Mümtaz Er'den, mümtaz Zaptiye'ye
Şu aralar Atatürk ile uğraşmak ve Orduya yüklenmek köşe yazarlarının reytinglerini yükseltip, yıldızlarını parlatıyor. Son olarak Ata'nın Gençliğe Hitabesi'ni değiştiren tarafgir bir yazarımız varken, zaman bize Orduyu yıkıp yeniden kuralım diyen mümtaz köşe yazarını da gösterdi. Vallahi ben de bu yazarlara, bazı çevrelerde gördükleri itibara, aldıkları reytinglere gıpta edip, kıskandım. Aşağıdaki köşe yazımda tarafgir yazarımıza özenip, zamanın bize bahşettiği mümtaz yazarımızın son köşe yazısını biraz değiştirdim. Bu yazarlarımız yazılarında günümüzün demokratik ortamında elbette hür düşüncelerini beyan ediyorlar, şüphesiz ceza-i hiç bir sorumlulukları yok. Hadi hayırlı okumalar...
Bize Zaptiye Teşkilatı lazım
Hiç kimsenin, polisimizin kahramanlığından şüphesi olamaz. Kahramanlık, bir daha geri dönmeyi düşünmeden ileri atılmaksa eğer, bizim polisimiz ülkeye bu cesaretini defalarca göstermiştir.
İnancımız odur ki, eğer iç düzen bozucular bize savaş ilan etmişse, elimize silah alıp mukabele etmek farz-ı kifayedir. Şayet iç düzen bozucular Taksim Meydanı'ndan içeri girmişse veya basın açıklaması yapıyorlarsa o zaman onları def etmek farz-ı ayındır. "Ya şehit ya gazi" olmak dışında çare kalmayınca, kahramanlık da elbette büyük olacaktır.
Ya polisimiz?
Orada biraz durup düşünmemiz lâzım. Çünkü bu sorudan önce "hangi polisimiz?" diye sormamız gerekir. Falakacılar mı? Böcekçibaşılar mı? Baştebdil mi? Zaptiyeler mi yoksa Emniyet Genel Müdürlüğü mü? Tarih şanlı iç savaşlarımızı anlatıyor. Ama unutmayalım: Polisimiz her zaman aynı teşkilatın polisi değildi.
Adında "yeni" sıfatı olan Yeniçeri ordusu, Osmanlı Devleti'nin aynı zamanda en eski polis teşkilatı idi. Zamanla bir çıkar şebekesine ve fesat ocağına dönüştü. Savaş meydanlarında hezimet üstüne hezimet yaşarken, iktidar mücadelesinde zaferler kazandı. Biraz zora gelince kazan kaldırıp, doğrudan yönetime el koydu. 20 yıl kadar sonra tekrar kurulan yeni ordu ve polis, bu sefer Yeniçeri ordusu ve polisini topa tutarak ortadan kaldırdı. 1826'da aynı devletin içinde iki Türk ordusu ve polisinin karşı karşıya geldiğini ve birinin diğerini imha ettiğini unutmamalıyız. Ve tarihimizin bu olayı "vak'a-yı hayriyye" (hayırlı olay) olarak kaydettiğini de...Zaptiye Teşkilatı da bu dönemin arkasından polis teşkilatının nüvesi olarak kurulmuştur.
"Susurluk Kazası" bir işaret fişeği oldu ve karanlık köşeler aydınlandı. Kendi halkına, ülkesine ve hatta kendi mensuplarına karşı komplolar, entrikalar çeviren bir fesat ocağı ile karşı karşıyayız. Asakir-i Mansure-i Muhammediye teşkilatında bile kimsenin aklına gelmeyecek türden desiseler bunlar. Temel sorunumuz bu fesat üretme işinin ne ölçüde amir-memur zinciri içerisinde yapıldığını, bütünüyle kurumsal kimliğin bu işteki rolünü tespit etmek. Tamam, Susurlukçuları, Genelkurmay'ı dinlemekten bile çekinmeyen cemaat abilerini polis teşkilatından ayıklayalım; ya fesat ve komplo üreten kurumsal hiyerarşi ve yapı ne olacak? Fesat üretmek Yeniçeri polisinde, Kabakçı Mustafa gibi birkaç düzenbazın işiydi. Bugün ise, kurumsal yapı içine yerleşmiş bir fesat merkezi yok mu? Bir yazar, "Polis teşkilatı, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Susurluk sanıkları, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı ve bugün Fethullah Gülen’den oluşur" derken gözümüzden kaçan bir "kurumsal kimliği" hatırlatmıyor mu?
Polisin varlık gerekçesi iç güvenliği sağlamaktır. Vatandaşlarını suç işleyerek tezgâha düşüren bir polis teşkilatı ile bir ülkenin iç güvenliği sağlanabilir mi? Emniyet merkezinde geniş çaplı komplolar, provokasyonlar tezgâhlayabilen bir polisiniz varken "demokratik açılım" yürütebilir ve etnik sorununuzu çözebilir misiniz?
Susurluk sanıklarını kurtarmak için operasyonlar planlayan polisinizle hukukunuzu koruyabilir misiniz?
Susurluk kazası ile ilgili yayınlanan onlarca kitaptaki bilgi ve belgeler, son olarak Nedim Şener’in, Hırant Dink cinayeti ile ilgili kitabında yer alan; bir dönem Trabzon Emniyet Müdürü, sonrasının Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan şahıs ve aynı cemaatten avanesinin yaptıkları/yapmadıklarını açığa çıkaran belgeler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Polis Teşkilatı içinden geldiğini gösteriyor. Bu tehdidin ortadan kalkması için Gladyocu ve Cemaatçi polislerin teşkilattan ayıklanması yetmez. Bu işlerin başında olduğu ileri sürülen ve kızağa alınan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nın başında bulunduğu hiyerarşinin tamamının görevden alınması da yetmez. Hatta ve hatta, bu kurumsal yapıyı sürdürebilmek ve skandalı örtbas etmek için kendi itibarını riske eden Emniyet Genel Müdürü'nün istifa etmesi bile bu tehdidi ortadan kaldırmaz.
Türk polisi şerefini, ülkemizin iç güvenliğini, Türkiye'nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu "kurumsal yapı"ya son vermemiz ve yeni bir polis teşkilatı kurmamız lâzım.
Bizim bir Zaptiye Teşkilatı'na ihtiyacımız var.
Bize Zaptiye Teşkilatı lazım
Hiç kimsenin, polisimizin kahramanlığından şüphesi olamaz. Kahramanlık, bir daha geri dönmeyi düşünmeden ileri atılmaksa eğer, bizim polisimiz ülkeye bu cesaretini defalarca göstermiştir.
İnancımız odur ki, eğer iç düzen bozucular bize savaş ilan etmişse, elimize silah alıp mukabele etmek farz-ı kifayedir. Şayet iç düzen bozucular Taksim Meydanı'ndan içeri girmişse veya basın açıklaması yapıyorlarsa o zaman onları def etmek farz-ı ayındır. "Ya şehit ya gazi" olmak dışında çare kalmayınca, kahramanlık da elbette büyük olacaktır.
Ya polisimiz?
Orada biraz durup düşünmemiz lâzım. Çünkü bu sorudan önce "hangi polisimiz?" diye sormamız gerekir. Falakacılar mı? Böcekçibaşılar mı? Baştebdil mi? Zaptiyeler mi yoksa Emniyet Genel Müdürlüğü mü? Tarih şanlı iç savaşlarımızı anlatıyor. Ama unutmayalım: Polisimiz her zaman aynı teşkilatın polisi değildi.
Adında "yeni" sıfatı olan Yeniçeri ordusu, Osmanlı Devleti'nin aynı zamanda en eski polis teşkilatı idi. Zamanla bir çıkar şebekesine ve fesat ocağına dönüştü. Savaş meydanlarında hezimet üstüne hezimet yaşarken, iktidar mücadelesinde zaferler kazandı. Biraz zora gelince kazan kaldırıp, doğrudan yönetime el koydu. 20 yıl kadar sonra tekrar kurulan yeni ordu ve polis, bu sefer Yeniçeri ordusu ve polisini topa tutarak ortadan kaldırdı. 1826'da aynı devletin içinde iki Türk ordusu ve polisinin karşı karşıya geldiğini ve birinin diğerini imha ettiğini unutmamalıyız. Ve tarihimizin bu olayı "vak'a-yı hayriyye" (hayırlı olay) olarak kaydettiğini de...Zaptiye Teşkilatı da bu dönemin arkasından polis teşkilatının nüvesi olarak kurulmuştur.
"Susurluk Kazası" bir işaret fişeği oldu ve karanlık köşeler aydınlandı. Kendi halkına, ülkesine ve hatta kendi mensuplarına karşı komplolar, entrikalar çeviren bir fesat ocağı ile karşı karşıyayız. Asakir-i Mansure-i Muhammediye teşkilatında bile kimsenin aklına gelmeyecek türden desiseler bunlar. Temel sorunumuz bu fesat üretme işinin ne ölçüde amir-memur zinciri içerisinde yapıldığını, bütünüyle kurumsal kimliğin bu işteki rolünü tespit etmek. Tamam, Susurlukçuları, Genelkurmay'ı dinlemekten bile çekinmeyen cemaat abilerini polis teşkilatından ayıklayalım; ya fesat ve komplo üreten kurumsal hiyerarşi ve yapı ne olacak? Fesat üretmek Yeniçeri polisinde, Kabakçı Mustafa gibi birkaç düzenbazın işiydi. Bugün ise, kurumsal yapı içine yerleşmiş bir fesat merkezi yok mu? Bir yazar, "Polis teşkilatı, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Susurluk sanıkları, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı ve bugün Fethullah Gülen’den oluşur" derken gözümüzden kaçan bir "kurumsal kimliği" hatırlatmıyor mu?
Polisin varlık gerekçesi iç güvenliği sağlamaktır. Vatandaşlarını suç işleyerek tezgâha düşüren bir polis teşkilatı ile bir ülkenin iç güvenliği sağlanabilir mi? Emniyet merkezinde geniş çaplı komplolar, provokasyonlar tezgâhlayabilen bir polisiniz varken "demokratik açılım" yürütebilir ve etnik sorununuzu çözebilir misiniz?
Susurluk sanıklarını kurtarmak için operasyonlar planlayan polisinizle hukukunuzu koruyabilir misiniz?
Susurluk kazası ile ilgili yayınlanan onlarca kitaptaki bilgi ve belgeler, son olarak Nedim Şener’in, Hırant Dink cinayeti ile ilgili kitabında yer alan; bir dönem Trabzon Emniyet Müdürü, sonrasının Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan şahıs ve aynı cemaatten avanesinin yaptıkları/yapmadıklarını açığa çıkaran belgeler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin vatanı ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı, bugüne kadar ortaya çıkartılmış en ciddi tehdidin Polis Teşkilatı içinden geldiğini gösteriyor. Bu tehdidin ortadan kalkması için Gladyocu ve Cemaatçi polislerin teşkilattan ayıklanması yetmez. Bu işlerin başında olduğu ileri sürülen ve kızağa alınan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nın başında bulunduğu hiyerarşinin tamamının görevden alınması da yetmez. Hatta ve hatta, bu kurumsal yapıyı sürdürebilmek ve skandalı örtbas etmek için kendi itibarını riske eden Emniyet Genel Müdürü'nün istifa etmesi bile bu tehdidi ortadan kaldırmaz.
Türk polisi şerefini, ülkemizin iç güvenliğini, Türkiye'nin birliğini, halkın hukukunu, devletin bekasını koruyabilmek için bu "kurumsal yapı"ya son vermemiz ve yeni bir polis teşkilatı kurmamız lâzım.
Bizim bir Zaptiye Teşkilatı'na ihtiyacımız var.