 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 1964/942
K: 1964/637
T: 04.11.1964
DAVA : 1- Davacı Türkiye Zirai Donatım Kurumunun tazminat isteğine karşılık, davalılardan İş Bankasının vekili, akreditif işleminin tamamıyle belgeye dayanan bir ödeme şekli olduğunu, belgenin ibrazında ödeme yapılacağını, işlemin konusu olan malın özürlü olmasının ödemeyi durduramıyacağını, davacının talimata aykırı davranma iddiasının dayanağı bulunmadığını savunmuştur.
Mahkeme, davalı İş Bankasına karşı olan davayı reddetmiş, diğer davalı tazminatla hükümlendirmiştir. Diğer davacıya malı satan kimsedir. Davacı, diğer davalının Norveçteki satıcısına davalı Bankanın açtığı akreditifle mal parasını ödeyerek kendi satıcısına karşı olan borcunu ödemeği kabul etmiştir. Burada da, benzer bir çok işler görüldüğü gibi, kendi yararına akreditif açılan yabancı ülkedeki ticaret evi, akreditif açtıranın (yani davacının) satıcı değil, onun satıcının satıcısıdır. Lakin bu kararda, genellikle, Norveçteki satıcıdan, sadece satıcı olarak sözedilmiştir.
Özel daire, (davacının satıcısı olan) diğer davalıya ilişkin hükmü
onamış, davalı İş Bankası ile ilgili kararı ise, davalı Bankanın Norveçteki Grama firması yararına akreditif açmayı ve şartları gereğince paranın bu firmaya ödenmesini davacıya karşı yüklendiği, malın parasının akreditif şartlarına uymayan belgelere dayanılarak muhabiri olan Banka tarafından ödenmiş bulunmasından sorumlu bulunduğu, bilirkişi düşüncesini hükme yeterli olmadığı gerekçeleriyle bozmuştur.
Davalılar vekillerinin karar düzeltme isteğini özel daire, Norveç Üniversitesinin verdiği şahadetnamenin davacının arzusuna ve kabulüne uygun olmadığı, davacının emrinin muhabir Bankaya ulaşmasına rağmen paranın ödendiği gerekçeleriyle reddetmiş, mahkeme eski hükmünde direnmiştir.
2) Mahkeme, davacı ile davalı Banka arasındaki ilişkide (münasebette) vekalet akti kurallarının uygulanması gerektiği akreditif sebebiyle davalı yardımcı kişi kullanmak zorunda kaldığına göre Borçlar Kanunun 100 üncü maddesinin 2 inci fıkrası hükmünden yararlanacağı, davacının imza ettiği akreditifin K ve N bentleri hükmünce davalı Bankanın sorumlu olmadığı, bu kaydın yardımcı kişilerin eylemleri sebebiyle de gözönünde tutulacağı, Borçlar Yasasının 99 uncu maddesindeki önceden sorumluluktan kurtulma şartının söz konusu olmadığı gibi durumun sözü geçen Yasanın 55 inci maddesinin 1 inci fıkrası hükmüyle de ilgisi bulunmadığı, zira muhabir Bankanın davalının maiyetinde bulunan bir kimse olmayıp başlı başına ve hatta satıcı adına teminat veren ve onun tahsile vekili olması gereken bir kişi olduğu, bu bakımdan akreditifin K maddesi karşısında davalının sorumlu tutulamıyacığı, akreditifinin F maddesindeki (ekspertiz raporu) deyiminin (ihracata mahsus resmi tasvip şahadetnamesi) olarak değiştirilmesine rıza gösteren davacının 24/31952 günlü talimatı davalı Bankaya vermiş olduğu, bunun üzerine Norveç Üniversitesinin 21/4/1952 günlü şahadetnamesinin, (müstahsilin tahliline göre) kaydını taşıması dolayısıyle hükümsüzlüğünün veya şartnameye uygun olmadığının kabul edilemiyeceği, akreditifin F maddesinin Üniversitenin kendisinin bilirkişilik etmesini zorunlu kılmadığı, (resmi tasvip şahadetnamesi) deyiminin, (resmi tahlil raporu) anlamına geldiği yolundaki iddianın delilden yoksun olduğu, ilgililere talimatını açıkça vermeyen davacının amaca uygun davranmadığından söz edip dava açmağa hakkı olmadığı, bilirkişi raporunda gösterildiği gibi Lizbonda toplanan Milletler arası Ticaret Odalarının akreditifler konusundaki kararları arasında, başka bankaların hizmetlerinden yararlanan bankaların kusurları dışındaki sorumluluğu kabul edemiyeceklerine yer verildiğinin de gözönünde tutulması gerektiği davacının dönülmesi mümkün olmayan akreditif şartlarının tek taraflı olarak değiştirilmesi yoluyla malların İstanbula geldiğinde yapılacak bilirkişi incelemesi sonunda kabul edilebileceğine ilişkin emrinin dahi, muhabir Bankaya bildirildiği gerekçesiyle eski hükümde direnmiştir.
3) a- Ne Borçlar, ne de Ticaret Yasasında akreditifin hukuki niteliğini açıkça düzenleyen bir hüküm vardır. Bu ticari işlem, 1. Dünya Savaşından sonra ticareti gelişen dış ülkelerde bir ilerleme göstermiş, yurdumuzda da daha sonra, bankacılıkta sık sık rastlanan bir işlem olmuştur. Akreditif, ekonomi bakımından alıcı ile satıcı arasındaki ilişkide (münasebette), bir bankanın alıcıya sağladığı itibar olarak tanımlanabilir. Bu işleme, genellikle, dış ticarette başvurulmaktadır. Bir alıcının yurt dışındaki bir satıcıdan bir mal satın alırken, Bankaların komisyon karşılığında açtıkları akreditifin işlenmesi için hemen her zaman bir muhabir Bankayı kullanmaları, işin özelliğinden doğan bir zorunluluktur. Bankacılıkta akreditifin bir çok türlerine (çeşitlerine) rastlanmaktadır. Bunlardan birisi de, belgeli akretiftir. Belgeli (vesikalı) akreditif, alıcı yararına itibar tanıyan bankanın malı satanın akreditif şartlarında belli edilen belgeleri ibraz etmesi halinde parayı satıcıya ödemesi şeklinde kendisini gösterir. Bu durumu hukuki yönden açıklarsak, (belgeli akreditif, mal satın almış bir kimsenin, bir banka ile yaptığı anlaşma üzerine, o bankanın, belli belgelerin satıcı tarafından ibrazı karşılığında, bu satıcıya satış parasını ödemesini hedef tutan bir akittir) diye tanımlanabilir. Buna göre alıcı, Bankaya kendi hesabına satış parasını satıcıya ödeme yetkisini ve satıcıya da satış parasını kendi hesabına bankadan alma yetkisini vermektedir. O halde, bu, Borçlar Yasasının 457 inci maddesindeki (havele)nin tanımlanmasına uygun bir işlem, diğer deyimle havalenin uygulandığı bir işlemdir. Havale, kayıtsız şartsız olabildiği gibi her hangi bir şarta (mesela belli belgelerin ibrazı şartına) bağlı olabilir. Bundan dolayı, belgelerin ibrazı şartı, işlemin havale sayılmamasını gerektirmez.
Kendisine karşı havale işlemi yapılan banka yani akretifin açılması için kendisine başvurulan banka, kendi yararına havalede bulunulan (yani sattığı malın parasını alacak olan) satıcının bulunduğu yabancı ülkede, genellikle, şubesi olmadığından, oradaki bir bankanın yardımı ile ödemeyi yaptıracaktır ki ticaret dilinde buna (muhabir banka) denir. Bu muhabir banka, belli kağıtların ibrazı karşılığında akreditif konusu mal parasını yani satıcı yararına havale olunan parayı ona öder. Satıcının parayı alması için ibraz etmek zorunda bulunduğu belgelerin neler olduğu ve bunların ne gibi yazıları kapsaması gerektiği, alıcının akreditif için başvurduğu bankaya verdiği talimat ile belli edilir. Bu banka tarafından muhabir bankaya, olduğu gibi ulaştırılan talimata muhabir bankanın uygun davranması esastır. Bunun için, muhabir bankanın, satıcının kendisine ibraz ettiği belgelerin hepsinin ibraz edilmiş olduğunu ve bu belgelerde talimatta öngörülen yazıların eksiksiz olarak bulunduğunu tesbit etmedikçe ödeme yapmaması gerekir. Teyitli akreditifte ise, akreditifi açan banka kendi yararına havalede bulunulan ve akreditif açılan üçüncü kişiye yani satıcıya karşı akreditifte gösterilen şartlar altında, akreditife yazılı bulunan parayı ödemeyi kendi adına da borçlanır ve bunu üçüncü kişiye (yani satıcıya) açıkça, bildirir. Şayet akreditifi açan bankanın satıcının bulunduğu ülkede şubesi yoksa o zaman, bu borçlanma bildirimini (beyanını) muhabir banka yapar ve yine muhabir banka bu bildirim dolayısıyle ayrıca borç altına girer.
b- Bu genel açıklamalardan sonra, davalının davacıya karşı olan durumunu incelersek görürüz ki, taraflar arasındaki haklar ve borçlar, davacının imzasını taşıyan ve davalı bankaya karşı yazılmış bulunan akretife ilişkin teklif yazısına dayanmaktadır. Bu yazıda (ilişik şerait listesindeki izahat içinde; Norveçteki muhabiriniz Christia Bank A.G. nezdinde Türkiye zirai Donatım kurumu Umum Müdürlüğü nam ve hesabına Grana Expot Agencies lehine, cif bedeli: 1.306.500 NK.lık gayrı kabili rücu müeyyet vesikalı bir akreditif açmanızı teklif ve rica ederiz) denilmektedir. Buna ekli şerait listesinde; paranın ödenmesi için aranacak belgeler, akreditifin en geç kullanılacağı tarih, akreditif parasının ve komisyonların davalı bankaya peşin yatırılacağı açıklanmış ve F bendinde "Norveç Üniversitesi agrikültür müessesesinin" mallar Türkiye Zirai Donatım Kurumun verdiği spesifikasyona uygundur" ibaresini taşıyan ekspertiz raporu bulunacak ve tediye buna göre yapılacaktır "K bendinde" muhabiriniz tarafından lehdara tasviye edilecek olan meblağ mukabilinde tesellüm edilerek tarafınıza gönderilecek olan vesaikin usulüne uygun olarak tanzim edilmemiş bulunmasından, bunların sahte olmalarından veya tahrif edilmiş bulunmalarından, "M bendinde muhabiriniz tarafından bankanıza gönderilecek olan vesaikin gecikmesinden veya kaybolmasından veya muhabirinizin sehiv ve sun'i taksirinden veya sigortacının mali durumundan veya vecibelerini yerine getirmemiş olmasından "N bendi" iş bu vesaikin teslim ettiği malların miktar ve nevinden, fark zuhur etmesinden ve malların halinden veya ayıplarından veya siparişe uygun olmamasından bankanız hiç bir suretle mesul tutulmayacaktır." denmiş. O bendinde, akreditifin veya ilişkin olduğu malların, davalı bankanın yazılı rızası alınmadıkça, davacı tarafça başkasına temlik edilemeyeceği, P bendinde akreditifin veya ilişkin olduğu malların, davalı bankanın yazılı rızası alınmadıkça, davacı tarafça başkasına temlik edilemeyeceği, P bendinde akreditif işleminin her safhasında Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının veya davalı Bankanın belli edeceği döviz rayiçlerinin esas tutulacağı ve davacının buna karşı hiç bir itiraz ileri sürmeyeceği, R bendinde, akreditifin vadesinin bitiminde kullanılmamış ise, olduğu gibi, bir bölümü kullanılmışsa geri kalanın, ayrıca talimat aramaksızın Türkiyeye getirileceği ve dövizlerin Türk Parasına çevrileceği hükmü yer almıştır.
Davacı kendisine yapılan başvurma üzerine akreditifin F bendinde yazılı ekspertiz raporu yerine, (ihracata mahsus resmi tasvip şahadetnamesi) alınmasına rıza göstermiş ve bu yoldaki talimatı davalı tarafından Norveçteki muhabiri bankaya ulaştırılmıştır.
Az yukarıda açıklanan akreditife ilişkin teklif yazısının ve ona ekli şartların incelenmesinden anlaşıldığı üzere, esas teklif kağıdında akreditifin davalı banka tarafından açılması söz konusu olduğu halde buna ekli şartlardaki maddelerde akreditifin davalı banka tarafından açtırılmasından sözedilmiştir. Esas teklif kağıdında akretifi davalı bankanın açacağı yolundaki bildirimden başka, buna ekli şartların O bendinde akretifin veya ilişkin olduğu malların davalı bankanın yazılı rızası alınmadıkça davacı tarafça başkasına temlik edilemeyeceği, P bendinde akreditif işleminin her safhasında Merkez Bankasının veya davalı bankanın belli edeceği döviz rayiçlerinin esas tutulacağı, R bendinde, akreditifin veya akreditiften kullanılmayan bölümün, vadenin bitiminde, Türkiyeye getirileceği ve dövizlerin Türk Parasına çevrileceği ve bu işin davacıdan başkaca talimat aramayacağı dahi kabul edilmekle, davalı bankanın bu akreditif şartlarına aykırı belgeler kabul etmiş bulunmasından veya başkaca kusurlu davranışlardan ötürü, davalı bankanın sorumlu tutulmayacağı yolu (az yukarıda özetlenen) hükümler dahi, muhabir bankanın eylemlerden doğacak sorumluluğu davalı bankanın bertaraf etmek istediğini ve böylece, özünde muhabirin eylemlerinden dolayı da kendisini sorumlu ve davacıya karşı borçlu saydığını belirtmektedir. Demek ki, taraflar arasındaki akte göre davalı banka, akreditif işinde davacıya karşı, bu işin gerektirdiği bütün eylemlerin veya işlerin yapılması bakımından, borçlu durumdadır. Şayet davalı banka, akreditifin açılması konusunda, sadece yabancı ülkedeki bankalardan birisini seçmek ve o bankaya davacının akreditif açılması yolundaki talimatını ulaştırmak ve o bankadan gelecek kağıtları veya haberleri davacıya ulaştırmak gibi davacı ile muhabir banka arasında, ancak ve ancak, aracılık etmekten ibaret bir borç altına girmiş ve muhabiri ile davacı arasında doğrudan doğruya bir hukuki bağlantı kurmuş olsaydı, o zaman muhabir banka akreditif dolayısıyle yapacağı bütün işleri davacı adına ve hesabına yapmış bulunur, bu işler davalı bankanın üzerine almış olduğu borçların kapsamı dışında kalır ve muhabir banka dahi, davacı ile akit yapmış olan bir kişi durumunda olurdu.
c- Her ne kadar, teklif kağıdının birinci sayfasında (... muhabiriniz nezdinde Türkiye Zirai Donatım nam ve hesabına, Grana..........lehine) akreditif açılmasından söz edilmekte ise de bu sözler, muhabirin, sadece yararına akreditif açılan satıcıya karşı davacının temsilcisi gibi davranacağını göstermek üzere yazılmıştır; gerçekten, akretifin açılması ile güdülen esas amaçlardan birisi, satıcıya alıcısı tarafından veya burada olduğu gibi alıcısının alıcısı tarafından mal parasının ödenmesini sağlamaktır ve bu da ancak, yapılacak ödemenin alıcı adına yapılması ile gerçekleşebilir. Demek ki bu sözler yalnızca, satıcıya hangi alıcının borcunun ve hangi malın parasının ödendiğini bildirmek için konulmuştur, yoksa akreditif açtıran davacı ile muhabir arasında doğrudan doğruya bir hukuki bağlantı kurulduğunu ve davalının bu işte yalnızca muhabiri seçmekle ve ona davacının talimatına ulaştırmakla ödevli olduğunu bildirmek için değil... Bir sözün bir akte konulmasiyle güdülen amaç dışında o söze anlam verilmesi ise, yorum esaslarına aykırı düşer (Borçlar Yasası, mad. 18).
ç- Akreditif işleminin temeli olan akreditif açılmasını teklif kağıdı ve buna ekli şartlar, davalı Banka tarafından önemli bankacılık işlerinden bulunan akreditif işinin yürütülmesi için düzenlenmesi için düzenlenmiş ve bastırılmıştır. Bankaların ve diğer önemli ticari işlemlerin yaptıkları işlemlerde tuttukları yol budur. Böyle durumlarda, metinin onu düzenleyen ticari işletmeye karşı yorumlanması, hukukun genel kurallarındandır; zira, bir işletme kendi konusuna uygun bir belgeyi düzenlerken, uzun uzun incelemeler yapar ve belgeye kendi yararına olan hükümleri koyar. Bu arada, az önce açıklandığı gibi, teklif belgesindeki hükümler, bütün olarak gözönünde tutulunca açık yazılmış birer hüküm niteliğini göstermektedir. Bir an için, yazılışın hem davacının yararına, hem de davalının yararına yorumlanmaya elverişli olduğu farzedilse dahi, böyle bir durumda, belgeyi düzenleyene karşı olan yorum, üstün tutulacaktır, diğer deyimle akreditif işinin davacıya karşı tek borçlu ve sorumlusunun davalı Banka olduğu yollu anlayış hükme esas olacaktır.
d- Afaki iyiniyet kurallarına göre ve tarafların birbirine karşıt (zıt) olan çıkarları açısından dahi durumu düşünürsek, yine aynı sonuca varırız; akreditifi açtıran, kazanç sağlamak üzere bir işe girmiştir ve
yalnız belli durumdaki belgeler karşılığında para ödenmesini kabul etmiştir ve onun satıcısı ile belli belgeler karşılığında para ödenmesini kabul etmiştir ve onun satıcısı ile belli belgeler karşılığında para almak kolaylığına ermiştir. Banka, komisyon denilen bir para karşılığında satıcıya para ödemeyi üzerine almıştır. Bankanın belli belgelerin kabulü gibi az bir dikkatle yapılabilecek kolay bir işi, iyi görmesini beklemek, objektif iyiniyet kurallarına uygun düşer. Akreditifi açtıranla doğrudan doğruya işlem yapmış olan davalı bankanın, bu işteki kazancının küçük bir komisyondan başka bir şey olmıyacağı ve akreditifi açtıranın büyük kazançlar sağlayacağı düşüncesiyle davalı bankanın yardımcısının akte aykırı davranışından doğan zararları davacıya yüklemek, afaki iyiniyet kurallarına uygun olmayacaktır; çünkü, görülmesi kolay olan bir işte gerekli dikkatin gösterilmemesi sonucunu davacıya yüklemek doğruluk esaslariyle bağdaşamaz. Medeni Yasanın 2 inci maddesindeki objektif iyiniyet kurallarının, akitlerin yorumunda dahi gözönünde tutulacağı, gerek bilim alanında, gerekse mahkeme içtihatlarıyla kabul edilmektedir. Nihayet, akreditif yalnızca satıcının yararına yapılmış bir işlem değildir. bunun amacı, ödemenin belli belgeler karşılğında yapılması yoluyla alıcının dahi çıkarlarını belli bir ölçüde korumaktır. Bu amaca tam anlamiyle, ancak akit şartlarınca davalı bankanın akreditife ilişkin bütün işlemlerden sorumlu tutulması yolu ile ulaşılabilinir. Amacın neden ibaret olduğu, davalı bankaca dahi gayet iyi bilinmektedir.
e- Davacı davalı arasındaki haklar ve borçlar, belli bir akte dayandığından, davalı ile muhabiri arasındaki hukuki bağın dahi, davalı ile muhabir arasındaki aktin hükümlerine göre değil, lakin davacı ile davalı arasındaki aktin hükümlerine göre belli edilmesi gerekecektir zira, borç doğuran her akit, ancak ona taraf olanları bağlayabileceğinden, davalı ile muhabiri arasındaki akit gereğince kabul edilmiş olup ta davacı ile davalı arasındaki aktin hükümleriyle kabul edilmiş bulunmayan şartlar veya esaslar,davacıya karşı davalı tarafça ileri sürülemez. Bundan dolayı, davalı ile muhabiri arasındaki aktin vekalet akti olması dolayısıyle, muhabirin davacının yardımcı adamı sayılmıyacağı ve olayda Borçlar Yasasının 391 inci maddesinin 2 inci fıkrasının uygulanacağı ve bu yüzden muhabir bankanın akreditif hükümlerine aykırı davranışından doğan zararlardan davalı bankanın davacıya karşı sorumlu olmayacağı ileri sürülemez. Az yukarıda belirtildiği gibi davacı ile davalı banka arasındaki akit gereğince bu akitten doğan bütün borçlar ve sorumluluklar, davalı banka tarafından kabul edilmiştir. Olayda, davacıyla davalı arasındaki aktin ve yine davalı ile muhabiri olan Norveçteki banka arasındaki aktin birer vekalet olduğu kabul olunsa bile, davacı ile davalı arasında yapılmış akit gereğince Borçlar Yasasının az önce anılan maddesi hükmüyle kabul edilenden daha geniş bir sorumluluğun davalı tarafça kabul edilmiş olmasına hiç bir engel yoktur; çünkü, sözü edilen fıkra hükmü, yasanın koyduğu kesin hükümlerden değildir ve ona aykırı bir anlaşma yapılmasına hiç bir engel yoktur (Borçlar Yasası, mad. 19).
f- Mahkeme direnme kararında davalının yardımcısı olan muhabir bankanın sorumluluğundan kendisini kurtarmayı hedef tutan şartları davacıya kabul ettirmiş olduğunu ve Borçlar Yasasının 100 üncü maddesinin 2 inci fıkrası uyarınca böyle bir şartın geçerli olduğunu ileri sürmüştür.
Burada, her şeyden önce , başlı başına bir işletme durumunda bulunan Norveçteki bankanın davalı Bankanın yardımcı kişilerinden olup olmayacağı incelenmelidir. Hukuk bilimi alanında yardımcı kişiler; aynı yerde tazminat borçlusu ile birlikte yaşayan kimseler ve borçlunun işçileri ve hizmetlileri ve nihayet borçlunun kendilerine borcuna ilişkin işleri yaptırdığı veya akitten doğan hakları kullandırdığı diğer kimselerdir. Hatta borçlunun borcuna giren eylemleri yapmasına ses çıkarmamış bulunduğu kimseler dahi yardımcı sayılır. Yardımcı kimse ile onu kullanan arasında sürekli bir ilişki (münasebet) bulunması zorunlu değildir. yardımcının iş görmesi, karşılıklı veya karşılıksız olabilir; mesela tesadüfen borçlunun bir dostu dahi borcun kapsamına giren bir işi yapabilir. İş yapan yardımcının borcun varlığını bilerek iş yapmış bulunması dahi, onun yardımcı sayılması için, şart değildir. Başlı başına bir müteaahhit bile, borcun yerine getirilmesinde veya hakkın kullanılmasında yardımcı kişi olabilir (Oser-Schönenberger, Borçlar Hukuku ikinci kısım Recai Seçkin çevirisi-Ankara Yenicezaevi Basımevi 1950-Sahife 742 ve sonr.)
Buradaki bilimsel açıklamalara göre Norveçteki muhabir bankanın davalının yardımcısı sayılmasına hiç bir engel yoktur ve daha yukarıda açıklandığı gibi taraflar arasındaki aktin yorumundan da anlaşılan budur.
g- Borçlar Yasasının 100 üncü maddesinin 3 üncü fıkrası, (alacaklı, borçlunun hizmetinde ise veya mesuliyet Hükümet tarafından imtiyaz suretiyle verilen bir sanatın icrasından tevellüt ediyorsa borçlu, mukavele ile ancak hafif bir kusurdan mütevellit mesuliyetten kendisini beri kılabilir) hükmünü kapsamaktadır. Burada, bankacılık Hükümet tarafından imtiyaz yoliyle yapılan bir sanattır. Gerçekten bu hükümdeki (imtiyaz suretiyle verilen sanat) sözü, resmi yerlerinizin vermesiyle yapılan işleri anlatmaktadır. Bilimsel görüşler, bu yoldadır (yukarıki bentte anılan eser, 748 ve 741). Türkiyede bankacılık ancak Hükümetin müsaadesiyle yapılan bir iş olduğu için bu sanat, sözü edilen hükmün kapsamına girmektedir; o halde, davalı banka ancak muhabir bankanın hafif bir kusurundan doğan sorumluluktan, sözleşme ile kendisini kurtarabilir. Akreditife ilişkin teklif mektubuna ekli şartların yukarıda anılan maddeleriyle kabul edilen muhabir bankanın davranışlarından davalının sorumlu tutulamayacağı yollu hükümler, salt olarak değil, ancak, Borçlar Yasasının 100 üncü maddesinin 3 üncü fıkrası ile çizilmiş sınırlar içinde geçerli sayılabilirler; zira, bir hükmün, olabildiği ölçüde hukuki sonuç doğurabilecek bir yolda yorumlanması, yoruma ilişkin ilkelerdendir.
h- Buna göre, mahkemece muhabir bankanın para ödemiş olmasındaki kusurun hafif bir kusur olup olmadığı incelenmelidir. Bunun için, ilk önce, para ödemede esas tutulan ve satılan malların niteliklerine ilişkin bulunan belgenin (şekli ve kapsadığı yazılar bakımından, ekspertiz raporu yerine sonradan kabul edilen (ihracata muhsus resmi tasvip şahadetnamesi) olup olmadığı, araştırılmalıdır. Bu araştırmalarda (resmi tasvip şahadetnamesi) sözünden ne anladıkları, taraflara sorulmalı, bunun anlamı üzerinde söz birliği gerçekleşmezse, o zaman, bu anlamın ne olduğu soruşturma ile belli edilmelidir. Sözü edilen belgeye ilişkin olarak yapılacak araştırma ve soruşturmalar sonucunda muhabir bankanın para ödemekteki kusurunun ancak hafif bir kusur olduğu anlaşılırsa, yardımcı kişinin hafif kusurdan, borçlunun kurtulmasını hedef tutan sözleşme hükmü geçerli olacağından, davalı bankanın bu işte sorumlu tutulmıyacağı ilkesi benimsenmeli, muhabir bankanın kusurunun hafif kusurlardan olmadığı anlaşılırsa, Borçlar Yasasının yukarıda anılan 100 üncü maddesinin 3 üncü fıkrası gereğince sorumluluktan kurtulma şartı geçerli olmayacağından, davalı bankanın sorumlu bulunduğu ilkesi benimsenerek, o banka, sabit görülecek tazminat ile hükümlendirilmelidir.
i- Bu olayda Uluslararası Ticaret odasının kararlaştırdığı hukuki esasların uygulanması düşünülemez; çünkü, akreditife ilişkin teklif mektubunda veya buna ekli şartlar arasında, sözü geçen hükümlerin dahi uygulanmasını öngeren bir madde yoktur. Böyle bir madde olsa bile, sözü edilen hükümler, ancak, kamu düzeni düşüncesiyle konulmuş olan yasa kurallarına aykırı olmamak kaydiyle geçerli sayılabilir. Borçlar Yasasının 100 üncü maddesinin 3 üncü fıkrası hükmü ise kamu düzeni düşüncesiyle konulmuş bir hüküm olduğu için, tarafların ona aykırı olarak koyacakları şartlar geçerli olamaz (Borçlar Yasası, mad.20).
j- Olayda, muhabir bankanın davacı tarafından bankaya bildirilmiş bulunması yönünden muhabirin eylemlerinden dolayı davalıdan tazminat istenemiyeceği savunulmaktadır. Davalı Banka davacının gösterdiği bankayı muhabir olarak kabul etmek zorunda bulunmadığı için, muhabirin davacı tarafça gösterilmiş olması davalının sorumdan kurtulmasını gerektirmez. Bu yön, olsa olsa, Borçlar Yasasının 98 inci maddesinin 2 inci fıkrası yoluyla akte aykırı davranışlardan doğan tazminatlarda dahi uygulanacak olan sözü edilen Yasanın 44 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının uygulanmasına yer verebilir.
k- Davalı banka, savunulmalarında, yararına akreditif açılmış bulunan satıcının davacıya teslim ettiği malların, onlar arasındaki satış akreditifinde belli edilen nitelikte çıkmamış bulunmasından sorumlu tutulmayacağını bildirmiştir. Bu savunma sonuç üzerinde etkisizdir. Gerçekten, buradaki sorunun kaynağı, malların satış aktine uygun olmaması değil, akreditif gereğince malların niteliğiyle ilgili olarak muhabir banka tarafından kabul edilip karşılığında para ödenmiş olan belgenin, akreditifin bu konudaki değiştirilmiş hükmiyle kabul edilen şekilde düzenlenmiş veya o hükümle hedef tutulan yazıları kapsamış bulunmaması, olabilirki akreditife temel olan akit gereğince tarafları yalnız bu yön ilgilendirir, yoksa davalı banka satış aktinde taraf değildir hatta, davacı dahi akredifi kendi satıcısı olan diğer davalının hesabına açtırmış durumdadır.
SONUÇ : Temyiz olunan direnme kararının, yukarıda h bendinde gösterilen esaslar uyarınca yapılacak araştırma ve soruşturmadan sonra varılacak sonuca göre karar verilmek üzere BOZULMASINA ve davacı taraf yararına avukatlık ücret tarifesi gereğince (400) lira avukatlık parasının diğer tarafa yükletilmesine ve aşağıda yazılı örnek harcının ilerde haksız çıkacak taraftan alınmasına 4/11/1964 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Sıtkı Akyazan'ın muhalefet şerhi:
Gerek Ticaret Dairesinin (gerek Genel Kurulun bozma kararları davalı İş Bankasının Borçlar Yasasının 100 üncü maddesi uyarınca yardımcı kişilerin eylemlerinden doğan sorumluluk hükümleri dairesinde sorumlu bulunduğu esasına dayanmaktadır. Kişisel görüşümüze göre davalı bankayı Borçlar Yasasının anılan maddesi hükümleri dairesinde sorumlu tutmaya imkan yoktur. Zira, bu madde borcun ifasını veya borçtan mütevellit bir hakkın kullanılmasını kendisi ile birlikte kişilere veya mahiyetinde çalışanlara kendi ihtiyarı ile tevdi etmiş olan borçlular hakkında uygulanabilir. Genel kurulun bozma kararında açıklandığı gibi yardımcı kişilerin sadece borçlu ile birlikte yaşıyan veya mahiyetinde çalışanlara münhasır olmadığı kabul olunmak suretile 100 ncü maddenin kapsamı üzerinde daha geniş bir yoruma gidilse bile hadisemizde Norveç'teki muhabir bankayı, davalı İş Bankası kendisi seçmemiş, davacı Zirai Donatım Kurumunun emir ve talimatına uyarak onun gösterdiği bankayı tayin etmek zorunda kalmıştır. Bu şartlar altında Norveç'teki muhabir bankayı İş Bankasının ; Borçlar Kanunun 100 ncü maddesinin sözüne ve özüne uygun bir yardımcısı olarak kabul etmek mümkün değildir. Davacı Kurum ile davalı İş Bankası arasındaki akreditif anlaşması olsa olsa bir vekalet ilişkisi olabilir. İş Bankasının Norveç'te bir şubesi bulunmadığından vekaleten yapmayı üzerine aldığı işi yapmak üzere müvekkilinin emir ve talimatına uygun olarak Norveç'teki muhabir bankayı kendi yerine ikame etmiştir. Şu suretle Borçlar Kanununun 391 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca davacı kurum davalı İş bankasına yalnız başkasını tevkile yetki vermiş olmayıp aynı zamanda kendi yerine ikame edeceği vekili de bizzat tayin etmiş olmaktadır. Taraflar arasındaki hukuki ilişkinin belirtilen şu niteliği karşısında Norveç'teki muhabir bankanın davalı İş Bankasının bir yardımcısı olmayıp yerine ikame ettiği bir kimse yani vekilin vekili olduğu daha iyi anlaşılır. Davalı İş Bankası müvekkili Zirai Donatım Kurumundan aldığı emir ve talimatı yine davacı Kurumun emir ve talimatı ile tayin ettiği muhabir bankaya aynen ulaştırmak suretile kendisine düşen görevi yerine getirmiş, buna rağmen muhabir banka akreditifi satıcı firmaya ödenmek suretile müvekkilinin emir ve talimatına aykırı hareket etmiştir. Bundan dolayı hiç şüphesiz müvekkiline karşı kusurlu ve sorumludur.
Borçlar Kanununun 391 nci maddesinin son fıkrası uyarınca vekilin kendi yerine ikame ettiği şahsa karşı haiz olduğu bütün hakları müvekkil doğrudan doğruya o şahsa karşı dermeyan edebilir. Kaldı ki hadisede muhabir banka bizzat davacı kurum tarafından tayin edilmiştir. Bu hal davalı banka lehine 391 nci maddenin 2 nci fıkrası ile öngörülen durumdan da ileri bir durum yaratmıştır. Davacı kurum muhabir bankayı kendisi tayin etmek suretiyle adeta peşinen davalı bankanın sorumluluğunu bertaraf etmiştir.
Bu düşüncelerle karar düzeltme isteğinin kabulü ile bozmaya ilişkin Genel Kurul kararının kaldırılması ve hükmün Onanması oyundayım.
Ticaret Daire Başkanı