Cevap: Bir ülke Nasıl Parçalanır
Panik yaptığım filan yok;
Sadece gördülerimi bilgi ve tecrübemle birleştirip yorum yapıyorum. Bizim şimdi gördüklerimizi Mustafa kemal'in yıllar öncesinden görüp gençliğe hitabını yazdığını düşünüyorum. Fütürsuz bir yarı islam faşizmin ülkeyi sardığını görüyorum, hukuksuzluğun kanun tanımazlığın diz boyu olduğunu görüyorum ve bu site de dahil bir çok yerde bağım bağım bağırıyorum.
Hitler 1933 seçimlerinden sonra bir çok şeye ''tek adam'' olarak hükmetmek ister... Çevresindekiler uyarır ''yok öyle bir kanun!!'' Hitler bakar bakar ve ''Yoksa öyle bir kanun çıkartırız size bir kanun olur size kanun...'' der ve dediğini yapar... O zamanlar tabi Hitler'in çevresindekiler bizim milletvekilleri gibi bağımsız hür iradeleriyle oy kullanmadıklarından!!!! tam bir koyundular... Ne anlama bile geldiğini bilmedikleri kanunları onayladılar durdular... 1939 da da bu onaylayıp durmalar dünya savaşını getirdi tabiiki öncesinde de Faşizmi.. Naziz mi...
Her şeyi benden iyi biliyorsunuz ama kısa bir tarih anımsatması yapayım...
Nazi iktidarının ve yargı sisteminin oluşmasında en önemli basamaklardan birisi Reichstag yangınıdır. Hitler'in başbakan olmasından tam bir ay sonra, 27 Şubat 1933'te, Reichstag binasında büyük bir yangın çıkar. Yangının sorumluluğu komünistlerin üzerine atılır.
Reichstag provokasyonu sayesinde Naziler, istedikleri yasal düzenlemeleri yapma fırsatını yakalamıştır. Hemen ertesi gün çıkarılan Reichstag Yangını Yasası'yla komünistlerin bir ayaklanmaya hazırlandığı bahane edilerek bütün demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırılır:
"Kişi özgürlüğü, fikirlerin serbestçe açıklanma hakkı ve aynı zamanda basın özgürlüğü üzerine sınırlar konulması; toplantı ve dernek kurma haklarının sınırlandırılması; posta, telgraf ve telefon haberleşmesi gizliliğinin kaldırılması; ev arama izinlerine, müsadere ve mülkiyet sınırlamalarına, aksine sarahat olmadıkça, kanuni sınırların ötesinde de müsaade edilmiştir."
Daha sonra neler yaşandığını Shirer'ın Nazi İmparatorluğu isimli kitabından okuyalım: "Dört bin kadar komünist ve birçok da sosyal demokrat ve liberal tutuklandı. Bunlar arasında kanuna göre dokunulmazlıkları olan birçok Reichstag üyesi de vardı. Hükümet tarafından desteklenen bir Nazi terörünü Almanlar ilk defa görüyorlardı. Kamyonlar dolusu hücum taburları bütün Almanya'nın caddelerinden bağırarak geçiyor, evlere giriyor, birçok insanı toplayıp SA kışlalarına götürüyor, oralarda işkence yapıyor, dayak atıyorlardı. Komünist basını ile siyasi toplantılar yasaklanmıştı; sosyal demokrat gazeteleriyle birçok liberal dergiler kapatılmış ve demokratik partilerin toplantıları yasaklanmış ya da dağıtılmıştı."
1933 seçimleri: Hitler iktidarını sağlamlaştırıyor
Reichstag yangını Nazilere sadece faşist devlet terörü uygulama fırsatı vermemiş, bir hafta sonra düzenlenecek seçimlerde önemli bir koz da olmuştu. Naziler tam seçim öncesi bütün muhaliflerini tutuklayıp susturduğu gibi, Nazilere oy vermeyeceklere büyük bir gözdağı vermiş oluyordu.
Nitekim, 5 Mart 1933'teki seçimi Naziler kazandı. %44 oy almış, hükümet kuracak güce ulaşmışlardı.
Yeni Meclis göreve başlar başlamaz, Naziler muhalif milletvekillerini sindirerek ve pek çok başka faşist ayak oyunuyla Hitler'e muazzam yetkiler tanıyan bir kanun çıkartmayı başardı. 23 Mart 1933 tarihli "Yetki Kanunu"nun Hitler'e kazandırdığı yetkileri Shirer'dan okuyalım:
"Kanunun beş kısa maddesi yasama yetkisinden başka Alman bütçesinin denetimini, yabancı devletlerle yapılacak anlaşmaların onayını ve Anayasada değişiklikler yapma yetkisini parlamentonun elinden alıyor, bunları dört yıl için Alman kabinesine bırakıyordu. Bundan başka tasarı, kabinenin çıkaracağı kanunların Başbakan tarafından hazırlanmasını öngörüyor ve bunların ‘Anayasaya aykırı olabileceğini' kabul ediyordu."
Böylece Hitler, iktidarının ikinci ayı dolmadan "Anayasaya aykırı yasa çıkarma" yetkisine sahip oluyordu!
Faşist yargı sistemi
Naziler için, muhalifleri sindirmek yeterli değildi. Devlet kurumları içinde de Nazi karşıtları temizlenmeli, yerleri Nazilerle doldurulmalıydı.
Yargı, bu kurumlardan en önemlisiydi. Nazi Almanyası sadece bir Gestapo rejimi değildi. Halk üzerindeki faşist tahakküm sadece askeri ve polisiye tedbirlerle sağlanmamaktadır. Yargı, bu tahakkümün kurulması için bir diğer önemli kurumdu.
21 Mart 1933'te Özel Mahkemeler (Sondergericht) kuruldu. Bu mahkemelerin görevi siyasi davalara bakmaktı. Kuruluş yasasına göre "Hükümete karşı girişilen gizli saldırı" olayları bu mahkemenin yetkisindeydi. Mahkemeler yeni kurulduğu için bütün yargıçları Nazi Partisi'nin güvendiği isimler arasından seçilmişti.
Bu mahkemelerde görülen ünlü davalardan biri Klausener Davasıydı.
Erich Klausener, bir katolik din adamıydı ve Nazi karşıtıydı. 17 Haziran 1934'te Marburg'da verdiği vaazda Nazi iktidarının baskıcı rejimini açıkça eleştirmişti. 24 Haziranda Berlin'de toplanan Katolik Kongresi'nde muhalif görüşlerini tekrarlaması Nazilerin hiç hoşuna gitmemişti.
Ancak Klausener Davasında yargılanan Erich Klausener değildi. Çünkü Erich Klausener, Berlin'deki kongreden 6 gün sonra SS tarafından öldürülmüştü. Yargılanan eşiydi. Suçu ise devlet malına zarar vermekti!
Nazi iktidarı, muhalifini öldürmekle yetinmemekte, eşinden de uyduruk gerekçelerle intikam almaya çalışmaktaydı.
Klausener'i savunmak kolay değildi. Avukatlığını üstlenmek isteyen pek çok hukukçu tehditler üzerine bundan vazgeçti. Cesaret gösterebilenler ise düzmece suçlamalarla tutuklanıp Sachsenhausen toplama kampına sürüldü. Davaya bakmaktan vazgeçene kadar da orada tutuldular...
Hitler iktidarının henüz birinci yılı dolmadan, Almanya'da yargı bağımsızlığı çoktan bitmişti.
Faşist Yargı hep daha faşist olmalıydı
Mahkemelerin bağımsızlığını kaybetmesi Naziler için asla yeterli olmadı. Her seferinde daha bağımlı mahkemeler yaratmaya çalıştılar:
"Bazı yargıçlar, ne kadar Cumhuriyet aleyhtarı olurlarsa olsunlar, yine de parti politikasına hemen boyun eğmediler. Hiç olmazsa birkaçı verdiği kararı kanuna dayamaya çalıştı. 1934 Martında duruşmaları yapılan Reichstag yangınının dört komünist sanığından üçünü Reichgericht'in (Alman Yüksek Mahkemesi) beraat ettirmesi, Naziler bakımından, bu şekildeki davranışlarının en kötü örneği idi. Hitler'le Goering bu karara o kadar kızdılar ki, hemen bir ay içinde, 24 Nisan 1934'te, o zamana kadar yalnızca Yüksek Mahkeme'nin kaza yetkisi alanına giren vatana ihanet davaları bu yüksek kurumdan alında ve Volksgerichtshof, yani Halk Mahkemesi denilen yeni bir mahkemeye verildi. Bu yeni mahkeme az sonra ülkenin en korkunç mahkemesi oldu. Mahkemede meslekten gelme dört yargıç vardı, öteki beş yargıç partililerden, SS'lerden ve Ordu'dan seçilmişlerdi. Böylece çoğunluk meslekten gelmeyen yargıçlardan oluyordu. Kararlar ya da hükümler temyiz edilemezdi. Duruşmalar genellikle gizli yapılırdı. Ama ara sıra, hafif cezalar verileceği zaman, propaganda amacıyla yabancı gazeteciler duruşmaya çağırılırdı."
Nazi iktidarında mahkemelerin tek görevi rejim aleyhtarlarını cezalandırıp muhalefeti sindirmekti. Nazi Partisi üyesi yargıçlarla doldurulmuş mahkemeler bu konuda iktidarın istediklerini genellikle layıkıyla yerine getirirdi. Ancak Naziler, mahkemelerin "tutuk" kalacağı durumları da düşünmüştü. Bunun da önlemini almaktan kaçınmadılar. Hitler ve Goering'in ceza davalarını iptal etme hakları vardı. Hitler'in yardımcısı Rudolf Hess ise dünyada çok az insanın sahip olabileceği bir yetkiye sahipti: "Merhametsizlik Yetkisi"!
Hess, ceza davalarının sonuçlarını izler, sanıkların az bir cezayla kurtulduklarına kanaat getirirse "Merhametsizlik Yetkisi"ni kullanarak cezayı artırabilirdi. Hess bu yetkiyi kullandığında sanıklar ya toplama kampına gönderilir ya da idam edilirdi.
Mahkeme yetmezse Gestapo var
Nazi yargıçların "gereğinden fazla merhamet" gösterdiği davalarda sanığın "hak ettiği" infazı gerçekleştirmek bazen Gestapo'ya düşerdi... Niemöller Davasında yaşandığı gibi...
Niemöller de Klausener gibi bir rahipti. Aslında hepimizin tanıdığı biridir. Şu ünlü söz ona aittir:
"Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim.
"Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim.
"Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim.
"Yahudileri tutukladıklarında sustum. Çünkü ben Yahudi değildim.
"Beni götürdüklerinde, geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı."
Kendisinin de belirttiği gibi, Niemöller başlangıçta bir Nazi karşıtı değildi. Ancak Nazilerin Protestan Kilisesi'ni ele geçirmesini bir türlü kabullenememiş ve Yahudilere uygulanan şiddeti içine sindirememişti. Bu yüzden Nazilerden bağımsız bir kilise kurmaya kalkıştı: "İtirafçı Kilise"
Naziler kiliseyi derhal yasadışı ilan etti ve yüzlerce rahibini toplama kamplarına gönderdi. Niemöller de 1 Temmuz 1937'de tutuklandı. Sekiz aylık tutukluluğunun ardından 2 Mart 1938'de Özel Mahkemeye (Sondergericht) çıkarıldı. "Devlete karşı doğrudan doğruya saldırganlık" suçunu işlediği Mahkeme tarafından bir türlü ispatlanamadı. Ama "vaaz kürsüsünü kötüye kullanmak" suçundan yedi ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezasından fazlasını tutuklu kalarak çektiği için serbest bırakıldı.
Çok geçmeden yine tutuklanacaktı: Gestapo hemen mahkeme çıkışında bekliyordu!
Gözaltına alındı. Önce Sachsenhausen, ardından da Dachau toplama kampına gönderildi. İkinci Dünya Savaşı bitimine kadar orada kaldı.
"Hitler Kanundur"
Hitler rejiminin "kanun anlayışını" bir de Shirer'dan okuyalım:
"Nazi Almanyasının kanun adamları ‘Hitler kanundur.' diye övünüyorlardı. Goering 12 Temmuz 1934'te Prusya savcıların şunu söyledi: ‘Kanun ve Führer'in iradesi aynı şeydir.'
"Adalet Müşaviri ve Alman Hukuk lideri Dr. Hans Frank bu noktayı daha da iyi belirtmek için 1936'de hukukçulara şunları söyledi: ‘Nasyonal Sosyalist ideoloji bütün ana kanunların temelidir, bu ideoloji özellikle parti programında ve Führer'in konuşmalarında açıklanmıştır. Dr. Frank sonra bunun ne demek olduğunu da açıkladı: ‘Nasyonal Sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: ‘Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?' Her kararda şunu söyleyiniz: ‘Bu karar Alman halkının Nasyonal Sosyalist vicdanıyla uyuşuyor mu? İşte o zaman, Nasyonal Sosyalist halk devletinin birliğine karışmış ve Adolf Hitler iradesinin ölümsüzlüğünün tanımış olarak Üçüncü Alman İmparatorluğu'nun otoritesini kendi karar alanınızda her zaman için sağlayacak bir temel buldunuz demektir.'"
Ancak bu sistem, Alman Yargısının Nazi ya da Nazizme boyun eğmiş yargıçlardan oluşmasıyla mümkün olmuştur...
Nitekim:
"26 Ocak 1937'de çıkarılan yeni Hükümet Hizmetleri Kanunu, yargızlar da dahil olmak üzere ‘siyasi bakımdan şüpheli' görülen bütün memurların görevlerine son verilmesini öngörüyordu. Bundan başka bütün hukukçular Nasyonal Sosyalist Alman Hukukçular Birliği'ne girmeye mecburdular. Bu birliklerde sık sık Frank'ın yukarıdaki konuşmasına benzer konuşmalar yapılıyordu."
Acaba bunu günümüz Türkiyesine uydurabilirmisiniz? Deneyin bakalım...