 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1946/15
K: 1947/7
T: 19.02.1947
DAVA : Altın alacaklarda aktin vukuu veya vadenin hululü tarihlerinden hangisinin nazara alınacağı hususunda Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.4.1942 tarih ve 3475/4209 ve İcra ve İflas Dairesinin 12.12.1942 tarih ve 3475/4209 ve Hukuk Genel Kurulunun 4.10.1944 tarih ve 26/42 sayılı kararları arasındaki içtihat uyuşmazlığının içtihatların birleştirilmesi yoluyla halli İcra ve İflas Dairesi Başkanlığının 24.9.1946 tarih ve 903/629 sayılı yazısiyle istenilmiş ve Hukuk Genel Kurulunun 29.6.1932 tarih ve 97/96 ve 11.3.1942 tarih ve 52/52 ve 6.5.1942 tarih ve 77/77 ve Ticaret Dairesinin 15.3.1943 tarih ve 211/280 sayılı kararları arasında da muhtelif bakımlardan uyuşmazlık bulunduğu Maliye Bakanlığının 18.12.1946 Tarihli yazısına atfen Adalet Bakanlığının 28.12.1946 tarihli ve 90 sayılı yazısıyla haber verilmişv e 1947/1 sayıda kayıtlı bulunmuş olan bu dosyanın yukarıda zikri geçen olay ile ilgisi görülmüş olmakla birleştirilmiş ve uyuşmazlık konusunu teşkil ettiği bildirilen ilam örnekleri çoğaltılarak 5.2.1947 tarihine rastlayan Çarşamba günü saat 9.30'da müzakerenin başlayacağı Genel Kurul Üyelerine bildirilmişti.
Bugün toplanan kurula (elli beş) zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten sonra 1. Başkan Halil Özyörük'ün Başkanlığında müzakereye başlanarak uyuşmazlık konusu ilam örnekleri 1. Başkan tarafından okunduktan ve olayın özeti anlatıldıktan sonra söz alan;
4. Hukuk Dairesi Başkan Fevzi Bozer; Altın para borcunun tediyesi sureti hakkında yüksek kurulunuzun muhtelif tarihlerde iki kararı vardır. Bunun birisi 4.12.1929 tarih ve 27/16 sayılı karardır ki, ecnebi parasına taalluk etmektedir. Üsküdar ve Kadıköy Su Şörketi tarafından birinci umumi harpten evvel çakılıp bedeli altın Frank olarak tediyesi taahhüt olunan istikraz tahvillerine aittir. Bu tahvillerin evrakı nakdiye ile mi? Yoksa altın Frank olarak mı? Tediyesi lazım glediğinde şirket ile tahvil sahipleri arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Yüksek Kurulunuzca "şirket tarafından istikraz edilen para altın Frank olmakla hadise evrakı nakdiye ve tevhidi meskukat kanunlarının dairesi şümülünden hariç olup istikraz mukavelesinde vadesi hulul etmiş olan kuponların veya satın alınmasına kararv erilen tahvilatın bedellerinin altın Frank olarak İstanbul'da tediyesi meşrut bulunmasına ve akdi tediye mahallinde kanuni rayici olmayan para üzerine varit olduğu ve harfiyyen icrası şart kılındığı takdirde borcun aynen ifası da ahkamı kanuniye iktizasından bulunmasına mebni satın alınmak istenilen tahvilata mukabil, mukavele ve taahhüt veçhile altın Fransız Frank'ı tediyesi lazım geldiğine" karar verilmişti.
İkincisi de 4 Haziran 1941 tarih ve 4825 sayılı resmi gazete ile yayınlanan karardır ki, bu da Türk parasına taalluk etmekedir. Bu karar; altın borcunun tediyesinden bahis olmayıp bu gibi borçlarda mahkemenin görevini tayinde, bu babta verilecek hükümlerin temyizkabiliyeti olup olmadığında ve davanın şahitle ispatı hususunda görülecek bazı esasları tesbit etmektedir. Bununla beraber sözü geçen kararla "altın paranın zaman zaman Bankaca tesbit edilecek fiatla alınıp satılan bir mal haline girmiş ve binaenaleyh Tevhidi Meskukat K.'nun altının mikyası kıymet olduğu ve rayicinin de yüz kuruştan ibaret bulunduğu hakkındaki hükmün ortadan kalkmış olduğu" da kabul olunmuştur. Gerçi bu kararda mal hükmünde olduğu zikredilen altın paranın kıyemi yahut misli olduğu beyan olunmayarak mutlak surette mal haline girmiş olduğu ifade olunmuş ise de, 29.1.1941 tarihli diğer bir içtihat birleştirme kararında altının kıyemi olduğu tasrih olunmuştur.
Gerçekten altının; bugün mal gibi alınıp satılmakta olduğunu görüyoruz. Fakat kıyemi değil, buğday ve arpa gibi misliyattan olduğu şüphesizdir.
Altın paranın mali kanunlar nazarında durumuna gelince; Tevhidi Meskukat Kanunu ile, memlekette tedavül eden paraların nevi ve cinsi ve evrakı nakdiye kanunu ile, evrakı nakdiyenin nakıt gibi tedavülü mecburi bulunduğu ve Türk Parasının Korunması Kanuniyle de sadece Türk parasının korunması nizamlanmaşı olup ne bu kanunlarda, ne de diğer mevzuatımızda altının alınıp satılması menedilmiş değildir.
Gerçi 8036 sayılı Kararname ile altının alınıp satılmaması tahdit edilmiş ise de, bu tahdit; az bir zaman sonra kaldırılmış ve Doskut eylül kararlariyle de altının kıymeti tesbit ve Bankalar tarafından serbestçe alınıp satılması tecviz olunmuştur.
Bu izahlardan çıkan netice şudur ki, altın; halk arasında evrakı nakdiye gibi tedavül etmemekle beraber muayyen kıymetle alınıp satılmakta ve satış yapan Bankalardan kolayca altın tedariki mümkün bulunmaktadır. Binaenaleyh altın üzerine yapılan taahhütlerin altının piyasada bulunduğu ve alınıp satıldığı müddetçe aynen ifası lazım gelir. Ancak, altının tedariki kabil olmadığı ve alınıp satılması menedildiği takdirde kıymeti ödenmek icap eder.
Bu kıymet, hangi kıymet olmalıdır? İşte ihtilaf olunan nokta burasıdır. Bizim dairenin ekseriyeti alçtın paranın zimmete terettüp ettiği tarihteki kıymetinin ve Yüksek Ticaret Dairesi de vadenin hululü tarihindeki kıymetinin ödenmesi lazım geldiğine karar vermiştir ki, fikrimce Ticaret Dairesi kararı daha doğrudur.
Çünkü, Borçlar Kanununun 83 ve Ticaret Kanununu 566, 643, 749. maddelerinde akit; tediye mahallinde kanuni rayici olmayan bir para üzerine varit olmuş ise aktin harfiyyen icrası şart edilmiş olmadıkça borcun vadenin hululü günündeki rayici üzerinden memleket parasiyle ödenebileceği tasrih olunmuştur. Filhakıka bu maddelerde bahsi geçen paradan maksat ecnebi parası ise de, aktin memlekette kanuni rayici bulunan bir para üzerine varito lduğu ve o parının sonradan misli münkati olarak tedariki kabil olmadığı hallerde de kıyas yoluyla ecnebi paralara müteallik bu hükmün uygulanması icap edeceğinden altın para borcu, altın piyasada mevcut ve kolayca tedariki mümkün ise misliyle ve aksi takdirde vadenin hululü tarihindeki kıymetiyle ödenmesi gerektir.
- 12.2.1947 - 2. Oturum -
1. Başkan; Uyuşmazlık konusu ilam örneklerini ve Maliye Bakanlığının yazısını okuduktan sonra konuya temas eden Zürih şerhini okudu.
4. Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer; Şimdi okunan şerhlerde geçen oturumdaki maruzatımı teyit ediyorum. Mali ve hukuki mevzuatta altın paranın alınıp satılmayacağı ve altın üzerine sözleşme yapılmayacağı hakkında bir kayıt ve sarahat yoktur. Misli olduğu cihetle altın borcu misliyle ve misli müntakı ise kıymeti ile ödenir.
1941 tarihli tevhidi içtihat kararı da bizi takyit edemez. Onun mevzuu başkadır. O tevhidi içitaht kararının mevzuu şahit istimaına, mahkemenin vazifesini tayine ve hükmün temyiz kabiliyetine taalluk etmektedir burada tediye meselesi bahis mevzuudur. Gerçi o kararda alçtının kıyemi olduğu kabul olunmuş ise de, doğru değildir. İstenildiği zaman piyasada misli bulunan bir şeye kıyemi denilemez.
İcra ve İflas Dairesi Başkanı Abdullah Aytemiz; Altın hakkında Genel Kurulun iki inanç birleştirilmesi kararı mevcuttur. Bunlardan biri 3. Hukuk Dairesinin sevki ile verilen 29.1.1941 tarihli kararıdır ki, bunda altın iddialarında zaman, zaman Bankalarca tesbit edilecek fiatla alınıp satılan bir mal haline girdiğinden mahkemenin vazifesini ve temyiz kabiliyetine ve şahitle ispat caiz olup olmadığını tayinde değer ve kıymet esası tutulmuştur. Diğeri de İcra ve İflas Dairesinin müracaat üzerine ittihaz olunan 28.7.1941 tarihli karardır. Bundan da altın paranın her hangi kıyemi bir mal mesabesinde olduğu Temyiz Mahkemesi Umumi Heyetince 29.1.1941 tarihinde tevhidi içitaht suretiyle kararlaştırıldığından altın alacaklar hakkında icrai takibat yapılamayacağından bahisle mahkemeye müracaat lazım geldiğine karar verilmiştir.
Altın alacaklarının hangi tarihteki yani zimmete terettüp tarihinde mi yoksa vadenin münkazi olduğu zamanda mı veya dava zamanında veyahut icra sırasındaki kıymeti üzerinden mi rayicinin hesaplanması lazım geleceği hususundaki mutalaamı iki cepheden arzedeceğim.
Evvela yukarıda yazılı tevhidi içtihat kararlarına göre söyleyeceğim. Altın para kıyemi bir mal hükmünde olduğuna göre zimmete terettüp ettiği tarihteki rayici nazara alınmak lazım gelir. Çünkü, borçlanma aktin inikadiyle vücut ve borç altin akabinde doğmuştur. Gümüş paralarda tedavülde iken kıymet farkı hasıl olmuştu. Bir gümüş macidiye üç dört baknot liraya kadar çıktığı vakidir. Tevhidi Meskukat Kanununun yedinci maddesi şöyledir. Bu kanunun meriyetinden evvel zimmette sabit olan duyun akçenin nev ve kıymeti tayin ve tasrih olunmayarakkuruş üzerine terettüp etmiş ise zimmete taalluku tarihindeki akçe rayici ile ifa olunur. kıyas yoluyla bu maddenin altın paralarda da tatbikı halinde zimmete terettüp tarihindeki kıymetinin nazara alınması icap eder. Altın kıyemi bir mal hükmünde olunca zimmete terettübü nasıl tasavvur olunabilir suali hatıra gelir. Deyn alacak zimmete terettüp eder ayın zimmete terettüp etmez ancak altının sikke olması hasebiyle asıl hüviyeti nakittir. Ayin değildir. Fiilen tedavülden kalkması veya rayicinde büyük fark ve tefavüt hasıl olması gibi sebep ve saiklerle zarureten mal hükmünde sayılması nakit vasfını büsbütün gideremez. Kıyemi olunca altın mukabilinde satış bey'i mukayaza yani trampa olur. Trampalarda ise semenin yeri yoktur. İki tarafı da mebidir amma aslındaki nakitcilik bakımından nakit gibi zimmete, terettübünü kabul etmek zaruridir. Şu halde altın ile muamelede altın bir cihetten mebi diğer cihetten semendir. Bunun bir çok misalleri var bey'i bilvefa gibi bir bakımdan rehin diğer cihetten de bey'idir.
2. cepheden mütalaamı arzedeyim. Son zamanlarda altın para alınıp satılır oldu. Hükümet bile resmen ilan etti ve satmaya başladı. Şu halde kıyemi olmasını icap ettiren hal ve vaziyet zail ve altın paranın durumnuda tehavvül hasıl oldu. Hulasa hüviyeti asliyesiyle yani nakit olarak meydana çıktı. Nukut ise misliyattandır. Misliyattan olunca aynen verilmesi aksi takdirde istenildiği zamandaki rayici üzerinden bedelen ödenmesi icap eder. Dava açılmış ise dava tarihindeki rayici lazım gelir. Çünkü, alacaklı davanın açıldığı zamandaki mislini istemek hakkını haizdir. Bedel ise o makama kaimdir. Eğer hükümde yalnız aynen tahsiline denilmiş ise icraya konulduğu ve tahsili lazım geldiği andaki kıymeti üzerinden tutarının tahsil edilmesi iktiza eder. Çünkü, o anda mislini vermekle mükellef olan parayı vermeye mecburdur. Bedel mübed8delünminh yerine geçer. Alytın para nakittir ve misliyattandır diyecek olursak kıyemi olduğu hakkındaki tevhidi içithat kararı ortadan kalkmış olur. Zaten altının kıyemi addi buhran dolayısıyla bir zaruret neticesi idi. Mani zail olunca memnu avdet etti. Altın paralarda asıl olan nakit ve misliyattan olmasıdır. Altın para hakkındaki durumun değişmesiyle kıyemi olduğu hakkındaki karar kendiliğinden hükümsüz kalmış olacaktır. Hulasa gerek kıyemi ve gerek misli olsun her iki surette de vade tarihindeki kıymet bahis mevzuu olamaz. Çünkü, muarızlarımızın dayandığı Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesi hükmü Esnebi Paralara mahsustur. Kıyemi sayılacak ise zimmete terettüp tarihi nazara alınır. Misliyattan olduğu kabul edilecek ise alacaklının mislini istemeye kalkıştığı tarihteki kıymetin rayicini ödemek lazım gelir. Zira aynını istemeye istihkak kespedildiği andaki bedelini istemek hakkını haizdir. Bugünkü hal ve vaziyete göre altının artık kıyemi mal hükmünde olmasının manası kalmamış oluyor. Aynına mesela şu kadar altının tahsiline hükmedilmiş ise bu hususa müteallik ilam icraya konulduğunda İcra ve İflas Kanununun yirmi dördüoncü maddesi tatbik edilir. Bu maddeye göre hükmolunan altın veya misli mahkumunaleyh borçlu yedinde bulunursa zorla alınarak alacaklı mahkumunlehe verilir. Elinde bulunmazsa bakılır eğer ilamda yazılı ise değeri alınır. Yazılı değilse rayici Borsa ve Ticaret Odasından sorulur olmayan yerlerde kıymeti icra memuru tarafından seçilecek bilirkişi marifetiyle takdir ve tayin edilir.
Y.K. Arslansan : Altın olarak zimmete terettüp eden borçların edasında hangi rayicin kanunen esas tutulması emrinde beliren içtihat ayrılığı telif ve hallolunabilmek için mevzuatımıza göre altın şartı muteber midir. Muteber olduğu surette Borçlar ve Ticaret Kanunlarında bu husus hakkında uygulanabilecek hükümler nedir bu noktalar incelenmlek icap eder.
On dukuzuncu yüzyılda ve Yirminci yüzyıl iptidalarında altın esasına müstenit nakit usulü cari idi. 1. cihan harbinde - tarihte emsaline bir çok devirlerde rastlandığı üzere - Devletler kağıt para çıkarmak ıztırarında kalmış harp ve mütürekeden sonra tekrar altın esasına doğru gidildiği sırada 1929 yılında baş gösteren iktisadi buhran buna engel olmuştur. Altın para ile kağıt para arasında fark husule gelmesi ve bu farkın tedricen ilerleyişi sözleşmelerde altın kaydı derci meselesini meydana çıkarmıştır.
Alacaklılar iki para değeri arasında mevcut ve ileride vücut bulması muhtemel sukuta karşı menfaatlarını sıyaneten borçlularına bağıtlarda altın şartını kabul ettirmeye tevessül ettikleri gibi bir tarafın da kağıt paranın nakit gibi tedavül eylemesini hedef tutan devletlerde borçluların durumunu gözönünde tutarak senede sözleşmelere bu gibi şartların dercini önleyecek veya hükümsüz bırakacak tedbirleri ittihaz eylemekten geri kalmamışlardır.
Sözleşmelerde altın kaydı üç şekilde tecelli etmektedir:
1- Altın kaydı (Clause or) akitler bu kayıtla muayyen ayar ve vezindte altın;
2- Altın nakit kaydı (Clause monnaie or) milli ve yabancı altın meskukat;
3- Altın kıymet kaydı (Clause vabur or) akitler külçe veya meskük altını, ödeme sırasında kağıdın altına nazarana değeri hesap edilerek o değere muadil kağıt para ile edayı taahhüttür.
Amerikada mahkemeler altın kaydını ihtiva eyleyen sözleşmeleri muteber saymakda iken her senet ve sözleşmeye altın kaydı dercedilmeye başlandığı görüldüğünde makabline de şamil olmak üzere sözleşmelere altın kaydı dercini menetmek mecburiyetinde kalınmıştır. Bu şart kanunun himaye etmediği hakkın suistimali derecesine götürülmemek lazımdır.
Memleketimizde kağıt para ihracı hakkındaki kanunlarda yalnız kağıt paranın nakit gibi tedavül edeceği gösterilmiştir. Sözleşmelere altın kaydının dercinin memnuiyetine dair bir hüküm yoktur. Kağıt paranın nakit gibi tedavülünün mecburi olması da sözleşmelere altın şartının dercinin memnuiyetini tazammun etmez. Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanun ile bu kanun hükümleri dairesinde Kararnamelerde yalnız altının harice çıkarılması memnu olup dahilde altın alım ve satımı serbest bırakılmıştır.
Merkez Bankası Kanununun otuz yedinci maddesi uyarınca zaman, zaman altın ve döviz fiatlarını tesbit etmekle yetkili bulunan Merkez Bankasından ve 8 Eylül 1946 Tarihli Kararname hükümleri dairesinden Ziraat Bankasından isteyenlere tayin ve tesbit olunan bedel ile altın meskukat ve külçe verilmekte olmasına göre görüş ve düşünüşüm bugün altın meskukat Merkez Bankası Kanununda derpiş olunan istikrar kanunu yürürlüğe girinceye kadar Bankalardan ve piyasadan misli tedarik olunan misli bir mal hükmündedir. Misli tedarik olunabilen bir mal kıyemi telakki olunamaz.
Mevzuatımıza göre sözleşmelere yukarıda belirttiğim üzere üç şekilde tecelli eden altın şartının derci muteberdir ve borçlu şart veçhile borcu altın olarak eda ile mükelleftir. Tedavül mecburiyeti kalmayan altın meskukat da istikrar kanunu yürürlüğe girinceye değin misli bir mal hükmündedir. Misli olan borçların da edasında vade tarihindeki rayiç esastır.
Bineanelayh akti tediye tarihinde kanuni rayici olmayan bir para üzerine yapılmış ise aynen ödeneceğine dair bir şart olmadıkça borç vadenin hululü günündeki rayici üzerinden ödeneceğine dair olan Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesi ile Ticaret Kanununun kambiyoya müteallik 566 ve ticari taahhütlere müteallik 643. maddeleri hükümleri olayda uygulanmak icap eder mütelaasındayım.
2. Hukuk Dairesi Başkanı A.Himmet Berki: Vaktiyle mal şöyle bir tasnife tabi tutulmuştu: Menkul ve gayrimenkul Menkule vasfına göre nakit, uruz, mukadderat ve adediyat namları verilmişti. Bu tasnif hükümlerinde sühulet olsun içindi.
Nakit altın ve gümüş diye tarif olunmuş bu hükümde olan mağşuş meskukat ve evrakı nakdiye nakit addedilmiştir.
Nakit mübadele vasıtası olan maldır. Buna göre altın nakit midir, değil midir? Gerçi muhtelif zaruretlerle zaman, zaman altın alınıp satılması menedilmişti, nedret, mukavemet ve darba müsait olmak gibi haiz olduğu vasıflardan dolayı altın ve gümüş ötedenberi mübadele vasıtası olarak kabul edilmiştir. Eğer taş, kömür gibi mebzul muhtelif yerlerde altın madeni çıksa nakit olmak hassası kalmaz. Elmas ve emsali maddelerin de nedreti vardır. Fakat bunlar mukavemet ve darp kabiliyeti gibi diğer vasıfları haiz değildir.
Altın bugün dahi nakit olmak hususiyetini taşımaktadır. Nitekim mübadele bugün dahi altın kıymeti üzerine ayarlanmaktadır. Evrakı nakdiyenin taşıdığı itibar da böyledir.
Gerçi vaktiyle altın meta hükmündedir kıyemidir diye tevhidi içtihat kurulunca ekseriyetle bir karar verilmişti. Hatırımda kaldığına göre o zaman çarşı ve pazarda altın bulunmuyordu. Misli münkati idi. O karara bu keyfiyet saik olmuş olacaktır. Bugün ne suretle karar verissek verelim o tevhidi içtihat kararlarına muhalif düşmez. Çünkü, o kararların birinde mevzu vazife meselesini tayinde altın lira yüz kuruş mu itibar olunacak yoksa tutarı mı nazara alınacak meselesi idi. Diğerinde de şahit veya senetle ispat hususunda müddeabih altın ise nazara alınması lazım gelen altının meskuk kıymeti mi yoksa rayiç kıymeti midir. Bu idi. Bunları tayinde rayiç kıymeti nazara alınır denmişti ki bugün de öyle olmak icap eder. Her şeyden katınazar altın mislidir. Her hangi bir muamele ile altın tesmiye ve taahhüdü halinde misli lazım gelir. Çünkü zimmete misliyle terettüp eder. Gerek eski ve gerekse yeni kanunlarımıza göre misliyat misliyle ödenir. Bu bir kaidedir. Farzedelim ki, bir kimse buğday vermeye taahhüt etti. Mislini eda mümkün iken alacaklı ben kıymetini isterim veya borçlu mislini vermem diyebilir mi? Şüphe yok ki diyemez.
3. Hukuk Dairesi Başkanı Şefkati Özkutlu: Altın olarak ödenmesi taahhüt edilen borcun yerine kağıt para verilmek istenilirse hangi tarihteki rayiç üzerinden hesap yapılmak gerekeceği meselesi karşısında bulunmaktayız. Altını meta sayan tevhidi içtihat kararı meseleyi çözümlemiş olduğu halde başka yoldan yine bahis konusu olmuştur.
Altın misli şeylerden olmak dolayısiyle borçlanılacak olursa diğer misli şeylerde olduğu gibi yine misli ile ödenmek lazım gelir. Arpa, buğday gibi. Arpa alacağı olan kimse ancak arpa isteyebilir. Çünkü alacağı budur. Borçlu da bunu vermekle mükelleftir. Yerine alacaklının rızası hilafına başka şey hatta altın bile veremez.
Şu halde mahkemenin yapacağı şey altına hükmetmektir. İcra dairesi İcra İflas Kanununun yirmi dördüncü maddesi hükmü dairesinde icra işini yerine getirir.
Şayet alacaklı dava tarihindeki rayiç üzerinden kağıt para olarak borç tutarının ödenmesine razı olursa bu nihayet bir uzlaşma bir kabuldür. Hakimin yapacağı iş bunu imza altına almaktan ibaret kalır.
Bu düşünceler ve bunlardan çıkarılan neticeler hep altının meta olması ve misli bir şey bulunması esasına dayanmaktadır.
Acaba altın misli bir şey olmakla beraber tedavülü mecburi bir para, geçer bir akça mıdır? Evrakı nakdiye borçlusu borcunun yerine pisaya rayici üzerinden altın almaya alacaklıyı zorlayabilir mi? Meselenin düğüm noktası buradadır. Tevhidi içtihat kararının altını meta saymış olması onu geçer akçalar arasından çıkarmış olduğunu açıkça göstermektedir. Devlet altın esasından ayrılmıştır. Para hakkında çıkan kanunların hiç birisinde altın esas tutulmamıştır. Ve bu kanunların hiç birisinde altın sikkelerin tedavülü mecburi olduğuna dair hüküm yoktur. Altın tedavülden kaldırılmamış ve tedavülü mecburi bulunmuş olduğu farzolunsa bile bu, altının yerine kağıt para verilebilir demek değildir. Çünkü böyle bir kanun yoktur. Nihayet altın borcu olan bir kimse alacaklısını altın almaya zorlayabilir ki, bu altının misli sayılmasındaki hükmü değiştirmez.
Altın borçlularının borçlarını altın olarak ödeyeceklerinden dolayı sızlanmaya da hakları yoktur. Çünkü altın misli olan veya olmıyan eşyaya nisbetle pahalılaşmış değildir. 1939 senesinde bir altınla kaç kilo pirinç, zeytin, yağ, basma ve saire alınabilirdiyse bugün de hemen ayni miktarda alınabilmektedir. Altın borçlularının istedikleri daha az bir kıymet ödemektir. Bir altın karşılığında on evrakı nakdiye ödemek isteyen borçlu en aşağı yirmi lira kazanmak arzusunu gütmektedir. zira, 930 da on evrakı nakdiye ile iki yüz kilo buğday alınabilirdi. Şimdi ise on evrakı nakdiye ile ancak kırk ila elli kilo buğday alınabilir. Borçlu ise elli kilo buğdaysatarak bir altınlık borcunu ödemek istemektedir. Borçluları korumak için içtihatta bulunmaya sebep olmadığı da verilen şu misallerden pek açık surette anlaşılmaktadır. Davacı razı olmadıkça borcun ne ödenmesi gereken tarihteki ne de dava ve hüküm tarihindeki kağıt para üzerinden tutarına hüküm olunamaz. Buna yaklaşan içtihat en doğru bir içtihat olacağı düşüncesindeyim takdir yüksek heyetindir.
4. Ceza Dairesi Başkanı Zahir Sencer: Altın hakkındaki birinci tevhidi içtihat kararı sebep ve saiki bakımından bugün dahi yerindedir. 2. karar başka mana vermiş. 2. tevhidi içtihadın kaldırılması birinci tevhidi içtihada müessir olmıyacaktır. Altın sikke sikei halisadır. Bugün vereceğimiz kararla birinci tevhidi içtihat kararı kardeşçe oturacak ikinci karar ortadan kalkacaktır dedi.
Y.K.Arslansan : Kıyemidir dememiz doğru değildi. Senet veriyorum altın olarak edayı kabul ediyorum. Aynen hükmedilemiyecekse altın şartı muteber midir değil midir? Evvel emirde bunu halledelim. Evrakı nakdiye altının misli kanunisidir. Bunu kanun söylüyor.
İcra ve İflas Diresi Başkanı Abdullah Aytemiz: İcra safhasında Sayın Ali Himmet Berki ile ayrılıyoruz. İcra memurlarının vazifesini kanun tayin ediyor. Altın mevcut ise alınıp verilir değilse yapılacak muamele yirmi dördüncü maddede muharrerdir.
4. Hukuk Dairesi Başkanı Fevzi Bozer: Beş kilo buğday borcu beş kilo olarak verilir. Altın borcu da böyle olmak lazım gelir Altın hakkında henüz istikrar kanunu yapılmamış ise de, ahiren Dokuz Eylül kararlarıyla bir kıymet konmuştur ve halen bu kıymet üzerinden serbestçe alınıp satılmaktadır. Şufahadan gasptan ve mihri müeccelden de bahis buyuruldu. Şufada vade muayyen demektir. Şufa hakkının taalluk ettiği gayrimenkulün şefi adına tapuca tescil edildiği zamandaki altın kıymeti lazım gelir. Bununla beraber borcun vadesi muayyen değilse ne zaman tediyesi lazım geleceği umumi hükümlere göre tayin olunur. Gasp ve istihlakte istihlak tarihindeki ve mihri müeccelde de talakın tahakkuk ettiği tarihteki kıymet lazım gelir.
2. Hukuk Dairesi Başkanı A.Himmet Berki: Muhterem Fevzi Bozer arkadaşımız anladığıma göre altının misli olduğunu kabul ile mislini eda mümkün olmazsa vade tarihindeki rayiç nazara alınmak lazımdır buyurdular. Bence vade tarihini esas tutmak doğru olmaz.
Farzedelim ki; bir şahıs birine bir sene sonra aynen altın vermek taahhüdünde bulundu. Vade tarihinde altın bulunmuyor. Tutarı geçer para ile bir altın lira yirmi evrakı nakdiyedir. Borcu ödemedi alacaklı davaya mecbur oldu. Halbuki altın tutarı dava zamanında otuz liraya yükseldi. Yirmi lira üzerinden hükmolunursa borçlu temerrüdünden istifade etmiş olmaz mı?
- (19.2.1947 : 3. Oturum) -
2. Hukuk Dairesi Başkanı A.Himmet Berki: Mevzuu şu idi. Bir akit zımnından altın teslimi mukavele edilirse altın mı, tutarı mı lazım gelir?
Geçen celsede mesele uzun uzadıya müzakere olunmuştu. Öyle zannediyorum para olmasa bile altının misli olduğunda ihtilaf etmiyeceğiz. Misli olunca mislen ödenmek lazım gelecektir. Hukukta esas ve kaide budur. Bir zaruret olmadıkça bundan yani misliyat misliyle ödenir kaidesinden inhiraf olunmaz. Eski ve yeni hükümler bunda müttefiktir.
Bende amme menfaatını korumak da bir zarurettir. Fakat bu mülahaza ile tedbirler alındı. Hiç bir fayda temin etmedi. Hatta hocalarımızdan biri Borçlar Kanununda aynen altın taahhütlerine temas etmiş mütalaasını memleketin menfaatı ve para siyaseti esasına bina etmiştir. Ancak neticiler hiç de düşünüldüğü ve beklenildiği gibi çıkmamıştır. Bugün Hükümetin kararları karşısında böyle düşünmeye mahal yoktur. Altını hem kendi alıyor hem de satıyor.
Altın taahhüdünü tutarı ile ödemek için başka bir sebep de yoktur. Başka sebep olabilir mi? Evet mesela, misliyattandır biri diğerinin dört beş metre mikap suyunu istihlak etse su mislidir. Mesela öderim diyemez bunda külfet meydandadır. İşte burada misli olmasına rağmen kıymetiyle zıman lazım gelir.
Şimdi Sayın Abdullah Aytemiz'in itirazları üzerinde durabiliriz. İcra Kanununun maddesine istinat ettiler. Fakat alacaklı bana altım lazım buğday lazım tekrar bunları almak külfeti bana niçin derse haklı olmaz mı? Fakat kanundur öyle tatbik olunacaktır.
Misli borçların hükmü budur. Eski ve yeni hukukun ittifak ettiği bir meseledir. Fakat asıl mesele misli alacakların misli münkatı olursa ne olacak ve hangi kıymet lazım gelecektir. Burada dört kıymet hatıra gelir. Zimmete terettüp tarihindeki kıymet, vade tarihindeki kıymet, misli münkatı olduğu zamandaki kıymet, dava tarihindeki kıymet.
Zimmete terettüp tarihindeki kıymet lazım dense buna hukuki bir sebep gösterebilmek müşkil gerçi misli münkatı olmuştur. Sebep budur bu tarihe kadar zimmette misli olarak devam etti. Sebebin yani inkıtaın vücudu zamanındaki kıymetin lüzumu daha makul ve hukuki görünüyor. Şu varki inkıta birden olmaz. Yavaş yavaş olur ve azaldıkça kıymet artar bundan başka inkıta tarihini tayin müşküldür. Bunları düşünerek dava tarihindeki kıymet lazım geleceğine hükmetmek vecihsiz olmaz. islam hukukçularından bu şıklardan her birine kail olanlar vardır. Takdiri Heyeti Celilerine aittir. Bence en makulü inkıta tarihindeki kıymettir.
Bir de paranın kesadı meselesi geçmez olmaz meselesi vardır ki çok mühimdir. Fakat konudan hariçtir. Bunun için bundan bahse lüzum yoktur. Esasen münakaşa hayli uzamıştır maruzatım bu kadardır dedi.
Y.K.Arslansan: Geçen celsede mücmel bir surette para mevzuuna da temas ederek sözleşmelerde üç şekilde tecelli eden altın şartını izah ile mevzuatımıza göre sözleşmelerde altın şartının dercine kanunen bir mani olmadığnı ve Merkez Bankası Kanununda derpiş olunan istikrar kanunu yürürlüğe girinceye kadar kanuni rayici olmıyan altın meskukatın da misli bir mal hükmünde kalması itibariyle olaya uyan Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesi gereğince mevzuu altın olan borçların edasında vade tarihinin esas tutulması lazım geleceğini ileri sürmüştüm. Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesi hükmünün kanuni rayici olmıyan altın meskukata da uygulanabilip uygulanamıyacağı bahis mevzuu olduğundan düşüncemi açıklayabilmek için para mevzuu ve seksen üçüncü maddenin şumulü hakkında mütemmim maruzatta bulunmak lüzumunu hissediyorum.
Nakit gibi tedavül etmesi kağıt para ihraç kanunları icaplarından bulunan kağıt para ile altın para arasında mühim farklar husule gelmesi ve bazı devletlerce altın esasının terkedilmiş olduğu görülmesi üzerine kağıt para tedavüle çıkarıldıktan sonra yürürlüğe giren 26 Mart 1332 (1916) Tarihli Tevhidi Meskukat Kanunun altına müteallik kısmı ilga edilmemiş olduğu halde fiili durum bakımından altın nakit midir? Yoksa misli veya kıyemi bir mal hükmünde midir meselesi bahis konusu olmaya başlamıştır. 29.1.1941 Tarihli tevhidi içtihat kararında altının paramızda değer ölçüsü olduğu hakkındaki hükmün ortadan kalktığından bahsile misli bir mal hükmüne girdiği işaret edildiği halde Haziran 1941 tarihli tevhidi içtihat kararında altının kıyemi bir mal hükmünde olduğu gösterilmiştir. İşte ihtilaf mevzuuna Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesi uygluanabilip uygulanamıyacağı anlaşılabilmek için altın ve altın meskukatın kanuni durumunu tespit eylemek lazımdır.
Kağıt para ile altın arasında mühim farklar husule geldiği zamanlarda devletler farkı durdurmak veya önleyebilmek için bir takım usullere tevessül ederler. Bunlardan birincisi: (Sevalorisotion) denilen kıymet düşürme usulü birinci cihan harbi sonunda Almanya'da uygulanmış fakat vahim sonuçları gecikmemiştir. Almanya'da altın Mark tedavüle çıkarılmak suretiyle bu fena durum önlenmeye çalışılmıştır. İkincisi; İadei kıymet (revalorisotion) dır. İktisatçıların "para miktarına" dayanan nazariye: (Theorie quantitive dela monnaie) dedikleri usuldür. Altın mevcuduna göre muayyen miktar kağıt para çıkarmak bu iki usulün mahzurları faydalarına galip görülmektedir.
3. usul: Mütedavil kağıt paranın istikrarı (Stabilisotion) dır. İstikrardan birbirinin mütemmimi olan iki mana çıkarmak lazım gelir. Birincisi mütedavil parayı altın ile veya altına muadil ecnebi dövizlerle mübadele etmek keyfiyetini mümkün kılmaktır. İkincisi milli paraya tayin edilecek altın miktarı harpten evvelki miktar üzerinden değil evvela fiilen ve sonra kanunen milli paranın kıymetini eski miktardan çok dün bir altın ayarı üzerinden tespit eylemektir. İşte devletimiz milli paranın değerini korumak için yukarıda saydığım üç usulden mahzurları en az fakat faydaları daha çok olan bu istikrar usulünü ihtiyar etmiştir. Bu cihet 30 Haziran 1930 Tarihli Merkez Bankası Kanununun otuz yedinci maddesinde istikrar kanunu yürürlüğe girinceye kadar altın döviz fiatları Merkez Bankası tarafından tesbit olunacağı gösterilmek ve Hükümetçe en son uygulanan 8 Eylül 1946 Tarihli Kararname ile paramızın dahili ve harici değeri gözönünde tutularak ayarlanmak suretiyle sabittir.
İşte kanuni mevzuatımıza göre bundan paramızda ölçü kağıt para olmakla beraber para sistemimizi gösteren Tevhidi Meskukat Kanununun mülga olmıyan altına müteaillik hükümleri istikrar kanunu yürürlüğe girinceye kadar tatil edilmiş bir durumda olmasına göre bugün nominal yani fi ihracı üzerinden tedavülü mecbur olmayan altın meskukat kanuni rayici kalmamış olan misli bi mal hükmündedir.
Fakat misli borçların edasında vade tarihi esastır. Altın meskukatın kanuni durumu bu surette olunca Sayın 1. Başkanın istinat buyurdukları (Zürih Şerhi) ile Ankara Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Hirş'in (Ticaret Hukuku) adlı eserinde sahife 624 yazılı olduğu üzere seksen üçüncü madde yalnız yabancı paralar değil kanuni rayici olmayan memleket paralarına uygulanabilir. Binaenaleyh seksen üçüncü maddenin yalnız yabancı paralara uygulanabileceği düşüncesi yerinde değildir.
29.1.1941 tarihli tevhidi içtihat kararında bahis konusu mahkemelerin görevinin tayini, bir işte şahit dinlenmesine cevaz olup olmadığı ve bir hükmün temyiz kabiliyeti hususlarıdır. Bu mevzuda dava tarihindeki altın değerinin esas tutulması usul hükümleri icaplarındandır. Şimdiki müzakere konusu olan mevzuu altın olan borçların edasında hangi tarihteki rayicin esas tutulması lazım geleceği hakkındaki esas meselesi ile bir güna ilgisi yoktur. Aynen edası meşrut olan borçlara müteallik verilen ilamlar hakkında İcra ve İflas Kanununun yirmi dördüncü maddesi hükümleri uygulanmak icap eder. Binaenaleyh olayların mahiyetine göre temas ettikleri kanun hükümleri uygulanır yoksa umumi bir kaide konulamaz.
Bugün Merkez ve Ziraat Bankaları ve şubelerinden ve piyasadan istenilen miktarda altın temin ve tedarik olunabildiğine görede misli münkatı olup olmadığı hususlarının ve münkatı olduğu surette uygulanabilecek hükümlerin şimdilik incelenmesine de mahal yoktur.
Netice: Mevzuatımıza göre sözleşmelere altın şartının dercine mani bir hüküm olmadığından şart muteberdir. Kanuni rayici bulunmayan altın borçlarının edasında arz ve izah eylediğim mucip sebeplerden ötürü uygulanabilecek olan Borçlar Kanununun seksen üç ve Ticaret Kanununun 566 ve 643. maddeleri gereğince vade tarihindeki rayiç esas tutulmak lazımdır düşüncesindeyim.
3. Ceza Dairesi Başkanı İbrahim Ertem: Hukukçu arkadaşlardan bir kaç sual sorarak maruzata bulunacağım. Kıymet ve misil üzerinde durdular. Vaktiyle altın paraya nakit denemiyeceği mal hükmünde olduğu neticesine varıldı. Sayın Fevzi Bozer mütalaalarında Borçlar Kanunundan Ticaret Kanunundan ve hususi Kanun ve kararlardan bahis buyurdular. Evvelki karar ittihaz olunduğu vakitki vaziyet ile bugünkü vaziyet arasında tebeddül varmıdır? İlk tevhidi içtihat kararının verildiği zaman ile bugünkü zaman arasında hiç fark yoktur. Tedavül kabiliyeti izaa eden bir maldır. Neten onu kıymetlendirmeyelim. Azametli bir iştir amma hallonulamaz denemez. Hulasa bu işi bulandırmak sonra durultmak lazımdır. Reye koyarken mesnetlerimizi gösterelim. Sarih maddesi Borçlar Kanununun seksen üç, 306, 311. maddelerinden hangisidir. Tam maddesi yoksa bir tarafa kıyaslayalım dedi.
2. Hukuk Dairesi Başkanı A.Himmet Berki: Evrakı nakdiye altın yerine verilebilir diye hiç bir kanun ve hüküm yoktur. Evrakı nakdiye kanununda ahzü itada tedavülü mecburi gibi bir hüküm var bundan nakdi evrak altın borcu yerine de verilebilir gibi bir mana çıkarılamaz. Anlıyorum ki, bazı arkadaşlarımız meseleyi evrakı nakdiyenin kıymetini korumak bakımından mütalaa ediyorlar. Bence bu doğru değildir. Hukuki esaslardan ayrılarak evvelce verilen kararların bir faydası oldu mu? Bugünkü Hükümetimizin kararları evrakı nakdiye siyasetinin aleyhinde mi elbette değil.
Altının ya misli vardır (nitekim bugün Bankalarda sarraflarda serbestce alınıp satılmaktadır. Ve misli mebzulen mevcuttur) ya yoktur misli varsa mislen ödenir yoksa kıymet ve rayiç o zaman bahis mevzuu olur.
Farzedelim ki, Hükümet herhangi ecnebi bir hükümetle altın vermek üzere bir mukavele yapsa o hükümet altın yerine rayiç nakit para veririm diyebilir mi? Böyle bir teklif pek garip olur değil mi? Fertler arasındaki mukaveleler de böyledir.
Ticaret Dairesi Başkanı Memeduh Ülgü: Evvelki oturumlarda bahis konusu olan mevzuata avdetle bunları tekrar etmiyeceğim. Yalnız müsaadenizle altın liranın halen misli veya kıyemi olup olmadığı ve hangi rayice göre kıymet takdiri lazım geleceği hakkında bazı maruzatta bulunacağım.
Medeniyet tarihine bir göz atacak olursak insanlar önce malı malla değiştirmek (trampa) ile ihtiyaçlarını gidermeye başlamışlar, sonraları vakti hacet için iddiharı mümkün ve kolaylıkla mübadeleye vasıta olabilecek parayı icat etmişler. Bu para müzelerde gördüğümüz veçhile önceleri tunç, demir ve diğer kaba madenler üzerine bir işaret darbedilmek suretiyle imal edilmiş sonraları para olmaya en elverişli vasıfları haiz olan gümüş ve altın tercih edilmiş, ancak bu iki madenden bilhassa altın güzel, bozulmaz ve dünyada mahdut miktarda ve bu sebeple maddi kıymeti haiz bir maden olmasından dolayı devletler kendi ülkelerine mümkün olduğu kadar her yönden altın ithaline say etmişler. Mesela; Harplerde galip taraf mağluba harp tazminatı olarak altın vermek külfetini yüklemiş veya muahede ile muayyen zamanlarda muayyen miktarda altın vermeyi taahhüt ettirmiştir. Fakat sühulet olmak üzere devlet bankaları tarafından çıkarılan banknotlardan başka devletler iktisadi ve siyasi bir takım sebeplerin tesiri altında ellerinde ve emirlerinde bulunan altınlar ihtiyaçlarına yetecek miktardan aşağı düşünce kağıt para çıkarmak yoluna başvurmuşlardır. Bizde de mesela daha eskiden kaime çıkarmışlar ve birinci dünya harbinde evvela altı ay sonra başabaş altın lira ile değiştirilmek üzere mahdut miktarda kağıt para çıkarıldığı gibi, sonraları bu şarttan ari olarak bildiğimiz kağıt paralar çıkarılmış ve bunların sürümü kanunlarla temin edilmiş bulunmaktadır. Ancak, bir taraftan kağıt paranın kıymeti izafi ve kanuni olduğundan mahdut miktarda olmak ve hazinede karşılığı altın olarak mevcut ve mesela İsviçre ve Portekizde olduğu gibi her talep vukuunda altınla değiştirilmesi temin edilmiş olmak şartiyle kağıt para (Emision) u mesele teşkil etmezdi. Fakat Hükümet son harbin yarattığı iktisadi buhranın tesiri altında elinde ve emrindeki mevcut altın stokiyle kağıt para miktarı arasındaki nisbeti muhafaza edemeyip de enflasyon başlanıca iş değişti. Zaten harp dolayısiyle azalmış olan her türlü eşya ve yiyecek fiatları yükseldi. Tasarruf ederek kağıt para saklıyanlar müthiş zarar gördüler. Kağıt paranın iştira kıymeti düştü herkes altına hücum etmeye başladı ve eline altın meskukat geçirenler onları ya sakladılar veyahut Spekülasyon yaparak ancak kırk kadar kağıt para mukabilinde elden ele satmaya başladılar. Hükümetin bu bapta alabildiği tedbirler kar etmedi. Ne ecbeni paraların kıymetleri hakkında Merkez Bankasının ara sıra neşrettiği bültenler ve ne de takas ve prim usulleri altın üzerine tesip yapamadı. Altın bir rayiçte durmadı alabildiğine yükseldi ve mübadele vasıtası olmaktan çıkıp meta oldu ve mislilik vasfını kaybederek kıyemi oldu.
İşte bu durumun tesiri altında Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulu malum olan 4.6.1941 tarihli kararı ittihaz etmiş bulundu.
Nihayet Hükümet 7.9.1946 Tarihli kararlariyle altın lira ile kağıt lirayı ayarlamak istedi ve elinde ve emrinde bulundurduğu bütün altın liraları Reşat, Hamit, Cumhuriyet) farksız olarak 31 lira küsur kuruş kağıt para mukabilinde satılığa çıkararak kağıt paraya biraz kuvvet vermeye muvaffak oldu. Ancak bu kararlar altın meskukatı kıyemilikten çıkarıp misli yaptı mı? Hayır! Çünkü biraz evvel arzettiğim gibi bizim altın meskukatımız mütenevvidir. Reşat, Hamit, Cumhuriyet altınları vardır ve bunların hepsinin siyanen aynı bedel mukabilinde Bankalarca satılması çok sürmedi. Reşat ve Hamit altınları 7.9.1946 Tarihini takip eden günlerde olduğu gibi Bankalarca satılmamaya ve taliplere yalnız Cmhuriyet altını teklif edilmeye başladı ve alış durdu. Reşat, Hamit, altınları pisayada gayet mahdut olduğundan fiatları Cumhuriyet altınlarından dört-beş lira frklı olduğu müşahade edilmektedir. Bu vaziyette senedinde (Cumhuriyet altını) diye tasrih edilmi olmayan bir altın alacaklısı Cumhuriyet altınlariyle alacağının ödenmesi ve bu altınların tekrar kendi tarafından 29 lira küsur kuruşa o da ancak Bankaya satışı halinde elde edeceği bedel farkından dolayı kendisini zarar görmüş addetmez mi? Diğer taraftan memleketin Ziraat Bankası şubesi olmayan yerlerinde altın meskukat ancak kadınların gerdanında gerdanlık yahut hotozlarında süs olarak görülebilmektedir. Hal bu vaziyette iken altın liraya nasıl mislidir demek kabil olur. Binaenaleyh şimdiki halde altın lira kıyemidir. Muhtelif altın liralar arasındaki piyasa farkı kalkar ve her yerde istenilen miktarda ve belli fiatla bulunabilirse o zaman mislilik vasfı tekrar avdet eder. Ve inşaallah ilerde bu da tahakkuk eder. Altın liranın hangi rayice göre kıymetlendirilmesi meselesine gelince: Hatıra gelen rayiçler şunladır: Zimmete terettüp, vade, protesto, dava, hüküm, icraya müracaat, icraca ödeme tarihlerindeki rayiçler bunlardan hangisi üzerinde durulsa iki taraftan birinin diğerinin rızasına mukarin olmıyarak intihap ettiği veya ettirdiği bir rayiç olur. Filhakika mesela alacaklı altın rayicinin yüksek olduğu zamanda dava açar veya icraya başvurur veyahut yarıda bıraktığı davasını takip eder, hüküm alır. Borçlu da altın rayicinin düştüğü zamanda davalı sıfatiyle davayı kendisi takibe talip olur, icrada takip edilen borcunu o zaman ödemek ister.
Binaenaleyh her iki tarafın kendi rızalariyle evvelce tayin ve kabul etmiş bulunmalarından naşi çıkmasından, inmesinden şikayete hakları olmaması lazım gelen rayiç vade tarihindeki reyiçtir. Bunun kabulü gereklidir. Demeleriyle:
Sonuçta:
Mevzuu altın olan borçların edasında zimmete terettüp, vadenin hululü dava ve tahsil tarihlerinden hangi tarihteki rayicin kanunen esas tutulması lazım geleceği emrinde; Yargıtay Hukuk Genel kurulu, dördüncü Hukuk, Ticaret ve İcra ve İflas Dairelerinin yekdiğerine aykırı düşen kararları, içtihatların birleştirilmesi yoluyla çözülmesi gereken anlaşmazlığın esas konusunu teşkil etmektedir.
30 Mart 1331-1915 Tarihinden itibaren tedavüle çıkarılmış olan kağıt paraların ihracı hakkındaki kanunlarda kağıt paranın nakit gibi tedavülü mecburi olduğu hakkındaki hüküm 11 Haziran 1930 Tarih ve 1715 sayılı Merkez Bankası Kanununun beşinci maddesinde Devletce çıkarılmış olan kağıt para karşılığının hangi şartlar altında altın para ile ödeneceğini tesbit edecek olan istikrar kanunu yürürlüğe girinceye kadar kağıt paranın nakit gibi tedavülü mecburi olduğu gösterilmek suretiyle bir kerre daha teyit olunmuş ve on beşinci madde ile de kanunen haiz olduğu yetki dairesinde Bankaca çıkarılacak kağıt paralara da teşmil olunmuştur.
Kağıt paranın ihracı hakkındaki kanunlarla Devlet hesaplarında liranın esas ittihaz edilmesi hakkındaki 24.12.1937 Tarih ve 3290 sayılı kanun hükümlerince bugün paramızda esas değer ölçüsü kağıt para olmakla beraber para sistemimizi gösteren 26 Mart 1332-1916 Tarihli Tevhidi Meskukat Kanununun mülga bulunmıyan hükümleriyle altın ölçü esası kaldırılmış olmayıp yalnız tadil edilmiş bir durumda bulunmaktadır. Nitekim Merkez Bankası Kanununun 12,35,36 ve 37. maddelerinde bahis konusu altın üzerinden istikrar hükmü de bunu teyit eder.
Türk parasının değerinin korunması ve para işlerinin düzenlenmesini esas hedef tutan 1567 sayılı kanun ve bu kanunun verdiği yetki dairesinde çıkarılan Kararnameler uyarınca da yalnız altının memleket dışarısına çıkarılması memnu olup 14.1.1938 Tarih ve 2/8030 sayılı Kararname ile altın alım ve satımına konmuş olan bazı takyit ve tahditlerde 23.9.1939 Tarih ve 2/12029 sayılı kararname kaldırıldıktan sonra bugün memleket dahilinde altın alınıp satılması tamamen serbest bulunmaktadır.
İmdi kağıt paraya müteallik kanunlarda ve diğer mevzuatta bağıtlarda altın şartının memnuiyetine dair bir güna sarahat ve hatta delalet bulunmamakta olmasına ve mücerret kağıt paranın nakit gibi tedavülü mecburi olduğunun yukarıda bahis konusu olan kanunlarda yer bulmuş olması da - Devletin mali itibarına her hangi bir suretle olursa olsun dokunmamak ve kanunun korunmadığı hakkın fena kullanılmasına müncer olmamak kaydiyle bağıtlarda altın ile edanın şart koşulmasının bir suretle memnuiyetini tazammun edemiyeceğine göre altın kaydını ihtiva eden bağıtlar muteber ve ilgililer de bu şart dairesinde borçlarını ödemekle mükelleftirler.
İşte paraya müteallik kanun ile Merkez Bankası Kanununun otuz yedinci maddesi hükümleri dairesinde zaman zaman altın ve döviz fiatlarını tesbit etmekle yetkili bulunan Merkez Bankasından ve iç ve dış ticarete göre paramızın değerini tesbit eden Sekiz Eylül 1946 Tarihinde Hükümetce alınan son kararlar cümlesinden olmak üzere tayin ve takdir edilmiş olan belirli bir değer üzerinden yine bu Banka ile Ziraat Bankası ve şubelerinden isteyenlere meskuk ve külçe halinde altın verilmekte olmasına göre istikrar kanunu yürürlüğe girinciye kadar altını, kanuni rayici olmayan misli bir mal hükmünde saymak mali ve kanuni icaplara uygun olur ve mislinin piyasada temin ve tedariki mümkün oldukça da mevzuu altın olan borçların mislen ödenmesi icap eder.
Bu suretle kanunen rayici olmıyan misli bir borç hükmündeki altın borçların edasında uygulanması gereken kanun hükümlerine gelince; Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesinin ilk fıkrasında mevzuu para olan borçların memleket parasiyle ödeneceği kaydedildikten sonra akit ödeme yerinde rayici olmayan bir para üzerine yapılmış olduğu surette borcun aynen ödeneceği şart kılınmış olmadıkça, borcun vadenin hululü günündeki rayici üzerinden memleket parasiyle ödenebileceği esası konmuştur.
Zürih şerhinin Borçlar Kanunu kısmını hazırlıyan tanınmış İsviçre müelliflerinden Oser tedavül kabiliyeti kalmayan paralar hakkında Borçlar Kanunumuzun İsviçre Borçlar Kanununun sekizinci maddesinden aynen iktibas edilmiş olan seksen üçüncü maddesi hükmünün uygulanabileceğini eserde belirtmekle beraber İsviçrede olduğu gibi memleketimizde de ilmi doktrin seksen üçüncü madde hükmünün yalnız döviz gibi yabancı paralarda yukarıda yazılı olduğu üzere istikrar kanunu yürürlüğe girinceye kadar misli bir mal hükmünde kalan altına uygulanabileceği merkezindedir.
Borçların edası suret ve tarzına müdahale etmeyip ilgililerin serbestçe tayin edebileceği esasını kabul eden Borçlar Kanununun seksen üçüncü maddesi, yukarıda yazılı sebeplerden ötürü kanuni rayici kalmayan altın borçlar hakkında uygulanabilecek kanun hükmüdür. Binaenaleyh mevzuu altın olan borçların edasında bahsi geçen seksen üç ve Ticaret Kanununun kambiyoya müteallik 566 ve ticari taahhütlere mütedair 643. maddeleri gereğince vadenin hululü ve vade bulunmayanlarda borcun muacceliyet kespettiği tarihlerdeki rayicin esas tutulması gereklidir.
Mahkemenin görevinin tayini, davanın şahadetle ispatı caiz olup olmadığı ve hükmün temyiz kabiliyetinin tayini hususlarında, dava olunan altın miktarının dava tarihindeki değerine bakılması da Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun iki, sekiz, 288 ve 427. maddeleri hükmü icaplarındandır. Binaenaleyh Yargıtay Genel Kurulunca içtihatların birleştirilmesi yoluyla verilen 4. Haziran.1941 Tarihli karar ile belirtilmiş olan usul hükümlerinin altın borçlarının edasında hangi tarihdeki rayicin esas ithaz edilmesi lazım geleceğine teferru eden bu anlaşmazlık konusu ile bir suretle ilgisi bulunmamaktadır.
SONUÇ : Mevzuu altın olan borçların edasında mislinin piyasada temin ve tedariki mümkün bulundukça mislen ve aksi takdirde Borçlar Kanununun seksen üç ve Ticaret Kanununun 566 ve 643. maddeleri gereğince vadenin hululü ve vade bulunmayanlarda kanunen muacceliyet kespettiği tarihlerdeki rayicin esas tutulması lazım geleceği mevcudun üçte ikisini geçenlerin Oyçokluğu ile 19.2.1947 Tarihinde karar verildi.