmadıkları da hukuki tartışma konusu olduğunu; tedrici tasfiyenin amacının bankaları iflasa müncer olacak takiplerden korumak olduğunu binaenaleyh içtihat yapılırken bu amacın gözönünde tutulması gerektiğini, nitekim bu yönden müvekkili bankanın yaptığı savunma Yargıtay Ticaret Dairesinin 28/12/1963 gün ve 63/ 2785 esas, 4832 sayılı kararı ile benimsenerek bankanın tasfiyeye girdiği 28/3/1961 tarihinden itibaren tedrici tasfiyenin gerektirdiği sıra ve usulü bozarak ödemede bulunmasına 153 sayılı Kanunun lafzı ve ruhuna engel olduğu gerekçesiyle temerrüt faizi ödemede yükümlü olmadığına karar verilmiş ve bu içtihat uzun bir süre geçerli kalmış iken bu defa aynı daire 9/7/1968 gün ve 491/ 4372 saydı ilamı ile kanunda faiz ödenmeyeceğine dair bir hüküm bulunmadığı gerekçesiyle tedrici tasfiyeye girmiş olan bankaların dahi temerrüt faizi ödemesi lazım geldiği yolunda bir içtihat tesis etmiştir. Bu iki içtihadın birbirleriyle gerek gerekçe gerekse esas hukuki görüş yönünden çelişmekte olduğu açıktır. Bu itibarla içtihadın ilk defa verilen karar gibi tedrici tasfiye haline girmiş bankaların borçları için temerrüt faizi Ödemeye mecbur olmadıkları şeklinde birleştirilmesine karar verilmesi için gerekli işlemin yapılmasını istemiştir. Yargıtay 1. Başkanlığı kendi kuruluş yasası gereğince keyfiyeti ilgili Ticaret Dairesine sormuş daire başkanı 72/281 sayılı ve 30/3/1972 tarihli yazısı ile 1. Başkanlığa istek hakkındaki görüşünü bildirmiştir. Bu yazıda; dilekçenin örneklerini sunduğu kararların asıllarıyla uygunluğu incelenerek kararların; konusu açıklandıktan ve yukarıda belirtildiği veçhile temerrüt faizi yönünden ilamlar arasında içtihat uyuşmazlığı bulunduğu tebarüz ettirildikten sonra sonuç olarak; 153 sayılı Kanunla tedrici tasfiye haline girmiş bulunan bankaların temerrüt faiziyle sorumlu tutulması gerektiği mütalaa edilmiş ve içtihadın bu şekilde birleştirilmesinin uygun olacağı kanısı açıklanmıştır.
İbraz edilen 28/12/1963 günlü kararla davalı bankanın 153 sayılı Kanun hükümlerine göre tasfiyeye tabi tutulduğu 28/3/1961 günlü gazete ile ilan edilmiş olup o tarihten itibaren davalı banka ödemeden kanunen men edilmiş bulunması itibariyle davacının ihtarı üzerine bir borç ödemeye yetkisi olmayıp mütemerrit duruma düşmesine imkan bulunmadığından davalının temerrüt faiziyle ilzam edilmesi usul ve kanuna aykırı bulunduğundan temerrüt faizinin davalı bankadan alınması lazım geldiğine ilişkin mahkeme kararı bozulmuştur.
Bilahara 9/7/1968 günlü aynı dairece verilen diğer bir kararda özet olarak temerrüt faizinin işlemeyeceğine dair 153 sayılı Yasada bir hüküm bulunmadığından borcunu ödemekten mütemerrit bulunan bu şekildeki tasfiyeye girmiş bankaların borçlarından dolayı temerrüt faizi ödemesinin gerekeceği içtihat edilmiştir.
Görülüyor ki her iki karar arasında aynı konuda görüş aykırılığı açıktır. İlk kararda temerrüt faizinin işlemeyeceği görüşü kabul edilirken diğer kararda bu görüşün aksine hüküm tesis edilmiştir. Bu itibarla Yargıtay Kuruluş Yasasının 8. maddesinde anlamını bulan bir içtihat uyuşmazlığı bulunduğu cihetle bu uyuşmazlığın içtihadı birleştirme yoluyla giderilmesine oyçokluğuyla karar verildikten sonra konunun esasının tartışılmasına geçilmiştir.
Konunun iyice anlamını belirtmek için şu kısa açıklamanın yapılması yararlı görülmüştür. 7129 sayılı Bankalar Kanununun gerekçesinde de açıklandığı gibi bankacılığın tarihi Avrupa'da 16. asra dayanır. Türkiye'de ilk defa banka, 1847 tarihinde istanbul Bankası adı ile kurulmuştur. Ecnebi bir kısım bankalar istanbul'da,, şube açarak faaliyet göstermeye başlamışlardır, ilk milli bankanın nüvesi Mithatpaşa'nın Tuna Valiliği sırasında Firut kasabasında 1863 tarihinde Memleket Sandığı adıyla atılıp bilahare Menafi Sandığı adım alan kredi müesseseleri kurulmuştur. Bundan sonra Ziraat Bankası, Emniyet Sandığı gibi banka ve mali teşekküller kurulmuş, bu arada mahalli bir takım bankalar da faaliyete geçmişlerdir. Bu devrede bankacılığın tümünü kapsayan bir yasa mevcut değildir. Kurululan Ziraat Bankası vs. teşekküller kendi özel kanunlarıyla idare edilmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra milli bankacılıkta görülen inkişaf ve bu inkişafın sebebi ekonomi alanındaki kalkınma hareketi ve mevduatın bankalara teveccühü dolayısıyla husule gelen piyasa hareketlerinin milli ekonomiye ve kamu düzenine etkisi, devletin bu konu ile ilgilenme zaruretini doğurmuş ve 30/5/1933 tarihinde 2243 sayılı Mevduatı Koruma Yasasının çıkmasına sebep olmuştur. Ticari ve sanayi faaliyetlerin gün geçtikte artması dolayısıyla bankaların bu nevi işlerle uğraşan teşekküllerin mali yönden finansmanına yardımcı olan durumu piyasayı yakından ilgilendirdiğini gören devlet bu defa bankacılığı inzibat altına almayı düşünmüş ve bu amaçla 2999 sayılı Bankalar Kanununu yürürlüğe koymuştur. Bundan sonra diğer devletlerde mevcut kanunlar da göz önünde tutularak daha mütekamil hükümleri kapsayan 7129 sayılı Bankalar Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla her şeyden evvel, bankalara karşı itimadın temini amaç tutulmuş ve bu amacı gerçekleştirmek için bankaların kuruluşu, yöntemi işleyişi ve mevduatın imtiyaz yönleri inzibat altına alınmıştır, örneğin bankaların yalnız anonim şirket şeklinde kurulması öngörülmüş ve anonim şirketlerden fazla olarak kuruluşuna Bankalar Kurulunun izin vereceği ve şube açılma şartları ve idare meclisi ve üyelerinin durumları ve tasarruf mevduatının imtiyazlı miktarı ve nihayet bankaların yeminli murakıplar vasıtasıyla genel denetimi ve özel murakıplarla da özel denetimi öngörülmüş ve bankaların yine itimadı matuf olarak birbirleriyle yardımlaşması ve umumi disponibilite ve kanuni karşılıklar ( bununla ilgili 33. madde bilahare 1211 sayılı Kanunla ilga edilmiştir ), muhtemel zararlar karşılığı ve ihtiyatlarının neden ibaret olacağı yasalanmıştır. Bu arada bankalar yeminli murakıplarınca yapılan inceleme sonunda bankanın mali bünyesinin taahhütlerini karşılamayacak derecede zaafa uğramış bulunduğu veya bu vaziyetin tahakkuk etmek üzere olduğunun tespiti halinde Maliye Bakanlığının teklifi üzerine hükümetin banka kredilerini tanzim komitesicinin de görüşünü aldıktan sonra bankaya geçici bir idare meclisi teşkil ve gerekli bilcümle tedbirleri almak üzere Maliye Bakanlığına yetki verebileceği kabul edilmiştir. 60. madde ile konan bu hükmün amacı mali yönden taahhütlerini yerine getiremeyecek duruma gelmiş bankaların hükümet eliyle idaresi sağlanarak banka ile ticari işlemlere girişen kişilerin ve mevduat sahiplerinin bütün bankalara karşı itimadın sarsacak durumların husulüne engel olmaktır. Bu halde yapılacak inceleme sonunda bankanın mali yönden durumunun düzeltilmesi, olanağı bulunursa Maliye Bakanlığınca türlü yerlerden kredi temin edilmek suretiyle bankanın tasfiye haline girmesine veya iflasına engel olunabilir. Şayet bankanın durumu bu şekilde işlem yapılmasını mümkün kılacak nitelikte değilse o halde bir anonim şirket olması sebebiyle iflası yoluna gidilerek tasfiye edilebilir, işte iflas haline düşecek bir bankanın piyasada olumsuz etkisi düşünülerek 153 sayılı Kanunla özel bir tasfiye sistemi kabul edilmiş ve bu suretle bankalara karşı mevcut olması gerekli itimadın sağlanması öngörülmüştür. 13/12/1960 tarihinde neşredilerek yürürlüğe giren 153 sayılı Kanunun 2. maddesiyle 7129 sayılı Kanunun 60. maddesine şu hükümler eklenmiştir. Maliye Bakanı tarafından yukarıdaki fıkrada yazılı yetkisinin kullanılmasını müteakip ( bu yetki yeminli murakıplara bankaların mali bünyesinin incelettirilmesi sonunda çıkan duruma göre alınan idari tedbirdir. ). bu maddede yazılı hale düçar olmuş bankaların faaliyetlerine devamları mümkün görülmediği takdirde tedricen tasfiyelerine karar verilebilir. Tedricen tasfiye karar ve muamelatında Türk Ticaret Kanununun ve Bankalar Kanununun tasfiye ile ilgili hükümleri uygulanmaz. Tasfiyenin Maliye Bakanının ödenmiş sermaye ve ihtiyatlarının toplamı 50 milyon liradan fazla olan bankalar arasında tayin edeceği bir bankanın nezaretinde ve mali ve teknik yardımıyla, icra edileceği, tasfiye neticesinde tahassül edecek nihai ve kesin açık hissedarların sermaye hisseleri hariç olmak üzere bankanın pasifi ile aktifi arasındaki fark bu kanununun ek birinci maddesi gereğince tesis edilecek fondan tasfiyeye nezarete memur bankaya ödeneceği kabul edilmiş ve atıf yapılan ek birinci madde ile de haklarında tedrici tasfiye kararı verilen bankaların kesin ve nihai açıklarının karşılanması için Merkez Bankası nezdinde bir fon tesis edileceği ve bütün bankaların bu fona maddede gösterilen esas ve nispette para yatırmaları ve bu fondan ödemelerin Maliye Bakanlığınca ne suretle yapılacağı ve fon mevcudu amacı temine yetmediği zaman Merkez Bankasınca ikrazda bulunulacağı öngörülmüştür. Görülüyor ki 153 sayılı Kanunun amacı her halde banka borçlarının tamamen ödenmesine matuftur. Borcun ödeme zamanı ve borca bağlı ferilerinin ödemeden istisna edildiğine dair bu yasada herhangi bir hüküm ve kayıt yoktur. Bankanın aktif ve pasifinin unsurları bellidir. Aktif bankanın esas alacakları ve bütün varlığı ile bu alacakların faiz, komisyon, iskonto vesair bütün gelirlerinin toplamını teşkil edeceği gibi pasifi de bankanın bütün taahhüt ve borçlarının esasını ve bunların ferilerinin toplamını kapsar. Kanunun yukarıda belirtilen 2. maddesi nihai ve kesin açığı; hissedarların sermaye hisseleri hariç olmak üzere bankanın pasifi ile aktifi arasındaki fark olarak kabul etmiş ve bu farkın ödeneceği de ayrıca açıklanmış olduğuna göre banka pasifinin unsurlarından birisi olan faizin de bu açığa dahil olduğunun kabulü zaruridir. Alacakların temin ve tasfiyesi için çıkarılan bu kanunun hükümleri arasında iflasta olduğu gibi istisnai bir hüküm bulunmadıkça faiz yürütülmeyeceğine ilişkin görüşe itibar edilmemesi gerekir. Nitekim iflas halinde iflasın açılması ile bütün alacakların faizlerinin müflise karşı işlemeyeceğine dair İcra ve İflas Kanununun 196. maddesinde yazılı olduğu gibi bu kanunda bir hüküm yoktur. Ve aciz bahis konusu olmadığından sözü geçen yasanın 143. maddesi de uygulanamaz. Çünkü bankanın aciz hali 153 sayılı Kanunla bertaraf edilmiş ödeme öngörülmekle aciz hükümlerinin uygulanmaması düşünülmüştür. Tasfiyenin bir plan dahilinde icra edilmesinde alacağın tabi olduğu tazminat hükümlerini etkileyecek bir durumu da olamaz. Çünkü 153 sayılı Yasa ödemeyi ne men etmiş ve ne de ertelemiştir. Yalnız bir plana tabi tutarak tediyenin yapılmasını öngörmüştür. Şu halde tedrici tasfiye bankanın dahili işlemlerini ilgilendiren bir hususta ileri bir sonuç doğurmaması icap eder. Kamu düzeni yararına vazedilen tedrici tasfiye hükümlerinin de tenkidi sonuç itibariyle olumlu olması gerekir. Şöyle ki ek madde gereğince bu hallere duçar olmuş, bir banka sözü geçen fona bu hale duçar olmadan evvel para ödemesi mümkündür. Aynı mesleği ifa eden bankaların müşterek dayanışma altında mesleki itibarın korunması yönünden teşekkül eden bir fona para ödemeleri kusurlu bankaları himayeye matuf hareketten daha ziyade mali emniyeti sağlaması yönünden faaliyet halinde bulunan diğer bankaların itibarla katkıda bulunacağından onlara fuzuli bir mali külfet yüklettiği de düşünülemez. Ve her halde Merkez Bankasından alınacak ödünç paraların bu fondan geriye verilmesi bahis konusu olduğu müddetçe hazineye daimi bir külfet yüklettiği görüşüne de iltifat edilemez. Kamu düzeni en aşağı geçici külfetlere tahammülü icap ettirir. Bu itibarla Bankalar Kanununun amacına göre tedrici tasfiye sisteminin olumlu bir müessese olarak kabulünü gerektirir, 153 sayılı Kanun yukarıda belirtildiği gibi tediyeyi men etmiş olmayıp bir plana bağlamıştır. Böyle olunca alacaklının kanunen sahip olduğu bütün hakları istemeye yetkisi vardır. Bu açıdan temerrüde ilişkin faiz hükümleri tetkik edilirse görülecektir ki. Borçlar Kanununun 103. maddesiyle kabul edilen geçmiş günler faizi nitelik itibariyle kanun hükmünden doğan cezai şart mahiyetindedir. Esası medeni semere olması sebebiyle borçlanılmış paranın bir kurala bağlı olarak meydana getirdiği menfaattir. Kanundan doğduğu cihetle bu faizin istenebilmesi için borçlunun kusurlu olup olmadığının aranıp, tespitine de lüzum yoktur. Yani temerrüt faizinde kusur unsur değildir. Borçlunun parası olmaması borcun ödenmemesinde bir mazeret teşkil etmez. Ve zararın mevcut olduğunun ispatına da lüzum yoktur. Ancak alacaklının kanundan doğan bu hakkı Borçlar Kanununun 103. maddesiyle adi borçlarda % 5 oranıyla ve Ticaret Kanununun 9. maddesine göre de ticari borçlarda % 10 oranıyla sınırlı olup kusur aranmaması zararın ispatına lüzum olmadığına dair hususlarını bu hadlerle sınırlı olarak kabulü zaruridir. Bu hadlerden fazla zarar iddia eden alacaklı Borçlar Yasasının 105. maddesine göre borçlunun kusurlu durumuna göre zararını isteyebilir. Bu konu içtihadı birleştirme ile ilgili bulunmadığından burada işaretle iktifa edilmiştir. Bu açıklama açısından konu özetlenirse şu sonuç kendiliğinden çıkar. Bankanın tedrici tasfiyeye girmesi halinde para ödeme imkanının münselip olması daha doğrusu borcunun hemen ödeme imkanının bulunmamasında kusurlu olup olmaması temerrüt faizinin istenmesine engel teşkil etmez. Temerrüdün ne suretle husule geleceği Borçlar Yasasınca tayin edilmiştir. Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Diğer temerrüt halleri 101. maddenin 2. fıkrasında gösterilmiştir. İhtar, icraya başvurma, dava açma temerrüdü tespit eden hukuki işlemlerdir. Bu işlemlerin doğuracağı sonuç borçlunun yapacağı savunma ile ilgilidir. Borçlu, ya borcu kabul eder veya inkar eder. Bir davada kabulün sonuçlarını usul hükümleri tayin etmiştir. Mahkeme giderlerinin hangi tarafa ait olacağı bu yasaya göre halledilecektir. Mahkeme masraflarına ve buna dahil avukatlık ücretine tesir edecek kabul veya kabul etmeme hiç bir zaman alacağın aslına ve onunla ilgili ferilerine, bu arada faize tesir edecek kanuni bir sonuç doğuramaz. Ve bu halde borcun kabulü sebebiyle temerrüt faizi yürütülmemesi gerekeceğine ve aksi halde faiz yürütüleceğine dair görüşle iflasa ilişkin İcra ve iflas Kanununun 196. maddesinin kıyasen hadiseye uygulanması gerekeceğine dair görüşün de hukuki bir dayanağı olamaz. Bu itibarla kanunun açık ve seçik hükümleri muvacehesinde konunun umumi hükümleri yönünden tartışılmasına engel bir durum kalmayınca 153 sayılı Kanunla Bankalar Kanununun 60. maddesine eklenen hükümler gereğince tedrici tasfiye haline girmiş bulunan bankaların ödemekle yükümlü bulundukları borçlarına temerrüt şartları bulunan hallerde temerrüt faizinin yürütülmesi gerekeceğine karar verilmesi icap etmiştir. Sonuç :
153 sayılı Yasa ile 7129 sayılı Bankalar Yasasının 60. maddesine eklenen hükümler gereğince tedrici tasfiye haline girmiş bulunan bankanın borcunun temerrüt faizine tabi olacağına, 24/5/ 1972 tarihinde yapılan birinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.