Cevap: Yargılanması gereken Eylül ihtilali mi yoksa 12 Eylül'den sonraki dönem mi?
Bence güzel bir konu seçmişsiniz, öncelikle komplo teorilerini bir kenara bırakıp Türkiye'deki darbeleri genel olarak inceleyelim.
Bu konu ile Bernard Lewis'in makalelerini topladığı ince bir kitabı var (Türkiye'nin Demokrasi Serüveni), onu okumanızı tavsiye ederim. Türkiye Cumhuriyeti aslında bir darbe ile kurulmuştur. Milis güçler, orduya dönüşmüş, meclis oluşturulmuş ve bu şekilde asker hep ön planda olmuş. Ancak bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Savaş bittikten sonra askerlerin siyaset yapamayacağı hükmünü gene askerler vermiştir. Çünkü o dönem subaylarının çok acı bir vardı; "Balkan Harbi". Askerin siyasete karışmasının bedelleri çok acı bir şekilde görülmüştür ve bu düşünceler yeni Türk devletinin temellerini teşkil etmiştir. O dönem aydınlarına, yazarlarına baktıgınızda bircogunun asker oldugunu görürsünüz. Bunun sebebi de aslında basittir. O dönem batı tarzında yüksek öğretim veren kurum çok azdı ve Harp Okullarından mezun olan aydın kişiler üniformalarını çıkartarak ülkenin sorumlulugunu ele aldılar.
Ama militarist bir zihniyet ülkemizin temellerinde asla yer almadı. Atatürk hayatı kıtada ve savaslarda gecmis bir komutan olmasına ragmen her turlu askeri nisan ve madalyasını reddetmiş göğsünde sadece istiklal madalyası taşımıştır. Savaş bittikten sonra üniformasını çıkarmış ve bir daha ünifürmalı gozukmemiştir. Ama Mussolini askeri kariyerinin çok daha zayıf olmasına rağmen mareşal üniforması ve parıltılı madalyalarla liderlik yapmıştır. Bu konu ile ilgili Barış Manço'nun bir anısını anlatmak istiyorum. Barış Manço Fransa'da bir programa katıldığı sırada sunucu ülkemizdeki darbeden gem vurarak militarist bir ülke oldugumuzla dalga geciyor. Barıs Manco spikerden cebindeki kagıt paraları çıkartmasını istiyor. Resimdeki kişileri tek tek soruyor. Cevap hep benzer şekilde General ...., resimler ise hep üniformalı. Sonra Manço cebindeki paraları çıkartıyor ve üzerlerindeki Mimar Sinan'ı, Selimiye Camiini, Mevlana Müzesi ve Mevlana Celaleddin Rumi figurunu, Meclis resmini gösteriyor.
Türkiyedeki darbelere bakacak olursak darbeler hep kısa süreli olmuştur ve sürecin sonunda askeri idari yönetimi "KENDİ İRADESİ İLE" meclise devretmiştir. Şu an AB üyesi olan İspanya 1938-1975 yılları arasında Franko diktatörlüğünde yönetilmiştir. Franko'nun başa gelmesi İspanya İç Savaşı sonucunda olmuş, yönetimi esnasında çocuk kaçakçılığı, siyasi cinayetler, azınlıklara baskılar olmuş devrilmesi ise ancak 1975'te vefatı ile olmuş ve yönetime kendisinin veliaht gösterdiği Kral Juan Karlos gelmiştir. Kral Juan Karlos halen İspanya'nın devlet başkanıdır ve İspanya'nın yönetim şekli Parlamenter MONARŞİdir. İspanyada azınlıklara verilen haklar, ileri demokrasi vb. yalanları başka bir konu altında ele almak daha doğru olacaktır. Yine AB üyesi olan Yunanistan da Albaylar Cuntası 1967 yılında iktidara gelmiş ve Kıbrıs Barış Harekatının Yunanistan da yarattığı halk hareketi ile devrilebilmiştir. Diğer birçok örneğe bakarak aradaki farkı bulabilirsiniz.
İşte bizdeki müdahalelerin temel farkı buradadır. Müdahalenin ilk gününden itibaren asker bir gün kışlasına dönmek üzere gelmiştir. Müdahale esnasında bazı sert önlemler alınmıştır. Yanlışlarda yapılmıştır ancak Pinochet, Franko vb. gibi ölüm timleri kurulmamıştır. Suç amaçlı herhangi bir kurum kurulmamıştır. Silahlı kuvvetler kendi yapısı ile bu darbeyi gerçekleştirmiştir. Türkiye'de de mecburi askerlik olduğuna göre ve subaylar Avrupa Tarihinde olduğu gibi farklı bir zümreden gelmediğine göre bu darbede görev alan kişiler sokakta görebileceğiniz, sizler gibi alışverişe çıkan, aileleri olan, dini inanışları, ahlak değerleri toplumdan farklı olmayan İNSANLARdır. Şimdi o dönem tedbirlerini sert olarak tanımlıyoruz. Ancak tarihi analiz ederken o günün koşullarını da dikkate almak gerekir. Ayrıca adı üzerinde bu bir darbedir ve toplum düzeninin aşırı derecede bozulması neticesinde ortaya çıkmıştır. Devlet otoritesini tesis ederken, terörize olmuş bir topluma müdahale ederken sert tedbirler alınması olağandır. Adaletin sembolününde bir elinde kılıç yok mudur? Kılıç olmadığı takdirde, yani yargının hükmünü uygulatacak iradesi yoksa hüküm vermesi de bir anlam taşımaz.
Komplo teorilerini ele alıcak olursak; toplum mühendisliği halen dahi önemini yitirmemiştir. Askeri darbeler dünyanın birçok ülkesinde devlet sistemini çökertmek, ülkeyi kontrol atına almak vb. nedenlerle küresel güçler tarafından kullanılmıştır ve halen de kullanılmaktadır. Toplum psikolojik harekatlarla kontrol altına alınmakta, yönlendirilmektedir. Askeri darbeler, halk ayaklanmaları, sivil toplum kuruluşları bunlar için araç olmuştur. Hatta bundan yüzyıl önce İngiliz ajanı Lawrence'ın yaptığını bugün sosyal iletişim ağları, arama motorları sayesinde bilgisayar başında yapmak mümkündür. Bu konular ile ilgili ayrı bir başlık altında yorum yapmak bence daha uygun olacaktır. O dönem Türkiye'de de bu tarz yönlendirmelerin olduğu, kitlelerin kışkırtıldığı kesin delillerle ortaya konmuş olmasa da muhtemeldir. Ancak bunu yapan ajanların TSK bünyesinde olduğunu kabul etmek çok ağır bir suçlama olur. Türk ordusunun darbe yapmasının istendiği ve Türk ordusunu darbe yapmaya sevk itmek için halkın kaosa sürüklendiğini düşünmek bence gerceğe daha uygundur. Darbe olmasaydı ne olurdu? Bence olaylar biraz daha biraz daha büyürdü. Milli sınırlar tehdit edilerek ordu doğrudan zorlanabilirdi. İç savaş çıkar, iç savaşta bir grup desteklenir. Desteklenen grup galip geldiğinde kukla görevi görmeye başalardı. Bu tekniklerin hepsi günümüzde uygulanmaktadır. Şu meşhur "bizim çocuklar"ın TSK olduğunu kabul etmek büyük bir önyargıdır. Bizim çocuklar diye anılan kişilerin o ülke çalışanları olması bence daha muhtemeldir. Son olarak klasik bir deyiş ile son vermek istiyorum; "-ABD'de neden hiç askeri darbe olmuyor? -Çünkü ABD'de hiç ABD elçiliği yok."