 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1956/9
K: 1956/10
T: 06.06.1956
DAVA : Bir yerin köyün yaylası olduğu yolundaki iddiaların şahadetle isbatı kanunen caiz bulunmadığından kayda veya bu mahiyetteki kanuni bir vesikaya müsteniden ancak böyle bir iddianın ispat olunabileceğine dair 1. Hukuk Dairesinin 4516/2973 sayı ve 1.7.1930 tari ve 4791/(435 sayı ve 4.2.1934 tarih ve Hukuk Umumi Heyetinin 173/89 sayı ve 4.5.1955 tarihli ilamlariyle bu mahiyetteki iddiaların şahadetle isbatı mümkün olduğuna mütedair Hukuk Umumi Heyetinin 222/(57-68 sayı ve 6.5.1953 tarihli ilamı arasında içtihat ihtilafı bulunduğu iddia olunduğundan Tevhidi İçtihat Umumi Heyetince keyfiyet müzakere olunarak ilk üç ilamla son zikrolunan Hukuk Umumi Heyeti ilamı arasında içtihat ihtilafı bulunduğuna ittifakla karar verildikten sonra,
Köyün eskiden beri teessüs etmiş bir hakkının mevcudiyeti iddia olunduğundan ve Medeni Kanunun sureti meriyyet ve şekli tatbiki hakkındaki kanun mucibince iddia olunan tasarruf hakkının doğduğu tarihte meri bulunan kanuna göre yani Arazi Kanunu hükümlerine nazaran böyle bir hakkın teessüs etmiş bulunduğunun ispat edilmesi iktiza eyler. (Arazi kanununun 101 inci maddesi).
Bir yerin Arazi Kanunu gereğince arazii metrukeden bulunan yayla mahiyetini ihraz edebilmesi o mahallin sabihi arz tarafından bir köy halkına tahsis edilmiş olmasına vabestedir. Hak iddia eden taraf salahiyetli merciden terkin vaki olduğunu ve böylece hakkının doğduğunu ispat eylemesi lazımdır. Bunun için de sahibi arzdan sadır olmuş bir terk muamelesinin mevcudiyeti şarttır. Bu da köy halkına yayla mahalli terk ve tahsisine dair salahiyetli merciden sadır olmuş irade izharını gösteren bir vesika ile olur. Terk mukabilinde yaylanın otundan ve suyundan intifa eden ahalinden tehammüllerine göre resim alınmasını kanun amir bulunduğundan bu sebepten defter hanei amirede bir kaydın bulunması böyle bir hakkın doğduğundan delillerindendir. Sahibi arz tarafından terk vaki olmadıkça bir karye veya köy halkının o yerin otundan ve suyundan uzun zaman nizasız ve fasılasız istifade etmiş olmaları böyle bir mahallin arazii metrube meyanına dahil olmasını mucip olmaz. Bu hal o mahalli köye ait yaylaya inkılap ettirmez. Hakkı karar yalnız arazi memleketten madut olan yerler üzerinde eşhas lehine tasarruf hakkının doğmasına sebep olabilir. Bunun arazii metrukeye teşmili bahis mevzuu olamaz. Kanun arazii metrukeden bulunan meralarda mahiyetlerini nazara alarak köy kadim ise kadimden beri muhassasiyet iddiasının şahisle isbatına cevaz vermiştir. Bu istisnada yalnız kadim olan köylerin meralarına münhasırdır.
Arazi Kanunu mucibince metruk araziden olay yayla ve meralar Medeni Kanunun 641 ve 912 inci maddelerinde bahis mevzuu olan menfaatı umuma ait olan mallar meyanına girmiştir. Medeni Kanunun kabulü tarihinde üzerinde henüz kimsenin mülkiyet veya tasarruf hakkı doğmamış bulunan yerlerde Medeni Kanun gereğince Devletin tasarrufu altında olarak kalmaktadır. 4753 sayılı Kanunla onun mütememmimi bulunan 5618 sayılı Kanun bu kabil arazinin ihtiyaçlara göre eşhasa tevziini amirdir. Bu salahiyet de idari mercilere tanınmıştır.
5618 sayılı Kanunun geçici 3. maddesinin 1. fıkrasında müesses bulunan hakların korunacağını yani Arazi Kanunu zamanındaki vaziyetin idame olunacağını göstermektedir. Bu şekilde teessüs etmiş bir hak mevcut değilse idare hal ve vaziyete göre ve istifade şekillerini göz önünde tutarak Devlete ait yerleri tahsis eder. Bu tahsis ile müesses haklar ihlal olunursa, mevcut hakların korunması için Adliye Mahkemelerine müracaat olunur.
5618 sayılı Kanunun geçici 3. maddesinde bir yerin köyün eski yaylası olduğunu şahitle isbata müsaade bahşeden bir mahiyet izafesi caiz değildir.
SONUÇ : Hülasa : Bir yerin Köy veya Belediye gibi hükmi şahıslara ait yayla mahalli olduğu yolundaki iddiaların şahitle ispat olunamıyacağına Defterhanedeki kayıt ile veya tahsise müteallik bir kararın mevcudiyetini göstermeğe salih kanuni vesikalar ile ancak böyle bir iddianın ispat olunabileceğine ilk müzakerede sülüsan ekseriyet temin olunamadığından ikinci müzakerede 6 Haziran 1956 tarihinde ekseriyetle karar verildi.