Akp gerçekten darbe ve darbecilere karşı mı?
DARBELER KİME KARŞI PLANLANIYOR?
14:27 31 Ocak 2010
Politik İslamcı hareket ile ordu arasında, hemen her dönem rejime muhalif olan toplumsal hareketleri bastırmak için stratejik bir ortaklık söz konusudur. Kemalist geçinen ordunun darbe tarihine baktığımızda, her darbe İslamcı cemaatlerin gelişmesine hizmet etmiş, tersine sol ve sosyalist harekete karşı en kapsamlı saldırıları uygulamıştır.
Darbeler ve senaryoları üzerine öyle çok yazı yazıldı ki, insan için bazen anlamsızlaşıyor. Ancak darbeler sürecinin kesintisiz olarak işlediği dikkate alındığında soruna ilişkin bazı değerlendirmeler de bir bakıma kaçınılmaz ve zorunlu oluyor.
Türkiye’nin bugünkü iç politik konjonktürü içerisinde darbeler iki yönlü işliyor. Birincisi askerler tarafından toplumun önemli bir kesimine karşı gerçekleştirilmesi planlanan darbeler. Sistem içi kuvvetlerin iktidar rekabetini de ortaya koyan bu fiili durum, Türkiye’nin politik gündemini işgal eden esas mesele haline gelmiş bulunuyor. İkincisi ise özellikle sistemin askeri ve sivil bürokratik kurumları tarafından eş zamanlı olarak geliştirilen ve Kürtlere karşı kesintisizce uygulanan darbedir. Sistem kuvvetlerini bütünlüklü hareket etmesini sağlayan ve sistematik olarak uygulanan, Kürtlerin tasfiyesine yönelik gerçekleştirilen darbenin özellikle kamuoyunun gündemine girmemesi için bütün olanaklar kullanılmaktadır.
Sistem içi çelişkiler nedeniyle planlanan fakat pratiğe geçirme şansı olmayan darbe hazırlıklarıyla, Kürtlere karşı ve fiili olarak uygulanan darbenin hedefi amacı ve niteliği tamamen birbirinden farklıdır.
Son birkaç yıldır generaller tarafından hazırlanan, ancak uluslararası koşullar nedeniyle yaşama geçirilmesi pek mümkün olmayan darbeler üzerinde ciddi tartışmalar yürütülmektedir. Özellikle darbe planları deşifre edildikçe Genelkurmay yalanlara başvurmak zorunda kalıyor.
Genelkurmay Başkanı olmanın bu ülkede devletin tek söz sahibi olmak anlamına geldiğini herkes bilirdi. Bu halen devam etmekle birlikte, son birkaç yıldır giderek tersine işleyen bir durum var. Genelkurmay Başkanı, darbeleri örgütleyen ve planlayan sistemin başı olarak, bu kez inkâra başvuruyor. Yalanlarla gerçeği gizlemeye çalışıyor.
İlginçtir, ordunun demokrasiye bağlı olduğunu söylüyor. Sadece İstanbul’da iki yüz bin insanın tutuklanıp stadyumlara doldurulması planını hazırlatıyor. Zorda kalınca da inkâr ediyor ve böyle bir şey olmaz diyor. Peki, 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbede 650 bin kişiyi işkenceden geçiren, 2 milyona yakın insan hakkında soruşturma açan, kendi hukukunu çiğneyerek insanların yaşlarını büyütüp idam eden bu darbeci ordu değil miydi? Bu ordunun tarihinde kan, işkence vardır. ‘Allah Allah’ diyen bir ordunun cami bombalamasının inanılmaz olduğunu söyleyerek darbe planını gizleyen Genelkurmay Başkanına kendi tarihi yanıt veriyor.
24 Aralık 1977’de Maraş katliamı öncesinde, Sünni kökenli insanları kışkırtmak için Genelkurmay’ın denetimindeki Özel Harp Dairesine bağlı provokatörler tarafından, camilerin bombaladığına dair söylentiler yayılmıştı. 1952 yılında İstanbul’da 6 Eylül olaylarını örgütleyen ve Hıristiyan kökenli vatandaşlara karşı saldırıları başlatan yine Özel Harp Dairesi değil miydi?
Darbeler askerlerin ruhuna işlemiş. Bunların varlık nedenleri olduğundan darbesiz yaşamaları zordur. Her darbe, generallerin zenginleşmesinin yolunu açmıştır. En büyük yolsuzluklar, darbeler döneminde generaller tarafından yapılmıştır. Sonra yasalarla bu sürecin sorgulanmasını engellerler. Halen, 12 Eylül 1980 darbecilerinin anayasası ile yönetiliyoruz. Anayasanın geçici 15. Maddesini kimse değiştirmeyi göze alamıyor. Darbecilerin yargılanmasını engelleyen en önemli madde budur. Bu yasanın kaldırılması ve darbe sürecine katılmış herkesin yargılanması gerekir.
Tatbikat ve seminer çalışması olarak yutturulmaya çalışan planlar kime karşıdır?
Yunanistan mı yoksa Ermenistan mı ülkeyi işgale yönelecek diye böylesi bir planlama yapıldı? Hayır. 200 bin kişi tutuklanarak statlara doldurulacakmış. Darbe planı iç düşman tehdidine karşı hazırlanmış. Peki, kimdir bu iç düşman?
Tutuklanması gerekenlerin listesine baktığımızda genellikle sisteme muhalif olan veya değişimden yana olan kesimleri kapsadığı anlaşılıyor. Sanıldığı gibi ‘Politik İslamcı Hareketi’ bütünlüklü tasfiye planı değildir. Sadece kontrol altına alma hareketi olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü politik İslamcı hareket ile ordu arasında, hemen her dönem rejime muhalif olan toplumsal hareketleri bastırmak için stratejik bir ortaklık söz konusudur.
Kemalist geçinen ordunun darbe tarihine baktığımızda, her darbe İslamcı cemaatlerin gelişmesine hizmet etmiş, tersine sol ve sosyalist harekete karşı en kapsamlı saldırıları uygulamıştır. Mevcut darbe planlarının içeriğine dikkatlice baktığımızda esas hedefinin Kürt Toplumsal Hareketi, Demokratik Alevi Güçleri ve sosyalist gruplar ve çevrelerin, nispeten de İslamcıların küçük bir azınlığı olduğunu çok belirgin olarak görebiliriz.
Adı geçen bütün darbe planları sistem için rekabetin bir başka yansımasıdır. Ancak iç ve uluslararası politik koşullar, bu tür darbelere izin vermediği gibi, deşifrasyonu da Kemalist rejimin temsilcisi olan ordunun politik iktidar ilişkilerindeki gücünün giderek zayıfladığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca sistem içerisinde sanki çok büyük bir çatışma varmış gibi yansıtılıp toplumun dikkatleri bu nokta üzerinde yoğunlaştırılırken, İslamcı hükümet birçok yasayı sessizce mecliste geçirmeye devam ediyor. Tekel işçilerinin yürüttüğü ve toplumun önemli bir kesimi tarafından desteklenmeye başlanan grev dahi, söz konusu yapay çatışmanın gölgesinde tutularak etki gücü kırılmaya çalışılıyor.
Sistem güçleri arasında psikolojik bir savaş aracı olarak kullanılan söz konusu darbe planları üzerinde, kamuoyunda ve özellikle medyada çok farklı tartışmalar yapılırken, Kürtlere karşı kesintisizce uygulanan ‘askeri ve sivil’ darbe üzerine hemen hemen hiçbir değerlendirme ve analiz yapılmıyor. Kürtlere karşı çok kapsamlı olarak devreye konulan darbe, sistemin medyatik ve ideolojik aygıtları tarafından destekleniyor. Kendi iç çatışmasında askeri darbeler konusunda farklı kutuplaşmalar olurken, aynı çevreler Kürtlere karşı tek bir blok gibi hareket etmeye özen gösteriyorlar. Generallerin hazırlamış olduğu darbe planında Kürtlerin toplu bir katliamda geçirilmesi planlanmış. Yani bugüne kadar uygulanan saldırılar, katliamlar yetersiz görülerek, Örsan Öymen’in önerdiği gibi yeni bir ‘Dersim Jenosidi’ planlanmış. İslamcı AKP iktidarı da bunun siyasal alanını yaşama geçirmek için gerekli adımlar attı.
Kürtlerin tasfiyesini içeren darbenin esas amacı, Kürtlerin örgütlülük bilincini kırmak, toplumun atar damarları olan yapıları dağıtmaktır. Böylelikle geniş kitlelerle örgütsel yapıyı oluşturan kurumlar arasındaki bağı kesip saldırıları kolaylaştırmak için seçilmişlerin tasfiyesi öncelikli olarak ön plana çıkartmaktadırlar.
Kendi hukuklarını da yerle bir ederek gerçekleştirdikleri saldırıların bir darbe olduğuna dair psikolojik savaş medyasında tek bir satır görmemiz mümkün değildir. Tersine, İslamcı AKP ile Genelkurmayın ortaklaşa örgütledikleri darbe, sadece Kürtleri değil, toplumun bütün kesimlerini hedefliyor. Bunun somut verileri de çok açık olarak ortaya çıkmış durumda.
Egemen siyasal güçler tarafından sistemin devamı için örgütlenen hem askeri hem sivil içerikli darbeler, ırkçılığın ve şovenizmin geliştirilmesinin ana unsurlarından biri olurken, hedefinde halkların özgürlük mücadelesinin tasfiyesi vardır.
Darbelere dur diyecek, politik gündemden tamamen çıkartacak olan halkların birleşik mücadelesidir. Başka bir biçimde askeri ve sivil darbelerin durdurulması söz konusu olamaz.
Kaynak http://www.birgun.net/sunday_index.p...h=01&year=2010
14:27 31 Ocak 2010
Politik İslamcı hareket ile ordu arasında, hemen her dönem rejime muhalif olan toplumsal hareketleri bastırmak için stratejik bir ortaklık söz konusudur. Kemalist geçinen ordunun darbe tarihine baktığımızda, her darbe İslamcı cemaatlerin gelişmesine hizmet etmiş, tersine sol ve sosyalist harekete karşı en kapsamlı saldırıları uygulamıştır.
Darbeler ve senaryoları üzerine öyle çok yazı yazıldı ki, insan için bazen anlamsızlaşıyor. Ancak darbeler sürecinin kesintisiz olarak işlediği dikkate alındığında soruna ilişkin bazı değerlendirmeler de bir bakıma kaçınılmaz ve zorunlu oluyor.
Türkiye’nin bugünkü iç politik konjonktürü içerisinde darbeler iki yönlü işliyor. Birincisi askerler tarafından toplumun önemli bir kesimine karşı gerçekleştirilmesi planlanan darbeler. Sistem içi kuvvetlerin iktidar rekabetini de ortaya koyan bu fiili durum, Türkiye’nin politik gündemini işgal eden esas mesele haline gelmiş bulunuyor. İkincisi ise özellikle sistemin askeri ve sivil bürokratik kurumları tarafından eş zamanlı olarak geliştirilen ve Kürtlere karşı kesintisizce uygulanan darbedir. Sistem kuvvetlerini bütünlüklü hareket etmesini sağlayan ve sistematik olarak uygulanan, Kürtlerin tasfiyesine yönelik gerçekleştirilen darbenin özellikle kamuoyunun gündemine girmemesi için bütün olanaklar kullanılmaktadır.
Sistem içi çelişkiler nedeniyle planlanan fakat pratiğe geçirme şansı olmayan darbe hazırlıklarıyla, Kürtlere karşı ve fiili olarak uygulanan darbenin hedefi amacı ve niteliği tamamen birbirinden farklıdır.
Son birkaç yıldır generaller tarafından hazırlanan, ancak uluslararası koşullar nedeniyle yaşama geçirilmesi pek mümkün olmayan darbeler üzerinde ciddi tartışmalar yürütülmektedir. Özellikle darbe planları deşifre edildikçe Genelkurmay yalanlara başvurmak zorunda kalıyor.
Genelkurmay Başkanı olmanın bu ülkede devletin tek söz sahibi olmak anlamına geldiğini herkes bilirdi. Bu halen devam etmekle birlikte, son birkaç yıldır giderek tersine işleyen bir durum var. Genelkurmay Başkanı, darbeleri örgütleyen ve planlayan sistemin başı olarak, bu kez inkâra başvuruyor. Yalanlarla gerçeği gizlemeye çalışıyor.
İlginçtir, ordunun demokrasiye bağlı olduğunu söylüyor. Sadece İstanbul’da iki yüz bin insanın tutuklanıp stadyumlara doldurulması planını hazırlatıyor. Zorda kalınca da inkâr ediyor ve böyle bir şey olmaz diyor. Peki, 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbede 650 bin kişiyi işkenceden geçiren, 2 milyona yakın insan hakkında soruşturma açan, kendi hukukunu çiğneyerek insanların yaşlarını büyütüp idam eden bu darbeci ordu değil miydi? Bu ordunun tarihinde kan, işkence vardır. ‘Allah Allah’ diyen bir ordunun cami bombalamasının inanılmaz olduğunu söyleyerek darbe planını gizleyen Genelkurmay Başkanına kendi tarihi yanıt veriyor.
24 Aralık 1977’de Maraş katliamı öncesinde, Sünni kökenli insanları kışkırtmak için Genelkurmay’ın denetimindeki Özel Harp Dairesine bağlı provokatörler tarafından, camilerin bombaladığına dair söylentiler yayılmıştı. 1952 yılında İstanbul’da 6 Eylül olaylarını örgütleyen ve Hıristiyan kökenli vatandaşlara karşı saldırıları başlatan yine Özel Harp Dairesi değil miydi?
Darbeler askerlerin ruhuna işlemiş. Bunların varlık nedenleri olduğundan darbesiz yaşamaları zordur. Her darbe, generallerin zenginleşmesinin yolunu açmıştır. En büyük yolsuzluklar, darbeler döneminde generaller tarafından yapılmıştır. Sonra yasalarla bu sürecin sorgulanmasını engellerler. Halen, 12 Eylül 1980 darbecilerinin anayasası ile yönetiliyoruz. Anayasanın geçici 15. Maddesini kimse değiştirmeyi göze alamıyor. Darbecilerin yargılanmasını engelleyen en önemli madde budur. Bu yasanın kaldırılması ve darbe sürecine katılmış herkesin yargılanması gerekir.
Tatbikat ve seminer çalışması olarak yutturulmaya çalışan planlar kime karşıdır?
Yunanistan mı yoksa Ermenistan mı ülkeyi işgale yönelecek diye böylesi bir planlama yapıldı? Hayır. 200 bin kişi tutuklanarak statlara doldurulacakmış. Darbe planı iç düşman tehdidine karşı hazırlanmış. Peki, kimdir bu iç düşman?
Tutuklanması gerekenlerin listesine baktığımızda genellikle sisteme muhalif olan veya değişimden yana olan kesimleri kapsadığı anlaşılıyor. Sanıldığı gibi ‘Politik İslamcı Hareketi’ bütünlüklü tasfiye planı değildir. Sadece kontrol altına alma hareketi olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü politik İslamcı hareket ile ordu arasında, hemen her dönem rejime muhalif olan toplumsal hareketleri bastırmak için stratejik bir ortaklık söz konusudur.
Kemalist geçinen ordunun darbe tarihine baktığımızda, her darbe İslamcı cemaatlerin gelişmesine hizmet etmiş, tersine sol ve sosyalist harekete karşı en kapsamlı saldırıları uygulamıştır. Mevcut darbe planlarının içeriğine dikkatlice baktığımızda esas hedefinin Kürt Toplumsal Hareketi, Demokratik Alevi Güçleri ve sosyalist gruplar ve çevrelerin, nispeten de İslamcıların küçük bir azınlığı olduğunu çok belirgin olarak görebiliriz.
Adı geçen bütün darbe planları sistem için rekabetin bir başka yansımasıdır. Ancak iç ve uluslararası politik koşullar, bu tür darbelere izin vermediği gibi, deşifrasyonu da Kemalist rejimin temsilcisi olan ordunun politik iktidar ilişkilerindeki gücünün giderek zayıfladığını ortaya koymaktadır.
Ayrıca sistem içerisinde sanki çok büyük bir çatışma varmış gibi yansıtılıp toplumun dikkatleri bu nokta üzerinde yoğunlaştırılırken, İslamcı hükümet birçok yasayı sessizce mecliste geçirmeye devam ediyor. Tekel işçilerinin yürüttüğü ve toplumun önemli bir kesimi tarafından desteklenmeye başlanan grev dahi, söz konusu yapay çatışmanın gölgesinde tutularak etki gücü kırılmaya çalışılıyor.
Sistem güçleri arasında psikolojik bir savaş aracı olarak kullanılan söz konusu darbe planları üzerinde, kamuoyunda ve özellikle medyada çok farklı tartışmalar yapılırken, Kürtlere karşı kesintisizce uygulanan ‘askeri ve sivil’ darbe üzerine hemen hemen hiçbir değerlendirme ve analiz yapılmıyor. Kürtlere karşı çok kapsamlı olarak devreye konulan darbe, sistemin medyatik ve ideolojik aygıtları tarafından destekleniyor. Kendi iç çatışmasında askeri darbeler konusunda farklı kutuplaşmalar olurken, aynı çevreler Kürtlere karşı tek bir blok gibi hareket etmeye özen gösteriyorlar. Generallerin hazırlamış olduğu darbe planında Kürtlerin toplu bir katliamda geçirilmesi planlanmış. Yani bugüne kadar uygulanan saldırılar, katliamlar yetersiz görülerek, Örsan Öymen’in önerdiği gibi yeni bir ‘Dersim Jenosidi’ planlanmış. İslamcı AKP iktidarı da bunun siyasal alanını yaşama geçirmek için gerekli adımlar attı.
Kürtlerin tasfiyesini içeren darbenin esas amacı, Kürtlerin örgütlülük bilincini kırmak, toplumun atar damarları olan yapıları dağıtmaktır. Böylelikle geniş kitlelerle örgütsel yapıyı oluşturan kurumlar arasındaki bağı kesip saldırıları kolaylaştırmak için seçilmişlerin tasfiyesi öncelikli olarak ön plana çıkartmaktadırlar.
Kendi hukuklarını da yerle bir ederek gerçekleştirdikleri saldırıların bir darbe olduğuna dair psikolojik savaş medyasında tek bir satır görmemiz mümkün değildir. Tersine, İslamcı AKP ile Genelkurmayın ortaklaşa örgütledikleri darbe, sadece Kürtleri değil, toplumun bütün kesimlerini hedefliyor. Bunun somut verileri de çok açık olarak ortaya çıkmış durumda.
Egemen siyasal güçler tarafından sistemin devamı için örgütlenen hem askeri hem sivil içerikli darbeler, ırkçılığın ve şovenizmin geliştirilmesinin ana unsurlarından biri olurken, hedefinde halkların özgürlük mücadelesinin tasfiyesi vardır.
Darbelere dur diyecek, politik gündemden tamamen çıkartacak olan halkların birleşik mücadelesidir. Başka bir biçimde askeri ve sivil darbelerin durdurulması söz konusu olamaz.
Kaynak http://www.birgun.net/sunday_index.p...h=01&year=2010