 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1966/1
K: 1966/2
T: 14.03.1966
DAVA : Türk Ceza Kanunu'nun 173 üncü maddesinin son fıkrasındaki (tayin olunacak bir mıntıkada ikametle emniyeti umumiye nezareti altına alınmak) cezasının, sürgün cezası niteliğinde olup olmadığı, 647 sayılı Kanun'un geçici 2 nci maddesiyle kaldırılmış bulunup bulunmadığı konusunda Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 1. Ceza Dairesi ilamları arasında içtihat aykırılığı olduğu 1. Ceza Dairesi Başkanlığı'nın yazısiyle bildirilmesi üzerine içtihadı birleştirme Büyük Genel Kurulu'nca ortada birleştirilmesini gerektiren içtihat aykırılığı bulunduğu oybirliğiyle karar verildikten sonra işin esası müzekere edildi:
KARAR : I - Ceza Genel Kurulu'nun 15.11.1965 gün ve 313/406 sayılı ilamında, Türk Ceza Kanunu'nun 173 üncü maddesinin son fıkrasında yazılı (bir mıntıkada ikametle enmiyeti umumiye nezareti altına alınmak) cezasının, sürgün cezası niteliğinde olmadığı kabul edilmiş, bu cezayı ihtiva eden hüküm sanığın temyizine rağmen onanmıştır.
1. Ceza Dairesi'nin 18.11.1965 gün ve 2244/2401, 25.11.1965 gün ve 1241/2485 ve 18.12.1965 gün ve 2415/2741 sayılı ilamlarında : Özet olarak (Türk Hukuk Lügatına göre sürgün bir kimsenin muayyen bir yerde ikamete mecbur tutulmasıdır. Türk Ceza Kanunu'nun 18 inci maddesinde gösterilen hususlar, sürgün cezasının asli unsurları olmayıp bu cezanın tamamiyle infaz şekil ve usullerine taalluk eden, kanunda yerine ve icabına göre değiştirilen kayıt ve şartlardan ibarettir. 173 üncü maddenin son fıkrasında yazılı (muayyen bir mıntıkada ikamet mecburiyeti) esas itibariyle sürgün cezası mahiyetindedir. Bu maddede hükmün, ceza olarak vasıflandırılması da bu görüşü kuvvetlendirir). denmekte ve bu cezanın dahi 647 Sayılı Kanun'un geçici 2.nci maddesiyle kaldırılmış bulunduğu kabul edilmektedir.
II - 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun'un geçici 2 nci maddesi, Türk Ceza Kanunu ile hususi kanunlarda yazılı sürgün cezalarını kaldırmış olması sebebiyle Türk Ceza Kanunu'nun 173 üncü maddesinin son fıkrasında yazılı (bir mıntıkada ikametle emniyeti umumiye nezareti altına alınmak) cezasının, sürgün cezası niteliğinde olup olmadığı söz ve içtihat konusu olmaktadır.
Sürgün cezası, Türk Ceza Kanunu'nun 11 inci maddesinde sayılan cürümlere mahsus asli cezalardandır.
18 inci maddede, bu cezanın ne olduğu süresi, infaz şekil ve şartları gösterilmiştir.
Sürgün cezası, cürümlere mahsus asli bir ceza olduğuna göre diğer hürriyeti bağlayıcı cezalar niteliğini taşır. Yaş, akli halet ve takdiri tahfif sebepleriyle yapılan indirimlerin sürgün cezasına da teşmili, infazının tekerrür hükümlerinin uygulanmasından esas tutulması, bu cezanın asli bir ceza olmasından gelmektedir.
Ayrıca Türk Ceza Kanunu'nun 40 ıncı maddesine göre bir günlük mevkufiyet üç günlük sürgüne mukabil sayılır.
Türk Ceza Kanunu'nun 173 üncü maddesinin son fıkrasına göre, birinci bapta yazılı (Devletin şahsiyetine karşı işlenen) cürümler için hükmolunacak ağır hapis cezalarına tertip edilen ceza müddetinin üçte birinden aşağı ve o müddeti geçmemek üzere tayin olunacak bir mıntıkada ikametle emniyeti umumiye nezareti altına alınmak cezası da ilave olunur.
(Bir mıntıkada ikametle emniyeti umumiye nezareti altına alınmak) cezası, 28 inci maddenin (Kanunun hangi ahvalde mahkemece verilen cezaya feri olarak enniyeti umumiye idaresinin nezareti mahsusası altında bulundurulmak cezasını ilave etmek iktiza edeceğini kanun tayin eder) denilmiş olmasına binaen 173 üncü maddeye konmuştur.
Türk Ceza Kanunu'nun 525 inci maddesine göre, 10 uncu babın (mal aleyhinde cürümler) birinci ve ikinci fasıllarında (hırsızlık, yağma, yol kesme ve adam kaldırma) gösterilen cürümler için tayin olunan cezaların müddetlerine muadil bir müddet enmiyeti umumiye nezareti altında bulundurmak cezası ilave olunur.
Bu maddedeki emniyeti umumiye nezareti altında bulundurmak cezasiyle 173 üncü maddenin son fıkrasında yazılı bir mıntıkada ikametle emniyeti umumiye nazareti altına alınmak cezası arasında mahiyetleri itibariyle esaslı bir fark yoktur. 173 üncü maddenin son fıkrasına taalluk eden cürümlerin vahamet ve önemi sebebiyle hakime ayrıca bu cezanın infaz yerini de göstermesi, tayini öngörülmüştür.
173 üncü madde metninden bir mıntıkada ikametle enmiyeti umumiye nezareti altına alınmak cezasının bir emniyet tedbirinden ibaret olduğu açıkca anlaşılmakta olduğu gibi yaş, akli halet ve takdiri tahfif sebepleriyle bu cezadan bir indirme yapılamaması, mevkufiyette geçen günlerin bu cezadan mahsup olunamaması, tekerrür hükümlerinin uygulanmasında yalnız asli cezanın infaz edilmiş olup olmadığına bakılması da sürgün cezası niteliğinde bulunmadığını göstermektedir.
Ayrıca, iddianamede son soruşturmanın açılması kararında veya esas hakkındaki mütalaada 173 üncü maddenin son fıkrasının gösterilip ileri sürülmemiş olması hallerinde, sanığa Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 525 ve 402 nci maddelerinde yazılı cezalar gibi asıl cezaya tabi ve onun zaruri bir neticesini teşkil ettiği de Yargıtayın takarrür eden içtihatları cümlesindendir. (Ceza Genel Kurulu 7.6.1965 gün ve 253/237 ve 2. Ceza Dairesi'nin 16.5.1947 gün ve 5282/5762 sayılı kararları).
Kaldı ki, bir Kanun açıkca hangi cezayı kaldırmışsa, bu hüküm ancak ona münhasır olmak icap eder. Kıyas, tefsir ve benzerlikle bunun sahasını genişletmek ceza hukuku kural ve prensiplerine aykırı düşer.
Türk Ceza Kanunu'nda bazı suçlar için feri nitelikte emniyeti umumiye nezareti altında bulundurmak cezası mevcut olduğu halde kanun koyucu, sürgünden başka bir cezaya veya tedbiri kaldırmamıştır. Eğer bunu kaldırmak arzusunda bulunsa idi 647 Sayılı Kanun'da bunu da ızhar eder ve bir hüküm getirirdi.
SONUÇ : Türk Ceza Kanunu'nun 173 üncü maddesinin son fıkrasında yazılı (Bir mıntıkada ikametle emniyeti umumiye nazereti altına alınmak) cezasının, sürgün cezası niteliğinde olmadığına, asıl cezaya tabi ve onun zaruri neticesini teşkil eden bir emniyet tedbirinden ibaret bulunduğuna, bu itibarla 647 Sayılı Kanun'un geçici 2 nci maddesiyle kaldıramadığına, içtihat aykırılığının bu suretle giderilmesine birinci toplantıda on muhalif oya karşı 67 oy ile ve mevcudun üçte iki çoğunluğuyla 14.3.1966 gününde karar verildi.