Aldatılma - Yasal eşin duyguları
Aldatma olgusunu aldatılan gözünden yazmak ve paylaşmak istedim sizlerle.
Aldatılma ve aldatma hakkında okumuştum çok kez. Bazı şeyleri hakkında okumasak ta doğal olarak bildiğimizi düşünürüz gerçi. Belki bu yüzden kitaplar, filmler hep aldatan açısından bakar olaya. Ya da aldatma eylemindeki diğer şahıs. Aldatılan pek irdelenmez. Onun hislerini konuşmak anlamsızdır. Öncelikle o bu olaydaki gizli suçludur. Birlikteliğine yeterince önem vermemiş, sıradanlaştığını göz ardı etmiş, çocukla yada işiyle uğraşırken ihmal etmiştir eşini. Eşi bir başkasını seçtiğine göre aslında o da sevgisini aşkını kaybetmiş ancak bunu görmezden gelmiştir. Aldatıldığını öğrenince hissedecekleri de açıktır. Kıskançlık ve nefret. Elindeki yasal ve toplumsal açıdan meşru kozu kullanacak duyguların en kutsalı olan aşka karşı savaş açacaktır. Farkına bile varmadan "öteki kadın rolünü" aldatılan kadına biçeriz. Aşkın karşısındaki "öteki kadın" rolünü biçtiğimiz yasal eşten aşka saygı duymasını aradan çekilmesini dileriz. Onurlu ve erdemli olan budur. Yasal eşe biraz daha insaflı davrananlar onun kendini suçladığını fiziksel özelliklerine yükleme yaptığını kendini yalnız ve çirkin hissettiğini, düşünür ve ona acır. Bazıları daha da ileri gider. Mutluluğun onun da hakkı olduğunu, aslında aldatanın aldandığını, "iyiler hep kazanır" ilkesi uyarınca aldatılan eşinde aşk için yeni bir fırsat yakaladığını sonunda en mutlu olanın o olacağını savunur. Gelenekçiler tartışmasız aldatılan eşin yanındadır. Onlar kimin ne hissettiği ile hiç ilgilenmezler. Korunması gereken kutsal bir kurum vardır ortada.
Aldatılma hakkındaki birikimimi kısaca sizle paylaştıktan şimdi hissettiklerimi yazmak istiyorum. Önce öykümü özetleyeyim. Gençlik aşkımdı. Ne ailemi nede okulumu gözüm gördü. Evlendik. Tam sıfır noktasından başladık hayata. İkimizinde öğrenimi yarım kalmıştı. Öncelikle yeniden başlamak zorunda kalarak üniversiteyi bitirdik. Edindiğimiz herşeyi (bazen bir diploma bazen bir tabak) tüm yaşadıklarımızı (bazen yarı aç uymak bazen küçük bir tatil) aşkın zaferi gibi yorumladık. Herşey ve herkese karşı bütün başardıklarımız aşkın zaferiydi. Sonunda ortalama bir yaşam standartına ulaştık. Bir kızımız oldu. O da aşkımızın bir ürünüydü. En iyi ebeveynler olmak onu iyi bir birey olarak yetiştirmek temel amaçlarımızdan biri oldu. Ona baktıkça onunla değil aşkımızla gururlandık. Aykırı ama örnek bir çifttik çevremizce. Ailelerimizin gençleri özenir, arkadaşlarımız aşkımızı kıskanmadan edemediklerini belirtirdi. Tabi inişler ve çıkışlar yaşardık ilişkimizde. Bunlardan bile keyif almayı bilirdik. Yine bir iniş dönemi başladı. Uzaklaşma.. Ama bu kez çıkış gelmedi. Çünkü inişin sebebi bir başkasıydı. Bir başkasına aşık olmuş, bunu yalanlarla gizlemişti. Bu korkunç keşfimi "o ilk günlerin heyecanını aradım" diyerek savundu silikçe.
Böylece aldatılan eş çoğuna göre "öteki kadın olma" sürecim başladı. Ne hissettim? Bir kere yukarıda saydığım eskiden olsa hissedeceğimi varsaydığım hiçbir şeyi hissetmedim. İlk hissettiğim yoğun bir acı oldu. Başka hiçbir acı ile karşılaştıramadığım o yüzden adını bile bulamadığım bir acı... Adı aldatılma olmalı bu duygunun. Bu derin acı, ölüm acısının önceleri bütün diğer duyuları felç etmesi gibi felç etti beni sonra yavaş yavaş diğer duygularımı da fark eder oldum. O acı hala orda, kalbimde sanırım artık benim bir parçam.
Hissettiğim diğer en güçlü duygu haksızlığa uğramış olma duygusu. Bu ilişkiye verdiğim onca emeği, geçen yıllarımın, fedakarlıklarımın hesabına dayanan bir haksızlığa uğrama duygusu değil. Yanılmayın. Başkası olmaya da bilirdi hayatında. Nasıl ki birden aşık olmuştu. Aynı şekilde sevmekten vazgeçmişti temel olarak beni. Aldatılma başkasını sevmesi noktası değil. Ölünceye kadar sevme sözü verip, beni sevmekten vazgeçmesi de değil. Aldatılma beni artık sevmediğini bana bildirmemesi. Haksızlık işte bu noktada. Beni sevmezken benim onu eskisi gibi sevmeme izin vermesi. İlişkiyi belki de bitirmeyi planlarken benim yarın için plan yapmama göz yumması. Ve ben asla yanıtını bilemeyeceğim bir soruyla baş başa bırakması. Ne kadarı yalan ne kadarı gerçekti? Anılarımın ne kadarının yalan ne kadarını gerçek olduğunu bilemiyorum. Bir tarihe ihtiyacım var. Soramıyorum. O kadar çok yalan duydum ki sorsam da cevaba inanmayacağımı biliyorum. Eğer beni sevmekten vazgeçtiği günü bilebilsem ondan önceki güzel ve kötü günler benim olacak. Sonu ne olmuş olursa olsun onları hayatımın + hanesine yazacağım. Şimdi yaşadığım hiçbir mutlu günü benim sayamıyorum. Klişe bir laf vardır "ona hayatımı verdim" bu lafı ne zaman duysam içimden oda sana verdi derdim. Şimdi bu cümleyi çok farklı anlıyorum. Ben ona verirken oda bana verdiği için bu bir kayıp değildi sadece olağanüstü bir alışverişti. Şimdi ne kadar zamandır bu alışverişin bittiğini bilemiyorum. O yüzden ilk günden sonrasını kayıp sayıyorum. Hayatım bir yalanmış. İşte ben bu haksızlığa dayanamıyorum.
Mutlu olmasını istemiyorum. Yanılmayın sebeb kıskançlık değil. Çünkü zamana ihtiyacım var. Bu haksızlığa uğramışlık duygusunu yenmek içimdeki boşluğa alışmak uyum sağlamak, yeniden başlamaya hazır olmak için. Yoksa amacım intikam değil. her insan gibi bencilim. Onun aşkına yada mutluluğuna karşı olmak değil bu.
Kendimi daha çirkin daha yaşlı hissetmiyorum. Ama derin bir başarısızlık duygusu yaşıyorum. Oysa şimdi başarmam gereken daha çok şey var. Günlük hayatın rutin görevlerinden onun yerine getirdikleri benim omuzlarımda şimdi. Ekonomik olarak da yaşam daha zorlu. Ve bütün bunlardan önemlisi her türlü kötülükten uzak sevgi dolu iyi bir insan olarak yetiştirmeyi amaçladığım çocuğum onarılması güç bir yara aldı. Onun yaralarını da sarmak zorundayım. Onun artık eskisi gibi parlamayan gözlerine bakarken tıpkı düşüp bir yerini incilttiği zaman hissettiğim gibi çaresiz hissediyorum kendimi. Onu acılardan koruyamadığım için suçluluk duyuyorum. Çocuğunu hayatın tüm acılarından koruyamayacağını bilen ancak yinede suçluluk duyan tüm ebeveynlerin tanıdığı o duygu bu.
Paylaşmak istedim sadece. Kimbilir belki de başkaları başka şeyler hissetmiştir. Çevrenizde benzer durumlar yaşayanları anlamanız için ip ucu olabilir umarım.
Mutlu günler...
Aldatılma ve aldatma hakkında okumuştum çok kez. Bazı şeyleri hakkında okumasak ta doğal olarak bildiğimizi düşünürüz gerçi. Belki bu yüzden kitaplar, filmler hep aldatan açısından bakar olaya. Ya da aldatma eylemindeki diğer şahıs. Aldatılan pek irdelenmez. Onun hislerini konuşmak anlamsızdır. Öncelikle o bu olaydaki gizli suçludur. Birlikteliğine yeterince önem vermemiş, sıradanlaştığını göz ardı etmiş, çocukla yada işiyle uğraşırken ihmal etmiştir eşini. Eşi bir başkasını seçtiğine göre aslında o da sevgisini aşkını kaybetmiş ancak bunu görmezden gelmiştir. Aldatıldığını öğrenince hissedecekleri de açıktır. Kıskançlık ve nefret. Elindeki yasal ve toplumsal açıdan meşru kozu kullanacak duyguların en kutsalı olan aşka karşı savaş açacaktır. Farkına bile varmadan "öteki kadın rolünü" aldatılan kadına biçeriz. Aşkın karşısındaki "öteki kadın" rolünü biçtiğimiz yasal eşten aşka saygı duymasını aradan çekilmesini dileriz. Onurlu ve erdemli olan budur. Yasal eşe biraz daha insaflı davrananlar onun kendini suçladığını fiziksel özelliklerine yükleme yaptığını kendini yalnız ve çirkin hissettiğini, düşünür ve ona acır. Bazıları daha da ileri gider. Mutluluğun onun da hakkı olduğunu, aslında aldatanın aldandığını, "iyiler hep kazanır" ilkesi uyarınca aldatılan eşinde aşk için yeni bir fırsat yakaladığını sonunda en mutlu olanın o olacağını savunur. Gelenekçiler tartışmasız aldatılan eşin yanındadır. Onlar kimin ne hissettiği ile hiç ilgilenmezler. Korunması gereken kutsal bir kurum vardır ortada.
Aldatılma hakkındaki birikimimi kısaca sizle paylaştıktan şimdi hissettiklerimi yazmak istiyorum. Önce öykümü özetleyeyim. Gençlik aşkımdı. Ne ailemi nede okulumu gözüm gördü. Evlendik. Tam sıfır noktasından başladık hayata. İkimizinde öğrenimi yarım kalmıştı. Öncelikle yeniden başlamak zorunda kalarak üniversiteyi bitirdik. Edindiğimiz herşeyi (bazen bir diploma bazen bir tabak) tüm yaşadıklarımızı (bazen yarı aç uymak bazen küçük bir tatil) aşkın zaferi gibi yorumladık. Herşey ve herkese karşı bütün başardıklarımız aşkın zaferiydi. Sonunda ortalama bir yaşam standartına ulaştık. Bir kızımız oldu. O da aşkımızın bir ürünüydü. En iyi ebeveynler olmak onu iyi bir birey olarak yetiştirmek temel amaçlarımızdan biri oldu. Ona baktıkça onunla değil aşkımızla gururlandık. Aykırı ama örnek bir çifttik çevremizce. Ailelerimizin gençleri özenir, arkadaşlarımız aşkımızı kıskanmadan edemediklerini belirtirdi. Tabi inişler ve çıkışlar yaşardık ilişkimizde. Bunlardan bile keyif almayı bilirdik. Yine bir iniş dönemi başladı. Uzaklaşma.. Ama bu kez çıkış gelmedi. Çünkü inişin sebebi bir başkasıydı. Bir başkasına aşık olmuş, bunu yalanlarla gizlemişti. Bu korkunç keşfimi "o ilk günlerin heyecanını aradım" diyerek savundu silikçe.
Böylece aldatılan eş çoğuna göre "öteki kadın olma" sürecim başladı. Ne hissettim? Bir kere yukarıda saydığım eskiden olsa hissedeceğimi varsaydığım hiçbir şeyi hissetmedim. İlk hissettiğim yoğun bir acı oldu. Başka hiçbir acı ile karşılaştıramadığım o yüzden adını bile bulamadığım bir acı... Adı aldatılma olmalı bu duygunun. Bu derin acı, ölüm acısının önceleri bütün diğer duyuları felç etmesi gibi felç etti beni sonra yavaş yavaş diğer duygularımı da fark eder oldum. O acı hala orda, kalbimde sanırım artık benim bir parçam.
Hissettiğim diğer en güçlü duygu haksızlığa uğramış olma duygusu. Bu ilişkiye verdiğim onca emeği, geçen yıllarımın, fedakarlıklarımın hesabına dayanan bir haksızlığa uğrama duygusu değil. Yanılmayın. Başkası olmaya da bilirdi hayatında. Nasıl ki birden aşık olmuştu. Aynı şekilde sevmekten vazgeçmişti temel olarak beni. Aldatılma başkasını sevmesi noktası değil. Ölünceye kadar sevme sözü verip, beni sevmekten vazgeçmesi de değil. Aldatılma beni artık sevmediğini bana bildirmemesi. Haksızlık işte bu noktada. Beni sevmezken benim onu eskisi gibi sevmeme izin vermesi. İlişkiyi belki de bitirmeyi planlarken benim yarın için plan yapmama göz yumması. Ve ben asla yanıtını bilemeyeceğim bir soruyla baş başa bırakması. Ne kadarı yalan ne kadarı gerçekti? Anılarımın ne kadarının yalan ne kadarını gerçek olduğunu bilemiyorum. Bir tarihe ihtiyacım var. Soramıyorum. O kadar çok yalan duydum ki sorsam da cevaba inanmayacağımı biliyorum. Eğer beni sevmekten vazgeçtiği günü bilebilsem ondan önceki güzel ve kötü günler benim olacak. Sonu ne olmuş olursa olsun onları hayatımın + hanesine yazacağım. Şimdi yaşadığım hiçbir mutlu günü benim sayamıyorum. Klişe bir laf vardır "ona hayatımı verdim" bu lafı ne zaman duysam içimden oda sana verdi derdim. Şimdi bu cümleyi çok farklı anlıyorum. Ben ona verirken oda bana verdiği için bu bir kayıp değildi sadece olağanüstü bir alışverişti. Şimdi ne kadar zamandır bu alışverişin bittiğini bilemiyorum. O yüzden ilk günden sonrasını kayıp sayıyorum. Hayatım bir yalanmış. İşte ben bu haksızlığa dayanamıyorum.
Mutlu olmasını istemiyorum. Yanılmayın sebeb kıskançlık değil. Çünkü zamana ihtiyacım var. Bu haksızlığa uğramışlık duygusunu yenmek içimdeki boşluğa alışmak uyum sağlamak, yeniden başlamaya hazır olmak için. Yoksa amacım intikam değil. her insan gibi bencilim. Onun aşkına yada mutluluğuna karşı olmak değil bu.
Kendimi daha çirkin daha yaşlı hissetmiyorum. Ama derin bir başarısızlık duygusu yaşıyorum. Oysa şimdi başarmam gereken daha çok şey var. Günlük hayatın rutin görevlerinden onun yerine getirdikleri benim omuzlarımda şimdi. Ekonomik olarak da yaşam daha zorlu. Ve bütün bunlardan önemlisi her türlü kötülükten uzak sevgi dolu iyi bir insan olarak yetiştirmeyi amaçladığım çocuğum onarılması güç bir yara aldı. Onun yaralarını da sarmak zorundayım. Onun artık eskisi gibi parlamayan gözlerine bakarken tıpkı düşüp bir yerini incilttiği zaman hissettiğim gibi çaresiz hissediyorum kendimi. Onu acılardan koruyamadığım için suçluluk duyuyorum. Çocuğunu hayatın tüm acılarından koruyamayacağını bilen ancak yinede suçluluk duyan tüm ebeveynlerin tanıdığı o duygu bu.
Paylaşmak istedim sadece. Kimbilir belki de başkaları başka şeyler hissetmiştir. Çevrenizde benzer durumlar yaşayanları anlamanız için ip ucu olabilir umarım.
Mutlu günler...