 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1947/11
K: 1950/2
T: 01.03.1950
DAVA : Her iki daire kararları arasında bahis konusu içtihat ayrılığı Medeni Kanunun 907 inci maddesinin son fıkrasındaki "zilyedin elde ettiği semereler" mefhumunun şümulünün tayininde belirmektedir. 4. Hukuk Dairesince iyi niyetle bir gayrimenkule zilyet bulunanın onu kullanması "fayda ve semere" sayılmış ve değerlendirilecek karşılığının yapmış olduğu zaruri ve faydalı sarfiyatından indirilmesi esası kabul edilmiş olduğu halde 5. Hukuk Dairesi "zilyedin elde ettiği semereler" mefhumunun o şeyi kullanma ile faydalanmaya teşmiline cevaz görmemiştir.
Anlaşmazlığın esas konusu olan semere; cevheri bozulmadan ve eksilmeden bir şeyin belli zaman ve devrelerde verdiği mahsuldür. Bunun hukuki manada ne dereceye kadar semere sayılabileceğini tayin edebilmek için iktisadi icap ve düşünceleri de gözönünde bulundurulmak icap eder. Medeni Kanunun 620 inci maddesinde yalnız tabii semere tarif olunmuş ve madde metninde "bir şeyin belli zamanlarda hasıl ettiği ve örfün o şeyden tahsis suretine göre istihsalini tecviz eylediği mahsuller, o şeylerin tabii semereleridir" denilmiştir. Bir şeyden nakit ve sair suretlerle alınan; mesela ödünç bir paranın belli zaman ve devrelerde getirdiği faiz, adi ve hasılat kira bağıtlarından elde edilen kira karşılıkları uve emsali hukuki semere mefhumu altında mutalaa olunmakta maden ve taş ocaklarının hasılatı da semereye benzetilmekte ve belli zaman ve devrelerde hasıl olmayan şeyler merhumu addedilmemektedir.
Gerçi Medeni Kanunumuzda İsviçre Medeni Kanununda olduğu gibi yalnız tabii semere tarif olunmakla yetinilerek hukuki semere tabiri kullanılmamış ise de, anlaşmazlık konusu 907 inci maddenin son fıkrasında "tabii" kaydiyle takyit edilmeksizin geniş bir anlamda kullanılan "zilyedin elde ettiği semereler" tabii semerelerden başkaca medeni semereleri de içine almakta ve bu görüşü tanınmış mülliflerin rey ve mutalaarı da teyit etmektedir. Fakat bir şeyden kullanma yoluyle intifa, semere mefhumuna girmediği gibi bir bağıta dayanmamakta olması bakımından da hukuki semere değildir.
Mevcudiyetine kani olduğu hakka dayanarak bir şeyden faydalanmış olan iyi niyetli zilyedi hiç bir yönden sorumlu tutmayan Kanun Vazıı 906 ıncı maddede o şeyi geri isteyene karşı faydalanması yüzünden zilyedin hiç bir tazminat itasına mecbur olmadığı hükmünü koymuştur. Bu mutlak sorumsuzluğu 907 inci maddenin son fıkrası da takyit etmiş olmayıp iyi niyetli zilyedin elde ettiği semerelerin sadece yapmış olduğu zaruri ve faydalı sarfiyatından mahsubunu kabul etmiş bulunmaktadır.
Yukarda izah olunan sebeplere ve mukayese olunan 906 ve 907 inci madde hükümlerine göre Medeni Kanunun 907 inci maddesinin son fıkrasındaki "zilyedin elde ettiği semereler" tabirinden maksut tabii ve hukuki semereler olup semere mefhumuna girmeyen, bir şeye iyi niyetle zilyet bulunanın onu kullanma ile faydalanmasının değerlendirilecek karşılığa şamil olamıyacağına ve bu itibarla yapmış olduğu zaruri ve faydalı sarfiyatından mahsup edilemiyeceğine 1.3.1950 tarihinde üçte ikiyi geçen oyçokluğu ile karar verildi.