Hukuk Güzel Sanat?
Kazım Çiloğlu'nun Hukuk ve Güzel Sanatlar başlıklı yazısını son paragrafına kadar okuyup, baro başkanlarına eleştiri yöneltmesini, daha doğrusu yargıyı baro başkanlarına karşı kıştkırmasını görünce şoka uğradım. Evet bir cahil daha baro başkanlarını susturmaya çalışıyordu. Okuyun bakalım;
Kazım Çiloğlu ne diyor muşşşş?
Hukuk güzel sanatların bir dalı, her yargı kararı da, evrensel bir sanat eseri gibi kusursuz olabilmelidir.
Soruşturma ve suç duyurusundan, iddia makamına, yargılama aşamasından, tutukluluk sürecine ve sonuçta yargıçların özgür vicdanları ile verdikleri kararlar, yerinde ve adilse, bu içtihatlar, hukuk mabedinin kutsal duvarlarında yerini almakta ve sonrasında alınacak kararlara dayanak ve yön gösterici olmaktadır.
Hak arayanlar, bu mabedinin duvarlarında yer almış taşlardan güç alarak, kendilerini savunabilmektedirler. İleri ülkelerde, yurttaşlık bilinci gelişmiş toplumlarda bu mabede, kişiler, kuruluşlar, yürütme, yasama gözü gibi bakarlar. Savcılar, savunma ve elbette yargıçlar ise en büyük bekçileridir.
Alınan bir karar, o davada yargılanan ve yargılayanları bağlamakla kalmaz, ondan sonra ki yargılanacaklar için bir içtihat oluşturacağı içinde, ya kurtarıcı bir ışık ya da bir sonun başlanıcı olabilir.
Güzel sanatların her dalında ki bir birinden güzel ve evrensel sanat eserleri, bu gün nasıl hala insanlığın beğenisini kazanıyor ve onlara yön gösterebiliyorsa, Roma hukukundan günümüze, binlerce önemli dava ve sonuçları, kendine özgü dava isimleri ile bir sanat eseri gibi incelenmekte ve günümüzün hukukçuları tarafından, sözcüklerine kadar yorumlanıp tartışılmaktadır.
Neden?
Elbette daha mükemmel bir yargılamayı sağlayabilmek ve mahkeme sonuçlarının gelecek nesillere daha kusursuz yansıtmak için.
Bu mükemmeliyetin oluşmasında en büyük görev, hiç kuşkusuz yargıç, savcı ve savunmaya düşmektedir. Yıllar geçse, aktör kişiler yaşamlarını yitirse de, alınan mahkeme kararları dünya var oldukça gündemde kalıp yaşayabilmektedir.
Yargılama her zaman ve her kes için, bir ibadet gibi kusursuz ve eksiksiz yapılabilmeli, yargılananı, yakınlarını, varsa kurumunu yargılama sürecinde yaralamamalı, yıpratmamalıdır.
Daha açık bir anlatımla kişi ve kurumları yaralamak, yıpratmak, yargılamanın bir aracı ve nedeni olmamalıdır.
Azda olsa ne yazık ki hukuk eserlerinin içinde böyle kötü örneklerde yer almıştır. Bu eserlerin çoğunluğu ise yürütmenin, yasamaya etken olduğu ve baskı kurduğu dönemlerde olmuştur.
Son günlerde önde gelen hukukçularımızın ve iki büyük baro başkanının, özelliklede görülmekte olan önemli ve bir birinden farklı davalar konusunda ki açıklamalarına bakıldığında ise yıpratma ve yaralamanın yargının önüne geçip, geçmediği açıkça görülmektedir. Bu olaylara, ister medya sebep olsun, isterse de yasama ve yürütme göz yummuş olsun, sonucunda, gene asıl sorumluluk, buna engel olmayan yargıda ve yargının yapısında aranmalıdır.
Yazının kaynağı: http://www.internetajans.com/default...wid=7&aid=3210 , Son paragrafına kadar katıldığım, ama nedense birden baklayı ağzından çıkardığı son paragraf hakkındaki Yorumumu sonra aşağıya yazacağım... Pesss...
Kazım Çiloğlu ne diyor muşşşş?
Hukuk güzel sanatların bir dalı, her yargı kararı da, evrensel bir sanat eseri gibi kusursuz olabilmelidir.
Soruşturma ve suç duyurusundan, iddia makamına, yargılama aşamasından, tutukluluk sürecine ve sonuçta yargıçların özgür vicdanları ile verdikleri kararlar, yerinde ve adilse, bu içtihatlar, hukuk mabedinin kutsal duvarlarında yerini almakta ve sonrasında alınacak kararlara dayanak ve yön gösterici olmaktadır.
Hak arayanlar, bu mabedinin duvarlarında yer almış taşlardan güç alarak, kendilerini savunabilmektedirler. İleri ülkelerde, yurttaşlık bilinci gelişmiş toplumlarda bu mabede, kişiler, kuruluşlar, yürütme, yasama gözü gibi bakarlar. Savcılar, savunma ve elbette yargıçlar ise en büyük bekçileridir.
Alınan bir karar, o davada yargılanan ve yargılayanları bağlamakla kalmaz, ondan sonra ki yargılanacaklar için bir içtihat oluşturacağı içinde, ya kurtarıcı bir ışık ya da bir sonun başlanıcı olabilir.
Güzel sanatların her dalında ki bir birinden güzel ve evrensel sanat eserleri, bu gün nasıl hala insanlığın beğenisini kazanıyor ve onlara yön gösterebiliyorsa, Roma hukukundan günümüze, binlerce önemli dava ve sonuçları, kendine özgü dava isimleri ile bir sanat eseri gibi incelenmekte ve günümüzün hukukçuları tarafından, sözcüklerine kadar yorumlanıp tartışılmaktadır.
Neden?
Elbette daha mükemmel bir yargılamayı sağlayabilmek ve mahkeme sonuçlarının gelecek nesillere daha kusursuz yansıtmak için.
Bu mükemmeliyetin oluşmasında en büyük görev, hiç kuşkusuz yargıç, savcı ve savunmaya düşmektedir. Yıllar geçse, aktör kişiler yaşamlarını yitirse de, alınan mahkeme kararları dünya var oldukça gündemde kalıp yaşayabilmektedir.
Yargılama her zaman ve her kes için, bir ibadet gibi kusursuz ve eksiksiz yapılabilmeli, yargılananı, yakınlarını, varsa kurumunu yargılama sürecinde yaralamamalı, yıpratmamalıdır.
Daha açık bir anlatımla kişi ve kurumları yaralamak, yıpratmak, yargılamanın bir aracı ve nedeni olmamalıdır.
Azda olsa ne yazık ki hukuk eserlerinin içinde böyle kötü örneklerde yer almıştır. Bu eserlerin çoğunluğu ise yürütmenin, yasamaya etken olduğu ve baskı kurduğu dönemlerde olmuştur.
Son günlerde önde gelen hukukçularımızın ve iki büyük baro başkanının, özelliklede görülmekte olan önemli ve bir birinden farklı davalar konusunda ki açıklamalarına bakıldığında ise yıpratma ve yaralamanın yargının önüne geçip, geçmediği açıkça görülmektedir. Bu olaylara, ister medya sebep olsun, isterse de yasama ve yürütme göz yummuş olsun, sonucunda, gene asıl sorumluluk, buna engel olmayan yargıda ve yargının yapısında aranmalıdır.
Yazının kaynağı: http://www.internetajans.com/default...wid=7&aid=3210 , Son paragrafına kadar katıldığım, ama nedense birden baklayı ağzından çıkardığı son paragraf hakkındaki Yorumumu sonra aşağıya yazacağım... Pesss...