 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1971/3
K: 1972/2
T: 17.01.1972
DAVA : Medeni Kanunun 71. maddesi gereğince açılan (derneğin feshi) davalarında Cumhuriyet Savcısının hazır bulunmasına lüzum olmadığı yolundaki, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 5.2.1970 günlü ve 6943/732 sayılı ilamıyla, Cumhuriyet Savcısının bu nevi davalarda davacı olarak hazır bulunmasının zararı bulunduğu şeklindeki Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.11.1971 günlü ve 5816/6529 sayılı kararları arasında içtihat aykırılığı bulunduğu dairesi başkanlığının 23.11.1971 tarihli ve 398 sayılı tezkeresi ile 1. Başkanlığı intikal ettirilmiş olmakla, 17.1.1972 günü 1221 sayılı kanunun öngördüğü çoğunluk sağlanarak görüşmeye başlanılmış, kararlar arasında içtihat uyuşmazlığı bulunduğu oybirliğiyle kabul olunduktan sonra, müzakereye devamla gereği görüşülüp, konuşuldu:
KARAR : Medeni Kanunun 71. maddesinde (Bir cemiyetin gayesi kanuna yahut adabı umumiyeye mugayir olursa, müddeiumumilik makamının veya bir alakadarın talebi üzerine o cemiyet fesholunur.) hükmü yer almıştır.
1 - Bir kısım üyeler, ifa eyledikleri vazifenin özelliği bakımından Cumhuriyet Savcılarının mahkemenin bünyesine dahil olduklarını, zedelenen kamu yararını ve bozulan amme intizamını tecavüzlerden masun kılma vecibesinin hakim ve cumhuriyet savcısının ortak görev ve amacı bulunduğunu, bu sebeple cumhuriyet savcısının açtığı fesih davasında hazır bulunmak zorunda olduğunu, ancak, çeşitli sebepler le kanun koyucusunun bu kaideye istisna teşkil eden hükümler sevk ettiğini (İcra ve İflas Kanunun istisna teşkil eden hükümler sevk ettiğini (İcra ve İflas Kanunu 350, Ceza Usulü Muhakemeleri Kanunu 219, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 148) böylece cumhuriyet savcısının huzuruna lüzum bulunmayan hallerin özel kanunlarına hükümler konulmak suretiyle belirtme yolunun seçildiğini, öte yandan Medeni Kanunun 71. maddesinde talepten söz edilmiş ise de, bunun dava anlamına geldiğini, esasen mehaz İsviçre Medeni Kanununun bu maddeye tekabül eden 78. maddesinde açıkça davadan söz edildiğini, 20.9.1950 günlü 4/10 sayılı içtihadı birleştirme kararında da, tereddüt halinde metinlerin mehaz kanuna göre yorumlanması ve anlaşılması hususuna işaret edildiğini, bu bakımdan cumhuriyet savcısının derneğin feshi davalarında başından sonuna kadar davayı takip etmesi gerektiğini izah etmişlerdir.
2 - Bir kısım üyeler, kamu adına cumhuriyet savcılarının hukuk mahkemelerinde açtıkları davaların nitelikleri itibariyle tam bir hukuk davası olduğunu, HUMK.nun bu davalarda da aynen uygulanması lazım geldiğini, kanun koyucunun kamu düzeni veya adap ve ahlaka aykırılığı söz konusu olduğu hallerde, savcıları dava açmakla görevlendirirken, onları hiçbir zaman muhbir durumuna sokmak istemediğini, bilakis davayı takip etmekte mahkemeye yardımcı olmak, gerçekten kamu düzenini bozucu bir durum varsa o yolda hüküm çıkmasını sağlamak gibi bir amaçla hareket ettiğini, cumhuriyet savcısının fesih davalarında davacı sıfatını haiz olup kanunda da ayrık hüküm mevcut olmadığına göre, savcıları özel kişilerden ayrı bir muameleye tabi tutmanın Anayasanın eşitlik ilkesi ile bağdaşmayacağını, kanunla tahdit edilmedikçe usul hükümlerinin herkes için seyyanen uygulanması lazım geldiğini, hakimin bazı istisnai hallerde doğrudan doğruya karar vermek ve uyuşmazlığı hükmen ortadan kaldırmakla görevlendirildiğini 766 sayılı Tapulama Kanunu madde 63, MK. 272, 355) onun için kanunda açıklık bulunmayan hallerde hukuk hakiminin taraflar gelmedikçe bir davayı yürütemeyeceğini, derneğin feshini isteyen savcının bu itibarla davada hazır bulunmayan her davacı hakkındaki işleme maruz kalacağını belirtmişlerdir.
3 - Bir kısım üyeler, Medeni Kanunun 71. maddesinde, cumhuriyet savcısına dava açmak görevi değil, derneğin feshini talep etmek vazifesi verildiğini, şartları varsa doğrudan doğruya hakimin fesihle görevlendirildiğini, kanunlarda açıklık olmayan hallerde savcının duruşmada huzuruna lüzum olmadığını nitekim 1300 tarihli Sicilli Nüfus Kanununun 11. maddesinin de bu görüşü teyit ettiğini açıklamışlardır.
İlke ve kural olarak hukuk mahkemelerinde savcı bulunmaz. Esas itibariyle bu mahkemelerde görülen davalar niteliği bakımından özel hukuka ilişkindir. Kanunlarda, savcının bulunması zorunlu olan mahkeme ve davalar gösterilmiştir. Mesala: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 219/1. maddesinde açıklandığı gibi, bu mahkemelerde savcılar mahkemenin rüknü sayılmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında sulh ceza mahkemelerindeki duruşmalarda savcının bulunmayacağı belirtilmiş, şahsi dava yoluyla açılan davalarda kamu yararı görüldüğü takdirde davanın her sayfasında savcının takibata başlaması mümkün kılınmış ve duruşma dışındaki kararlarda savcının mütelaasının alınması öngörülmüştür. (346, 345, 31) Asliye ceza mahkemelerinde bakılan bir kısım davaların, asliye teşkilatı bulunmayan yerlerde sulh mahkemelerinde görüleceği (Ceza Kanununun mevkii meriyete vazına müteallik 852 sayılı kanunun 29. maddesine bir fıkra ilavesine dair 3747 sayılı kanunun) birinci maddesiyle kabul edilmiş, bu suretle daha önce savcı huzuruyla bakılan davaların savcı hazır olmadan bakılacağı belli edilmiş, yine bu cümleden olarak bazı yasaklara ve suçlara dair davaların hangi mahkemede görüleceği kanunlarında açıklanmış, açıklanmayanların (rüiyet mercii) hakkında müstakar içtihat teessüs eylemiştir.
Hukuk mahkemelerinde savcının bulunmayacağı kuralına istisna teşkil eden haller kanunlarla öngörülmüştür. Örneğin: 1330 tarihli Sicilli Nüfus Kanununun 11. maddesine göre, hukuk mahkemesinde görülen tashih davalarında savcının huzuru gerekli bulunmuştur. Öte yandan ceza müeyyidelerini kapsamasına rağmen İcra ve İflas Kanununun 350. maddesinde yazılı olduğu üzere savcının huzuruna lüzum olmadığına işaret olunmuştur.
Diğer yönden bu hususta bahis konusu edilen terimler üzerinde de durmak gerekir. Medeni Kanunun 71. maddesinde (... müddeiumumilik makamının veya bir alakadarın talebi üzerine...) denmiş ve (talep) terimi kullanılmıştır. Kanun koyucunun talep terimini dava yerine kullandığı düşüncesi kanunun diğer maddelerine uygun olan bir düşünce olmamak icap eder. Zira Medeni Kanununun bazı maddelerinde (dava) dan söz edilmiş olmakla dava ve talep terimlerinin ayrı anlamlar taşıdığı ifade olunmuştur. Örneğin Medeni Kanunun 113. maddesinde (butlan davası müddeiumumi tarafından resen ikame olunur.) hükmü yer almış, 245. maddede (müddeiumumi.. dava ve ispat edebilir) şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Adalet Bakanlığınca kurulan bir komisyon tarafından hazırlanan (Türk Medeni Kanunu Öntasarısı ve Gerekçesi) kitabında da (talep) ve (dava) terimleri ilgili maddelerde aynen muhafaza edildiğine göre bir tercüme yanlışlığını ileri sürmek mümkün değildir.
Yukarıdan beri açıklandığı üzere kanun koyucu ilke olarak ceza mahkemelerinde savcının huzuruna lüzum görmüş, gerekli görmediği halleri de ayrıca göstermiş, Hukuk Mahkemelerinde ise savcının bulunmayacağı kuralını benimsemiş, istisnaları kanunlarında belirtmiştir. Medeni Kanunun 71. maddesi ile savcılara duruşmada bulunma görevi verilmemiştir. Onun için istidlal yoluyla savcının davada huzurunu zorunlu kılmak mevcut usul kanunların uygun düşmez.
SONUÇ : Medeni Kanunun 71. maddesi gereğince açılan derneğin feshi davasında cumhuriyet savcısının davacı sıfatıyla hazır bulunmasına lüzum olmadığına, ilk müzakerede üçte ikiyi aşan çoğunlukla 17.1.1972 gününde karar verildi.
KARŞI OY
E. Şener, K. Reisoğlu, R. Kebanlı, M. Zafir, M.R. Kayganacıoğlu, H.Z. Ekmeçioğlu, N.A. Aysoy, S. Eryurt, C. Memişoğlu, A.S. Dura, F. Çilingiroğlu, S. Hakalan, Z. Evirgen :
Bulunsun.