 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
E: 1942/13
K: 1942/19
T: 08.07.1942
DAVA : Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 3006 sayılı kanunla muaddel 365. maddesinin 3207 sayılı kanunla son defa değiştirilen hali hazırdaki şeklinin makabline şümulünü tayin ve tesbitte dairenin muhtelif kararları arasında hasıl olan mübeyenetin tevhidi içtihat yolu ile halli 1. Ceza Dairesinin 26.3.1942 tarih ve 107 sayılı müzekkeresiyle istenilmesi üzerine birinci toplanmada karar nisabı hasıl olamamasına mebni 8.7.1942 tarihinde tekrar toplanan Heyeti Umumiyeye kırak üç zatın iştirak ettiği görüldükten ve müzakere nisabı tahakkuk ettikten ve mezkür müzekkere ile ihtilafın mevzuunu teşkil eden ilamlar okunduktan ve hadise bir kerre de 1. Reis İhsan Ezgü tarafından izah edildikten sonra söz alan :
1. Reis : Bunadad hakkı müktesebin ihlali mevzuubahis değildir. Makabline de teşmil edilir.
Aziz : Kanunun esasında, müdahil sıfatiyle davaya dahil olanın amme namına da temyiz edebileceği kabul edilmiş olduğuna göre hakkı müktesep mevzuubahis olamaz. Bedri Beyin bu noktai nazarı bu itibarla şayanı kabul değildir.
Fevzi : Bu ihtilaf usul bakımından tetbik edilecek olursa aleyhe gidilebilir. Eğer Ceza Kanunu bakımından mütalaa edersek Bedri Bey ve arkadaşları pek haklıdır. Hadisemizde cürmün vaki olduğu zamanda müdahilin temyizi üzerine aleyhine nakız yapılmıyordu. Hadisede esas olan cürmün ikaı tarihidir.
Kazım : Usul kaideleri müktesep hakkı ihlal etmemek şartiyle makabline şamildir. Eski usulümüzde gıyabi hükme itiraz kısmı vardır. Tebliğ edildiği zaman eski kanun vardı. İtiraz hakkını kullandı. Fakat tebliğ edilmeden evvel usul değişmiş olursa itiraz hakkını kullanamaz.
Müddeiumuminin hakkının baki olduğu bir zamanda bu kanun neşredilmiş ise de müdahil de bu hakkı istimal edebilir.
2. celse : 8.7.1942
Aziz : Esas kaide ve prensip bir suçlunun cezalandırılmasını istihdaf eden ceza davasının ceza mahkemesinde ve şahsi hak davalarının hukuk mahkemesinde görülmesidir. Fakat bir ceza davası görülürken suçlunun suçta alakası ve iştirak derecesi bahis mevzuu olacağından bu sabit olunca şahsi zararın hükmü kolaylaşır. İş, suçlu tarafından işlendiği sabit olan suçtan şahsi zarar doğmuş mudur, derecesi, ehemmiyeti nedir, bunun halline kalır. Bunu da ceza hakimi kolayca takdir ve hal eder. Bunun için mağduru hukuk mahkemesine göndermeğe lüzum yoktur. Mutazarrırı hukukta ayni suretle suçlunun önce suçu işlemiş olduğunu isbata davet bir külfetir. Hem bu halde iki mahkeme arasında ayrı ayrı kararlar verilmek vaziyeti hasıl olabilir. Birinin şu derece sabit gördüğünü diğeri ayni suretle sabit görmeyebilir. Bu hal mahkemelere karşı emniyeti giderir. Onun için bir suçtan zarar gören kaide olmakla beraber ceza mahkemesinde ceza davası görülürken de bu hakkını isteyebilmesi düşünülmüş ve kabul edilmiştir. Bu usul Fransızlarca kabul olunan sistemdir.
Buna karşı Alman sistemi, "cürümden doğan ceza ve hukuk davaları ayrı ayrı müstakil birer davadır. Ceza hakimleri delilleri takdir ederek suçun işlendiğine vicdani kanaat getirirlerse suçluya ceza verirler. Fak at bir suçtan hasıl olan zararı medeni kanunlar hükmünce tayin ve takdir etmek bir vukuf ve ihtisas işi olduğundan bu zarara isabetle tayin ve hükmedemezler. Binaenaleyh suçtan zarar gören kimse şahsi hakkını hukuk mahkemesinde talep ve dava eder. Bu kimsenin ceza mahkemesinde bulunuşu ancak müddeiumkumiye hukuku amme davasında müzaheret ve muavenet içindir. Suçtan zarar gören kimse o fiilin işlendiğini müsbit delillere daha etraflı vakıf bulunur. Bu safhada müddeiumumiye kıymetli haberler verebilir, yardım eder," mütalaa ve esasına istinat eder. Alman ceza muhakemeleri usulünde kabul olunan prensip budur.
Bizde evvelce mülga Usulü Muhakematı Cezaiye Kanunu hükümleri veçhile Fransız sistemi cari idi. Çünkü kanunu Fransızlardın almıştık. O kanuna göre suçtan zarar gören kimse ceza mahkemesinde yalnız şahsi hakkını istemek için bulunurdu. Fakat Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzu Alman ceza usulünden aldığımızda adli teşkilatımıza bakarak suçtan zarar gören şahsın cezada yalnız hukuku amme davasının müzahiri olmasını kabul edemedik. Bir kerre Almanları bu ayrılık prensibine sevkeden düşünce bize göre pek varit değildi. Çünkü pek müstesna şehirlerimizde hukuk ve ceza mahkemeleri ayrı idi. Halbuki bir çok yerler imizde hukuk ve ceza davaları ayni hakim tarafından görülmekte idi. Sonra şahsi hakkın ceza mehkemesinde görülmesinde kolaylık da görüyor duk. Fiilin isbatı hususunda iki iş görmeyecektik. Bunun için esas itibariyle Alman sistemini kabul ile biraber Fransız sistemini de bırakamadık. Suçtan zarar gören şahsın ceza mahkemesinde hem hukuku amme yardımcısı olmasını ve hem de şahsi hakkını isteyebilmesini kabul ettik.
KNanunumuzda Alman sisteminin kabulünü gösteren mevzu ve hükümler şunlardır :
Bir kerre suçtan zarar gören kimsenin müddeiumumiyi hukuku amme davasını ikameye tahrik etmesi ve (madde : 165, 168) Müddeiumumi hukuk amme davasını açmağa lüzum görmezse suçtan mutazarrır olan kimsenin müddeiumuminin mensup olduğu ağır ceza reisine müracaat edebilmesidir. Bu reis hukuku amme davasının açılmasına karar verirse müddeiumumi davayı açmağa mecbur olur. Bu mevzu mutazarrır8ın amme davacısı yardımcısı rolünü gösterir. Sonra kanunumuzun beşinci kitabının ikinci faslını teşkil eden müdahale yoliyle dava mevzuunda Alman ceza usulünün suçtan zarar gören şahsın şahsi hak talebi olmaksızın mücerret müddeiumumiye yardımcı ve bu sıfatla davacı olduğunu bildiren ve belirten bütün maddelerini aynen ve tamamen kanunumuza aldık. Bu maddeler Alman kanununda (395, 397, 399, 400, 401) ve bizim kanunumuzda karşılıkları sıra ile (365, 367, 369, 370, 371) maddelerdir. Alman Kanununun kabul ettiğimiz bu esas prensibi meyanında kendi arzumuzu müfid olmak üzere suçtan zarar gören şahsın hukuku amme davacısı yardımcısı olmakla beraber şahsi zararını da isteyebileceğini kanunumuzun 365. maddesine ilave ettik ve bunu, (ve şahsi hukukunu talep edebilir) cümlesi ile bildirdik. Maddede bu cümleden maada mevcud diğer hükümler Alman kanununun aynidir. Biz bu cümle ile kabul ettiğimiz memzuç sistemi ifade ettik.
Bu maddelerden kanunumuzun 367. maddesinin atf ve beyanı veçhile şahsi dava faslında 354, 358, 360. mad8delerde yazılı hak ve salahiyetleri müdahiller de haiz bulunur. 367. madde atfile 358. maddenin (Maznun mahkum olursa mahkeme şahsi hak talebi hakkında da hüküm verir) mevzuu müdahiller hakkında da caridir. Bu maddede görülen (de) edatı cümlede ifade ettiği mana itibariyle 365. maddenin 3207 numaralı kanun ile değiştirilen şeklinde görülen (de) edatının aynidir. Bununla 365. madde tadilinin kanunun esas prensibini değiştiren bir tadil olduğu iddiasının kabule şayan olmadığı belli olur. Alman Kanununun ayni olan 371. madde hükmü müdahilin müddeiumumiye bağlı kalmaksızın kanun yoluna müracaat edebileceğini ve kabul olunmayan karar bozulursa müddeiumuminin işi yeniden takibe mecbur olacağını bildiriyor. Müddeiumumi amme davacısıdır. Bozulan bir kararı müddeiumuminin yeniden takibi elbette amme namına olacaktır. Yeniden takipte müddeiumumi müdahilin şahsi hakkını mı isteyecektir? Şüphesiz bu hiç hatıra gelemez.
İşte yukardanberi söylediğimiz bu maddeler mana ve maksut itibariyle müdahilin vaziyetinin hukuku amme yardımcısı olduğunu bildiriyor. Bizde bunları ayniyle kanunumuza geçirdik. Alman usulünde bu kast ve mana için yazılan ve kullanılan maddeleri, fıkraları ayniyle aldıktan sonra bunun manası öyle değildir, şöyledir. Mutazarrır ceza davasında ancak şahsi hakkını istemek için bulunur, demek doğru olmaz ve buna iltifat da edilmez.
Kanunumuzun bu mevzularına ait esbabı mucibesi bu maruzatımı müeyyittir. İşte yukarıda beyan olunan kanun madde ve hükümleri veçhile bizde suçtan zarar gören bir kimsenin ceza davasına müdahale suretiyle girmesi hem müddeiumumiye müzahir ve yardımcı olmak hakkını ve hem de şahsi hakkını istemek salahiyetini verir. Hal böyle iken bu esas ve prensibin ancak 3207 numaralı kanunun 365. maddeyi muaddil şekliyle kanuna girmiş olduğunu ve daa önce müdahilin ceza muhakemesinde sadece şahsi hakkını istemek hakkı bulunduğunu iddiada isabet yoktur.
365. madde tadil olunmazdan evvel hakikatta Temyiz daireleri arasında, ceza davasında müddeiumumiye iltihak eden müdahilin müddeiumuminin yardımcısı olup olmadığı noktasında ihtilaf vardı. Bu sebeple tevhidi içtihada da lüzum görülmüştü. Fakat bu madde ve mevzu etrafından tevhidi içtihat için müzakere cereyan etmedi ve bir karar da ittiaz edilmedi. Bu suretle müdahilin ceza davasında müddeiumuminin yardımcısı olmayıp sadece şahsi hakkını isteyebileceği yolundaki mütalaa tevhidi içtihat yoliyle de kabul edilmiş değildir.
Ceza daireleri arasında kanun maksudu haricinde ihtilaf vukuunu gören kanun vazıı 365. madde tadiliyle kanunda esasen gözettiği kast ve gayeyi bir kerre daha belirtmiştir. Yoksa müdahilin ceza davasında bulununuşu evvelce sırf şahsi hakkını istemek için iken son tadil ile değişmiş, müddeiumumiye müzahirlik hakkını da almış değildir. Tadilden evvel de müdahil ceza davasında müddeiumuminin müzahiri idi. Son 365. madde tadili ile bu vaziyet teeyyüt etti.
Hal böyle olunca 365. maddenin tadilinden evvel bir ceza davasında müddeiumumiye iltihak suretiyle müdahil sıfatını alan kimsenin asdır olan mahkeme kararı aleyhine tadilden sonra kanun yollarına müracaatında suçlu aleyhine gidilemeyeceği ve suçlu lehine kazanılmış bir hak bulunduğu iddiası kabule şayan değildir. Çünkü tadilden evvel de müdahilin kanun yoluna müracaatında suçlu aleyhine bozma yapılmak icap ederdi. Tadilden sonra da ayni hüküm tatbik olunacaktır. Bu vaziyette kanun tadiliyle suçlu lehine kazanılmış bir hak mevcut ve mutasavver değildir.
İçtihadın tevhidinde kanunun hüküm ve sarahatına ve medlulüne istinat olunmak icap eder. Temyiz dairelerince esasta ihtilaf mevzuu olan kanunun tatbik şekli içtihat tevhidi kararlarında istinat medarı olamaz.
Y. Kemal : Bir takım usulü, bir de tefsir usulü vardır. Eğer vazııkanun bunu Aziz Beyin dediği gibi vazıh görseydi yeniden bir madde yazmaz, mevcut maddeyi tefsir ederdi.
Bedri Köker : Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun meriyetinden bu kanunun tadiline kadar geçen müddet zarfındaki tatbikat ve içtihadı ancak müstakar mahiyettedir. Ceza Umum Heyeti ve hukuk daireleri bu tadilden evvel müdahillerin davayı amme cihetinden temyize salahiyetlerini kabul etmemekte idiler. Bu cihetten dolayı da aksini iltizam eden vazııkanun bu maddeyi tefsir değil, tadil etmiştir.
Usul kanunları aslen makabline şamil iseler de bu hal suçluların alayhlerine müessir olmamak şartiyledir. Suç işlendiği zamanki usul bilahara değiştirilirse bu esasa göre suçluya müessir olmamak lazım gelir. Mevzuu müzakere olan iş suçtan sonra usulün değiştirilmesi yüzünden müdahilin önce tanınmamış olan hakkının suçlu aleyhine tadilden sonra kabul edilebilip edilemeyeceğidir. Kanaatıma göre hadise tarihinden mer'i olan usul müdahile bu hakkı tanımıyorsa dava görülmesi ve neticelendirilmesi sırasında müdahil lehine ve suçlu aleyhine bir değişiklik yapılırsa bundan suçlunun müteessir olmaması icap eder. Bir misal ile noktai nazarımızı arzedelim. Müdahilin gıyabında cereyan eden duruşmada suçlunun beraetine karar verilmiştir. Cumhuriyet Müddeiumumisi bu karar aleyhine kanan kyoluna müracaat etmemiş, bu beraet kararı amme hakları bakımından kat'ileşmiştir. Tadil üzerine yapılan tebligattan sonra müdahil temyiz ederse temyiz tarihinde usul tadil edilmiştir deyerek o kat'ileşmiş beraet kararını suçlu aleyhine bozabilecek miyiz? Temyiz müddetinin cereyanı sırasında da böyle düşünebiliriz. Dava hadiseyi takip eden kısa betinden temyizini kabul etmezken bazı esbab tahtında davanın intacı uzadığı takdirde bu aleyhe temyizi nasıl kabul edeceğiz?
Mesela iki suçludan biri hakkında tatil kararı verilmiş diğeri hakkında duruşma intaç olunmuş. Ve bunun hakkında da tadilden eveel bir karar verilmiş. Bunun temyizi ancak müddeiumumiye ait iken diğeri tadilden onra muhakeme edildi diye müdahile bunun aleyhine amme cihetinden temyiz salahiyetini verebilir miyiz?
Bu itibarla da müktesep hakları daima gözönünde bulundurmak lazımdır.
Akil : Usulün 365. maddesinin son tadilinden evvel suçtan zarar gören kimsenin amme davasına iltihal ederek şahsi haklarını talep ve yalnız bu haklar için kanun yollarına müracaat edebileceği içtihat edilmişti.
Bu maddenin son tadili müdahillerin yalnız şahsi hakları itibariyle değil, amme hakları noktasından da davayı temyiz edebileceklerini belirtmiştir. Gerek ceza bakımından ve gerek temyiz müddet ve şartlarına ait usul bakımından hiç bir değişiklik yoktur.
Sadece Cumhuriyet Müddeiumumileri gibi müdahillere de amme haklarını temyiz salahiyeti verilmiştir. Şu halde müdahiller, hüküm verildiği tarihte bu maddeye göre amme noktasından da davayı temyiz edebilir, suçun işlendiği tarihe bakılmaz. Çünkü kanun yoluna müracaat hakkı hükmün tefhim veya tebliğ edildiği tarihpten başlar ancak usulün 326. maddesi son fıkrası sarahatına göre hüküm yalnıt mahkum tarafından veya onun lehine Cumhuriyet Müddeiumumisi tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamayacağından yalnız bu halde ikinci hüküm suçlu aleyhine olarak gerek Cumhuriyet Müddeiumumisi ve gerek amme noktasından müdahil tarafından temyiz edilsin, neticede eski ceza artırılamaz.
Sözün kısası şudur : Usulün 365. maddesinin son tadilinden sonra verilen hükümlerde Cumhuriyet Müddeiumumisinin kanun yoluna müracaatı üzerine suçlu aleyhine gidilebilirse müdahimin amme hakları cinetinden temyizi halinde de suçlunun aleyhine gidilir. Yalnız 326. maddenin son fıkrasında yazılı hallerde müktesep hak gözetilir.
Suçun, tadilden evvel işlenmiş olması hüküm tarihinden usule göre müdahilin amme hakları noktasından kanun yoluna müracaat salahiyetini kullanmasını mani değildir.
Aziz : Burada vereceğimiz kararın mesnedi kanun sözü olmak lazımdır.
Bedri : Hakkı müktesebi mevzuubahis etmedim, suçluya olan netayicini söyledim.
Cevdet : Hadise ne Bedri Bey'in söyledikleri gibi evvele irca edip halledilecek bir meseledir. Ve ne de Akil Beyin buyurdukları gibi kanunun neşrinden sonraki hüküm tarihi ile halli kabul olacak bir meseledir. Bu meseleyi bir çok ahvale şamil olacak şekilde halletmek lazımdır.
Halil Özyörük : Ceza Kanununun ikinci maddesi, hükmü tearuz eden iki kanundan hangisi suçlunun lehinde ise onun tatbik olunacağını amir olup ancak bu kaide, içtihadı hususatta kabili tatbik olmakla beraber usul hükümlerinin bundan müstesna olduğu da şüpheden varestedir. Zira muhakeme usulü kanunu bir hadisei hukukiye veya cezaiyenin hükme iktiranı için takip olunacak yolları ve tevessülü icap eden hususatı ve yapılacak muameleleri göstermek itibariyle binnetice cezanın tahfif ve teşdidi ile alakadar olmadığından hadisenin vukuu tarih ve zamanı düşünülmeksizin derdesti takip ve rüyet bütün davalarda tatbik edilmesi icap eder.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunumuzun müdahale yolu ile takibe ait faslının tetkik edilen mündericatından anlaşılacağı üzere bu faslın ihtiva evylediği umumi hükümlerde hiç bir değişiklik olmaksızın 365. maddenin ahiren tebdil edilmiş olması maddenin ruh ve mefhumuna haizi tesir olacak bir mahiyet göstermemekte ve müdahiller içn zaten usul kanununun kabul etmiş olduğu şahsi hak talebini teyit etmektedir. Filhakika 365. maddenin ilk şekli, (344. madde mucibince şahsi dava açmağa hakkı olan herkes muhakemenin her halinde müdahale yolu ile hukuku amme davasına iltihak ve şahsi hukukunu talep edebilir) idi. Bu maddenin 3006 numaralı kanunla taayyün eden metni ise, (Suçtan zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku amme davasına iltihak ve şahsi haklarını talep edebilir) şeklindedir. Bu maddede 344. maddeye matuf olan keyifyetin münhasıran şahsi davaya ait olduğu zehabını tevlit edecek bir mukayyediyat mevcut gibi görünmekte ise de ilk fıkrayı tamamlayan ikinci ve müteakip fıkrada, (Hayata, sıhhata, ırza, şahsbi haklara ve malara taallük eden suçlarda Cumhuriyet Müddeiumumiliğine usulü dairesinde müracaatla hukuku amme davasını tahrik etmiş olanlar dahi ayni hakkı haizdirler) diye musarrah olduğuna göre gerek şahsi dava açmağa muhtaç olan uçlarda ve gerek doğrudan doğruya müddeiumumilikçe amme davası açılacak hadiselerde zarar görenlerin müdahale yolu ile davaya iltihak ve şahsi haklarını isteyebilecekleri terviç ve tecviz edilmiş ve her iki şıkta bila kaydüşart müdahale kabul edilmiş olduğu için maddenin ilk halindeki hükümlerin am ve şamil olan mahiyetlerinde hiç bir tebeddül vukubulmaksızın 3006 numaralı kanunla ihtisaren suçtan zarar gören her şahsın müddeiumumilikçe açılan amme davalarının her safhasında davaya müdahale ve şahsi hak talebinde bulunabileceği zikr ve tasrih edimiştir. Mdahiller için esasen mevcut olan hak ve salahiyetlerin yeni tadillerle hiç bir tebeddüle uğramadığı ve hatta telakki edildiği gibi tevsi ve teşmil dahi edilmediği düşünülürse 3207 numaralı kanunun 365. maddesi şudur : (Suçtan zarar gören her şahıs tahkikatın her halinde müdahale yolu ile hukuku amme davasına iltihak edebilir. Bu suretle amme davasına iltihak edenler şahsi haklarını da isteyebilirler.) Bu metin ile 3006 numaralı kanunun 365. maddesi arasında hükmü değiştirecek veya etvsi ve teşmil ifade edecek her hangi bir ilave ve tebeddül kat'iyyen mevcut olmadığı halde 3006 numaralı kanundaki (Hukuku amme davasına iltihak ve şahsi haklarını talep edebilir.) cümlesindeki iltihak ve şahsi hak talebini ihtiva eden iki hükmün ayni fıkrada yekdiğerini takiben zikredilmiş olması, her hangi bir mülahaza ile hoş görülmeyerek iltihakı ayrı ve şahsi hak talebini ayrı fıkrada ifade etmekten esbabı mucibe mazbatasında olduğu gibi müdahillerin davayı temyiz edebilecekleri noktasından bir faide ve netice beklemek mavakaa uygun düşmemektedir. Çünkü iki hükmü bir fıkrada söylemekle ayrı ayrı vebirbirini takip eden fıkralarda dermeyan etmek arasında ne kanun yazma tekniği ve ne de lisan kaidesi bakımından bir fark mütalaa ve mülahazasına imkan yoktur.
Şu itibarla maddenin uğradığı tebeddüllerin yalnız lafzan tadilden başka hükmen bir değişikliği tazammun etmediği açık bir hakikat olduğu ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 365. maddesindeki ruh ve mefhum aslına intibak ve merbutiyetini muhafaza eylediği cihetle kanun numaralarına bakarak bundan evvelce mevcut olmayan bir tarikın vücut bulduğunu iddiaya yukarda arzolunan izahat itibariyle imkanı maddi görülemediği ve Alman usulü cezaiyesindeki hükümlerin de bundan ibaret olduğu teemmül edilerek hukukun esaslı kaideleri cümlesinden bulunan usul hükümlerinin makabline şamil olması hususunu her hangi bir kayıt ile takyit etmeğe ve hadiselerin vukuu zamanındaki ahkamı usuliye veya temayülatı içtihadiyeye terketmeğe cevaz olamayacağı için aslen mevcut olan bir hükmü bu veçhile talil ederek ve hassaten müktesep hak gibi usulü cezaiyede ancak ceza miktarını derpiş eden bir esası zaten müddeiumumilerin yardımcısı ve hatta onların yerlerine kaim olan ve rollerini ifa eden müdahillere tatbike kıyam ve onların kanununi salahiyetlerini tahdit etmek mevzuatı usuliyemizle kabili telif olamaycağından bila kaydüşart müdahillerin amme cihetine de müessir olan temyiz haklarını hadise tarihini düşünmeyerek kabul etmek icap ve iktiza eder kanaatındayım.
Kazım : Suçun ikaı tarihi müktesep hakkı tayinde esas olamaz. Ancak hüküm tarihinden sonra mevzuubahis olabilir. Her hadisenin hususiyetine göre karar vermek lazımdır.
Fahreddin : Kanunun tadilinden evvel yapılan temyizlerde eski hüküm, kanunun tadilinden sonra vukubulan temyizlerde yenisi cari olur.
Fevzi Bozer : Cezada hakkı müktesebe istinat etmek yanlış bir yol olur. Hakkı müktesep hukuktadır. Cezadaki nazariyeyi son çıkan kanunun suçluya tesiri noktasından mütalaa etmek lazımdır. Burada esas suçun ikaı tarihidir. Lehine ise tatbik edilir.
1. Reis : Usuller bir meselenin hnalli için konmuş kaidelerdir. Hadisenin vukubulduğu tarihe gitmeğe de lüzum yoktur.
1 - Sözü geçen 365. maddenin mutlak surette makabline teşmili icap edeceği,
2 - 365. maddenin mukabline teşmili aleyhe olacaından suç tarihinin esas ittihaziyle bu şümulün tayini lazım gleeceği,
3 - Müktesep bir hakkı ihlal etmemek şartıyla maddenin makabline teşmili umumi kaide iktizasından bulunduğu şekillerinde hulasa edilebilen üç noktai nazar tebellür etmiştir.
1. bendde tesbit oluna noktai nazarı müdafaa edenler hukuku amme davası zımnında hukuku şahsiye davasının da kayıt ve şartsız rüyetini terviç eden Fransız sistemine mukabil hukuku şahsiye davasının ceza mahkemelerince rüyetini mutlak surette tecviz etmeyen Aman sistemi arasıda hukuku amme davasına iltihak kaydıyla hukuku şahsiye davasının dahi görülebilmesine cevaz veren mutavassıt bir sistem kabul edilmiş olmasına ve zaten maddenin aslında da bu hüküm mevcut olup 3006 ve 3207 sayılı kanunlarda değiştirilen muaddel ve hazır şekilleri de bu hususu sarahatla teyit etmekten ibaret bulunmasına göre eski v eyeni hükümleri bakımından aynı neticeye müntehi olan mezkur maddenin mutlak surette makablnie şamil olacağı mucip sebebine istinat etmişseler de Ceza Muhakemelir Usulü Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hatta 365. maddenin 3006 sayılı kanunla tadilinden sonra da tatbikat sahasınd amüdahillerin teyizleri yalnız şahsi hukuka hasren muttarit bir surette cereyan ettiği ve bu telakki ve tatbik şekli kanunun metnine ve vazıının maksadına tevafuk etmemiş olsa dahi maddenin 327 sayılı kanunla ahiren değiştirilmiş olması istikrar buluna telakki ve tatbike vazııkanunca da yer verildiğinin açık bir delilini teşkil eylediği ve tadil, tefsir gibi maddenin aslına telahuk edemeyeceği cihetle bu noktai nazar ekseriyetin arasına iktiran etmemiştir.
2. noktai nazarı müdafaa edenler 365. maddenin 3207 sayılı kanunla tadil olunan hali hazırdaki şeklinin tazammun ettiği hüküm itibariyle vukuu mezkur maddenin meriyeti tarihine takaddüm eden hadiselere de teşmilen tatbiki suçlu aleyhine olacağı ve çünkü bilfarz maddenin yürürlüğe girdiği tarihten bir iki gün sora karara bağlanan işlerde hukuku amme memurunun kanunen mayyen müddet içinde temyiz yoluna müracaat etmeden bu müddetin nihayete ermesi halinde suçlu lehine bir hak vücut bulmuş olacağı için artık müdahilin temyizinin yalnız şahsi haka kasrı icap edeceğini tayiden misal zikriyle irat etmiş iseler de bu bahiste suçlu için müktesep hak ıtlak olunabilecek hadisenin yeni bir hükmü ihtiva eden kanunun mariyeti tarihinden evvel teessüs ve teşekkül etmesi zaruri olup kanunun meriyetinden sonra böyle bir hakın vücudu tasavvur ve kabul edilemeyeceğinden maddenin makabline taşmil v eademi teşmilini tayinde binnetice suç tarihini esas tutmayı iltizam eden noktai nazar dahi ekseriyetin arasına tetabuk etmemiştir.
3. noktai nazarı müdafaa edenlere usuli hükümlere müteallik tadilatın müktesep bi hakkı ihlal etmemek kayıt ve şartıyla makabline ve teşmili kaideten asıl olup suç tarihi eski dahi olsa yeni hükmü ihtiva eden maddenin meriyeti tarihinde doğrudan doğruya veya hukuku amme memur utarafıdan aleyhe vai temyiz üzerine aleyhe bozulmak suretiyle duruşması derdest olan veyahut evvelki hükmü değiştiren maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve fakat hukuk uamme memurları için usulen muayyen temyiz müddetinin inkızasından evvel karara bağlanan hadiselerde suçlu lehine vücut bulmuş bir hak mütalaa edilemeyeceği cihetle bu gibi hallerde yeni maddenin makabline de teşmili lazım gleeceğini ileri sürmüşmerdir.
Neticede, araya müracaat olunarak 3. bendde izah edilen noktai nazar mevcudun üçte ikisinin ekseriyetle tasvibe iktiran etmiş ve binaenaleyh Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 3207 sayılı kanunla değiştirilen 365. maddenin hali hazırdaki hükmünün suç tarihi ne olursa olsun meriyeti tarihinde doğrudan doğruya veya hukuku amme memurunun aleyhe vaki temyizine binaen aleyhe bozulmak şıklarından her hangi biriyle duruşması derdest olan veyahut merietinden sonra ve kanun yoluna müracaat için usulen muayyen müddetin inkızasından evvel karara bağlanan hadiselerde müdahillerin davayı hukuku amme cihetinden de temyize salahiyetleri bulunduğunun kabulü suretiyle 365. maddenin makabline de teşmili lazım geleceği ekseriyet sülüsanı ara ile karar altına alınmıştır. 8/7/942
KARŞI OY YAZISI
Vehbi Yekebaş : Esasen bizde bir cürmun mahknemeye tevdi ve oraca bir hükme rabtı amme davasının ikamesine mevkuf ve bu da Cumhuriyet Müddeiumumiliğine mevdudur. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 344. maddesinde muayyen ve Cumhuriyet Müddeiumumisi tarafından ikame edilmiş bir dava olmaksızın bile mutazarrırlar tarafından şahsi dava ile tetkik ve rüyet edilebileceği istisnaen tayin olunan haller haricinde amme davası açmak münhasıran Cumhuriyet Müddeiumumisine aittir. Müracaat vukuunda Cumhuriyet Müddeiumumisi bu davayı açmazsa onu bu babta dava ikamesine icbar yolları kanunda muayyendi. Cumhuriyet Müddeiumumisinin bu suretle ikame edeceği veya ikameye icbar edileceği davaya iltihak edenlerin bu davaya iştirakleri yalnız şahsi zararlarına münhasır ve bu zararlara mütedair taleplerini dermeyan ve takip edebilmeleri,bunların müracaatları akabinde müdahil sıfatiyle kabulleri hakkında verilmiş bir karara mevkuftur. Amme davasının takip ve ikmali yine Cumhuriyet Müddeiumumisine racidir.
Bugün 7/VI/937 tarihli kanun ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 365. maddesinin tadilinde mutazarrırların yalnız şahsi zararları itibariyle değil, amme hakları noktasından da ceza davasına iştirakleri kabul edilmiştir. Fakat bu da davaya müdahaleleri için bir karara muallaktır. Böyle bir karar olmazsa amme davasına müşareketleri tahakkuk edemez. Amma dosyalarda dörtte üç tesadüf edilen vaziyet bir müdahale talebinde bulunmuş olan davacıların amme davasına müdahil sıfatiyle kabul ve davacı makamına geçmesi kendisine emredildikten sonra davanın bütün seyrini takip ve bu husustaki sübut sebeplerini irae, ibraz ettiği delail de mahkemece derc ve tetkik edilerek hüküm verilmiş olmakla beraber davacı kürsüsünü işgal için mürafaa halinde, mahkemenin kendine verdiği emri usuli bir karara rabtetmemiş olması hususudur. Buna istinaden bu davacıyı, "senin müdahil olman için karar yoktur" diye davadan çıkarmak bunun tarafından ıttıla edilmesi mümkün olmayan mahkeme veya hakimin mesbuk bir hatasında mesuliyetine hiç bir vesilei iştiraki olmayan bu davacıya yükletmek olmaz mı? Müdahil olmak için mebadiyi yapmış ve yaptığı bu mebadiye istinaden fiilen de kabul edilmiş olan bir kimse böyle bir itabe uğrayabilir mi? Uğraması doğru olur mu?