Cevap: Ruh sağlığının fiil ehliyeti üzerindeki etkisi
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2002/1587
Karar No: 2002/3527
Tarih: 19/03/2002
Dava: Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tesçil davasının yapılan yargılamasında, mahkemece davanın reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle, duruşma günü olarak saptanan 19.3.2002 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili avukat P. S. geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı, bilahare dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar: Dava, ehliyetsizlik ve akde aykırılık hukuksal sebeplerine dayalı tapu iptali, tesçil isteğine ilikindir. Mahkemece, ehliyetsizlik iddiasının ispat edilemediği ve bakım borcununda yerine getirildiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Nevarki, toplanan deliller hükme yeterli olmadığı gibi mahkemenin gerekçesi de yerinde değildir. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırdedebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun "fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir" biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek "ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır." hükmüne getirmiştir. "Ayırtım gücü" eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde "yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir." denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21) Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK'nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin "rey ve mutalaası" hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olaya gelince; davacı vekili müvekkilinin ehliyetsiz olduğunu ısrarla bildirmiş ve bu yönde Muğla Devlet Hastanesinden alınan heyet raporunu ibraz etmiştir. Gerçekten heyet raporunda rapor tarihinde davacının ehliyetsiz olduğu açıklanmıştır. Ancak akit tarihinde davacının ehliyetsiz bulunup bulunmadığı hakkında Adli Tıp'tan rapor alınmasına karar verilmiş isede, davacı sıhhi ve mali mazeretler sebebi ile Adli Tıp'ın isteğine rağmen müşahadeye gönderilememiş ve mahkemecede ispat edilemediğinden bahisle ehliyetsizlik iddiası reddedilmiştir. Nevarki yukarıda değinilen ilkelerde belirtildiği üzere ehliyetsizlik iddiasının mahkemece re'sen araştırılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan dosya arasındaki heyet raporuna göre atanacak kanuni temsilci ile husumetin de tamamlanması gerekmektedir. Hal böyle olunca; öncelikle davacıya bir vasi tayin edilmesi için sulh hukuk mahkemesine ihbarda bulunulması, öte yandan davacının olanakların elverdiği ölçüde müşahadeye tabi tutulmak üzere Adli Tıp'a gönderilmeye çalışılması, olmadığı takdirde Adli Tıp'ın görüşü alınmak suretiyle davacının Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevkedilerek akit tarihinde ehliyetli olup olmadığı yönünde müşahadeye tabi tutularak raporunun alınması, bundan sonra dosyanın Adli Tıp'a gönderilip davacının ehil olup olmadığının kesin olarak saptanması, hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Davacı vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine ve 4.12.2001 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 250.000.000 lira duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına 19.3.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.