 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1944/36
K: 1944/31
T: 9.11.1944
3780/m.67
( Not : 3780 s. Milli Korunma Kanunu, 16 eylül 1960 g. ve 5/322 s. Bakanlar Kurulu kararı ile uygulamadan kaldırıldı. )
DAVA VE KARAR :
4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesine göre Temyiz Mahkemesinde hususi daire teşkil edildikten sonra Temyiz 3. ve 2. Ceza Dairesinde bulunan ve eski mercilerden verilen Milli Korunma işlerinin yeni teşkil edilen hususi dairede tetkik edilip edilemeyeceği hususunda Ceza Umum Heyeti kararları arasında hasıl olan içtihat ihtilafı üzerine keyfiyet müzakere edilmek üzere tayin olunan 8.11.1944 tarihinde 1. Reis Halil Özyörük'ün reisliği altında Başmüddeiumumi Fahreddin Karaoğlan da dahil olduğu Heyeti Umumiyeye elli bir zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten sonra bu husustaki Ceza Umum Heyeti kararı 1. Reis tarafından okunduktan ve müzakere edilecek mevzu telhisen teşrih edildikten sonra evvelemirde tevhidi içtihat yoliyle müzakeresi lazım gelip gelmiyeceği hususunu reye koyarak tevhidi içtihat yoliyle halli lazım geleceğine ittifakla karar verilmesi üzerine söz alan :
3. Ceza Reisi İ. Ertem : Bugün müzakeremizin mevzuu, Milli Korunma Kanununun bazı maddelerini tadil eden 4648 sayılı kanunun 67 inci maddesinin birinci ve beşinci ve altıncı fıkralarına taalluku olan hakkı kaza meselesine ait pek mühim bir meseledir. Bu işin bilhassa ehemmiyet kesbetmesi Yüksek Ceza Umum Heyetinde işin iki safha göstermesinden neşet etmektedir. Dairemizin iki kararına ayrı ayrı zamanlarda ve ayrı ayrı mucip sebepler altında itiraz edilmesi sebebiyle Ceza Umum Heyetince bu iş iki defa ele alınarak müzakere edilmiş ve elde edilen netice birbirinden farklı olmuştur. Noktai nazarlarda hasıl olan değişikliğin izahına geçmezden ve husule gelen iki noktai nazardan hangisinde isabet olduğunu dairemizin noktai nazarı dairesinde izahına başlamazdan evvel yüksek heyetinizden bir istirhamda bulunacağım. Vereceğiniz karar içerimizde yeni teşkil edilerek katılan hususi dairenin kaza salahiyetini tayin edecektir. Böyle bir kararın aşikar olan şümul ve ehemmiyeti dolayisiyle maruzatım biraz uzayacaktır. Özür dileyerek yüksek heyetinizden bu hususta müsaade talep ve istirham ediyorum. Müzakeremizi teshil etmek için bu işi iki safhaya ayırarak gözden geçirmek lazımdır.
Meseleyi iki safhaya ayırarak tahlile başlamazdan evvel zatı hadiseyi bir iki kelime ile hülasa edeyim. 4648 sayılı kanun hükmünce toplu mahkemelerin kurulmasından evvel işlenip de mahalli mahkemelerince karara bağlanıp Temyize gelmiş ve gelecek olan işlerin temyiz tetkikatını Temyiz Mahkemesinde teşkil olunan hususi daire mi yoksa eskisi gibi 3. ve 2. Ceza Daireler mi yapacaktır? İşte ihtilafın mevzuu olan hadise budur. Tahlilimize başlayalım.
1. safha : Dairemiz şu kararı verdi. ( Merbut karar okundu )
Bu karara vaki itiraz üzerine Yüksek Ceza Umum Heyetince yapılan müzakere sonunda, mademki son kanunda elde mevcut işlerin eski merci tarafından bakılacağına dair mahsus ve muvakkat hüküm yoktur ve mademki muhakeme merciini tebdil eden kanunların intizamı ammeye taallüku itibariyle hukuku müktesebeyi ihlal etmemek şartiyle makabline teşmili lazım gelir ( ki bu lüzum cezacılar tarafından teslim edilen bir hakikatı ilmiyedir ). Gerek kanunun tesisine salahiyet verdiği teşkilatın yapılmasından evvel işlenmiş ve karara bağlanmış ve gerek yeni teşkilatın yapılmasından sonra işlenmiş ve karar altına alınmış işlerin tetkikatını Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesinin mutlak hükmü muvacehesinde hususi dairenin bakması lazım geldiğine ve daire reisine tebligat yapılmakla hususi daire teşkil edilmiş bulunduğuna ve dairenin teşkili ile dairenin teşekkülü ayrı ayrı şeyler olduğuna ve itirazın varit bulunmadığına bir reyi muhalife karşı büyük bir ekseriyet ile karar verilmişti.
2. safha : Dairemizin noktai nazarı Umum Heyetçe bu suretle tasdik ve tasvip buyurulmuş olmasından dolayı ferdası günü elimizde mevcut işlerden ikisi duruşmalı ve ikisi duruşmasız dört mevkuflu iş hakkında vazife harici kararı verilmişti. O gün ayni zamanda hususi daireye Başmüddeiumumilik yüksek makamından doğrudan doğruya tahliye talebini havi olan bir üçüncü mevkuflu iş de verilmiş bulunuyordu. Hususi daire tahliye talebi sebkeden işi tetkik etmiş ve karara bağlamıştı. Hususi daireden bizdeki mevkuflu işlerin istenildiğine dair haber verildi. Mevkuflu işlerden bir ikisinin ilamları acele tanzim edilip Başmüddeiumumiliğe verildi. Biraz sonra bu kararımıza ikinci defa itiraz edildiğini ve bu yüzden hususi dairece tetkikat yapılamadığı anlaşıldı. 2. itirazın neticelenmesine intizaren dairemiz başkaca vazife harici kararı vermediği gibi hususi daire de bu hususta karar vermedi. 2. itiraz üzerine bu iş, Ceza Umum Heyetince tekrar müzakere edilerek karara bağlandı. Bu ikinci karar hem evvelce Umum Heyetçe verilen karara ve hem de dairemizin ve hususi dairenin kararlarına muhalif düştü. Yüksek Ceza Umum Heyetinin bu ikinci kararı ile şu esaslar tesbit olundu :
1 - Milli Korunma Kanununun eski altmış yedinci maddesi hükmünce milli korunma işlerine bakan mahkemeler müstakillen bu işlere bakmak üzere teşkil edilmiş olsa bile bu mahkemelere Milli Korunma Mahkemesi denemez.
2 - Milli Korunma Kanununun eski altmış yedinci maddesiyle asli vazifelerine munzam olarak Adliye Vekaletince salahiyet verilen mahkemeler dahi muaddel 67 inci maddede bahsedilen salahiyetli mahkemelerden ad ve itibar olunamaz. Çünkü yeni hususi dairenin vazifesini gösteren muaddel altmış yedinci maddede ( Milli Korunma Mahkemesi ) ve kurulmadığı yerde de ( salahiyetli kılınan ) mahkeme sözleri vardır. Binaenaleyh, muaddel altmış yedinci maddenin meriyete geçmesinden sonra kurulacak olan milli korunma mahkemelerinden verilen hükümler ile yeniden salahiyet verilecek alan mahkemelerden sadır olan hükümlerin temyiz tetkikatını hususi daire yapacaktır. Gerek elimde mevcut işlerin temyiz tetkikatını ve gerek eskiden verilen salahiyete istinaden verilecek hükümlerin temyiz tetkikatını yine eskisi gibi 3. ve 2. Ceza Daireleri icra edecektir. Bu iki esasın tesbiti için Milli Korunma Kanununun eski altmış yedinci maddesi hükmü ile muaddel altmış yedinci maddenin birinci ve altıncı bendlerindeki sarahat mucip sebep gösterilmektedir. Eski altmış yedinci maddede Adliye Vekaletince kurulabileceğinden bahsedilen mahkeme ile muaddel altmış yedinci maddede kurulabileceğinden bahsolunan mahkemelerin farklı olduğunu Ceza Umum Heyeti kabul etmiştir ve farklı olduğunu izah sadedinde Ceza Umum Heyetinde noktai nazarımıza muarız olan arkadaşlarımız buyurdular ve dediler ki, eski altmış yedinci maddede Milli Korunma Mahkemesi sözü geçmiyor. Muaddel altmış yedinci madde 1609 ve 4237 numaralı kanunların şümulüne giren işler ile milli korunma işleriyle alakalı diğer bazı suçları da şümulüne almıştır. Eski altmış yedinci maddede ise bu şümul yoktur. İşte bu haller Temyiz Mahkemesinde teşkil edilen hususi dairenin hakkı kazasını tayin ve takyit eden hallerdendir. Yalnız yeni kurulacak milli korunma mahkemeleriyle bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde muaddel altmış yedinci maddenin birinci fıkrasında gösterilen suçların kaffesini milli korunma mahkemesi sıfatı ile bakması için şümullü bir surette kazai salahiyet verildikten sonra asliye mahkemelerinden verilecek hükümlerin temyiz tetkikatını yeni teşkil edilen hususi daire yapabilir. İşte bu takyidat, eski işlerin vaziyetini de halletmiştir. Muarız arkadaşlarımızın noktai nazarları bu esaslar altında telhis edilebilir. Bizim kanaatımıza gelince, muaddel 67 inci maddede, eski işlerin temyiz tetkikatının eski merci tarafından yapılacağına dair ne zımni ve ne de sarih hiç bir hüküm mevcut değildir. Muaddel 67 inci madde ile eski 67 inci maddede mevcut olan hükümlerin mukayesesine geçmeden hemen söyleyeyim ki eski işlerin temyiz tetkikatının eski merci tarafından görülmesi kanun vazıı tarafından kat'iyyen iltizam edilmemiş olduğunu ve kanunun neticesinde esas hükmün mahfuz tutulduğunu esbabı mucibe mazbatasına ufak bir nazar atmakla anlamak mümkündür.
Eğer kanun vazıı ve kanun vazıının önüne bu kanun layihasını hazırlayıp sunan reisi bulunduğum komisyonumuz elde mevcut eski işlerin temyiz tetkikatının yine eski temyiz mercii tarafından yapılmasını kast ve murat etmiş olsaydı gerek 3437 numaralı kanunda, gerek 1918 numaralı kanunda ve gerek Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanunda olduğu gibi muvakkat madde halinde ve açık ve sarih bir surette yazardı. Eski işlere ait temyiz tetkikatının eski merci tarafından yapılmasını ne kanun vazıı ve ne de komisyonumuz katiyen arzu etmemiştir. Hususi dairenin teşkili için Adliye Vekaletine salahiyet verilmesinde ve hususi mahkemenin teşkil olunmasındaki maksat temyiz tetkikatının süratle icrasını temindir. Biraz sonra esbabı mucibe mazbatasından okuyacağım satırlardan kanun vazıının maksadına daha vazıh bir surette muttali bulunmuş olacaksınız. Kaza hükmünün verilmesi gibi çok mühim olan bir mesele ile tadilat gören bir maddedir. Milli korunma işlerini gören mahkemeye ünvan verilmesinden ve milli korunma işlerini gören mahkemenin kaza salahiyetinin tevsi edilmiş olmasından hüküm istinbat etmek suretiyle halledilmesinde dairemiz isabeti mütalaa etmemekte ve bu noktai nazarında ısrarla durmaktadır.
Muhakeme merciini tebdil eden kanunların makabline şümulü olup olmadığı bahsini Ceza Umum Heyetinde müzakere ederken muarızlarımız ile en mühim ve en esaslı noktada ittifak etmiş bulunmaktayız. Dairemiz kararlarında demiştir ki, muhakeme merciinin tebdiline taalluk eden kanunlar intizamı ammeye taalluk eder. Makabline şümulü vardır. Zira son kanun eski merciin muayyen bazı işlere bakmasını muvafık görmüyor. O gibi işleri yeni mercie veriyor ve bunda faidei içtimaiye mülahaza ediyor ve eski merciin salahiyetini kaldırıyor. Bu sebeple salahiyeti ret edilen merciin davaya bakması muvafık olmaz. Meğer ki elde mevcut işler hakkında kanunda eski merci tarafından bakılacağına dair mahsus ve muvakkat ahkam bulunsun. 4648 sayılı kanunda da, böyle bir sarahat yoktur. İşte bu esası ve ilmi kaidede ittifak ediyoruz ve fakat bu kaideyi eldeki kanuna tatbikte ihtilafa düşüyoruz. Muarız arkadaşlarımız bize diyorlar ki, istediğiniz sarahatı biz muaddel altmış yedinci maddede görüyoruz. Dairemiz ise muaddel maddede elde mevcut eski işlerin vaziyetini tayin edecek hiç bir sarahat ve delalet görmüyor. Muhterem arkadaşlarım eski altmış yedi ve muaddel altmış yedinci maddelerin mukayesesini hep beraberce yapalım. Milli korunma işlerini gören dünkü mahkemelerin kararlariyle bugünkü mahkemelerin kararlarını ayrı ayrı temyiz mercilerine tabi tutmak için ortada bir mesnedi hukuki bulunmadığını kavramak için bu iki maddenin mukayesesini yaptığımız zaman şunları görür ve bir defa okunması kafi gelir. Eski altmış yedinci madde Adliye Vekaletine milli korunma işlerini görmek için toplu ve münferit mahkemeler kurmağa ve bu işleri görmek için diğer mahkemelere salahiyet vermeğe salahiyet veriyor, muaddel altmış yedinci madde dahi ayni salahiyeti Adliye Vekaletine veriyor ve ayrıca da bu mahkemelerin milli korunma mahkemesi olduğunu irae ve tasrih etmek suretiyle ( ünvanını ) söylüyor. İşte bu kerre yapılan muaddel maddede ( Milli korunma mahkemesi ) diye eski mahkemeleri isimlendiriyor. ( Milli korunma mahkemesi ) bir asliye mahkemesi teşkilatı içinde mütalaa edilmesine imkan olmıyan yarısı hakimlik sınıfına mensup zevattan ve yarısı da ticaret erbabından ve esnaftan teşekkül eden bir teşekkülü hususimidir? Milli korunma mahkemeleri asliye mahkemesinin ta kendisidir. Bir mahkemeye verilen ünvan ve isim ne olursa olsun o mahkemenin bünyesine müessir olamaz ve ünvan ve isim muhakeme merciini tayinde esas ve kıstas tutulamaz. Eğer Temyiz Mahkemesinde hususi bir mahkeme teşkil edilmeseydi hususi kanunları tatbik etmekle mükellef olan 3. Ceza Dairesi Temyiz Teşkilatı Hakkındaki kanunda ( Milli korunma mahkemesi ) tabiri yoktur, deyerek milli korunma işlerini bakmamazlık edebilir miydi?
Yüksek Heyetinize bir sene kadar evveline ait kabul edilmiş olan bir esas hakkında malumat vermek ve ayni zamanda teşkilat kanunumuzda 3. Ceza Dairesinin vazifesini tayin hakkında da izahat vermek istiyorum.
Heyeti Umumiyede aramızdan ayrılan eski Baş Reis İhsan Bey Efendi ile şimdi heyetimize riyaset buyuran ve bir çok ceza mesailinin hallinde hemen her daim fikirlerimiz arasında mutabakat hasıl olan Halil Bey Efendi şimdi müzakeresi ile meşgul olduğumuz yine böyle bir hususi kanunu tatbik etmiş olan bir ağır ceza mahkemesi kararını 1. Ceza Dairesinin mi, yoksa 3. Ceza Dairesinin mi tetkik etmesi lazım geldiği hakkında şiddetli bir münakaşa yapmışlardı. O işin münakaşası Ceza Umum Heyetinde iki celse devam etmiş olduğu halde ekseriyet hasıl olamadığından bendenizin de reyime müracaat olunmuştu.
İhsan Beyefendinin noktai nazarı şu idi : Hususi kanunu ağır ceza mahkemesi tatbik ettiği surette ağır ceza mahkemesi kararının 1. Ceza Dairesince tetkik edilmesi lazımdır. Halil Beyefendinin fikirleri de bunun aksine idi.
Bu işin müzakeresine sonradan iştirak ettim. 3. Ceza Dairesinin bu husustaki müstakar olan içtihadını teşkilat kanununun dördüncü maddesine istinaden arz ve izah ettim. Verdiğim izahat Ceza Umum Heyetince kabul edilerek münakaşası iki celse devam eden ve ekseriyet hasıl olmayan bu iş ittifakla Halil Beyefendinin müdafaa buyurdukları noktai nazar dairesinde halledilmiş ve ağır ceza mahkemesinin kararının 3. Ceza Dairesince tetkiki icap ettiği kararlaştırılmıştı. Yani 3. Ceza Dairesinin vazifesini tayin eden dördüncü maddede bahsolunan mahkemenin ünvanını ve ismini esas tutmadık. 4. maddede şöyle deniliyor : ( Hususi kanunlara tevfikan mehakimi asliye ve sulhiyece görülen ceza davalarını.. ) tetkik ve rüyet eder.
Burada geçen ( asliye ) sözünü mutlak manada kabul ettik. Hususi kanunu tatbik eden asliye mahkemesi ister asliye ceza sıfatiyle ve ister ağır ceza mahkemesi sıfatiyle karar vermiş olsun madem ki işin asli mahiyeti hususi kanuna taalluk ediyor. Burada kıstas mahkemenin sıfatı ve ismi değil, gördüğü iş, tatbik ettiği kanundur dedik.
Hülasa, mukayesesini yapmakla meşgul olduğumuz eski altmış yedinci maddede milli korunma işlerini görmek için kurulan mahkemeye ( Toplu veya tek hakimli mahkeme ) denilmiş olması muaddel altmış yedinci maddede ( Milli korunma mahkemesi ) ismi verilmiş bulunması bakılan işin asli mahiyeti üzerinde hiç bir tesir yapmıyacağından bu mercilerden verilen kararın Temyiz Mahkemesinde ayrı ayrı mercilerde tetkikata tabi tutulmasını icap ettirmez. Nerede kaldı ki eski altmış yedinci madde ile kurulan mahkemelere milli korunma ünvanı verilmiş ve resmi mühürleri böyle hakketirilmiş ve zabıtnameleri üzerinde ( Milli korunma mahkemesine mahsus zabıtnamedir ) başlıkları tab ettirilmiştir ve 1 numaralı Milli Korunma Mahkemesi ve 2 numaralı Milli Korunma Mahkemesi ünvanlariyle bu mahkemeler iş görmüşlerdir. Esasen milli korunma işlerini görmek için teşekkül eden bir mahkemeye milli korunma mahkemesi denmesi ve bu işleri görmek için salahiyet verilen bir hakime milli korunma mahkemesini rüyet ile mükellef mahkeme ünvanının verilmesi kadar tabii bir hal olamaz. Bütün tayini mercie dair dairemizden verilen kararlarda ve Adliye Vekaletinden verilen yazalı emirlerde daima ve daima ( Milli korunma mahkemesi ) ismi kullanılmıştır. Eskiden kurulan tek hakimli mahkemeler muvakkattır. Yeni kurulacak veya kurulan mahkemeler de muvakkattır. Eski mahkemelere mensup olanlar maaş ve tahsisatlarını Milli Korunma Kanununun kırk üçüncü maddesinde bahsolunan fondan alırlar. Yeni kurulacak mahkemelere mansup olanlar da maaşlarını fondan alırlar.
Altmış yedinci maddenin altıncı bendine ait olarak esbabı mucibe mazbatasında aynen şöyle deniliyor: ( 6. fıkraya Adliye Vekaletinin, bu kanunun şümulüne giren davaların temyiz tetkikatını yapmak üzere Temyiz Mahkemesinde bir daire teşkiline salahiyetli olduğu yazılmıştır. Bu hüküm, bu kanuna taalluk eden davaların duruşmalarında olduğu gibi temyiz tetkiklerinde de sürati temin gayesine matuftur. ) Bu mucip sebepler bize çok vazıh bir surette gösteriyor ki vazııkanun temyiz merciinde ikiliği asla kabul etmemiştir. Sürati temin etmek gayesiyle ( Milli korunma Kanununun şümulüne giren davaların ) temyiz tetkikatını yapmak için Temyiz mahkemesinde bir daire teşkili için Adliye Vekaletine salahiyet vermiştir. Esbabı mucibe mazbatasında yazılı olan ( Milli Korunma Kanununun şümulüne giren davalar ) tabiri üzerince yüksek heyetin dikkat nazarını celbetmek isterim. İşte bu mucip sebep dolayısiyledir ki dairemiz kararında, ( Milli Korunma Kanununun şümulüne giren bu maddede kaza hakkımız ret edilmiştir. ) fıkrasına yer verilmiştir.
Temyiz Mahkemesinde teşkil edilmiş olan hususi daire yalnız vazifesi tevsi edilmiş olan mahkemenin kararlarının tetkiki için tesis edilmiş değildir. 4648 numaralı kanun Temyiz Mahkemesinde teşkil edilen hususi daireye Milli Korunma Kanununun şümulüne giren bilumum davalara ait temyiz tetkikatı yapmak için tam ve kamil bir salahiyeti kazaiye vermiştir. Milli Korunma Kanununun şümulüne giren bir kısım davaları tefrik ederek temyiz tetkikatının 3. veya 2. Cezai Dairesine verilmesi için Ceza Umum Heyetinin ikinci müzakeresi sırasında gösterilen mucip sebeplerin gayri varit olduğu bu tahlil neticesinde kendiliğinden tezahür eder. Salahiyeti mahdut milli korunma mahkemesi ve salahiyeti vasi milli korunma mahkemesi deye bir tasnif yapmak ve ana göre Temyiz Mahkemesinde de mercii temyizi ikileştirmek sürate tamamen münafi ve kanun vazıının maksadına büsbütün muhaliftir. 4648 sayılı kanun ile milli korunma mahkemesi ihdas edilmiş veya ihdası için Adliye Vekaletine yeniden bir salahiyet verilmiş değildir. 4180 sayılı Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesiyle teşkili ve tesisi kabul olunan, mahkemelerin salahiyeti 4648 sayılı kanun ile tevsi edilmiştir. 4648 sayılı kanunu almadan dahi Adliye Vekaleti toplu mahkemeleri kurabilirdi. Çünkü 4180 sayılı kanunu tadil eden altmış yedinci maddede aynen ( Lüzum görülen yerlerde Adliye Vekaleti bu kanun hükümlerine giren suçlarla bu kanunun altmış dördüncü maddesinde yazılı memurların işledikleri suçlara müteallik davaları görmek üzere Hakimler Kanununun her sınıf ve derecesindeki hakimlerden müteşekkil olarak toplu veya tek hakimli mahkemeler kurabilir. ) yolunda mevcut olan sarahat istenildiği zamanda toplu mahkeme kurmak için Adliye Vekilini salahiyetli kılmıştır ). Bu maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçlardan 1609 ve 4237 sayılı kanunlara ait suçtan maadası hakkındaki diğer ilavenin bendenizin tadilat komisyonu reisi sıfatiyle vaki teklifim üzerine hazırlanan kanun layihasında yer almıştır.
Milli Korunma Kanununun eski altmış yedinci maddesi hükmünce milli korunma işine ait bir sahtekarlığı memur yaparsa milli korunma mahkemesi bakardı, bize gelirdi. Zira Milli Korunma Kanununun altmış dördüncü maddesi hükmünce memurlar hakkında Ceza Kanunundaki cezanın iki kat verileceği yazılı idi. Bir kat cezayı hususi kanundan aldığı için bu iş milli korunma işi meyanına girerdi. Milli korunma işine taalluk eden bir işte memurdan gayrisi sahtekarlık yaparsa resmi evrakta sahtekarlık yapmış gibi cezalandırılacağı Milli Korunma Kanununda tasrih edilmekle iktifa edilmesinden dolayı bu davalara ağır ceza mahkemeleri bakardı ve temyiz tetkikatını da Temyiz Mahkemesi 1. Ceza Dairesi görürdü. Ayni mahiyetteki bir davanın memur tarafından işlenmesi halinde başka ve memur olmıyan tarafından işlenmesi halinde başka merciler tarafından duruşmalarının yapılması ve temyiz tetkikatının şimdi izah ettiğim sebep dolayisiyle ayrı merciler tarafından icra edilmesi mahzurlu görüldüğünden ve bu kabil davalar dolayisiyle yalan yere şahadet edenlerin işlediği suçların da milli korunma mahkemesi sıfatiyle hüküm altına alınmasına cevaz olmaması davaların süratle karar altına alınmasına mani olduğundan milli korunma işlerini gören mahkemelerin bu suçlara bakmaları için altmış yedinci maddeye bir fıkra konulması hakkındaki teklifim kabule şayan görüldü ve bu suçlara da bakmaları için milli korunma işlerini bakan mahkemelerin ( bu mahkemelere milli korunma mahkemesi deyiniz, asliye mahkemesi deyiniz, ne derseniz deyiniz ) kazai salahiyetleri tevsi edildi. Bu maksat ile altmış yedinci maddeye bir bend ilave edildi.
1609 ve 4237 sayılı kanunların şümulüne giren suçlara da milli korunma işlerini bakan mahkemelerin bakmasına yazı grubu lüzum gösterdiğinden bu suçlar da bu fıkrada gösterildi. Bizim noktai nazarımızı red ve cerh için gösterilen mucip sebeblerin hiç birinin varit olmadığını arz ve izah ettim. Bu mesele bu kadar aşikar iken ve Milli Korunma Kanununun şümulüne giren davaları temyizde sürat esasına münafi olarak ayrı ayrı mercilere tabi tutmak için elimizde hukuki bir mesnet mevcut değilken ve Ceza Umum Heyetince bir reyi muhalife karşı büyük bir ekseriyet tahassül eylemişken neden ve ne için Ceza Umum Heyetince üç rey farkıyle bu noktai nazar hilafında yeni bir ekseriyet vücuda gelmiştir? Gösterilen mucip sebepler tatmin edici değildir. Arzedeyim: İlk içtimada noktai nazarımıza muvafık olarak rey veren arkadaşlarımız ikinci müzakere sırasında rey verirken mucip sebeplerin başka başka olduğu da anlaşılmış oldu. Asıl üstünde durulacak mesele de budur. Temyiz Mahkemesinde muvakkat olarak teşkil edilmiş olan ve maaşlarını milli korunma fonundan alacak arkadaşlarımız iş başına gelmeden hususi daire reisi olan muhterem arkadaşımıza tebligat yapılmış olması üzerine mevcut azadan bazı arkadaşlarımızın bu dairede çalışmasının tensip edilmesi bu işte bir ihtilatat vukuuna sebebiyet vermiştir. Bazı arkadaşlarımızda bu kanaat vardır ki Baş Riyasete Teşkilat Kanununun azaları dairelere tefrik etmek hususunda verdiği salahiyetin muvakkat olarak teşkil edilen daire azalarına şümulü bulunmamasıdır. Bu arkadaşlarımızın bu husustaki noktai nazarlarını bendeniz de kendi hesabıma haklı bulmaktayım.
Zira geçen celsede hususi dairenin teşkili dolayisiyle nisabı müzakere hakkında yaptığımız müzakere sırasında arzettiğim gibi hususi dairenin reisi için nasıl hususi daire reisliği ünvanı altında kararname çıkmış ise bu daire azaları için de ( hususi daire azalığı ) ünvanı altında kararname alınmalıydı. Bu daire reisi Baş Riyasetçe başka daireye tefrike Teşkilat Kanunu hükmünce cevaz olmadığı gibi azalarını da başka daireye tefrike salahiyeti olmamak lazımdır. Azalar hakkında isterse kararname mutlak çıksın ( Fondan ) maaşını alan aza hususi dairenin azasıdır ve bu dairenin lağvı halinde de açıkta kalacak aza ( Fondan ) maaşını alan azadır. İşte hususi daire azalarının diğer dairelerden tefriki suretiyle teşekkül edecek bir hale getirilmesinin kanuna mutabakatı bulunmadığı yolunda arkadaşlarımızın kanaat taşımasının reyler üzerinde müessir olduğu anlaşılmaktadır.
Halbuki, hususi dairenin bugünkü sureti teşekkülü ile müzakeremizin mevzuunu teşkil eden hukuki hadisenin ihtilaf ettirilmemesi lazımdır. İşte araya bu muvakkat vaziyetin girişi ihtilatı doğurmuş ve ikinci içtimadaki müzakeremizin de asabi bir hava içinde cereyanına sebep olmuştur. Diğer dairelerden aza tefriki suretiyle teşekkül halinde bulunan hususi daireye karşı Başmüddeiumumilik Yüksek Makamından yazılan tebliğnameler, hususi dairece numara aldığı halde bakılmıyarak ve vazife harici kararı da ittihaz olunmıyarak elden Yüksek Başmüddeiumumilik makamına iade edilmekte ve Başmüddeiumumilik makamından da tebliğnamelerin başındaki hususi daire tabiri çizilerek yine ( 3. Ceza ) kelimesi yazıldıktan sonra tebliğnameler üzerinde hiç bir muamele yapılmaksızın ve hatta derkenar yollu bir havaleye de lüzum görülmeksizin dairemize tevdi edilmektedir. Muamelenin bu cereyan tarzından bu hal anlaşılıyor ki arzettiğim tarzda teşekkül etmiş olan hususi daire verdiği bir karar müstesna kendisini karar ittihazında salahiyetli görmemektedir. Ve bu noktai nazarını böylece izhar etmiyerek bu işleri yalnız ve yalnız Başmüddeiumumilik makamına iade etmekle iktifa etmektedir. İşte önümde tomar halinde bulunan ve üzerleri çizilen ve hususi dairenin esas numarasını aldığı halde bir muamele yapılmamış olan tebliğnameleri gösteriyorum. Bu hale müstacelen nihayet verilmesi için sözümü uzatmış bulunuyorum. Yüksek Heyetinizin sabır ve tahammülünü suistimal etmiş isem mazur görülmekliğimi yüksek heyetinizden istirham ediyorum. Bir saat evvel işin kanuni mecrasına ircaına kat'i bir lüzum ve zaruret vardır.
Bugünkü teşekkül halinde bulunan hususi dairenin karar ittihazına salahiyeti olduğundan bahsile dairemiz tarafından verilmiş bir karar yoktur. Verdiğimiz vazife harici kararları muaddel altmış yedinci madde hükmü dairesinde teşkil edilmiş olan hususi daireye racidir. Bu gibi ihtilatat bu ihtilafı doğurmuştur. Hatta o derecedir ki son Heyeti Umumiye kararının mucip sebepleri yanında hususi dairenin teşkili hakkında tebligat yapılmadığından ve dairenin teşekkül etmediğinden bahsedilmiştir. Eğer hususi daire teşkil edilmemiş ise zaten mesele kalmaz. Teşkil edilinceye kadar eskisi gibi 3. Cezanın bakması lazımdır. Nisabı müzakerenin tayini için gerek Ceza Umum Heyetinin ilk içtimaında ve gerek yüksek heyetinizin geçen celseki içtimaında hususi dairenin teşkili kabul edilmiş ve teşekkül halinin teşkil halinden ayrı bir şey olduğu kararlaştırılmış olduğu halde bu mucip sebep de Ceza Umum Heyetince ittihaz edilen son kararda yer alıyor.
Hulasa bugünkü teşekkül halinde görülen hususi dairenin kaza salahiyeti olmaması sebebini bizim verdiğimiz karara karşı kullanmak çok hatalı olur. Kararlarımız muaddel almış yedinci madde hükmünce teşkil edilen hususi daireye matuftur. Netice olarak şunu da arzedeyim ki Yüksek Başmüddeiumumilik makamının ikinci itiraznamesinde dairemiz kararının isabetsiz olduğu hakkında iki sebep gösterilmiştir.
1. sebep aynen şöyledir : Temyiz Mahkemesinde milli korunma işleriyle mükellef dairenin heyetle birlikte teşkil olunduğu ve bu teşekkül dolayisiyle eski ahkam dairesinde tetkikatı temyiziye icrasına salahiyetli 2. ve 3. Ceza Dairelerinin vazifesi kalmadığı hakkında bir güna tebligat vaki olmamasıdır.
Bu sebep üstünde durulacak mahiyette değildir. Çünkü şimdi arzettiğim gibi gerek Ceza Umum Heyetinde ve gerek Yüksek Heyetinizin evvelki celsesinde Temyiz Mahkemesinde hususi dairenin teşkili dolayisiyle nisabı müzakere görüşülürken hususi dairenin teşekkül ettiği kabul edilmiştir. Ve bir dairenin teşkili zamanında evvelce vazifedar olan dairelerin vazifesi kalmadığı hakkında o dairelere tebligat yapılmasına lüzum yoktur ve vaki olamaz. Çünkü vazifenin devam edip etmiyeceği kanunla taayyün eder. Kanun dairesinde teşkilatın yapılması ile eski merciin kaza salahiyeti kendiliğinden mürtefi olur.
2. sebep aynen 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesinin altıncı bendinde gösterilen temyiz dairesinin ancak o maddenin birinci bendinde gösterilen vazifelerle tavzif olunan mahkemelerden sadır olacak hüküm ve kararları istihdaf ettiğinden eski korunma mahkemelerinden verilip kabletteşkil 2. ve 3. Ceza Dairelerine verilmiş olan işlerin temyiz tetkikatının kemakan bu dairelere ait olmasıdır.
Bu sebebin varit olmadığı eski altmış yedinci madde ile muaddel altmış yedinci maddenin mukayesesinden anlaşılır. Eski altmış yedinci maddenin birinci fıkrası aynen şöyledir: ( lüzum görülen yerlerde Adliye Vekaleti, bu kanun hükümlerine giren suçlarla bu kanunun altmış dördüncü maddesinde yazılı memurların işledikleri suçlara müteallik davaları görmek üzere Hakimler Kanununun her sınıf veya derecesindeki hakimlerden müteşekkil olarak toplu veya tek hakimli mahkemeler kurabilir. )
Yeni altmış yedinci maddeyi okuyalım, aynen : ( Adliye Vekaleti lüzum görülen yerlerde bu kanunla "1609 ve 4237 sayılı kanunların hükümlerine giren suçlara", "bu kanun hükümlerince resmi evrak ve vesikalardan sayılan evrak ve vesikalar üzerinde işlenen suçlara", bu kanunun altmış dördüncü maddesinde yazılı memurların işledikleri suçlara taalluk eden davaları ve bu davaların görüldüğü sırada işlenen yalan yere şahadet suçlarına müteallik davaları görmek üzere Hakimler Kanununun her sınıf ve derecesindeki hakimlerden müteşekkil olarak toplu veya tek hakimli milli korunma mahkemeleri kurabilir. )
Eski ve yeni altmış yedinci madde karşılaştırılınca görülüyor ki aradaki fark evvelce teşkil edilmiş olan milli korunma mahkemelerine veya milli korunma işlerine bakmak üzere kendilerine salahiyet verilen mahkemelere diğer bir takım vazifeler daha ilave edilmiştir. Eski vazifelerine ilaveten vazifeler verilmesi bu mahkemelerin sıfatlarını değiştirmez. Evvelce de asliye mahkemesiydiler, bu kerre de yine asliye mahkemesidirler. Yalnız evvelki vazifelerine ilaveten başka vazifelerle vazifelendirilmiş oluyorlar.
Mücerret kendilerine daha başka vazifeler verilmesi temyiz merciini değiştirmeğe de sebep ve vesile teşkil edemez.
Eski altmış yedinci maddeye istinaden teşkil edilmiş olan tek hakimli mahkemeler halen ibka edilmiş ve bu defaki tadil edilen altmış yedinci madde, ile İstanbul, İzmir ve Ankara'da olmak üzere yalnız üç yerde ayrıca toplu mahkemeler teşkil edilmiştir ve bu toplu mahkemelerin başka bir dördüncü yerde yapılmasına 537 sayılı koordinasyon kararı muvacehesinde halen de imkan yoktur. Çünkü 537 sayılı koordinasyon heyeti kararının birinci maddesinde aynen, ( Milli Korunma Kanununun muaddel altmış yedinci maddesine müsteniden Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire ve üç yerde üç toplu mahkeme teşkili için Adliye Vekiline salahiyet verilmiş ve bu teşkilatın kadroları aşağıdaki bir ve iki sayılı cedvellerde gösterilmiş ) denilmektedir. Gerek eski tek hakimli milli korunma mahkemelerinden ve gerek bu mahkemelerin bulunmadığı yerlerde salahiyettar kılınmış olan bütün diğer yerlerdeki asliye mahkemelerinden verilen işlerle son tadil üzerine üç yerde teşkil olunan toplu mahkemelerden verilecek olan hükümlerin temyiz mercii neresi olacaktır? Yalnız toplu mahkemeler hükümlerinin temyiz tetkikatını mı hususi temyiz dairesi yapacaktır? Yoksa tek hakimli olsun, kaza salahiyeti verilmiş olsun, müctemi olsun milli korunma işlerine bakan bütün mahkemelerin kararlarına mı hususi temyiz dairesi bakacaktır?
Altmış yedinci maddenin temyiz dairesi teşkiline dair olan altıncı bendi bunu göstermektedir. Şunu tekrar kayt edeyim ki milli korunma işlerini gören üç türlü mahkeme vardır.
Birisi evvelki altmış yedinci maddeye istinaden teşkil edilen tek hakimli mahkemeler,
İkincisi, kendilerine asli vazifelerine zamimeten milli korunma işlerini de bakmak üzere salahiyet verilmiş olan ve tek hakimli mahkemelerin bulunduğu yerler haricinde kalan yerlerdeki bütün asliye mahkemeleri,
Üçüncüsü de son tadil ile ilaveten yalnız üç yerde teşkil edilen toplu mahkemeler vardır ki bu toplu mahkemeler de birer asliye mahkemesidir. Bu mahkemelerden bir kısmının temyiz mercii başka daire ve bir kısmının temyiz mercii de başka daire mi olacaktır?
Tadil edilen altmış yedinci madde altıncı bendinde aynen Adliye Vekaleti milli korunma mahkemelerinden ve bu mahkemelerin kurulmadığı mahallerde bu işlere bakmak üzere salahiyetli kılınan mahkemelerden verilen hükümleri tetkik etmek üzere Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire teşkiline salahiyettardır, denilmiştir. Bu madde çok açık olarak gösteriyor ki milli korunma mahkemelerinden yani ister evvelce kurulmuş ve ibka edilmiş tek hakimli mahkemelerden, isterse bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerdeki salahiyettar kılınmış olan diğer bütün asliye mahkemelerinden isterse bu kerre kurulmuş olan müctemi mahkemelerden verilen hükümlerin tetkiki için Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire teşkiline Adliye Vekaletine salahiyet vermiş ve bu daire de teşkil edilmiştir. Binaenaleyh bu bentteki salahiyetli kılınan mahkemeler tabirinin salahiyettar kılınacak olan mahkemeler diye tavsif olunmasına mahal ve imkan yoktur ve tek hakimli mahkemeler hükümlerine falan daire, salahiyetli kılınan mahkemelerin hükümlerine falan daire, müctemi mahkemeler hükümlerine de falan daire bakacak demeğe de madde hükmü müsait değildir. Bu hal böyle iken Ceza Umum Heyeti kararında madde metnine muhalif olarak kullanılmış olan ( salahiyetli kılınacak ) tabiri üzerinde yüksek heyetinizin tevakkuf etmesini çok rica ederim. Eski altmış yedinci maddenin verdiği salahiyete dayanılarak 1942 senesi mart ayının üçüncü günü Resmi Ceridede neşredilmiş olan 293 sayılı Koordinasyon Heyeti kararına istinaden beş yerde teşkil edilmiş olan tek hakimli sekiz mahkeme ve yine eski altmış yedinci maddenin verdiği salahiyete istinaden kaza hakkı verilmiş olan diğer bütün yerlerdeki mahkemeler eskisi gibi Milli Korunma Kanununun çerçevesine giren bütün işleri ( Bu kerre ilave edilen vazifeler müstesna ) görüp karara bağlamakta devam etmektedirler ve bu tek hakimli milli korunma mahkemelerinden hiç birisi lağvedilmiş değildir. Bu mahkemelere ancak bu defaki tadilde ilave edilen suçlara bakmak için yeni salahiyetin verilmesi lazımdır. Hal bu merkezde iken Ceza Umum Heyetinde ekseriyet tarafında kalan arkadaşlarımızın kanaatı yeniden tekrar salahiyet verilmesi icap ettiği yolundadır. Halbuki Adliye Vekaleti bu maddenin tadilinden sonra 7.9.1944 tarihli tamiminde aynen, ( 4648 sayılı kanunun meriyete girmesi münasebetiyle milli korunma mahkemesi teşkilatı bulunmayan yerlerdeki asliye ceza hakimleri bu kanunun altmış yedinci maddesinde yazılı suçlara ait davalara bakmağa vazifedar olmadıkları mütalaasında bulundukları cari muhabereden anlaşılmaktadır. Bu mahkemelerin vazife ve salahiyetleri ret edilmemiş olduğundan kanunun altmış yedinci maddesinde yazılı 1609 ve 4237 sayılı kanunların şümulüne dahil suçlar haricinde kalan ve münhasıran Milli Korunma Kanunu hükümlerine giren suçlara taalluk eden davaları eskisi gibi görmekle vazifeli olduklarının dairei kazaiyeniz dahilindeki asliye ceza hakimlerine tamimen tebliği ) demektedir. Mücerret bu ilave edilen işler hakkında yeni salahiyet verilmemiş olması temyiz mercilerinin ayrılmasını mı icap edecektir? Bütün işler hakkında yeniden salahiyet verilmesi ve yeniden verilecek olan salahiyet tarihinin Temyiz Mahkemesinde teşkil edilen hususi dairenin kaza hakkını kullanması için mebde sayılması kanunun ruhuna ve sarahatına ve kanunun bahşettiği salahiyete istinaden Adliye Vekaletince hakkı kaza hakkında yapılan tebligata külliyen muhaliftir.
Hulasa Milli Korunma kanununun şümulüne giren bütün işlere ait temyiz tetkikatının süratle yapılması ve bu işlerin süratle neticelendirilmesi için Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire teşkil edilmiştir. Milli Korunma Kanununun eski altmış yedinci maddesinde yapılan tadilat sebebi meydandadır.
Hep beraber esbabı mucibe mazbatasına bir göz atalım. Hükümet teklif ettiği kanun layihasında altmış yedinci maddenin birinci bendinde ( Adliye Vekaleti milli korunma ve ihtisas mahkemeleri kurabilir ) ve altıncı bendinde de ( Adliye Vekaleti milli korunma mahkemeleri ile ihtisas mahkemelerinden ve bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu işlere bakmak üzere salahiyetli kılınan mahkemelerden verilen hükümleri tetkik etmek üzere bu maddenin ilk bendinde yazılı hakimlerden Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire teşkiline de salahiyetlidir ) denilmiş iken meclisteki sekiz encümenden seçilen beşer azadan mürekkep olan muvakkat encümen mazbatasında eski altmış yedinci maddesinin bünyesini tamamen muhafaza etmek maksadiyle gerek birinci ve gerek altıncı bendlerdeki ( İhtisas mahkemeleri ) tabiri kaldırılmış ve altıncı bende de eski altmış yedinci maddedeki hükümlere mütenazır olmak üzere altıncı bend tertip olunmuştur. Muhtelit encümenin esbabı mucibe mazbatasında aynen: ( Madde 67, birinci ve altıncı bendlerden ihtisas mahkemeleri tabiri kaldırılmış ve Temyiz Mahkemesinde teşkil edilecek hususi daireye lüzumu kadar raportör ilave edilebileceğine ve maaşlarının kırk üçüncü maddedeki sermayeden ödeneceğine dair ilaveler yapılmıştır. ) denilmiş ve mezkur maddede muvakkat encümenin teklifi gibi kanuniyet kesbetmiştir.
Mecliste Milli Korunma Kanununun tadili hakkındaki layiha müzakere edilirken toplu mahkemelerin Ankara, İstanbul ve İzmir'de ve diğer bazı yerlerde kurulduğunu kanun metninde göstermek ve bu işi Adliye Vekaletinin tensibine bırakmamak arzusu hasıl olduğu halde yine eski altmış yedinci maddede de tasrih edildiği gibi bu mahkemeleri kurmak salahiyeti Adliye Vekaletine bırakılmış ve eskiden kabul edilmiş olan esastan zerre kadar inhiraf edilmemiştir.
Son tadilattan evvel gerek müstakillen milli korunma işlerini görmek üzere teşkil edilen mahkemeler ile bu defa teşkil edilmiş ve edilecek olan toplu mahkemeler arasında ve gerek milli korunma işlerini asli vazifelerine zamimeten verilen kazai salahiyet dolayisiyle gören eski ve yeni mehakim arasında hiç bir fark olmadığı bütün vuzuhiyle meydanda durup dururken eski mercilerin verecekleri karar için Temyiz Mahkemesinde ayrı bir mercii temyiz kabulüne imkanı kanuni ve hukuki olamaz. Böyle bir tasnif kabul edilirse iş çıkmaza sokulur. Bilhassa verilen kazai salahiyet dolayisiyle milli korunma işlerini gören mahkeme kararlarına karşı Temyiz Mahkemesindeki iki temyiz merciinin hakkı kazalarının hudut ve şümulünü tayin etmek imkansız bir hale getirilmiş olur.
Kazai salahiyetleri fasıla verilmeksizin devam etmiş ve edegelmekte bulunmuş olan eski mercilerin hangi tarihe kadar verecekleri kararları 3. Ceza Dairesi tetkik edecektir? fasılasız karar vermekte devam etmiş olan milli korunma mahkemelerinin kararları için böyle bir tarih arayıp bulmak ve ona göre 3. Ceza Dairesinin vazifesini ayarlamak imkansızdır. Bu işe bir intizam verilmemiş ve bu iş ayarlanmamış olduğu içindir ki yukarıda izah ettiğim tarzda ortada Temyiz Mahkemesinde teşkil edilmiş hususi bir daire yokmuş gibi bütün milli korunma işlerine ait dava evrakları Yüksek Başmüddeiumumilik makamından 3. Ceza Dairesine verilmekte ve verilen evraklar muamele görmeksizin teraküm etmektedir.
Ceza Umum Heyetinin ikinci kararında gösterilen mucip sebeplerden üç sebepten birisi olan ( yeni hakkı kaza ) ve ( eskiden verilen hakkı kaza ) meselesini Adliye Vekaletinin tamimi esasından halletmiştir. Hususi dairenin teşkil edilmiş olduğu yüksek hey'etinizce geçen celsede kabul edilmiş ve hususi dairenin temyiz dairelerinden teşkil edilmesinin kanuna mugayir olup olmaması hali de ihtilaf mevzuunu teşkil eden hadisemizden tamamen ayrı bir mesele bulunmuş olduğundan ortada kala kala eskiden teşkil edilen mahkemeler ile bu defa teşkil edilecek mahkemelere ( Milli Korunma Mahkemesi ) ünvanının verilmesi sebebi kalır.
Evvelce kurulmuş tek hakimli mahkemelere bir ünvan verilmediği halde bu defa kurulacak toplu mahkemelere bu ünvanın verilmesinde Ceza Umum Heyetinde bazı muhterem rüfeka isabet bulmamaktadır. ( Milli Korunma Mahkemesi ) tabirinin tahtında müstetir bir şeyler tasavvur etmektedirler.
Muhterem arkadaşlarım, bu ( milli korunma mahkemesi ) tabirinde ne kadar durulursa durulsun bu tabirin tahtında müstetir hiç bir maksat yoktur. Esasen bu tabir 4180 sayılı kanunun altmış yedinci maddesine istinaden milli korunma işlerini görmek için müstakil mahkemeler kurulunca almış yürümüştür. Bu ( milli korunma mahkemesi ) tabirini tüccarı, esnafı, memuru ve kanunu tedvin etmekte reyini veren mebusu ve bu kanunu teklif eden Hükümeti ve bu kanunu tatbik eden hakimler tereddüt göstermeksizin kabul etmiş ve bu müstakil mahkemeleri bu suretle isimlendirmiştir. Bir memur ihtikar yapan bir adama hitap ederken, seni milli korunma işlerine bakmakla mükellef mahkemeye veririm, dememiştir. Seni milli korunma mahkemesine veririm demiştir. 3. Ceza Dairesi bu mahkemelerin vazife noktasından kararlarını bozulduğu zaman, ( davanın görülmesi bir milli korunma mahkemesinin vazifesinden hariç olduğu düşünülmeksizin davanın rüyetle karara bağlanması yolsuzdur ) denmiş ve yine hiç bir kararında ( davanın görülmesi, milli koruma işlerini görmekle mükellef mahkemenin veya milli korunma işlerini görmek için salahiyetli kılınan mahkemenin vazifesinden hariç olduğu düşünülmeksizin davanın rüyetle karara bağlanması yolsuzdur ) şeklinde bir ifade kullanmamıştır. Halkın dilinde ve Hükümetin dilinde, hakimin kararında yer almış ve bu kadar kuvvetle tutulmuş olan bir tabiri kanun vazıı muaddel altmış yedinci maddede kullanmakla hata mı etmiştir? Bilakis kanun vazıı her gün her kesin söylediği ve kullandığı bu tabiri kanuna almak suretiyle bir mektup adresi kadar uzun olan iki tabiri kısaltmıştır. ( Milli Korunma ) tabiri kanunun ruhuna ve halkın lisanına ve mahkemelerin tatbiikatına uygun bir ifadedir. ( Milli korunma ) tabirinin kullanılmasından hususi dairenin kaza hakkının takyit edilmek istenildiği manası hiç bir suretle çıkarılamaz. Eğer kanun vazıı tarafından böyle bir maksat takip edilmiş olsaydı Milli Korunma Kanununun meclisteki müzakeresinde adım adım takip eden bu aciz arkadaşınız sizi bu husustan haberdar etmekte hiç tereddüt göstermezdi.
Hulasa, hususi dairenin kazai salahiyetini tahdit etmek ve Milli Korunma Kanununun şümulüne giren işleri ayrı ayrı temyiz mercilerine bağlamak için elde sarih bir madde olmak ve eski işlerin eski merci tarafından bakılması için kanunda mahsus ve muvakkat bir madde bulunmak şarttır ve lazımdır. Ceza Umum Heyetinin ilk kararında isabet olduğunu yüksek heyetiniz tasvip buyurmakla vazııkanunun maksadı dairesinde Milli Korunma Kanununun tatbik edilmesini temin buyurmuş ve işi kanuni mecrasına koymuş olacaksınız. İsabet Yüksek Heyetinizin kararındadır.
H.D. Reisi H. Yücekök : Mercii tayin eden kaideler intizamı ammeye taalluk ettiğine şüphe yoktur. Kurmadan evvel çıkan işler yeni mercie aittir. Yalnız bu kanunda istisnai bir sarahat olup olmadığı meselesidir. İlk meriyete girdiği zaman vazııkanunca hususi teşkilata lüzum görülmedi. 4180 ile bu hüküm vardır. Bu hükme istinaden Adliye Vekaleti sekiz yerde tek hakimli mahkemeler kurdu. Bu kanunda tek veya toplu hakimleri yaparken milli korunma hakimi denmemiştir. Son tadilde Adliye Vekaletine milli korunma mahkemeleri teşkiline salahiyet verildiğini görüyoruz ve aynı zamanda Temyizde de bir hususi daire kurmağa salahiyet aldığını görüyoruz ve ilk defa milli korunma mahkemesi ismini görüyoruz. Ehemmiyeti de 1609 ve 4237 sayılı kanuna giren suçlara müteallik davaların rüyetini vermiştir. Bu mahkemeler eskilerin devamı değildir. Eğer devamı nazariyle bakılsaydı mesele yoktur. Misal, bazı yerlerde sulh mahkemelerine bazı salahiyet verilmiş olmasına rağmen onlar sulh mahkemesidir. Yeni mahkemeler kurulmakla eski mahkemeler ortadan kalkmıştır.
İşte esbabı mucibe layihasında da bu işler yeni mahkemelere verilmiştir. Eski altmış yedinci maddenin birinci fıkrası yerine yeni birinci fıkra kaim olmakla beraber eski teşkillerin devamı değildir. Diğer işlerde de olduğu gibi yeni teşkiller kuruluncaya kadar eskiler devam etmiştir. Eski teşkillerden verilen işlerin eski mercide ve yeni mahkemeler kurulduktan sonra da hususi daireye ait olmak lazımdır. Yeni altmış yedinci maddenin beşinci fıkrasına göre yeni tavzif yapılması lazımdır. Ve nitekim Adliye Vekaleti de bu husustaki kararnameyi hazırlıyarak milli iradeye sevketmiştir. Altmış yedinci maddesine göre salahiyetli kılınacak mahkemelerden verilecek hükümleri tetkik edecek dairenin vazifesi de birinci fıkraya matuftur.
4. Ceza Reisi Z. Sencer : Ceza Umum Heyetinde yeni dairenin teşekkülünü kabul ettiğimiz için bu daire teşekkül etmediği hakkındaki itirazı reddettik. Fakat ikinci kararda isabet bulunmadığını da kabul ettik. Bu kanunu ağustos sonundanberi okudum.
Kanunun altmış yedinci maddesi yeni altmış yedinci maddesimidir? Eskiye dahil olan bendleri, kelimeleri değiştirmek suretiyle ve bazı fıkralar da ilave etmek suretiyle yeniden tedvin edildi. Eğer öyle olmasaydı eski maddeye bir fıkra eklenmiştir, derdi. Şimdiye kadar bu mahkemelere milli korunma ismi veren ve mühürünü böyle kazdıran Adliye Vekaleti levazım dairesidir. Eğer levazım dairesi isim vermeğe salahiyetli ise mesele yoktur.
Yeni maddenin altıncı bendine göre milli korunma mahkemelerinin teşkili yeni maddenin mahsulüdür. Yeni daireye, ancak bu maddeye göre daireler, teşkil edildikten sonra verecekleri kararlar beşinci hususi daireye gelecektir. Yeni daire sürat noktai nazarından da muvaffak olamayacaktır. Çünkü yeniden içtihat tesis etmek mecburiyetindedir. 3. Ceza Dairesinin içtihatlariyle mukayyet değildir. Çünkü kanun tamamen değişmiştir. Bu maddedeki ( kılınan ) kelimesi istikbale muzaftır. Bu kelime her dört zamana da ayni derecede matuftur.
Ticaret Reisi F. Hulusi Demirelli : Aldanmıyorsam yüksek heyet bugün içtihat tevhidi zımnında temyiz mercii tayini meselesi karşısında bulunuyor. Muhterem heyetin malumu olduğu üzere Temyiz dairelerinden ikisinin vazifesizlik kararı vermesi üzerine mercii kimin, hangi heyetin tayin edeceği Temyiz Teşkilatı Kanununda gösterilmemiş olduğu için yüksek heyet bunun içtihadı birleştirmek yoliyle halledilmesi lüzumunu içtihat etmiştir. Bunun diğer tevhidi içtihat kararlarından bir farkı da var. Şöyle ki tevhidi içtihat kararları dairelerin birbirine mübayin kararlarına dokunmaz. Onlar hadiseleri halletmiştir. Fakat yüksek heyetin merci tayini zımnında yaptığı tevhidi içtihat atide tekevvün edecek emsali hakkında diğer tevhidi içtihat kararları gibi muteber olduktan başka birbirine mübayin vazifesizlik kararlarından birini de ortadan kaldırmış olur ve kararı bu suretle ortadan kalkan daire, kararının konusunu teşkil eden işin temyiz tetkikatını yapar. Şimdiye kadar hep böyle olmuştur. Hiç bir daire dememiştir ki ben hadise hakkında vazifesizlik kararı vermiştim, bundan sonra buna benzer hadiselerde tevhidi içtihada uyarım amma hadisedeki kararımı muhafaza ederim. Böyle olması o gibi kararların tevhidi içtihattan fazla bir mahiyeti, merci tayini mahiyetini haiz olduğunu gösterir. İçtihat böyle takarrür etmiş ve Temyiz Mahkemesinin müstakar bir teamülü halini almıştır. Başka türlü de olamazdı. Çünkü aksi takdirde hadisenin mercisiz kalması ve temyiz tetkikatının yapılamayıp temyiz talebinin ortada kalması neticesi hasıl olurdu.
Fakat şimdiye kadar gerek hukuk gerek ceza daireleri arasında hasıl olan selbi vazife ihtilafları iki daire arasında tekevvün ederdi. Bugün Milli Korunma Dairesinin bir vazifesizlik kararı yoktur. Yüksek 3. Ceza Dairesinin bir vazifesizlik kararı var ki Ceza Umum Heyeti buna karşı Başmüddeiumumiliğin itirazını reddetmek suretiyle o kararı kabul etmiştir. Diğer karar da yine ayni daireden verilmiş, fakat bu sefer Başmüddeiumumiliğin itirazı üzerine Muhterem Ceza Umum Heyetince bu vazifesizlik kararı ortadan kaldırılmış bulunuyor. Meselenin yeniliği bundadır. İki daire arasında selbi ihtilaf olduğunu kabul etmiş olduğumuz eski hadiselere bu benzemiyor. Onlarda iki dairenin her biri vazifesizlik kararı vermiş bulunuyordu. Şimdiki işlerde ise Yüksek Milli Korunma Dairesinin bir vazifesizlik kararı yoktur. Mesele merci tayini değil, mübayin iki içtihadın adiyen tevhididir, diyebilecekmiyiz? Böyle dersek Yüksek Heyetin vereceği kararın tesiri yalnız ilerdeki emsale münhasır kalacak ve eskiye yani şimdiki vazifesizlik kararlarına yüksek kararınızın şümulü ve tesiri olmayacak, bu takdirde kararı verilmiş olan hadise mercisiz kalacaktır. Onun için sanırım ki işin icabı ve işi tevhidi içtihada sevkedenlerin maksadı bugünkü müşkülün ve mercisizliğin önüne geçmek için tevhidi içtihat yoliyle temyiz merciini tayin ettirmektir.
İşin mahiyeti ve Yüksek Heyetinize tevdiiyle istihdaf edilen maksat bu olunca acaba iki daire arasında selbi ihtilaf tekevvün etmişmidir, henüz tekevvün etmemişmidir, diye düşünmek lüzumuna zahip oluyorum. Onun için evvela bu noktayı düşünüyorum. Asıl Milli Korunma Dairei Aliyesinin ne türlü karar vereceğini bilemediğim için acaba o dairenin kendisine 3. Ceza ve Umum Ceza Heyeti karariyle giren hadise hakkında bir karar vermesini bekliyelim mi? Belki o daire işi kabul eder, arada ihtilaf kalmamış olur. Yok, o da vazifesizlik kararı verirse o zaman selbi ihtilaf tekevvün etmiş olacağından Yüksek Heyetiniz de o zaman işi ve icabını müzakere edip karara bağlar. Bugün bunu beklemek imkanı hasıl olmuştur yahut en yakın günde hasıl olacaktır. Fakat muhterem cezacı arkadaşlarımızın buna razı olmıyacaklarından korkuyorum. İşin beklemeğe tahammülü yoktur, acele bakılması lazımdır diyecekler. Nitekim gerek muhterem 1. Reis gerek Yüksek 3. Ceza Dairesinin muhterem reisi bu müstaceliyet ve ehemmiyeti öne sürmüş bulunuyorlar. Şu halde Heyeti Umumiyenin itirazı kabul eden kararını Milli Korunma Dairesinin kararı yerine ikame etmek lazım geliyor gibi. Adeta Milli Korunma Dairesi namına vazifesizlik kararı vermiş gibi sayacağız. Bu biraz bildiğim emsale ve usulümüze pek uymıyacaksa da ne yapalım, böyle olsun.
Bu mukaddimeden sonra mesele esasına girişiyorum. Bereket versin ki söz sıram yeni dairenin teşekkülü tamamlanmak üzere bulunduğu bir zamana tesadüf ediyor. İşin ve ihtilafın had devresi fikrimce geçmiş ve kanuni meseleyi soğukkanlılıkla ve etrafiyle tetkik etmek imkanı hasıl olmuştur.
Malumdur ki temyiz teşkilatına müteallik kanunda bazı temyiz dairelerinin vazifeleri davaların mahiyetine, diğerlerinin ise hükmün sadır olduğu mahkemeye göre tanzim edilmiştir. Çoğu davanın mahiyetine göredir. Yalnız 3. Hukukla 2. Cezanın asıl vazifeleri sulh mahkemelerinden verilen hükümlerin tetkikidir. Demek ki iki türlüsü de var.
Şimdi esas mahkemelerimizi ele alalım. Mahkemeler teşkilatı kanununa göre esas mahkemelerimiz yalnız ikidir, 1 - Asliye, 2 Sulh, Bunun bir üçüncüsü yoktur.
Asliye mahkemesiyle sulh mahkemesi arasındaki farklar da yalnız ikidir :
1 - Asliye mahkemelerinin bazısı tek bir hakimden teşekkül eder, diğerleri ve mesela ağır ceza ile bazı merkezlerdeki ticaret mahkemeleri üç hakimden teşkil olunmuştur. Bu, pek esaslı bir fark değildir. Çünkü mesela ticaret işlerine bazı merkezlerin haricinde tek bir hakim tarafından bakılmaktadır.
2 - Hukuktaki muhakeme usulü farkı burada bahis mevzuu olmadığı için bahsimize taalluk edebilecek fark ceza işlerine mahsustur ve daha esaslıdır. Asliye mahkemelerinde müddeiumumi muhakemede hazır bulundurulur. Sulh mahkemelerinde müddeiumumi bulundurulmaz.
Zaten bahsimiz de ceza işlerine taalluk ettiği için sözümü onlara hasredeceğim. Demek ki ceza işlerimizin bazısına, ağırlarına üç hakimli asliye, o kadar ağır olmıyanlara tek bir hakimden kurulan yine asliye mahkemelerinden ve kabahatlere ve saireye sulh hakimlerinden ceza işleriyle tavzif edilenler bakmaktadır.
Gelelim şimdi 4180 sayılı kanuna, bu kanun ne yapmıştır? Bu kanunun yaptığı şey Milli Korunma Kanununda suç olarak sayılan işleri o da yalnız bazı merkezlerde, büyük merkezlerde diğer ceza işlerinden ayırmak, bunları hakimi, müddeiumumisi yalnız milli korunma işleriyle uğraşan mahkemelere vermekten ibarettir. Diğer yerlerde asliye mahkemeleri diğer ceza işleri arasında milli korunma işlerini de görmeğe salahiyetli kılınmış ve öylece milli korunma işlerine o mahkemelerde diğer işler arasında bakılagelmiştir. Demek ki bunlardan maaşlarını fondan alan ayrı hakimli, müddeiumumili mahkemeler vazifeleri yalnız milli korunma işlerine hasredilmiş asliye mahkemeleridir. Yeni bir nevi, üçüncü bir nevi esas mahkemesi değildir. Çünkü bunların bulunmadıkları yerlerde diğer asliye mahkemeleri de milli koruma işlerine bakmaktadır.
4648 sayılı kanun Milli Korunma Mahkemeleri diye isimlendirdiği mahkemelerin teşkiline Adliye Vekilliğini memur ederken bunlara başka mahiyet vermişmidir? Fikrimce, hayır. Çünkü yine bunları ancak lüzum görülen bazı mahallerde teşkil ettiriyor. Diğer yerlerde asliye mahkemelerini ve bunlar arasında ağır ceza mahkemelerini salahiyetli kılacaktır. Hangi işlerde bu salahiyete lüzum var? Kanunun milli korunma mahkemelerine verdiği işlerde.
Bu kanunun milli korunma mahkemelerine ilaveten verdiği işler zaten ağır ceza mahkemelerinin vazifeleri dahilinde yahut diğer asliye mahkemelerinin vazifeleri cümlesindendir. Bunlar için o mahkemelere yeni salahiyet verilmesi bahis mevzuu değildir. Milli korunma mahkemeleri dediğimiz ve yalnız bazı merkezlerde münferit veya toplu hakimlerden kurulan mahkemelere ise o ilave vazifeleri, munzam işleri kanunun kendisi vermiştir.
Demek ki bu son kanun da yeni mahiyette bir mahkeme kurmamıştır. Öyle olsa hiç bir asliye mahkemesi ayni işler için salahiyetli kılınmazdı. Çünkü salahiyeti kılınan asliye mahkemeleri münhasıran bu son kanunun verdiği vazifeleri görecek değillerdir. Diğer işleri arasında bu işlere de bakacaklardır. Şu halde hüviyetleri ve asliye mahkemesi sıfatları değişmiyor. Onlar öyle farklı mahkemeler olmayınca bazı merkezlerde münferit veya toplu olarak kurulan milli korunma mahkemeleri de ancak asliye mahkemeleridir. 3. bir nevi mahkeme değildir.
Bir de maksat ve gayeyi tetkik edelim. Bu maksat ve gaye 4186 sayılı kanunda ne idiyse 4648 numaralı son kanunda da aynıdır. Vazııkanun bazı mühim merkezlerde mevcut ceza mahkemelerinin yükünü artırmaktan çekindiği gibi, milli korunma işlerinin sırf bununla meşgul olacak mahkemelerde görülmesini istemiştir. Diğer yerlerde buna lüzum olmıyabileceğini düşünmüş, mevcut ceza mahkemelerini milli korunma işleriyle de tavzif etmiş, salahiyetli kılmıştır. Maksat birdir ve aynidir. Değişmiyor. Yalnız bazı merkezlerde kurulacak mahkemelere ad verilmiştir, diğerlerine salahiyet.
Ha isim, ha salahiyet. İşin ve mahkemenin mahiyetini ve sıfatını değiştiren şeyler değildir ve öyle bir ayrılık da kastedilmiş değildir. Niçin kastedilsin? Maksat bütün işlerin selamet ve süratle görülebilmesini temindir.
Son kanun altmış yedinci maddenin altı numaralı bendinde bir yeni hüküm daha kabul etmiştir. O da milli korunma işleriyle buna zammettiği ve çünkü o nisbette mühim ve müstacel gördüğü 1609 ve 4237 sayılı kanunlarda yazılı işlerin ve bütün bunlara teferru eden sahtekarlık, yalan yere şahadet ve yemin ve saire hakkındaki hükümlerin temyiz tetkikatını yapmak üzere hususi bir daire kurdurmuş bulunuyor. Bunda da kanun vazıının istihdaf ettiği gaye aynidir. Bu işleri diğer işlerden ayırmak fikridir. Niçin ayırıyor? Çünkü Temyizin 2. ve 3. Daireleri ancak diğer işleri arasında bu işlere bakıyorlardı. Bunun devamı mahzurlu idi. Çünkü ya milli korunma işleri diğer işler arasında kaldığı için geç tetkik olunacaktı. Yahut bunlar takdimen ve tercihan tetkik olunursa dairelerin, hepsi de mühim olan diğer işleri geriye kalacaktı. Yeni teşkilattan kanun vazıının başka ne maksadı olabilir? Fakat Temyiz de artık milli korunma mahkemelerinden verilen hükümlerle salahiyetli asliye mahkemelerinden verilen hükümlerin tetkiklerini ayırmağa lüzum görmemiştir. Nitekim ayrı bir Başmüddeiumumi de tayin ettirmiyor. Bu da pek makul ve tabiidir. Neden ayni mahiyette işlere müteallik hükümlerin bir kısmı yeni dairede, diğerleri 2. ve 3. Dairelerde tetkik olunsun? Bunda bir hikmet olamaz. Aksini kabul etseydi yeni dairenin tetkikatı memleketin yalnız bazı büyük merkezlerindeki işlere münhasır kalırdı ve kanunun aradığı temyiz tetkikatında sürat keyfiyeti de mümkün olmazdı.
Şimdi bu altı numaralı bendi tekrar gözden geçirelim. Bazı muhterem arkadaşlar bu fıkradaki "Milli Korunma Mahkemeleri" tabiri 4180 sayılı kanuna tevfikan kurulmuş olan münferit hakimli mahkemelere şamil değildir, diyorlar. Acaba niçin? Altmış yedinci madde değiştirilmiş ve bunun yeni şekildeki birinci bendi yeni mahiyette mahkemeler kurmuş da onun için, diyorlar. Bence kanunun kastı bu değildir. Bir kerre birinci fıkrada yapılan değişiklik ondan evvelki kanuna göre kurulmuş olan mahkemeleri ilga ve onların vazife ve salahiyetlerini ref etmemiştir. Ne için öyle yapmış olsun? Buna bir sebep yok. Kanun vazıının maksadı milli korunma işlerinin ayrı mahkemede görülmesidir. Yoksa mutlaka ismi "Milli Korunma Mahkemesi" olan mahkemede görülmesini iltizam ettirecek makul bir sebep yoktur. Eskilere bu isim verilmiş olsun olmasın, ayni işleri görmüşler ve görmektedirler. Yeni tadilin hedefi münferit hakimli olanların yanı başında dahi toplu milli korunma mahkemesi teşkiline müsaittir, buna mani değildir. 1. fıkra bu hususta vekalete mutlak bir tensip ve ihtiyar hakkı vermiştir. 6. fıkrada "salahiyetli kılınan asliye mahkemeleri" için de ayni mülahazaları yürütüyorum. Maksat ve hedef bir ve ibare müsait olunca ister 4180 sayılı kanunla salahiyet almış, ister 4648 numaralı kanun üzerine salahiyetli kılınacak olan asliye mahkemelerine şamil bir manada tefsir edilmesinde hata olamaz. Kanunun ibaresini güttüğü ve istihdaf ettiği gayeye uygun bir surette tefsir etmeğe sui tefsir denemez.
Diğer taraftan bir binaya tavandan başlanmaz. Vekalet evvela temyizen hükümleri tetkik edecek olan mercii kurar da sonra mı o mercie gelecek hükümleri verecek olan mahkemeleri kurar? Sanmam ki Yüksek Vekalet işe böyle ters tarafından başlamış olsun. Bu da gösterir ki bugün muhtelif mahkemelerde görülen korunma işlerine müteallik hükümlerin de yeni temyiz merciine tabi olması düşünülmüş ve öyle kabul edilmiştir.
Her halde yeni dairenin kaza hakkı kanuni sarahat olmadıkça takyit edilemez. Bahsimizin konusunu teşkil eden hükümler milli korunma işlerine taalluk ettiği için yeni kanunun kurdurduğu hususi dairede tetkik olunmalıdır. Bence bunun aksini kabul etmek altmış yedinci maddenin ruhuna mugayir olur. Çünkü bu maddenin bahse taalluk eden altıncı bendindeki milli korunma mahkemeleri bu işleri evvelahir hasren niyetle tavzif edilen mahkemelerle bundan sonra kurulacak olanların hepsine şamil bir manada olduğu gibi ayni bendde "salahiyetli kılınan" tabiriyle ifade buyurulan mahkemeler de diğer işleri arasında korunma işlerini de görmek için gerek son kanundan önce salahiyetli kılınmış, gerek bundan sonra salahiyetli kılınacak olanlardır. Eskisiyle yenisini ayırmağa mahal ve imkan yoktur. Hususi dairenin teşkilinden itibaren temyiz tetkikatı hasren bu dairenin vazifesi olmuştur.
Aziz Yeğer : Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun birinci maddesinde "Mahkemelerin vazifelerini kanun gösterir" diye yazılıdır. Mahkemelerin madde itibariyle davayı görmeğe olan kudret ve salahiyetleri hukuki inzibat işidir, amme intizamı meselesidir. Onun için taraflar kanunun tayin ve beyanı hilafına bir mukavelede bulunamayacakları gibi vazife meselesi muhakemenin her hal ve derecesinde bir talep olmadan dahi doğrudan mahkemece tetkik ve hal olunur. ( Ceza Usulü K. m. 7 ) Ceza Umum Heyetinin bahis mevzuu olan vazife hususunda muhtelif iki kararı olduğundan keyfiyetin tevhidi içtihat suretiyle halli lüzum ve zarureti vardır. Geride bu tevhidi içtihat kararını bekleyen bir çok işler olduğunu öğreniyoruz.
Vazifenin muhtelif bakımlardan tayin ve tefrik olunduğunu görmekteyiz. Şöyle ki :
1 - Umumi mahkemeler ile hususi mahkemeler arasında vazifeler ayırt edilmiştir. Mesela umumi mahkemelerin vazifeleri ile askeri mahkemelerin vazifeleri. Bunlar tamamiyle ayrı mahiyettedir. Bahsimizi alakalandırmaz.
2 - Umumi mahkemelerde işlerin madde ve mahiyetleri itibariyle muayyen ve muhtas mahkemelere verilmiş olması. Bir hukuk davasının hukuk mahkemesinde ve ceza işinin ceza mahkemelerinde görülmesi keyfiyeti. Bu da meselemizi ilgilendirmez.
3 - Vazifenin mahkemelerin dereceleri itibariyle bir tayin ve tefrike tabi tutulması hususu. Mesela bize göre sulh işleri dediğimiz bir nevi suçların sulh mahkemelerinde ve ağır ceza işleri dediğimiz bir nevi suçların sulh mahkemelerinde ve ağır ceza işleri dediğimiz yine bir nevi işlerin de ağır ceza mahkemelerinde ve diğerlerinin asliye ceza mahkemelerinde görülmesi hali. Bu da bahis konusu değildir.
4 - Vazife, ayni derecedeki mahkemeler arasında tayin edilmiş olur. Mesela şu ve şu işlerin şu mahkemede ve şu nevi işlerin de ayni derecede bu mahkemede görülmesi hususu. Bu dördüncü halde biraz durmaklığımız icap eder. Kanun Vazifeyi bu veçhile ayni derecedeki mahkemeler arasında taksim edebilir. İşlerin tam bir ihtisas ve meleke ile daha sıhhat ve selametle görülmesi ve ayni zamanda işin istediği çabukluğun temini, vazifenin bu tayin ve taksimine sebep olur. İhtisas ve meleke hususu, çabukluk temini endişesinden öne geçer. Bu dördüncü hal içine giren bazı vaziyetleri de gözden geçirmekliğimiz lazımdır.
A - Muayyen vazifeleri görmekte olan mahkeme vardır. O teşekküle diğer yeni vazifeler verilir. Mesela bazı fiil ve hareketler yeniden suç sayılmıştır. Bu suçları da şu mahkeme görsün denir, o mahkemenin vazifesi daha genişletilmiş olur.
B - Yahut vazife vardır, bunlar muayyen bir mahkemede görülmektedir. Fakat biraz evvel söylediğimiz veçhile ihtisas ve sürat temini gibi sebep ve maksatlar ile bu vazifeler için yeni bir mahkemenin ihdası lüzumlu görülür. Bu mahkeme kurulur. Muayyen işler bu yeni kurulan mahkemede görülsün denir. Ayni derecede mevcut mahkemeler arasında vazife taksimi ne ise bu maksat ile bir kısım işler için yeni bir mahkeme kurmak da olur.
Bunlar hep ilk derecelerde kanun emir ve beyanlariyle olan vazife tayin ve tahsisleridir. Kanun yazılan şekiller ve suretlerle eskiden mevcut veya yeniden kurulacak mahkemeleri vazifelendirir.
Temyiz Mahkemesi vazifelerine gelince, Temyizin muayyen dairelerinin vazifeleri belli kanunlarla tayin olunmuştur. Bundan başka yine kanun ile veya kanunun verdiği salahiyet ile mevcut bir dairenin bazı işleri diğer bir daireye verilir. Bu da kanun ile vazife tayinidir. Sonra yine kanun ile muayyen suçları görmek için kurulan mahkeme hükümleri hakkında temyiz tetkikatı yapmak üzere Temyizde bir daire ihdas olunabilir ve bu dairenin vazifesi yine kanun ile şimdi söylenen ifadelerle tayin ve tahsis edilebilir. Bunlar hep birer suret ve şekiller ile kanunun vazife tayin ve tahsisleridir. Vazifeyi tayin ve tahsis, eden kanun hükümlerinin sadece Temyiz Mahkemesi Teşkilatına Müteallik Kanunda yer almasına veya bu hükmün şu veya bu tarzda ifade ve nakil olunmasına hiç lüzum yoktur. Kanunun vazife tayin ve taksiminde belli bir sak-formül yoktur ve böyle bir şey düşünülemez.
Şimdi mütalaamın diğer bir mesnedine geçiyorum. 4648 sayılı kanunun birinci maddesinde değiştirilmiş olduğu bildirilen maddeler arasında eski 4180 sayılı kanunun altmış yedinci maddesi de vardır. Bu birinci maddede numaraları sayılan maddeler ile birlikte eski altmış yedinci maddenin de değiştirilmiş olduğu açıkça yazılıdır. Sonra yine 4648 sayılı kanunun üçüncü maddesinde bu kanunun neşri tarihinden muteber olduğu yazılıdır. Bu kanunun neşri ile yürürlüğe girdiği anda 4180 sayılı kanunun altmış yedinci maddesi sona ermiş ve yerine 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesi bütün bendleriyle geçmiştir.
Burada tekrar edeceğim ki 4648 sayılı kanun ile 4180 sayılı kanunun altmış yedinci maddesine altı numaralı bir bend ilavesiyle iktifa olunmamıştır. Eski kanunun bu maddesinin 1 numaralı bendi de bazı kayt ile değişikliğe uğramış ve arzettiğim gibi madde açık kanun beyaniyle tamamiyle ortadan kaldırılmıştır.
Bu ön sözlerden sonra yeni 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesiyle mahalli mahkemelerde ve Temyizde vazifenin nasıl tayin ve tahsis edildiğini ve bunların şümul derecelerini gözden geçirmek icap eder. Önce sözü geçen altmış yedinci maddenin 1 numaralı bendinde ( Adliye Vekaleti lüzum gördüğü yerlerde bu kanunla 1609 ve 4237 sayılı kanunların hükümlerine giren suçlara ve..................... ila yalan yere şahadet suçlarına müteallik davaları görmek üzere ........................ hakimlerden müteşekkil olarak toplu veya tek hakimli milli korunma mahkemeleri kurabilir. ) diye yazılıdır. Bu mahkemeler yeni kurulacak mahkemelerdir. Adliye Vekaleti bu hususta yeni bir salahiyet almıştır. Bu mahkemeleri kuracaktır. Yeni kurulacak bu mahkemeler eskiden mevcut suçlar ile yeni bazı suçlara bakacaktır. Kendileri bu veçhile vazifelendirilmişlerdir.
Sonra yine bu maddenin beş numaralı bendinde ( Adliye Vekaleti bu mahkemelerin kaza mıntıkalarını, bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu kanuna göre vazifeli mahkemeyi tayin eder. Bu kanun hükmüne giren bütün suçların davasını bir mahkemede rüyet ettirebilir. ) deniyor. Bu bend ile Adliye Vekaleti, milli korunma mahkemeleri kurmadığı yerlerde bu kanun hükmüne giren suçların davalarını istediği mahkemeye salahiyet vererek gördürebilecektir. Bu hüküm de mevcut mahkemelere kanun ile yeni vazifeler tevdi ve tevcihidir.
Yeni kanunun neşri ile eski 4180 numaralı kanunun altmış yedinci maddesinin birinci bendinde yazılı teşkillerin vazifeleri ve beşinci bendinde yazılı vazife tevcihleri hukuk bakımından sona ermiş olduğundan işlerin durmaması için Adliye Vekaletinin 4648 numaralı kanunun 1 ve 5 numaralı bendleri hükmünce hemen yeni mahkemeleri kurması ve bunları kurmadığı yerlerde mevcut mahkemelere bu nevi suçları görmek üzere yeni salahiyetler vermesi icap eder. Bu halde vazifesi arzolunduğu veçhile sona ermiş olan 4180 sayılı kanun ile müteşekkil mahkeme, işlerini yeni kurulacak milli korunma mahkemelerine devreder. Eski kanuna göre kendisine ilave olarak vazife verilmiş olan mahkemenin arzolunan sebeple sona ermiş olan salahiyeti Adliye Vekaletince yenilenmiş ise bu mahkeme yeni salahiyetle vazifesine devam eder.
Sayın Bay İbrahim Ertem'in bahsettikleri Yüksek Adliye Vekaletinin tamiminde bu mahkemelerin salahiyetlerinin ref edilmemiş olduğunun yazılı olması keyfiyeti arzolunan kanun madde ve hükümleriyle vazifeleri sona ermiş olan eski mahkemelere vazife bakımından hiç bir canlılık vermez. Her halde yeni mahkemeler kurulmuş ve yeni salahiyetler verilmiş olmalıdır. Nasıl ki 340 senesinde asliye ve sulh mahkemelerinin teşkilinde ve istinaf mahkemelerinin lağvında yapılmıştır. O tarihi hepimiz hatırlarız. Bugün akşam vazifeler bitti. Ferdası günü sabahleyin alınan telgraf ile yeni vazifelere başlandı.
4648 numaralı kanunun altmış yedinci maddesinin Temyizde hususi daire teşkiline dair olan 6 numaralı bendine gelince, bu bendde, ( Adliye Vekaleti milli korunma mahkemelerinden ve bu mahkemelerin kurulmadığı mahallerde bu işlere bakmak üzere salahiyetli kılınan mahkemelerden verilen hükümleri tetkik etmek üzere ... ila Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire teşkiline salahiyetlidir ) deniyor. Bu bend Adliye Vekaletine Temyizde hususi bir daire teşkiline salahiyet veriyor ve ayni zamanda bu hususi dairenin vazifesini tayin ve tahsis ediyor. Kanunda yazılı olduğu üzere bu daire yeni kurulacak milli korunma mahkemelerinden veya bu kanun hükmüne giren suçlara ait davaları görmeğe salahiyetli kılınan mahkemelerden çıkacak hükümleri tetkik edecektir. Hususi daireye vazife bir takım kayıtlarla tayin ve tevcih olunmuştur. Bu kayıtları gözetmek lazımdır. Kanun sadece bu kanun hükmüne giren suçlara müteallik hükümleri tetkik etmek üzere de deyebilirdi. Bu halde bu davalar hangi mahkemede ve ne zaman görülmüş olursa olsun bu davalara ait hükümlerin hususi dairede tetkiki caiz ve mümkün olurdu. Fakat böyle denmemiştir. Kanunun, şu mahkemeden çıkacak hükümleri görecektir, suretindeki kayıtlarının bir hükmü, bir kıymeti vardır. Bu kayıtlar mutlak vazife hükümlerini çerçevelerler.
Söz hulasa edilince, Temyizde hususi dairenin vazifesi yeni kurulacak milli korunma mahkemelerinden veya bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde ayni davaları görmeğe yeniden salahiyetli kılınacak mahkemelerden verilecek hükümleri tetkik etmek üzere tayin olunmuştur.
Bu netice karşısında aksine vaki olan iddia ve mütalaaları cevaplandırmak kolaydır. Deniliyor ki vazife tayininde diğer bazı hususi kanunlarda görüldüğü gibi eski işler hakkında istisnai bir hüküm konmuş olmadıkça vazifeye müteallik yeni hüküm bunlar hakkında da tatbik olunur. Buna cevabım şudur ki 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesinin 6 numaralı bendinin biraz evvel beyan ve tafsil olunan kayıtları bu yolda bir iddia serdine mahal ve cevaz vermez. Çünkü sözü geçen bend şuradan çıkan hükümleri şu daire görecek diye istisnayı kendi hükmünde ifade eden bir hüküm koymuştur. Bu beyandan başka ayrıca bir istisna zikrine lüzum yoktur.
Sonra milli korunma mahkemeleri demek bir ünvan vermekten ibarettir, deniyor. Yeni kanun hükümleri karşısında böyle düşünülemez. Milli korunma mahkemeleri yeni bir teşekkül olacaktır.
Sonra biz bu eski işleri görmeyelim diye düşündük. Layiha, komisyonunda bu maksat ile hazırlandı, dendi. Layihayı hazırlayanlar böyle düşünmüş olabilirler. Fakat kanunu kabul edenler böyle dememişlerdir.
Sonra 4180 sayılı kanunun altmış yedinci maddesinin birinci bendi ile 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesinin birinci bendi birbirinin aynidir. Yalnız ikincisinde salahiyet genişletilmiştir, deniyor. Yukarıda tafsilatiyle arzettim. 2. kanun ile kurulacak mahkeme birincinin devamı değildir. 2. kanun ile birinci kanunun hükmü sona ermiştir. 2. kanun yeni bir mahkeme kurmak salahiyetini vermiştir.
Sözümü bitirirken kısaca arzedeceğim ki ihtilaf mevzuu olan işler her halde Temyiz mahkemesine intikal etmiş bulunan veya eski kanun ile teşkil edilen veya salahiyet verilen mahkemelerde görülüp hükme bağlanmış olan işler olmalıdır. Yoksa eskiden müteşekkil veya salahiyetli kılınmış olan mahkemelerde görülmekte iken yeni 4648 numaralı kanunun kabul ve neşrile yeni teşkil edilecek veya salahiyetli kılınacak mahkemelere intikali ve onlar tarafından intacı icap eden işler şüphesiz yeni hususi dairenin vazifesi dahilinde bulunur.
Netice, Temyizin evvelce vazife almış olan diğer daireleri 4180 numaralı kanunun altmış yedinci maddesinin 1 ve 5 inci bendleri dahilinde teşekkül etmiş veya salahiyetli kılınmış olan mahkemelerden verilmiş olan hükümleri tetkik etmeleri ve yeni teşkil edilen hususi dairenin 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesinin 1 ve 5 inci bendleri mucibince teşekkül etmiş veya salahiyetli kılınmış olan mahkemelerden verilmiş olan hükümleri tetkik etmesi icap eder. Kanun ibare ve hükümlerinden anladığım budur. Ve maruzatım bundan ibarettir.
2. Ceza Reisi S. N. Akyollu : Sayın Bay Aziz Yeğer işin en ehemmiyetli noktasına temas ettiler. Yeni altmış yedinci madde ile mahkemeler teşkil edilmiştir. Ondan evvel böyle bir mahkeme yoktur, diyorlar. Bu takdirde yeni kanunun mer'iyetinden itibaren eski mahkemelere yeni salahiyet verilmemiş ve müddeiumumiler tayin edilmemiş olmasına göre verdikleri hükümler batıldır, demek lazımdır. Çok ehemmiyetli olan bu mevzuun göz önünde tutulması lazımdır. Eski altmış yedinci madde mevcuttur, tadil edilmiştir. Bu yeni kanun tedvini teknikidir.
Akil Aksöz : Yeni daire milli korunma mahkemelerinden verilen kararlara bakacaktır. Bunda şüphe yoktur. Daha salahiyetli kılınan mahkemelerden verilen kararlara bakacaktır. Bugüne kadar salahiyet verilmiş olanları mı yoksa bundan sonra salahiyetli kılınacak olanları mı? Bendenizce şimdiye kadar gerek hususi mahkemelerden ve gerek salahiyetli mahkemelerden verilmiş olan hükümlerin tetkiki yeni daireye aittir. Kanun tadil edilmiştir. Ayrıca yeniden salahiyet vermeğe de lüzum yoktur. Eski hükümlere eski merciler, yeni hükümlere yeni daire baksın demeğe lüzum yoktur.
3. Hukuk Reisi Ş. Temizer : Her iki noktai nazara üçüncü naktai nazar.
Bu işin tevhidi içtihat suretiyle halli lazım gelmiyeceği,
Vehbi Yekebaş : Altmış yedinci madde kaldırılmıştır. Usulü teşrideki sakki hukukiye istinaden bir madde ya muhafaza edilir, ya kaldırılır, başkası ikame edilir. Eğer eski madde değiştirilmemiş olsaydı milli korunma mahkemeleri 1609, 4237 numaralı kanuna giren işlere de bakar, demesi lazımdır. Böyle dememiştir. Sayın Bay Aziz Yeger'in esaslı tetkiklerine göre bu mahkemeler yeniden kurulacaktır. Bu işlere bakmağa salahiyetli kılınan mahkeme demek salahiyettar kılınacak demektir. Esbabı mucibede sarahaten kılınacak olan demektir.
O. Nuri Köni : Vazife meselesinde sarih bir hükmü kanuni lazımdır. Maddeden zorlıyarak mana çıkarılmak istenmiştir. Vazııkanun vazife meselelerine hörmetkar olduğu için daima kanuna bir kayıt koymuştur. Eski işler eski dairede görülsün, denmiştir. Nitekim yeni teşkil edilen Ticaret ve 4. Hukuk Dairelerine ait işler derhal bu dairelere verilmiştir.
Şefkati Özkutlu : Teşkili mehakim mevzuubahis değildir. Mevcut mahkemelere işleri dağıtmaktır. Esasen Adliye Vekaleti böyle bir şey yapmağa da salahiyetli idi. Binaenaleyh burada bir daire mevcut olduğuna göre eski işlere de eski daire bakmak lazımdır.
Başsavcı Fahreddin Karaoğlan : Sözlerime Sayın Reis İbrahim Ertemin dünkü müzakerede temas ettikleri noktalara cevap vermekle başlamak niyetinde idim. Fakat bugünkü müzakerede muhterem Reis F. Hulusi Beyefendinin ileri sürdükleri bir mesele araya girdi.
Bu işin Tevhidi İçtihat Heyetince müzakere mevzuu olacak bir iş olamayacağı fikrini dermeyan buyurdular. Bence Yüksek Heyetinizin bu işi müzakereye başlamış bulunması bu mülahazaya fiili bir cevap mahiyetindedir. Başka sebep arzına lüzum, görmüyorum. Gerek müşarünileyhin diğer sözlerine, gerek muhterem Reis S. Nafiz Beyefendinin parmak bastıkları noktaya aşağıdaki sözlerim içinde cevap teşkil edebilecek olanlar bulunacaktır.
Binaenaleyh Sayın Reis İbrahim Ertemin, itirazlarıma mesnet olan bazı mucip sebeplere karşı vaki temaslarına geçiyorum.
Bunlardan birincisi Temyizde hususi bir daire teşkil olunmuş olduğu Resmi Gazete ile ilan veya temyiz dairelerine tebliğ edilmemiş olmasının bir ehemmiyeti olamayacağı sözüdür. Öyle zannederim ki kaza hakkının tefvizine veya nez'ine taalluk eden hükümler alakalı hakimin malümat hasıl etmesiyle bir hüküm ifade ederler. Alakalı hakimin malumatı da ya bizzat kendisine tebligat icrasiyle hasıl olur veya Resmi Gazete ile neşrü ilanından itibaren hasıl olmuş sayılır.
Diğer taraftan icrası kanuna mütevakkıf olan her teşkil ve tesis de, kendi mevzuatımızdaki emsal ve eşkaline göre ya Temyizin Sivas'dan Eskişehir'e nakli münasebetiyle olduğu gibi doğrudan doğruya kanun ile yapılır da mesela ( Eskişehir'de bir Mahkemei Temyiz teşkil olunmuştur. ) denilir veya bu seferki daire ilavesinde olduğu gibi yapılmasında alakalı makama salahiyet verilir.
İster doğrudan doğruya kanun ile yapılmış ve ister kanunun verdiği salahiyete müsteniden vazifedar makamca icra edilmiş olsun böyle bir teşekkülün nasın muamelatına ve binnetice bir çok hallerde hukukuna yapacağı tesirin derecesi nazarı itibare alınırsa kanuni hüküm ifade edecek olan vakıanın sadece o teşkili vücuda getirecek kimselere tebliğ edilmiş olmaktan ibaret olamayacağı teslim olunmak lazım gelir. İntikal devrelerine ait bir çok haller olurki onlara kanuni bir veçhe verebilmek için yeni halin makabline şümul ve ademi şümulü üzerinde durmak icap edebilir. Bu vaziyette ise makablü mabadini mülahazaya imkan verebilecek bir vasat, bir mebde', bir dönüm başı bulmak zarureti hasıldır. Bu vasat, bu mebde ne olacak ve bilhassa ne ile tayin olunacaktır? Memuriyetlerin tebliğiyle mi? Bittabi değil! Esasen Temyizde ve binaenaleyh Vekaletin gözü önünde bulunan, Haydar Naki beye ihtimalki vakıa günü gününe tebliğ olunmuş olabilir. Fakat İstanbulda bulunan İsmail Hakkı Beye belki iki gün sonra, Karamanda mezun bulunan Zonguldak Reisi Rifat Beye belki üç gün, nihayet asıl heyeti tamamlıyacak olan beşinci hakime beş gün sonra yapılmış olabilir. Bunların hangisi mebde teşkiline esas olacaktır? Bundan da kat'ı nazar Haydar Naki Beye mücerret böyle bir ihbar vaki olmasının İbrahim Ertem Beye ne tesiri olabilir? Mahkemei Temyizin bütün iyn ü anından mesul bir başı ve mümessili vardır. Temyizde hususi bir daire teşkil olunduğu riyaseti ula tarafından dairelere bildirilmiş değildi. Bildirilmiş olmamasının da hikmeti vardı. Böyle iken 3. Ceza Dairesinin kendiliğinden harekete gelmesi için teşkil vakıasının hiç olmazsa Resmi Gazete ile neşir ve ilan edilmiş olması lazımdı. Halbuki o günlerde böyle bir teşkilin yapılmış olduğu Resmi Gazete ile de neşir ve ilan olunmuş değildi. İşte itiraznamemde teşkil keyfiyetinin Resmi Gazete ile neşir ve ilan edilmiş olmamasının yer buluşu bu sebep ve mülahazalara müstenitti. Dikkate şayandır ki bu neşrü ilan keyfiyetinin bu bahiste hiç bir ehemmiyeti olmıyacağını ileri süren muhterem arkadaşımız bu teşkile muktazi tahsisatın verildiğine dair olan koordinasyon heyeti kararının Resmi Gazete ile neşir ve ilan edilmiş olmasını kendi dairesinin vazifesizlik kararına mucip bir sebep yapacak derecede haizi ehemmiyet görmüştür. Halbuki bir teşkile muktazi parayı vermiş olmak o teşkili yapmak demek olamayacağı aşikardır. Binaenaleyh koordinasyon kararının Resmi Gazete ile neşrolunmuş olmasının veya olmamasının ehemmiyeti yoksa da Mahkemei Temyizde bir daire teşkil edilmiş olduğunun resmen neşir ve ilanında vücuh ile ehemmiyet ve maslahat vardır.
Muhterem arkadaşımızın beyanatı arasında tezat teşkil eden bir nokta da şudur :
Bir kerre gerek vazifesizlik kararlarında gerek onu teyit eden şifahi beyanlarında 4648 numaralı kanunun altmış yedinci maddesinde elde mevcut olan işler hakkında bir kayıt ve işaret olmadığını kabul ve iddia etmektedirler. Eğer böyle ise o halde bu işler hakkında ne yapılacağını o kanunla değil, mümasil hadiselerde temyizin dayandığı yerleşmiş esaslara göre halletmek lazım geleceğini kabul etmek icap eder.
Halbuki muhterem arkadaşımız bir taraftan bu meselenin Korunma Kanununun altmış yedinci maddesiyle hal olunamayacağını ileri sürerken meseleyi yine ayni kanun ile halletmeğe çalışmışlardır. Bütün dayanak sebepleri hep de altmış yedinci madde etrafında toplanmaktadır.
Vakıa altmış yedinci maddenin 2, 3, 4 ve 5 inci bendleri 4180 numaralı, kanunda da mevcuttu. Fakat o maddenin asıl ruhu birinci bendinde idi. Nitekim bugün de öyledir. Diğer bendleri ilk bend ile kurulmuş olan esasın şekli tatbikine taalluk eden teferruattır. Müteakip bendlerin her biri hep de ( bu mahkemeler ) diye başlıyor. Hangi mahkemeler? İşte o birinci bendinde kurulması istihdaf olunan mahkemeler!. 1. benddeki mahkemelerin şekil ve mahiyeti değişince maddenin de ruh ve mahiyeti değişmiş olur. Nitekim öyle olmuştur. 4180 numaralı kanunun altmış yedinci maddesile 4648 sayılı kanunun altmış yedinci maddesi mevzuu arasında dağlar kadar fark vardır. Dünkü mahkemeler milli korunma denilince akla gelen işleri görmekle mükellef teşekküllerdi. Bugünkü mahkemeler vazifelerine menfaat kastiyle hiyanet eden bütün devlet memurlarının istisnasız bir tedip merciidir. Sade bu sıfat ve mahiyet bile kendilerine bir şahsiyeti mahsusa veren, eskisi ile kabili kıyas olmıyan bir mahiyettir.
Son kanun layihasının ilk tanzimi sırasında mahdut daireli bir tadil mülahaza edilmiş olabilir, fakat layihanın andan sonraki safhalarını tetkik eden millet mercileri kaza mercilerinin bu mahdut daire dahilinde kalmalarını memleketin hal ve ihtiyacına kafi görmemiş, onlara mümtaz ve müstesna bir şekil, bir vücut vermeyi iltizam etmiştir. Kanunun bugünkü halile bize ifade ettiği şeklü mahiyet budur.
Maamafi bu müstesna mahiyet sade bununla kalmış değildir. Yeniden teşkili istihdaf olunan toplu mahkemeler on beş gün hapis ve beş yüz lira ağır para cezalarını kat'i surette hükmetmek salahiyetini haizdirler. Bu salahiyetin ifade ettiği şey o kadar büyük ve ehemmiyetlidir ki altmış beş yıllık adli bünyemizde bir misali gösterilemez. Adeta adli teşkilat ve esasatımızın veçhesini değişmiş gösterecek kabiliyette olan bir hususiyettir. Bu hususiyet ve istisnaiyetleri bünyesinde tebarüz ettiren bir teşekkül nasıl olur da eskisile hem ayar bir teşekkül sayılabilir?
İşte altmış yedinci maddenin ilk bendile yapılan değişiklik şudur. Adına şu veya bu denilmiş olmasının bence ehemmiyeti yoktur. Asıl değişiklik onun mahiyetindedir. Bu mahkemelerin üç, beş veya sekiz olmasının da ehemmiyeti yoktur. Kanun bu teşekkülü istihdaf etmiş ve hükümlerini ona istinaden kurmuştur. Bugün sekiz ise yarın on sekiz, öbürgün yirmi sekiz olabilir. Altmış yedinci madde mevzuu münhasıran kendi meriyetinden sonra kendi hükmüne göre yapılacak şeyleri gözönünde tutan bir mevzudur. 1. bend ile istediği teşekkülü yeni şartlara göre kurmuş ve vazifelerini tayin etmiş olan maddenin ikinci bendinde bu mahkemeleri teşkil edecek olan heyetlerin nerelerden alınacağını, mertebelerini ve müktesep haklarını, üçüncü bendinde maaşlarının ne suretle ödeneceğini, dördüncü bendinde bu mahkemelerin ilgası halinde hakimleri hakkında ne muamele tatbik olunacağını, beşinci bendinde bu mahkemelerin kaza mıntakalarını Adliye Vekaletinin kuracağını ve kurulmadığı yerlerde bu kanuna göre vazifeli mahkemeyi yine Vekaletin tayin edeceğini ve bu kanuna giren bütün suçların davasını bir mahkemede gördürebileceğini göstermiştir. Bütün bunlarda vuzuhla görülüyor ki istihdaf olunan mahkemeler hep ilk bendinde kurulmasını iltizam etmiş olduğu mahkemelerdir. İşte bu mahkemelerden ve bunların kurulmadığı yerlerde bu işlere bakmak salahiyetini haiz olacak olan mahkemelerden verilecek kararları tetkik için Temyizde bir hususi daire kurulmasını da ayni madde altıncı bendinde iltizam etmiştir. Bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu işlere bakacak mahkemeler bahsinde kanunun ( salahiyetli kılınacak olan ) demeyip de ( salahiyetli kılınan ) demiş olmasının başka bir manası olamaz. Esasen beşinci bendinde ( bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu kanuna göre vazifeli mahkemeyi Vekalet tayin eder. ) demiştir. Bu fıkranın bilhassa iki ibaresi üzerinde durmak lazım gelir. Biri ( Bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde ), diğeri de ( bu kanuna göre kurulan mahkemeler ) ibareleridir. Bu mahkemeleri kurmak bittabi bu kanunun meriyetinden sonra mevzuubahis olacak bir iştir. Kanun çıkmadan evvel Adliye Vekaleti bütün devlet memurlarının vazifevi hiyanetlerini kendiliğinden bir mahkemede toplayabilirmiydi? Şüphe yokki hayır! o halde bu mahkemelerin ancak kanundan sonra kurulabileceği açıktır. Hele ( Bu kanuna göre vazifeli mahkeme ) tabirinin ifadesi daha açıktır. Bu kanuna göre ibaresini 4180 numaralı kanuna göre anlamanın imkanı kalmışmıdır? Bittabi asla!
Aziz Bey arkadaşımızın da gayet haklı olarak buyurdukları gibi 4648 sayılı, kanunun ilk maddesi, ( Milli Korunma Kanununun aşağıdaki maddeleri değiştirilmiştir ) demekte, altmış yedinci maddeyi de değişen maddeler arasında göstermektedir. Değişmiş olan şey, yeniden konulmuş olan bir şey olur. Altmış yedinci maddenin temyize dair olan bendinde ( salahiyetli kılınacak olan ) demeyip de ( salahiyetli kılınan ) demiş olmasında bizim noktai nazarımızı talil edecek ne vardır? Bilakis salahiyetli kılınan denilmiş olmasının bir manası varsa o da bizim noktai nazarımızı teyit edecek mahiyettedir. Şöyleki Temyizdeki hususi dairenin teşkili zaten madde bendlerinin takip ettiği sıradan da müstefad olabileceği veçhile en sonra yapılacak bir iştir. İptida asıl mahkemeler teşkil, kaza mıntıkaları tahdit olunacak, teşkil olunmadığı yerlerde hangi mahkemelerin ne suretle tavzifi münasip ise o mahkemeler tayin edilecek, onlar işe başladıktan sonra da Temyizdeki dairei hususiyeye sıra gelecek demektir. Kanunun ibaresinden müstefad olan mana budur. Tatbikatta da şöyle böyle öyle olmuştur. Halen toplu mahkemelerin bir kısmı kurulmuş olduğu gibi kurulmadığı yerlerde olanların da kaza salahiyetleri yeniden tefviz olunmağa başlamıştır. Nitekim muhterem arkadaşımız da bu ciheti kabul ile beraber Vekalet tamimini okumuştur. Öyle olunca Temyizin hususi dairesine iş hazırlıyacak makine kurulmuş demektir. Peyderpey gelecek olan işler bittabi o daireye verilecektir.
Bu işlere ayrı ayrı iki daire bakınca Temyizde bir ikilik hasıl olacağı mahzuru ileri sürüldü. Korkulu görülen durum üç seneden beri zaten ve fiilen mevcuttur. Fakat korkulan hiç bir şey olmamıştır. Bir iki noktada beliren içtihat ihtilafları Heyeti Celilenizce hallolunmuştur. Bundan böyle de muvakkat bir zaman için icap ederse yine böyle olabilir.
Halen elde bulunan işler için Temyizde ne yapılacağı hakkında kanunda hüküm ve sarahat aramağa hiç lüzum yoktur. O hüküm maddenin heyeti umumiyesinden çıkan mana ve mukteza ile zaten taayyün etmiş bulunmaktadır. Hususi daire, teşkilden evvelki hükümlere -vazifesinin bağlanmış olduğu kayt ve şartlar sebebiylevaz'iyet edemeyince o hükümleri, bu işlere esas itibariyle salahiyetli bulunan dairenin tetkik etmesi lazım gelir. Bu lüzumu sağlayan mesnet 3. Ceza Dairesine Temyiz Teşkilatının Tevsii Kanun ile çizilmiş olan geniş huduttur. O kanun hükmünce 3. Ceza Dairesi esas itibariyle mahkemelerden hususi kanunlara tevfikan verilmiş olan hükümlerin mutlak bir tetkik merciidir. Bu ıtlakı takyit eden istisnai bir hüküm bulunmadıkça mümasil bütün davaların esas mercii müşarünileyh dairedir. Mevzuu bahsimizde Temyizdeki hususi daire dolayısiyle önümüze çıkan takyidi hüküm, ancak 4648 sayılı kanuna tevfikan teşekkül eden veya o kanuna tevfikan vazifelendirilen mahkemelerden verilecek olan hükümler maksurdur.
Böyle olunca o dairenin vazifesi son kanun ile teşekkül etmeyen veya vazife almayan mahkemelerden verilmiş olan hükümlere şamil olamaz. Hatta son kanuna göre teşkil olunan mahkemeler bile eğer Temyizdeki hususi dairenin teşkilinden evvel teşkil olunmuş ve hüküm vermiş bulunurlarsa yani son kanuna göre vazife almış olup da hüküm vermiş olduktan sırada Temyizdeki hususi daire henüz teşekkül etmemiş bulunuyorsa o hükümlerin de tetkik mercii yine 3. Ceza Dairesi olmak lazım gelir. Mümasil cezai hadiselerde Temyizin yerleşmiş esası budur.
Hatta bu esası tayini merci işlerinin yüksek mercii sıfatiyle kuran da 3. Ceza Dairesinin bizzat kendisidir. Bunun en son hal şekillerini Kırşehir ve Aksaray ağır ceza mahkemeleri arasındaki vazife ihtilaflarında bulmaktayız. Aksarayda bir ağır ceza mahkemesi teşkil olunması üzerine o teşkilden önce Kırşehir Adliyesinde açılmış bulunan davaların Kırşehir'de mi, Aksaray'da mı görüleceği bahsinde iki mahkeme arasında çıkan müteaddit ihtllafları 3. Ceza Dairesi, ( teşkilden önce el konulmuş olan davaları kemakan Kırşehir mahkemesinin göreceğini ) tesbit suretiyle halletmiş ve hatta bu müstakar sureti halden haberdar bulunmıyan tatil heyetince verilen aksine mülabis bir karara karşı vaki tashih dileğimizi de yine 3. Ceza Dairesi kabul ederek işi müstakar içtihada irca etmiştir. Ağır ceza mahkemeleri arasında cayi tatbik bulan bir esasın Temyiz dairelerinde mesnet olamamasına hiç bir sebep yoktur. Maslahat bunu istilzam etmekte olduğu gibi kanun da gerek hükmü gerek maksadı ile bunu istilzam etmektedir.
Böyle olunca bu işlerin merciini tayinde temyizdeki teşkil hadisesinin bir hareket mebde'i, bir hudut başı ittihaz olunması lazım gelmiş olur. Bu takdirde ise hangi tarihin bu teşkile mebde sayılması icap edeceği meselesi kalır.
Fikrimizce bu mebde Adliye Vekilliğinin Temyizde hususi bir daire teşkil olunmuş olduğunu bildiren 10 ilkteşrin 1944 tarihli ve 1125 numaralı tahriratıdır. Temyiz Baş Reisliği memuriyetimizden tarz ve tebliğ olunan bu tahriratladır ki böyle bir vakıadan resmen haberdar olmuştur. Fakat 11 teşrinievvelde haberdar olduğu bu vakıanın zaruri sebep ve mülahazalardan dolayı Temyiz dairelerine tebliğini tehir etmişlerdir. Bugün artık tahakkuk etmiş bulununca o tarihin mebde ittihazı zaruri olur. Maruzatım bundan ibarettir.
1. Reis : Temyiz hususi dairesinin resiliğine arkadaşımız Haydar Beyefendinin tayin edildiğine ait Vekalet emrinin tebliğini müteakip bu dairenin güya tamamen teşekkül etmiş ve işe başlamış bir vaziyette bulunduğu kanaatında olan 3. Ceza Dairei Aliyesi artık milli korunma işlerindeki kaza salahiyetinin nihayet bulduğu zehabiyle 22.10.1944 tarihli ilk vazifesizlik kararını vermiştir.
Bu karara akabinde itiraz eden Başmüddeiümumilik dava dosyasını daireye tevdi eylemiş ve ertesi gün teşekkül eden Ceza Umumi Heyetinde müzakere mevzuu olmuştur. Kısa bir müzakereden sonra itiraz reddedilerek 3. Ceza kararı tasdik ve kabul edilmişti. Ertesi salı günü bazı arkadaşlar bana şahsan müracaat ederek bir gün evvelki reylerinden rücu ettiklerini söylediler. Bu suretle bir gün evvelki kararın ekseriyet nisabını haiz olup olmadığı muhtacı teemmül bir hal almıştı. Bununla beraber o gün yine 3. Ceza Dairesinin verdiği iki vazifesizlik kararı Başmüddeiumumiliğln ayni mahiyette ve fakat evvelki sebeplere ilave edilen yeni esbabı muhtevi itiraznamesiyle geldi. Husule gelen şu karışık vaziyetin düzeltilmesi ve bu işe müstakar bir cereyan verilmesindeki müstaceliyet sebebiyle perşembe günü içtimaa davet edilen Ceza Umumi Heyetinde mesele yeniden ve bütün teferrüatiyle müzakere ve münakaşa edilerek binnetice itiraz varit görüldü ve 3. Ceza kararları kaldırıldı. Bu arada itirazın reddine taalluk eden birinci kararı da muhterem heyetin nazarı dikkatine arzettim. Bittabi ikinci müzakere ile reyler belli olduğu için ilk kararın da bu şekilde olması tensip edildi.
Ancak 3. Ceza Dairesi muhterem reisi İbrahim Beyefendi, kararı evvelden rücu'a imkan olmadığını ısrarla beyan ve umumi heyet kararlarının kendilerini takyit edemeyeceğini söyleyerek vazifesizlik kararı vermekte devam edeceklerini ileri sürdükleri cihetle evvelki kararın ilk şekliyle kalması ve keyfiyetin Tevhidi İçtihat Yüksek Heyetinde müzakere edilerek emsalinde muta ve vacibülimtisal bir karar elde edilmesinin daha muvafık olacağını anladığımdan bu hususu da kararı veren arkadaşlarımın dikkat nazarlarına arzeylerim. O karar da eski şekliyle ve ca'li bir ekseriyetle ortada kaldı. Yoksa esas itibariyle Ceza Umumi Heyetinde hakiki bir muhalefet yoktur. 1. karar bir tashihi kararla ortadan kaldırılabilirdi. İşte geçen safahatı, hakiki cereyanına sadık kalarak yüksek huzurunuza arzediyorum. Bu ca'li ekseriyetin kararına rağmen dün verdiğiniz tasvip reyleriyle işin tevhidi içtihat suretiyle hallini kabul buyurdunuz. Bundan sonra asıl meseleye gelelim. Adli teşkilat kanunumuzun ruhu ve ihtiva eylediği hükümler hepimizce malumdur. Bu teşkilat şu derecelerle ifade edilir. İlk merhalede sulh mahkemeleri, andan sonra asliye mahkemeleri, bunların fevkinde birde Temyiz Mahkemesi vardır. Teşkilatın kanuna uygun normal şekli budur. Bu teşekküller haricinde yapılacak istisnai teşkilat onların bünyesine uygun hükümlerle şekillenebilir. Bunları umumi hükümlere tabi tutamayız. İşte haddi zatında hususi bir kanun olan Milli Korunma Kanununda yer almış bulunan milli korunma mahkemelerini de bu zaviyeden mütalaa etmek zaruridir.
Milli Korunma Kanunu dört sene zarfında dört safha ve dört hüviyet ile karşımıza çıkmaktadır. İlk safha 3780 numarayı almış ve 26.1.1940 tarihinde meriyet mevkiine girmiş olan kanunun ilk şeklidir. Bu kanunda milli korunma davalarının rüyet mercileri hakkında hususi ahkam mevcut değildir. Bu itibarla ve kanunda suç sayılan fiiller için mevzu cezaların mahiyetleri bakımından asliye ceza mahkemelerinde tatbik yeri bulmuştu. Hususi bir kanun olduğu için asliye mahkemelerinden verilen kararlar da Temyizin bu kabil işlerle iştigal eden 3. Ceza Dairesine ait bulunuyordu.
2. safha yani birinci tadil ile bazı ilavelere maruz kalan Korunma Kanunu 4156 numaralıdır, 23.12.1941 de yürürlüğe girmiştir. Bu kanunda da korunma davalarının görüleceği merciler gösterilmemiştir.
3. safha yani ikinci tadil ile 4180 numarayı taşıyan kanun 3.2.1942 de tatbik sahasına girmiş bulunuyor. Bu kanunda korunma davaları için bir hususiyet göze çarpmaktadır. Bu kanunun altmış yedinci maddesinde aynen ( lüzum görülen yerlerde Adliye Vekaleti bu kanunun hükümlerine giren suçlarla bu kanunun altmış dördüncü maddesinde yazılı memurların işledikleri suçlara müteallik davaları görmek üzere Hakimler Kanununun her sıfat veya derecesindeki hakimlerden müteşekkil olarak toplu veya tek hakimli mahkemeler kurabilir. )
Şu teşekkülde bir istisnaiyet şemmesi hissedilmekle beraber kurulacak mahkemeler yine asliye mahkemesi ünvanını muhafaza etmişlerdir. Nitekim bütün kararnamelerde ( Milli korunma davalarını görmekle mükellef asliye mahkemesi hakimliği ) diye yazılmıştır. Böyle tevsim edilmiştir. Şu suretle yine asliye mahkemeleri zümresi içinde yer almış bulunuyorlardı. Bu safhaya kadar temyiz için hususi bir merci tayin edilmemiş ve kemakan bütün kararlar, hususi kanunların temyiz mercii olan 3. Ceza Dairesine ait bulunmuştur.
İhtilaf bundan sonra yani dördüncü safhada başlıyor. 4648 numaralı olan son tadilleri muhtevi kanun 11.8.1944 de meriyet mevkiine girmiştir. Bu kanunun altmış yedinci maddesinde evvelki 4180 numaralı kanunun buna tekabül eden altmış yedinci maddesindeki milli korunma suçlarından başka 1609 ve 4237 numaralı kanunlardaki fiiller ve Milli Korunma Kanununun altmış dördüncü maddesi mucibince vazifeli memurların vazifelerinden doğan suçlar ve Korunma Kanunu mucibince evrak ve vesaiki resmiyeden sayılan vesikalar üzerinde yapılmış sahtekarlık suçları ve bütün bu kanunların şumulüne giren davaların görüldüğü sırada tekevvün etmiş bulunan yalan şahadet suçlarını görmek üzere Hakimler Kanununun her sınıf veya derecesindeki hakimlerden müteşekkil olmak üzere toplu veya tek hakimli milli korunma mahkemeleri kurabilmek için Adliye Vekaletine salahiyet verilmiştir.
İşte burada esas teşkilat kanunumuzdan tamamen ayrılarak hususi mahkemeler kurulmaktadır. Bundan evvelki 4180 numaralı kanunun altmış yedinci maddesinde yalnız Hakimler Kanununa mugayir gibi görünen bazı hükümler vardı. Halbuki bu madde ile Hakimler Kanununun hiç bir hükmü fiilen ihlal edilmiş değildir.
Asliye mahkemeleri kurulurken Hakimler Kanununda hakimler için gösterilen derecelerden hangileriyle bu mahkemelerin kurulacağı hakkında bir sarahat mevcut olmadığından ikinci sınıf hakimlerden her hangi birinin bir asliye mahkemesine hakim tayin edilmesi mümkündür. Mesela Adliye Vekaleti bir asliye mahkemesine doksan lira asli maaşlı bir hakimi tayin ederse bunun kanuna aykırı bir ciheti mutasavvermidir? Hayır! O halde milli korunma davalarını niyet edecek asliye mahkemeleri kurulurken de bundan bahse hiç mahal ve icap yoktu. Yalnız burada bir hususiyet vardır. O da birinci sınıf hakimlerden de asliye mahkemesi hakimi tayinine Adliye Vekaletine salahiyet verilmiştir. İşte işin ruhu buradadır. Şu halde 4180 numaralı kanunla değişen yalnız Hakimler Kanunudur ve yalnız Hakimler Kanununun bazı hükümleri bundan müteessir olmuştur. Yoksa esas teşkilat kanunumuz değildir. Fakat 4648 numaralı kanunla teşkilat kanunu değiştirilmiştir. Esas adli teşkilatımızın bünyesinde dahil olmıyan bir hususi teşekkül burada yer almıştır. O da milli korunma mahkemeleridir. Bu ciheti böylece tesbit ettikten sonra son kanunun temyize ait hükmünü tetkik edelim.
4648 numaralı kanunun yukarıdanberi bahsi geçen altmış yedinci maddesinin altı numaralı bendinde aynen ( Milli korunma mahkemelerinden ve bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu işlere bakmak üzere salahiyetli kılınan mahkemelerden verilen hükümleri tetkik etmek üzere bu maddenin ikinci bendinde yazılı hakimlerden Temyiz Mahkemesinde hususi bir daire teşkiline Adliye Vekaleti salahiyetlidir. )
Görülüyor ki Temyiz hususi dairesinin hangi mahkemelerden hangi kanunlara tevfikan verilmiş hükümleri tetkik edeceği sarahatle tayin edilmiştir. Bunda zerre kadar iştibah ve tereddüdü mucip bir cihet yoktur. Temyizin bu dairesi minküllilvücuh hususiyetini muhafaza etmektedir. Bir kerre milli korunma mahkemelerinden çıkacak hükümleri tetkik edecektir. Şayet bu mahkemeler kurulmamış ise bu kanunla salahiyet verilmiş mahkemelerden südur edecek kararları tetkik edecektir. Bilmem ki bunlarda münakaşayı mucip bir müphemiyet varmıdır?
Şimdi asıl ihtilaf sebebine temas ediyoruz. 3. Ceza Dairesi milli korunma mahkemeleri kuruluncaya kadar eski kanunlar mucibince salahiyettar kılınmış bazı mahkemelerden verilen kararların da Temyiz hususi dairesince tetkik edilmesini istiyor. Halbuki Temyiz hususi dairenin vazifesi tayin edilirken eski salahiyetlerden bahsedilmemiştir. Şu halde eski salahiyetlerle teçhiz edilmiş asliye mahkemelerinden çıkan kararların temyizen tetkik mercii 3. Ceza Dairesi olmak icap eder. Temyiz Teşkilatının Tevsiine Dair olan kanun hükümleri bunu amirdir.
Esasen 4648 numaralı kanundan evvel salahiyetlendirilmiş olan asliye mahkemelerinin bugünkü yani 4648 numaralı kanunda mevzuubahis edilen ef'ali cürmiyeyi görmekle mükellef milli korunma mahkemeleri muvacehesindeki vaziyeti hukukan nakıs salahiyetli mahkeme ıtlakına seza bir mahiyet almaktadır. Zira, bundan evvelki vaziyete göre gerek tamamen Milli Korunma Kanununun şümulüne giren suçları görmekle mükellef ve salahiyetli asliye mahkemelerinin ve gerek diğer davalarla birlikte yine milli korunma suçlarını fasl ve rüiyetle muvazzaf mahkemeler, son tadilatta bir çok fiillerin Milli Korunma Kanunu çerçevesine girmesi ve bundan başka 1609 numaralı kanunun nazara aldığı irtikap, irtişa, zimmet ve ihtilas suçlariyle 4237 numaralı kanunun ihtiva eylediği fevkalade zamanlarda haksız mal iktisap eden kimseler hakkında yapılacak muamele ve tatbik edilecek kanuni terhibata ait ahval ve yine Milli Korunma Kanununun altmış dördüncü maddesine göre vazifelendirilmiş memurlar tarafından işlenen suçlar ve Milli Korunma Kanununda gösterilen evrak ve vesikalar üzerinde vukua getirilen sahtekarlık fiilleri ile bütün bu suçlara ait davaların rüyeti sırasında işlenmiş olan yalan şahadet suçlarının rüyet mercii olan ve son korunma kanunu ile lüzum görülen yerlerde tek veya toplu hakimlerle kurulmasına salahiyet verilen milli korunma mahkemeleri muvacehesindeki salahiyeti nakıs salahiyet mahiyetinde görülmek icap eder. Bugünkü vaziyet diyorum, çünkü ilerde belki başka fiilleri de şümulü dairesine alabilir ve o zaman müstakbelde kurulacak veya salahiyetlendirilecek milli korunma mahkemelerine nazaran bugünkü milli korunma mahkemeleri de eksik salahiyetli veya nisbeten mahdut kaza hakkına malik mahkemeler diye vasıflandırılabilir.
Bütün bu haller ve sebepler gösteriyor ki kanun vazıı, eskiden yalnız milli korunma suçlarını görmekle vazifeli veya salahiyetli kılınmış mahkemelere nazaran daha geniş ve şümullü işleri görecek yeni mahkemeler kurulmasını muvafık görmüş ve bunu temin edecek veçhile son kanuna yeni hükümler koymuştur. Bu hakikatlar ve realiteler göz önünde dururken nasıl olur da Temyizin hususi dairesini, eski ve muaddel kanuna göre kurulmuş veya salahiyetlendirilmiş asliye ceza mahkemelerinden çıkan hükümlerin temyizen tetkik merciidir diyebiliriz?
Bu görüşleri haklı gösterecek elimizde kafi deliller de vardır. Son 4648 numaralı kanunun 11.8.1944 de tatbik mevkiine konulduğunu arzetmiştim. Bazı asliye mahkemeleri bunu görerek kendilerine 4180 numaralı kanunla verilmiş olan kaza salahiyetlerinin hitam bulduğu zanniyle o tarihten sonra gelen milli korunma suçlarına müteallik davaları görmekten tevakki ve imtina etmişlerdir.
Bu durum Vekillikçe incelenerek son Milli Korunma Kanunu ile Adliye Vekaletine verilmiş olan milli korunma mahkemeleri kurmak salahiyeti henüz kullanılmamış olduğundan bilbahis eski salahiyetlerin ancak o mahallerde ya kendilerine veya diğer mahkemelere verilecek yeni salahiyetler veyahut yeniden kurulacak milli korunma mahkemeleriyle nihayete erebileceği beyaniyle evvelki salahiyetlere istinaden vazife görmekte devam edilmesini tamimen bildirmiştir. Bu tamimin tarihi 7 eylül 1944 tür.
Bunu takiben yine bazı mahallerden vukubulan münferit istizahlara da ayni mahiyette cevaplar verilmiştir. Bütün bu şüpheli devre ve fasıla 27 teşrinievvel 1944 de yine Vekilliğin umum mahkeme ve devaire vaki tebligatı umumiyesiyle sona ermiştir.
Vekillik bu umumi yazısında Temyizde hususi bir dairenin ve İstanbul ile Ankara ve İzmirde birer toplu mahkemenin kurulduğunu bildirmektedir.
Şu halde bu toplu mahkemelerin kurulduğu günden sonra ve bu mahkemelerden sudur edecek mukarreratın Temyiz mercii de Temyizdeki hususi daire olduğunda bir veçhile şüpheye mahal kalmaz.
Kanaatımca : 3. Ceza Dairei Aliyesi vaktinden evvel istical etmiştir. Hususi daire kurulmadan yalnız reisinin taayyün etmesi üzerine elindeki müterakim işleri henüz mevcudiyeti iktisap etmemiş olan daireye devre kalkmıştır.
Bir kerre 3. Ceza Dairei aliyesi hususi dairenin teşekkülünden ve vazife görmeğe müheyya bir vaziyette bulunduğundan ne suretle haber almıştır? Vekaletin son tebliğine kadar kendilerine resmen hiç bir tebliğ yapılmamıştır. Kurulmayan daireye evrak verilirmi? Bu öyle bir daire ki kurulması mücerret Adliye Vekaletinin takdir ve tensibine muallaktır. Vekalet kurarsa kurulur. Aksi halde kanunda bundan bahsedilmesi teşekkül etmiş manasını ifade edemez. Vekalet bu daireyi kurduğunu ise ancak 28 teşrinievvel 1944 tarihli umumi yazısında haber vermiştir.
Andan sonra milli korunma mahkemeleriyle diğer asliye mahkemelerine salahiyet verilmesi de hep vekilliğin takdirine terkedilmiştir. Onların kurulduğundan ve vazife ifa etmekte olduklarından da yalnız Vekilliğin ihbarı üzerine malumatlar olabiliriz.
Binaenaleyh asıl olan şey, bütün davaların Teşkilat Kanunu ile muayyen mahkemelerde görülmesidir. Milli korunma mahkemeleri ise hususi ve istisnai mahkemelerdir. Bu hususi mahkemeler kuruldukça ve kaza hudutları tayin edildikçe 4648 numaralı son Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesinde sayılan suçlara ait davalar ona intikal eder ve anın tarafından rüyet edilir. Kurulmıyan yerlerde kemakan asliye ceza veya ağır ceza mahkemelerinin görmesi tabii ve labüddür.
Temyizde hususi bir daire kuruldu diye bütün zimmet ve ihtilas, irtikap ve irtica fiillerine ait dosyalar 1. ve 4. Ceza Dairelerinden alınarak hususi daireye mi verilecek? Bunu kabul edecek hiç bir zata tesadüf etmedim. Hatta 4. Ceza Dairei Aliyesinin bu tarzda bir kararına Başmüddeiumumilik itiraz ederek Ceza Umum Heyetinde müzakere mevzuu olunca muhterem 4. Ceza Dairesini terkip eden arkadaşlar bilittifak kararlarından rücu ettiler. Niçin? Çünkü henüz ellerinde bulunan bu işler hususi surette salahiyettar kılınmış asliye ceza mahkemelerinden veya milli korunma mahkemelerinden verilmemişti, bu sebeple verdikleri ademi vazife kararı doğru değildi.
3. Ceza Dairei Aliyesinin vaziyeti itibariyle de illette iştirak vardır. Zira bugün hususi daireye devretmek istedikleri işler ne milli korunma mahkemelerinden verilmiştir ve ne de son tadil edilen altmış yedinci maddede Adliye Vekilliğine verilen salahiyetin istimali suretiyle kaza hakkı verilmiş asliye mahkemelerinden sadır olmuştur. O halde bunlar da eski mercilerinde bakılmak icap eder.
Kaldı ki tafsilen beyan buyurulan salahiyet ve vazife hakkındaki nazari mülahazat ile hadisemizin hiç bir alakası yoktur. Çünkü biz burada kanunun sarahatına dayanıyoruz. Sarahat bulunmıyan hususlarda nazari kaide ve mütalaalardan istiane edilebilir, yoksa tasrihi delalete itibar olunmaz. Fakat burada üzerinde bihakkın durulacak çok ehemmiyetli bir nokta var ki onu en sonraya bıraktım.
Eğer kanun vazıı Temyizin hususi dairesini evvelce kurulmuş veya salahiyetlendirilmiş bütün mahkemelerde görülerek karara bağlanmış milli korunma suçlariyle diğer sayılan kanunlardaki fiillere ait kararların temyiz mercii saymış olsaydı bunu ( Milli korunma mahkemeleriyle bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde birinci bendde sayılan suçlara ait davaları görmek üzere salahiyetli kılınmış mahkemeler ) diyeceği yerde ( Milli Korunma Kanunu ile 1609 ve 4237 numaralı kanunlarda yazılı suçlara ait kararları ) temyizen tetkik etmek üzere hususi bir daire kurulabilir, diyemezmiydi ve o zaman bizim bugün ona isnat ettiğimiz kastı daha kat'i bir şekilde ifade edemezmiydi? Demek ki kanunun kastı alelıtlak bu suçlara alt kararlar değil, bilakis hususi mahkemelerden sudur edecek kararlar olduğu açık bir hakikattır. Burada İbrahim Beyefendinin bazı itirazlarına cevap vermek lüzumunu hissetmekteyim :
1 - Kanunun altmış yedinci maddesinin altı numaralı bendindeki ( salahiyettar kılınan mahkemelerden çıkan hükümleri ) cümlesinden bir arkadaşımızın istikbale muzaf olarak salahiyettar kılınacak olan manasını çıkarmasının Ceza Umum Heyeti kararının ittihazına saik olduğunu iddia ediyorlar.
Bunu böyle anlamak gayet tabiidir. Çünkü bir kanun tatbik olunuyor. Bir kanunun tadil edilmiş gibi hükümleri tatbik olunuyor. Bu fikri anlatırken, bu maksadı izah ederken salahiyettar kılınmış olan cümlesi mi yoksa salahiyettar kılınacak olan ibaresi mi kullanılmak lazımdır? Kılınmak kelimesi her ikisine de şamil ve her iki kelimenin manasını istihdaf etmiş olabilir. Onu bize anlatacak olan makam karinesi ve ibarenin siyak ifadesidir. Bu kanunu tatbik ederken bir mahkemeye salahiyet verilmesi söylenmek isteniyor. Bununla beraber bir kanunda teşkilden bahsedilirken müstakbel sigası kullanmak pek adet değildir ve beyan şekline de uygun değildir. Çünkü kanun bir vakıadan bahseder.
2 - 4648 numaralı kanundan evvelki mahkemeler zaten asliye mahkemesi ünvanını haizdiler. İbrahim Beyefendi bunda niçin tereddüt ediyorlar? Asliye mahkemesi değilse nasıl 3. Cezanın kapısından içeri giriyor? Evvelki kanunla salahiyet verilmiş mahkemelerin asliye mahkemesi olmadığını söyleyen varmı içimizde? Bizim de iddiamız bu, fakat yeni kanunla teşekkül eden milli korunma mahkemeleri tamamen hususi bir teşekküldür. 3. Ceza Dairesi hiç bir zaman bu hususi teşekküllerden yani milli korunma mahkemelerinden çıkacak kararları tetkik edecek değildir. Bunların temyiz mercii Temyizin hususi dairesidir. İhtilafın mevzuu ise eski 4180 numaralı kanunla kurulmuş olan asliye mahkemelerinden çıkan kararların temyizinin nereye ait olduğunu anlamaktadır.
3 - İbrahim Beyefendi, esbabı mucibe mazbatasından okudukları bir kısım ile hususi dairenin Milli Korunma Kanununun şümulüne giren bütün hükümleri tetkik etmek üzere kurulduğunu iddia buyuruyorlar. Esbabı mucibe mazbatası nihayet kanun metninin tavzihi sadedinde bir ışık verebilir. Altmış yedinci maddenin altıncı bendi ise gayet sarihtir. Burada davalar değil, milli korunma mahkemeleriyle salahiyettar kılınan mahkemelerden çıkan hükümler bahis mevzuudur.
4 - Sonra, müçtemi mahkemelerin ve münferit hakimliklerin azlığından bahsederek diğer asliye hakimliklerince verilecek hükümlerin kemakan 3. Ceza Dairesince tetkik edilmesi lazım gelirse bundan ne faide hasıl olur, dediler. Bütün suçların tekasüf ettiği bu yerlerde kurulan mahkemelerin göreceği işler hususi daire için kafi olmadığı zannında mı bulunuyorlar? Bunu bir müddet sonra göreceğiz. Hususi daireyi meftur ve mefluç bir hale mi getirmek lazımdır? Gayet tabii olarak bir kısmı yine 3. Cezaya verilecek. Bu, muvazenenin temini için zaruri bir iştir. O halde bu kadar didinmenin sebebi nedir? Hususi daire henüz azası tamam olmadığı için fiilen işleyecek bir halde değildir.
Heyeti terkip eden zevattan hiç biri milli korunma işleriyle meşgul olmamıştır. Bu kanunu hadiselere tatbik şekillerini tetkik ve bunlara istikrar verebilmeleri zaman meselesidir. İşlerin gecikmeye tahammülü olmadığını söylemek ise zaittir. Doğmadan ölüme mi mahkum edeceğiz?
Bazı arkadaşlarımız da milli korunma mahkemeleri ünvanı verilsin veya hiç isim takılmasın, bu teşekkülün asliye mahkemesi teşkilatı içinde bulunduğunu ileri sürerek elde bulunan bütün işlerin temyiz hususi dairesine intikal etmesi lazım geleceğini beyan buyuruyorlar. Bu iddia hakkında biraz evvel izahat arzetmiştim. Burada kastolunan mana öyle zannediyorum ki sulh mahkemelerinden sonra gelen ve adli teşkilat kanununda bahsedilen asliye mahkemeleri demek olacak. Belki de böyle, fakat her halde asliye mahkemesi ünvaniyle değil. Daha doğrusu ilk mahkeme olarak bu sırada yer alabilir. Böyle olmakla beraber asliye mahkemelerinin müteaddit daireyi ihtiva edebileceği de kabili inkar değildir. Nasıl ki ağır ceza mahkemeleri de asliye mahkemesi zümresinden sayılırlar. Fakat hiç bir zaman temyiz mercileri bir değildir. Mesela bir ticaret davası vazifedar olmıyan bir hukuk mahkemesinde bakılmış ise bunu Temyizin Ticaret Dairesi tetkik etmez. O mahkemenin temyiz mercii olan daireye gönderir. O mahkeme vazife cihetinden nakzeder. Niçin? Çünkü Ticaret Dairesi ticaret mahkemelerinden sudur eden kararları tetkik eder de onun için. Hadisemizde de böyledir. Yeni kurulan hususi daire ancak 4648 numaralı son Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesi gereğince teşekkül etmiş milli korunma mahkemelerinden veya yeniden salahiyetlendirilmiş asliye mahkemelerinden çıkan kararları tetkik edebilir. Burada da vazifelerde tedahül yoktur ve olamaz. Şimdi meseleyi daha basit ve sade bir şekle ifrağ edelim. Böyle yaparsak görüş daha ziyade kolaylaşır. Söylediklerimi tekrara vesile ihzar eder gibi görünen bu hareketimden dolayı beni mazur göreceğinizi ümit ederim. İçimizde bu işlerle hiç meşgul olmıyan arkadaşlarımız da vardır ve bilhassa ben vasi bir karihaya ve süratli bir kavrayışa malik olduğumu itiraf ederim. Hitabet denilen hususiyeden mahrum olduğum için söylemek istediklerimi izah edememekten doğan bir ıztırap hissediyorum. Bu sebeple tekrarda olsun iyi niyetime bağışlayınız. Maruzatımın mukaddemesinde Milli Korunma Kanununun geçirdiği dört safhanın mütedaricen genişleyen hükümlerini ve bunların mahiyetlerini arzetmiştim.
Şöyle bir mukayese ile bunları hulasa ediyorum :
Bir Milli Korunma Kanunu çıkarıldı. Fakat cezalandırdığı fiillere ait davalar için ilk ve ikinci devrelerinde hiç bir mahkeme mahsus merci olarak gösterilmedi. Tabiatiyle davalar ait olduğu mahkemelerde görüldü.
Andan sonra yeni tadiller yapıldı. 3. devrede Adliye Vekaletine asliye ceza mahkemelerinden birine münhasıran bu davaları gördürebilmek bunun için de tek veya toplu mahkemeler kurmak salahiyeti verildi. Buraya kadar hiç bir ihtilaf yok. Çünkü Temyizde yeni bir teşekkül kurulmadığı için temyiz mercii tabiatiyle 3. Ceza Dairesi oldu.
Bundan sonra son yani dördüncü devre ortaya çıktı. Bu devrede yalnız milli korunma suçları değil, diğer iki kanunla cezalandırılan fiiller de bunlara katıldı. Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesi bittabi genişledi ve büyüdü. Bu genişleme ve büyüme ile mütenasip olarak asliye mahkemeleri zümresine girmeyen ve hususi bir isim taşıyan milli korunma mahkemeleri kurmak için Adliye Vekilliğine tekrar salahiyet verildi. Şimdi bu son hükümler mucibince Adliye Vekili yani Vekalet Makamı isterse bu gibi salahiyetleri kullanabilecek, istemezse kullanmıyacak. Bu iktidar da ayni zamanda kanun ile kendisine tanındı. Demek ki Adliye Vekaleti mutlak salahiyetini istediği gibi kullanabilecektir. Hiç bir mahkemeye salahiyet vermez ve yeni bir mahkeme, kurmazsa ne olacak? Bütün bu sayılan suçlar ait oldukları tabii mercilerde görülecek değilmi? Mesela milli korunma suçları asliye ceza mahkemelerinde, irtikap, irtişa fiilleri yine bu mahkemelerde, ihtilas suçları ağır cezada ve yalan şahadet fiilleri mahiyetine göre ya ağır cezada veya asliye cezada bakılacak. Bir müddet sonra bunlardan yalnız 1609 numaralı kanunla 4237 sayılı kanunu sureti mahsusada salahiyetli kıldığı bir mahkemeye verdi. Bunlar orada bakıldı. Ortada Temyiz hususi dairesi yok. Mercii temyiz elbette 3. Ceza Dairesidir. Aksine düşünelim. Bu salahiyet verişile beraber Temyizde de bir daire kurdu. Bittabi temyiz mercii bu daire olmak iktiza eder. Bu takdirde diyebilirmiyiz ki milli korunma davalarına ait hükümler de hususi daireye gidecek? Bunu demeğe imkan varmı? Çünkü Adliye Vekaleti ne salahiyet verdi ve ne de Milli Korunma Kanunu kurdu. Nasıl denebilir? Bunun gibi mantıki teselsül devam ettirildikçe netice de ayni çıkar.
Hulasa hususi Temyiz dairesinin tetkik edebileceği kararlar mutlaka ve behemehal yeni kurulmuş milli korunma mahkemeleriyle 11.8.1944 den sonra Adliye Vekaletince salahiyet verilmiş asliye mahkemelerinden çıkacak kararları tetkik edebilir ve illa ondan evvelkilere el süremez.
Kanaatım samimi olarak budur. Hiç bir tarafın ne lehinde ne aleyhindeyim. Ha 3. Ceza bakmış, ha hususi daire. Bana ne. Yalnız düşündüğüm şey muamelatın selameti, kanunun doğru tatbikidir.
Bu mesele çok uzadı, adeta kangırane oldu. Bize bir hususi daire kazandırılması her şeye takdimen ve tesrian görülmesi iktiza eden milli korunma işlerini haftalardanberi mercisiz bıraktı. Bir çok mürafaalar alakadarlara tebligatı ahireye intizar edilmesi bildirilerek geri bırakıldı. Kanun vazıının hususi mahkeme ve hususi Temyiz dairesi teşkilinden beklediği netice bu mu olmalıydı?
Her ne ise verilecek isabetli karar ile zararın neresinden dönülse yine kar olur, demeleriyle sonuçta :
Milli Korunma Kanununun 4648 saylı kanunla değisen altmış yedinci maddesinin Temyizde hususi bir daire teşkiline Adliye Vekilliğini salahiyetli kılan altıncı bendile ne maksat gözetildiği ve adı geçen hususi daire vazifesinin hudut ve şümulünün ne olacağı bahsinde kanun hükmünden anlaşılan mana üzerinde iki gün süren müzakerelerden çoğunlukta husule gelen fikir ve kanaatlar başlıca şu neticelerde toplanmaktadır :
1 - 4180 saylı Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesini 4648 saylı kanun aynile veya hüküm ilavesi suretiyle kabul etmiş olmayıp tamamen değiştirmiştir. Bunun böyle olduğu kanunun metin ve ibaresinden anlaşılan hükmile olduğu kadar bizzat kendi kabuliyle de sabittir. Çünkü 4648 numaralı kanunun ilk maddesinde "aşağıdaki maddeler değiştirilmiştir" derken altmış yedinci maddeyi de değiştirdiği maddeler arasında göstermiştir. Bu hal başka yolda tevcih ve tefsire imkan bırakmıyan bir kesinliktir. Maamafih bu açık ifade, bir an için bir tarafa bırakılarak mücerret ibaresi bakımından bir tetkik mevzuu yapılsa madde hükmünden başka mana çıkarmağa yine imkan bulunamaz. Çünkü maddenin esas itibariyle koymuş olduğu adi hüküm ve bu hüküm ile Adliye Vekilliğine yapmak salahiyetini verdiği değişiklik bizzat çizmiş olduğu vazife hududu dahilinde kaza hakları cari olacak ( milli korunma mahkemeleri ) ünvanlı mahkemeler vücuda getirmekten ve bu suretle vücuda gelecek mahkemelerin hükümlerini Temyizde hususi bir mercie tetkik ettirmekten ibarettir.
Biri diğerine bağlı olmak itibariyle ikisini bir sayarak "Yeni vazifelerle cihazlanmış yeni merciler" diye ifade etmek de kabil olan şu iki kurumdan milli korunma mahkemelerine ait olanın ilk bendinde ve Temyiz hususi dairesine ait olanın altıncı bendinde gösterilmesi sebebi ilk mahkemelerin kuruluşunda gözetilen hususiyetlerin birer birer beyanından sonra Temyize geçmek suretiyle her iki kurumun kendi neliklerinden doğan tabii sıranın kanunlaştırılmaları ( takninleri ) bahsinde de gözönünde tutulmuş olmasındandır.
Binaenaleyh maddenin ruhu, amacı yeni vazifelerle cihazlanmış yeni mercilerdir. Bu amaç esas itibariyle birinci bendde kendini gösterir. 2., 3., 4. ve 5. bendlerde bahsolunan hususlar hep ilk bendinde kanunun icabı hale göre kurulmasını Adliye Vekilliğine bırakmış olduğu o mahkemelerin nerelerde ve kimlerden kurulacaklarını, bunların maaş ve tahsisatlarını, bu mahkemelerin kaldırılacağı zaman açıkta kalacaklara ne muamele tatbik olunacağını, nihayet bizzat mahkeme kurmağa lüzum görülmiyecek olan yerlerdeki işleri yeni şartlar dairesinde kimlerin veya hangi mahkemelerin göreceğini Vekaletin tayin edeceğini göstermeden ibarettir. Bu göstermelerin 4180 saylı kanunda da yer bulmuş olması ilk bentdeki kuruma tabi olmaktan başka bir şey ifade etmeyen mevcudiyetlerine başlı başına bir mahiyet vermiş olmaz. İlk benddeki kurum değişince öteki bendlerin ifade eyledikleri muktezalar da o yeni kurumun muktezaları olmuş olur. İlk bend ise o zamana kadar yükümlenmedikleri vazife ve salahiyetlerle cihazlanmış ve yine o zamana kadar taşımadıkları ünvan ele adlanmış yeni merciler kurulması göz önünde tutularak yeniden konulmuştur. Böyle olunca öteki bendlerde zaten ilk bende tabi bulunmalarından dolayı maddenin esasına tebean heyeti mecmuası değişme, bütün madde hükmü yürürlüğe girmesinden sonra Vekillikçe kullanılacak salahiyet dairesinde yapılacak işlere matuf bulunmuş olur.
2 - Bu esas şu suretle tesbit olununca altıncı bendde kurulmasından bahsolunan hususi dairenin vazife hududu da kendiliğinden çizilmiş olur. Böyle olmakla beraber o bendin zaten metin ve ibaresi başka mana çıkarmağa müsait değildir. Bendin başındaki "...Milli korunma mahkemelerinden ve bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu işlere bakmak üzere salahiyetli kılınan mahkemelerden..." cümlesinin hemen her kelimesi bu maksadın bir işareti mahsusasını teşkil edecek kuvvettedir. Birincisi "Milli korunma mahkemeleri" tabiri altmış yedinci maddede yapılan değişiklikler sırasında kanuna ilk defa konulan bir ünvan olmakla ancak o ünvan ile göz önünde tutulan yeni teşkile maksur olabilir. İkincisi "Bu mahkemeler" ve "Bu işler" kelimelerindeki "Bu" işaretlerinin yakına, gözönünde bulunan şeye delaleti yakında ve gözönunde bulunmıyan şeye atfına imkan bırakmaz. Üçüncüsü "Bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde" cümlesi de mahkeme kurmak ve kurmamak safhası ancak ona lazım olan kanuni salahiyetin iktisabından sonra bahsolunabilecek bir keyfiyet olması itibariyle yine ancak o salahiyetin istimalinden sonraki hali ifade edebilir.
Binaenaleyh mesele yeni kanundan itibaren yapılacak yeni değişiklikler meselesidir. Bu değişiklikler büsbütün yeni mahkemeler kurmakla olabileceği gibi mevcut mahkemelerden lüzum görülenlere yeni vazifeler vermekle de olabilir. Bu surette kurulan veya vazifelendirilenler altmış yedinci maddenin gözönünde tuttuğu mahkemeler olmuş olacaklarından o takdirde ve ancak o veçihile altmış yedinci madde konusuna girmiş olurlar.
3 - Milli Korunma Kanununun şumulüne giren işler üzerinde 4180 sayılı kanun ile teşekkül etmiş veya vazifelendirilmiş bulunan eski mahkemelerin son kanuna tevfikan yukarıda yazılı suretlerde başlanılan yeni fiiliyat karşısındaki durumlarına gelince mücerret yeni kanunun çıkması veya o kanuna göre bulundukları yerlerden başka yerlerde bazı teşkiller yapılıp bazı vazifeler verilmesi eski mahkemelerin durumunda kendiliğinden vazifeyi bir tebdil veya tesir hasıl etmez. Onlar Milli Korunma Kanununun kendi bünyesinde vücuda getirilen mesela tekerrür, teşebbüs, teselsül gibi kanuni ve tatbiki veya hangi hallerde mevkufen muhakeme yapılacağı gibi usuli tadillerin tabii olan tesirleri haricinde ne vaziyette idiseler kendilerine yeni bir tebliğ ve tavzif vaki oluncaya kadar o vaziyette kalırlar. Yani vazifeleri kendiliğinden sakıt olmuş olmaz. Böyle olunca da onların o vaziyette gördükleri ve görecekleri işleri hakkında verdikleri ve verecekleri hükümlerin Temyizce tetkikatı kemakan 3. Ceza Dairesinin vazifesine dahil kalır. O safhada dahi kendiliğinden bir tebeddül vücuda gelmiş olmaz. Şu sebeplerle ki :
4648 saylı kanunun altmış yedinci maddesi, gözönünde tuttuğu teşkilatı yürürlüğe geçmesinden itibaren kat'i ve fiiliyata müessir bir vakıa halinde ihdas etmiş olmayıp sadece bu teşkilatı yerine ve lüzumuna göre yapabilmek salahiyetini Adliye Vekilliğine vermiş, bu sahada yapmış olduğu şey bundan ibaret kalmıştır. Bundan ötürü 4648 sayılı kanunun mücerret yürürlüğe girmesiyle 4180 saylı kanunla teşkil edilmiş veya salahiyetlendirilmiş mahkemelerin teşkilatı ve vazife bakımlarından duramlarında kendiliğinden bir değişiklik hasıl olarak kaza salahiyetlerinin kalkmış olduğu mülahazasına mahal ve imkan bulunamaz. Bu durum da bu veçhile tesbit olununca o mahkemelerin hükümlerini temyizce tetkik ile mükellef bulunan 3. Ceza Dairesinin bu husustaki salahiyet ve mükellefiyetini Milli Korunma Kanunundan veya Adliye Vekilliğinin o kanuna dayanan her hangi emir ve tefvizinden almış olmayıp doğrudan doğruya ve münhasıran Temyiz Teşkilatının Tevsiine dair olan kanunun esas halinde tesbit etmiş olduğu ana hükümden almakta bulunması hasebiyle sonraki kanuna dayanan salahiyetle o ana hükmü kayıtlandıran bazı istisnalar vücuda getirilse dahi o istisnalar dışında kalan hallerde vazifeli mahkemeler üzerindeki kaza hakkının eskisi gibi devam etmesi hukuki esasların icapları bakımından aşikardır. Binaenaleyh Adliye Vekilliğince 4648 saydı kanun ile alınan salahiyete dayanılarak yapılacak olan yeni tefvizlerle eski mahkemelerin o zamana kadarki vazifeleri üzerinde bir yenilik ihdas olunmadıkça gerek eskidenberi Milli Korunma Kanunu ile vazifelenmiş bulunan mahkemelere müteallik eski vazifelerin ve gerek Temyiz 3. Ceza Dairesinin o mahkemeler üzerindeki kanuni mercilik sıfat ve salahiyetinin olduğu gibi cari bulunması lazımdır.
Hulasa :
1 - Temyizdeki hususi dairenin kaza hududu, 4648 saylı Milli Korunma Kanununun altmış yedinci maddesinin ilk bendine tevfikan teşkil olunacak tek veya toplu milli korunma mahkemeleriyle bu mahkemelerin kurulmadığı yerlerde ayni maddenin beşinci bendine tevfikan vazifeleri tayin kılınacak mahkemelerden verilecek hükümlerin tetkikine maksurdur.
2 - 4648 saylı kanunun, altmış yedinci maddesindeki sarahat itibariyle yeni teşkil ve tavzifi Adliye Vekilliğinin takdir ve tensip edeceği zaman ve mahalle terketmiş bulunmasından dolayı yürürlüğe girdiği 11.8.1944 gününde 4180 numaralı kanunla teşkil veya salahiyetli kılınmış mahkemelerin veya hakimlerin kaza salahiyetleri kalkmamış olduğundan yeni teşkiller veya salahiyetlerle mücehhez mahkemeler teşkil edilinceye kadar eski mahkemelerden çıkan ve çıkacak olan hükümlerin tetkik merciii de 3. Ceza Dairesidir.
1. ve ikinci bendde tesbit olunan esaslar dahilinde muamele olunmak lazım geleceğine 9 ikinciteşrin 1944 tarihine rastlıyan perşembe günü toplanmış bulunan Tevhidi İçtihat Heyetince on yedi muhalif reye karşı otuz dört reyin baliğ olduğu üçte iki çoğunlukla karar verildi.