Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1948/24
K: 1949/3
T: 16.03.1949
DAVA : Yayın yoluyla Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hakaretten sanık Kenan Önür ve Cemalettin Saraçoğlu'nun yapılan yargılamaları sonunda; Türk Ceza Kanununun 480/2, 481. maddelerine göre davanın düşmesine dair evvelce verilen hükümde ısrara mütedair Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 3.7.1948 tarih ve 144 sayılı hükme karşı C. Savcılığı ve müdahil Hasan Ali Yücel tarafından verilen ve şartı yerine getirilen dilekçelerle Yargıtaya baş vurulmuş ve bu işe müteallik dava dosyası C. Başsavcılığının 10.9.1948 tarih ve 8/229 sayılı tebliğnamesiyle 1. Başkanlık dairesine gönderilmiş olmasına mebni 22.11.1948 tarihinde toplanan Ceza Genel Kurulunca yapılan tartışmada:
Vekillerin suçlarının Anayasayla istisnai tahkik yoluna tabi bulunmasına rağmen sanık tarafından isnat olunan maddelerin ispat edileceği yolundaki talebin asliye mahkemesince kabule şayan olduğu noktasından ısrar kararının kabulüne mütemayil ve evvelce Ceza Genel Kurulundan verilmiş olan 23.9.1946 tarihli ve 141/150 sayılı karara muhalif bir ekseriyetin tehassül ettiği görülmüş olmakla bu suretle meydana gelen uyuşmazlığın; Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Dair Olan Kanunun 8. maddesi uyarınca evvel emirde içtihatların birleştirilmesi yoluyla çözülmesi Genel Katibliğin 25.11.1948 tarih ve 4/367 sayılı yazısıyla istenilmiş olmakla zikri geçen yazı ve ilam örnekleri çoğaltılarak 9.2.1949 tarihine rastlayan çarşamba günü saat 9,30 da müzakerenin başlayacağı Genel Kurul Üyelerine bildirilmişti.
Bugün toplanan Kurula ellibir zatın iştirak ettiği görülerek müzakere nisabının tahakkuk ettiği anlaşılmakla 1. Başkan Halil Özyörük'ün Başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu kağıtlar 1. Başkan tarafından okunduktan ve olayın özeti anlatıldıktan sonra söz alan;
Rifat Alabay : Bakanın memur olup olmaması hakkında ihtilaf yoktur.
1. Başkan : Müstekar içtihadımız veçhile Hakim memurdur. Mehakim teşkilatı içine dahil olan kademede muhakemesi icra edilir. Hususi bir usulü tahkik cereyan eder. Tahkikatı müteakip Bakanlık müsaade ederse muhakemesi icra edilir. Bakanlar da hususi bir usulü tahkik ve muhakemeye tabidirler. Şimdiye kadar isnat olunan kaziyenin ispat iddiasını kabul etmedik. Asıl mesele memur kelimesinde değil 279. maddenin telakki tarzındadır. Bunun için memurun izahı zaruri görülmüştür.
4. Ceza Dairesi Başkanı Zahir Sencer : Van hakimi hakkında seni (talaki seleseyle boşadım) diye karar verdi ve (sanıktan iki koç aldı) demek suretiyle madde tayini davasında isnadın sıhhatının ispatını kabul ettik. Ceza Genel Kurulu (bu hakimdir, tahakkuk edecek netice ya mahkumiyeti veya inzibati cezayı müsletzimdir. Sulh veya asliye hakiminin önünde ispat edilemez.) dedi, bundan sonraki bir kaç kararımızda aynı akibete uğradı. Genel kurulun gerekçesini doğru bulduk; ve bu içtihadı kabul ettik. Filhakika Ceza Kanununun neşredildiği zaman bir Teşkilatı Esasiye Kanunumuz vardı. Yerine Anayasa kaim oldu. Bunda vekil hakkında hususi bir tahkik yolu vardır. Bir suçun iki yerde ispatı Anayasa'ya aykırı olur. Hakimler Kanunu çıktı, bir takım esaslar koydu. Ceza Kanununun 481. maddesi muahhar olan Hakimler Kanunu ve Anayasayı takyit edemez. İspat için hususi yola gitmek caizdir dedik, bizim kararımız vekilli daha memur sayıyor. 279 şunlar memurdur, bunlar memur sayılır, şunlar memur gibi cezalandırılır diyor. Bütün bunlar 481. maddece memurdur. Sop toplantıda ve davanın Heyeti Umumiyeye intikalinde 1. Başkan müstesna olmak üzere hepimiz vekilin memur olduğunu kabul ediyoruz. Muarızlarımız 481. madde mutlaktır. Bir hakim bir vekil bu mahkemede mahkum olacaktır dediler. İhtilafın memurluk hakkında olmadığı zahir ve bahirdir. Suçları meydanda iken Maarif Bakanı bunları himaye etti diye vaki olan isnadın ispatı için deliller gayet kolay Osman Yüksel geldi, vekil şöyle yaptı, böyle yaptı diye şahadet etti, Haluk iki soyadı ile dinlendi. Kenan Öner 4. Ceza Reisicumhurdan emir aldı dedi, bu doğrudan 4. Ceza Dairesine hakarettir. Bunu da bizi tanımıyan kimselerle yarın ispata kalkacaktır. Dairemizden iki mahkumiyet kararı tasdik edilmiş olan Osman Yüksel'i şahit diye asliye mahkemesine ikame edecek o da Reisicumhur 4. Ceza Dairesine geldi, hatta konuşmalarını da işittim, diyecek bunları dinleyecek miyiz? Buna imkan yoktur. 481. maddenin, diğer kanunlardaki istisnalarla mukayyet olduğu kanaatındayız. Ali İhsan Sabis hakkındaki kararımız Anayasa'nın istisnai hükümlerine muhalif değildir; çünkü, zamanaşımı tahakkuk etmiş ve artık Kazım Özalp hakkında vekil sıfatıyla takibat ve dolayısıyla kamutay tahkikatı imkanı kalmamıştı.
Hasan Ali Yücel aleyhindeki ispat iddiasının kabulü sonunda mahkeme bu zata isnat edilen komünistleri himayenin (ve dolayısıyla vazife, bu suretle suiistimal suçunun) sübutunu kabul etmiştir. Bu benim anlayışım değildir. Genel Kurulda aksine bir ekseriyet toplanması üzerine Kudret Gazetesinde yazılan yazı da şu kadar reye karşı 20 reyle ısrar kararının tasdik ve binnetice Hasan Ali Yücel'in komünistliğinin sübutunun kabul edildiğini yazmıştır. Demek Gazeticiler de benim gibi anlamışlardır.
Hakkı Tüzemen : İhtilaf mevzuunu teşkil eden Ceza Kanunumuzun 481. maddesindeki (Memur) tabirinin mana ve şümulünü tayin edebilmek için önce memuru tarif eden Memurin Kanununu gözden geçirmek zaruridir.
Kimlere memur denir, Bakanlar Memur mudur?
Memurin Kanununun birinci maddesinde : Kendisine Devlet hizmeti tevdi olunan ve sicilli mahsusunda mukayyet olarak umumi veyahut hususi bütçelerden maaş alan kimseye memur denir.) diye yazılı olduğuna göre bu sıfatı iktisap edebilmesi yani bir kim seye memur denilebilmesi için kendisine Devlet hizmeti tevdi olunması ve sicilli mahsusunda mukayyet olarak genel veya özel bütçelerden maaş alması şarttır.
Memurin Kanunu müstahdemleri de tarif etmiştir. İhtilaf mevzuunun dışında kaldığı için müstahdemlerden bahsetmiyeceğim.
Hakimler; Memurin Kanununun birinci maddesinin tarifine girdikleri için münhasıran memuriyetlerinin icrasına taalluk etmek şartıyla kendilerine Ceza Kanununun 480. maddesinde yazılı olduğu veçhile bir maddei mahsusa tayin ve isnadiyle halkın hakaret ve husumetine maruz kılacak veyahut namus ve haysiyetine dokunacak bir fiil isnat edilirse; ve bu isnadın bir hakikat olduğu iddiası ileri sürülüp de 481. maddenin sarahatına göre hakikatı maddenin ispatı iddiasının aynı mahkemede kabul ve tetkiki istenilirse Hakimler Kanununun 6. babının birinci, ikinci ve üçüncü fasıllarındaki tahkik ve takibe müteallik hususi hükümleri bir tarafa bırakıp mücerret memur tabiri üzerinde durarak hakimi mensup olduğu mahkemenin gayri bir mahkemede duruşmaya tabi tutabilir miyiz?
Denilebilir ki: Hakikatı maddenin ispatı iddiası aynı mahkemede kabul ve tetkik olunur; ve mütecavizin isnat eylediği fiil sabit olursa dava ve ceza düşebilir.
Bir taraftan bunu düşünürken diğer taraftan kanunun hakime bahşettiği teminatı da göz önünde bulundurmak mevkiindeyiz.
Gerek vazifelerinden doğan veya vazife sırasında işlenen suçlarından ve sıfat ve vazifeleri icaplarına uymayan hal ve hareketlerinden ve gerek şahsi suçlarından dolayı tahkikat; ve takibat icrası muayyen usul ve şartlara tabi tutulan ve yargılama mercileri sınıf ve derecelerine göre, tayin edilmiş olan hakimler hakkında nasıl ki, genel hükümler dairesinde doğrudan doğruya kovuşturma ve soruşturma yapılamıyorsa isnadın ispatı iddiasının da karşılıklı bir dava mahiyetinde telakki olunarak bu gibi hallerde hususi kanunun kabul ettiği usulleri uygulamak yerinde olur.
Türk Ceza Kanununun 480 ve 481. maddelerinin hadiselere tatbikinde iki türlü görüşün meydana çıktığı anlaşıldığı için bunların birleştirilmeleri zımnında keyfiyet Genel Heyete tevdi edilmiştir.
Birbirine uymayan bu kararlardan ilki, bazı Yargıçlar hakkında neşren vaki suç isnadından dolayı açılmış bulunan davalarda hakaret suçlusunun, isnat eylediği maddenin ispatı hakkında ileri sürdüğü ispat kaziyesi, Yargıcın, Hakimler Kanunu hükümlerine göre evvelemirde Adalet Bakanlığınca hakkında yaptırılacak tahkikat sonunda mahkemeye sevkini gerektirecek kanunsuz bir hareketinin ve suç mahiyetini iktisap eden fiilinin mevcudiyeti halinde verilecek izne bağlı olması sebebiyle kendisini bu haktan ve teminattan mahrum bırakmaya imkan olamıyacağı için kabule değer mahiyette görülemiyerek reddedilmesi şeklinde mütezahir idi ki: Bu içtihat ve noktai nazar, hiç bir arızaya uğramaksızın muhalif içtihadın ortaya çıkmasına kadar istikrar bulmuş ve devam etmiştir.
2. içtihat; Bir Bakan hakkında vaki neşren hakaret suçunun yapılan yargılaması sırasında iddia edilen ispat hususunun kabulüne müteallik asliye mahkemesi kararının temyizen müstakar içtihada dayanılarak bozulması üzerine ısraren verilen kararın kabulüne mütedair bir çoğunluğun ortaya çıkması suretiyle belirmiştir.
Bu iki kararın dayandığı gerekçeler ve kanun hükümlerinin yapılan uzun tartışmalarında bilhassa mevzua temas eden 480 ve 481. maddeler ve bunlara ilişkin 266, 267, 268 ve 279. maddeler üzerinde durulmuştur.
Ceza Kanununun 480. maddesi; her kim toplu veya dağınık bir kaç kişi ile ihtilat ederek diğer bir kimse aleyhine halkın hakaret ve husumetine maruz kılacak veya namus ve haysiyetine dokunacak maddei mahsusa tayiniyle vaki bir fiilin isnadını tecziye etmektedir. Madde; ihtiva eylediği kayıtlar itibariyle isnadın, tecavüz olunan kimsenin gıyabında vaki olmasını istihdaf ediyor. Maddei mahsusa tayin ve tasrihi suretiyle vaki hakaretler için, başka maddelerde hükümler sevkedilmediğinden bu maddenin umumi bir mahiyet taşıdığını kabul etmek zarureti vardır. Buna göre gerek fert ve gerek memur veya her hangi bir vazife ve makam sahibi hakkında maddede yazılı şekilde yapılacak isnattan dolayı ancak bu maddedeki cezanın tatbiki iktiza etmekte ve memur hakkında vaki olduğu takdirde 273. madde ile cezanın artırılması icap eylemektedir.
480. maddeyi takip eden 481. maddenin daha ziyade usuli bazı hükümleri ihtiva eylediği görülüyor. Gerçekten bu maddenin ilk fıkrası genel bir prensipten bahsetmektedir. (480. maddede beyan olunan cürmün faili, beraat etmek için isnat ettiği fiilin sıhhatını veya şayi ve mütavatir olduğunu ispat etmek isterse bu iddiası kabul olunmaz. Kanun Koyanın bu prensibi tespit etmek ihtiyacını hissetmesinin sebep ve illeti açıktır; ancak bu temel kaidenin istisnaları; fakat edatının takip eylediği üç bendde zikredilmiştir ki:
Birincisi : Tecavüz olunan şahıs bir memur olup da: 266, 267 ve 268. maddelerde beyan olunan ahval müstesna olmak üzere isnat olunan fiil icrayı memuriyetine taalluk eylediği.
İkincisi : İsnat olunan fiilden dolayı tecavüz olunan şahıs hakkında takibat icrasına başlanmış olduğu,
Üçüncüsü : Müşteki ikame ettiği davadan dolayı icra kılınan muhakemeyi kendisine isnat olunan fiilin sıhhat ve ademi sıhhatına dahi teşmil etmeği sarih surette bizzat talep eylediği, halleridir.
(Bu takdirde hakikatı maddenin ispatı iddiası aynı mahkemece kabul ve tetkik olunur). Binaenaleyh hakarete maruz kalan kimse memur olup da isnat olunan madde o memuru halkın hakaret ve husumetine maruz bırakdığı veya namus ve haysiyetine dokunduğu ve bir maddei mahsusa olduğu, yani umumi mahiyette muhakkirane bir sözden ibaret olmayıp da bir fiili mahsusu tazammun eylediği ve gıyabında vukubulduğu takdirde mütecaviz olan suçlunun ispat iddiasının aynı mahkemece kabul ve tetkikine sağ verilmektedir.
Maddenin açık hükümlerine göre memur olan mütecavizünaleyhe isnat olunan fiil için maddede belli şartların mevcudiyeti halinde ispat iddiasının kabulü, bir tereddüde mahal vermiyecek derecede sarahaten hüküm altına alınmış olduğu için bu keyfiyet tabiatiyle tartışmaların mevzuu haricinde kalmış gibidir. Bu sebepten ortada : İçtihatları birleştirecek bir aykırılık bulunmadığı yolunda ileri sürülen iddialar Bakanın da ceza kanunu tatbikinde memur sayılması hakkındaki çoğunluk görüşü müvacehesinde üzerinde durulmağa değer bir mahiyet taşımadığı için reddedilmiştir.
Bakanların Ceza Kanununun zikri geçen 481. maddesindeki memur mefhumuna dahil olup olmadığı hakkındaki telakkiler iki noktada telhis edilebilir.
1 - Bakanlar memur değildir. Ceza Kanununun tatbikinde de memur sayılmazlar,
2 - Bakanlar yalnız Ceza Kanununun tatbikinde memur sayılır.
1. noktai nazara gör, Memurin Kanununun birinci maddesindeki tarife bir veçhile girmeyen Bakanların Ceza Kanunu tatbikinde de memur sayılmasına imkan yoktur; çünkü Ceza Kanununun 279. maddesinin amme vazifesi görenlerden bahseden birinci kısmının 1 numaralı bendine girebileceği ileri sürülen Bakanların durumunu bu bendin ihtia veylediği kayıtlara intibak ettirmeğe (Devlet memur ve müstahdemleri) sözü manidir. İdari, adli veya teşrii bir amme vazifesi gören Devlet memur ve müstahdemleri esas itibariyle Memurin Kanunu hükümlerine tabi olarak o kanun ile belli usul dairesinde tayin edilen kimseleri şümulü dairesine aldığı ve iki numaralı bent ile sair kimseler arasına da giremiyeceği için Ceza Kanunu tatbikatında memur sayılmaları mümkün olamaz.
2. noktai nazara göre; Anayasa hükümlerine nazaran da cezai mesuliyetleri muhakkak olan Bakanları bu mesuliyetlerini doğuran fonksiyonlarının siyasi vasfı yanında idari mahiyeti de mevcut olabileceğine ve bu takdirde 279. maddenin hükmüne girmesi iktiza eylediğine binaen kendilerini Ceza Kanunu tatbikinde memur saymak zaruridir.
Bu iki görüşten ikincisi çoğunluk tarafından kabul edildiği cihetle Bakanların Ceza Kanunu tatbikatında memur telakki edilmeleri gerekli bulunmuş ve bu veçhile 481. maddenin memur tabiri içine girdiği derpiş olunarak maddedeki kayıt ve hükümlerin bu vasıf itibariyle mülahaza ve mütalaası icap etmiştir.
Bu sebeple memur kelimesinin Ceza Kanunundaki medlulü bakımından çoğunluk kararı veçhile tatbikatında memur sayılmaları gereken Bakanlar ve emsali hakkında ispat iddiasının aynı mahkemede kabul ve tetkik edilip edilemiyeceği bahsine gelince :
Burada hareket noktası, siyasi mesuliyet sahibi olan Hükümet mensuplarının mevcut normal kaza cihazları haricindeki merciler huzurunda yargılanması düşünce ve gayesidir.
Bu keyfiyetin bir Anayasa meselesi olduğu şüphesizdir. Hatta yazılı bir Anayasa Kanununa sahip bulunmayan memleketlerde dahi böyle mülahaza edilmektedir.
Bu itibarla, Anayasa ile umumi kaza cihazından ayrı olarak kurulmuş bulunan siyasi mahkemenin ve diğer memleketlerdeki kuruluşların tesisine hakim olan fikir, mücerret amme intizamı düşüncesidir.
Siyasi mesuliyet sahibi olan kimsenin bu sıfatla ifa edeceği faaliyetleri, kemaliyle değerlendirerek yargılama yapma işi doğrudan doğruya amme intizamına taalluk eden bir faaliyet sayılmıştır.
Gerçekten amme intizamı, yalnız muayyen bir Devlet faaliyetini ifa ile vazifeli makamın açıkça diğer bir makamın vazifesi içinde olan işi yapması halinde sarsılır.
Bir mahkemenin, siyasi faaliyet ifa eden bir Bakanı yargılayarak onun faaliyetinin hedefini tayin edebilmesi müşkül ve bir çok ahvalde adimülimkandır. İhtisas yönünden, Devlet kuvvetlerinin birbirine tedavül etmemesi bakımından ayrılmış olan kaza faaliyetlerinin ifasında güdülen başlıca gaye, amme intizamı meselesi olunca, bir Bakan veya bunun gibi istisnai bir teşekkülde yargılanması gerekenler hakkında muayyen bir suçluluk fiilinin ispatı iddiası ortaya konulduğu zaman şüphesiz iki menfaat taarruz haline gelmiş oluyor. Bunlardan biri ispat iddiasında bulunan kimsenin müdafaa hakkı, diğeri Anayasa ile hüküm altına alınmış olan hususi kaza merciinin kurulmasına mesnet olan amme intizamı mülahazasıdır. Bütün mesele bu iki menfaatten birini tercihe müncer oluyor.
Amme intizamı mülahazası, hürriyeti tahdit edici ve fakat binnetice fert hürriyetlerinin, anarşiye düşmeksizin ahenkli bir surette kullanılması gayesini güden bir düşünüştür. Devletin ve Devletin ana faaliyetlerinin hayatı ve devamı icabı olarak kabul edilmiş bir esastır.
Fert hak ve hürriyetleri, mutlak ve mücerret şekilleriyle amme intizamı muvacehesinde tercih olunmazlar; çünkü hakların kullanılması, amme intizamına uygun olmalariyle tecviz edilir.
Şu halde; Amme intizamı, hukuk devleti bütünü içinde tekmil fert haklarını kucaklayan zaruri bir kalıptır. Bu kalıba uymayan haklar kanunsuz olurlar.
Bu itibarladır ki, hukuk nizamları, amme intizamı karşısında daimi ve istisnasız ferdi hakkı ikinci plana atmışlar ve hatta feda etmişlerdir.
Bu sebep ve mülahazalara binaen hususi ve istisnai tahkik ve muhakeme merciine tabi olanlar tarafından kendilerine vaki isnat sebebiyle açılmış hakaret davalarında sanık olanların, isnat eyledikleri hakareti mutazammın fiil ve hareketleri ispat iddiasının aynı mahkemede kabul ve tetkikine imkan olamıyacağına 16.3.1949 tarihinde ve ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler



YARGITAY KARARLARI :
İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

Diğer Bölümlerimiz +
Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini